20 Kasım 2009 Cuma

şehrime gidiyorum :)


bugün hiç yazasım yok.akşama mavi bıdık'la birlikte izmir yolcusuyuz. :)


bekle bizi izmir biz geliyoruuuuz!

19 Kasım 2009 Perşembe

iç sıkıntısı ve hayal

allah’ım ben yarın izne çıkıyorum ve elimdeki işleri bitirmem lazım.peki ben ne yapıyorum?sabahtan beri okumadığım blog kalmadı.kendi günlüğüme de bir şeyler yazdım.biraz sanal alışveriş yaptım ve sepetime birkaç kitap daha attım.ama almayacağım.en az evdeki kitaplardan 10 tanesini okuyup bitirene kadar kitap almayacağım.bu arada şu internette gezinme işinden vazgeçip de bildiğiniz para kazandığım işime konsantre olsam çok iyi olacak.eve ekmek de götürmeli başka türlü dönmüyor hayat(bu cümle uzağa giden kadına ait,işyerimde çalışmam gerektiğini bana hatırlatsın diye başucuma astım.faydası var mı?benim inatçı bünyeme yok.istemiyorum.).keyif almadığım bir işi yapmak is-te-mi-yo-rum.işyerinde sıkıcı,hiç sohbet edemediğim kişilerle çalışıyorum.müdürüm ve bir arkadaş hariç.ama sırf müdürümü seviyorum diye de kendimi işe veremiyorum.öf ya ben ne yapacağım?okulu bitirdim gözümü bu iş yerinde açtım.ama dokuz yıl oldu ve çok sıkıldım.işim çok anlamsız ve yararsız gelmeye başladı.keşke annemi dinleseydim ve öğretmen olsaydım.işim beni ne duygusal ne de maddi olarak tatmin ediyor.ama başka bir iş bulamayacağımdan korktuğum için de işimi değiştirmeye cesaret edemiyorum.aslında benim başka bir hayalim var.

kütüphaneci olmak istiyorum ya da bir kitapçı açmak .hayalimi bir ara detaylı olarak yazarım.tüm kişisel gelişim kitapları böyle demiyor mu zaten.hayalinizi detaylı olarak yazın.ben şimdiye kadar hep anlattım.söz uçar yazı kalır diye boşuna dememiş atalarımız.evet evet en kısa zamanda hayalimi detaylı olarak yazmalıyım.bak birden içime bir neşe doldu.hayal kurmak insana enerji veriyor.

deli deli kulakları küpeli



okuyorum okuyorum ,yine okuyorum.ben bunu hep yapıyorum.hali hazırda başucumda olan ve zaman zaman okunan kitaplar.

aile geçmişinizi iyileştirmek.

geçmişin gölgeleri

içimizdeki çocuk

bir cadı masalı

okunmuş,hatta 2. -3.kez okunmuş pek çok kitap.kişisel gelişim kitabı yazarları sayemde zengin oldu.bunları okumayı bırakıp da dünya klasiklerine dönsem öz saygım ve özsevgim artar mı acaba?

18 Kasım 2009 Çarşamba

merak


newsweek'de yazan ev hanımına ne oldu?üç haftadır yazmıyor?bu arada lütfen newsweek 15 günde bir çıksın.bir haftada hepsini okuyamıyorum.

barış labirenti (kuzey irlanda)

labirent sever misiniz?ben çok severim.oğlum da çok seviyor.hayallerime bir yenisi daha eklendi.

aşağıdaki labirente girmek. :)


doğru söze ne denir?

Bekir Coşkun
Bedelli...
18.11.2009
BİLGİSAYARIMA gökten “bedelliye evet” mesajları yağıyor, akıl alacak gibi değil...Bu iyi bir şey:Gençlerin sesi çıktı...Ne tesettürÇankaya’ya çıkıp oturduğunda bu kadar mesaj gelmişti ey Türk gençliğinden...Ne imamların vali kaymakam- yargıç-savcı olması kararı alındığında...Üniversiteler türbana teslim edildiğinde de, AnayasaMahkemesi’nin “irticai faaliyetlerin merkezi” saydığı bir iktidar Türkiye’yi yönetmeye devam ettiğinde de böylesine sesi çıkmamıştı ey Türk gençliğinin...AKP kömür-nohut dağıtarak oy toplarken...Din-iman siyasete alet edilirken... İktidarın çocukları köşeyi dönerken...Ama işsizlik kimsesiz gençleri ağlatırken...Günahsız aydınlar iddianamesiz hapishanelere doldurulurken...Türkiye bir korkuya-baskıya esir olurken...Medya susturulurken, Cumhuriyet din devletine dönüştürülürken...İnsanlar çağdaşlıkaydınlık umutlarını yitirirken...Türkiye, Arabistan‘a dönerken...Türk gençliği bir satır olsun yazıp tepki göstermediydi...Ama “bedelli” için......Doğrusunu isterseniz, gençlerin en verimli çağlarını böyle verimsiz kışlalarda geçirmelerini ben de istemem.Ama bu olanlar bir başka şeyi anlatır bize:Bu mudur Türk gençliği?..Yoksulların çocukları dağlardaki çukurlarda ölümle karşılaşmayı beklerken, sadece askerlikten yırtma için mi ayağa kalkar Türk gençliği?..Böyle kolaycı...Böyle bencil...Yok eğer “bedelli askerlik” isteyenler, haksızlığa uğramışlarsa ve mağdur olduklarını düşünüyorlarsa...Ne yapacaksınız...Böyle “gençlik” olmanın bedelidir...

yine mi?


buraya bugünün tarihini not düşüyorum ve kendime uzun bir süre kitap almayı yasaklıyorum.yine kitap aldım ya!!!


bir gün

dewey (kitapyurdu'nda yazarın imzalı kitapları satılıyor.kedisever bir arkadaşıma hediye olarak aldım.o yüzden sayılmaz.)

kadere karşı koy a.ş.

kabuk adam


allah'ım beni tez zamanda ya ıslah et ya da piyango kazanacak bir bilet almamı nasip et.gelirimin çok üstünde harcıyorum.hoş gelirim de zaten refah sınırının çok altında,ama neyse ki açlık sınırını geçiyorum.bu da bir teselli :(

bul beni


bir arkadaşım bugün aşağıdaki e-posta'yı yollamış.kime ait bilmiyorum.tek bildiğim içimi derin bir hüznün kapladığı.


> Ne zaman üniversitelere konuşma yapmaya gittiysem ya da ne zaman benden daha
> genç biri benim ondan daha fazla bir şey bildiğimi sanarak bana sorduysa "bu işin olurunu", dedim ki:
> Üniversiteyi bitirince hemen çalışmaya başlama.
(başladım.hem de mezun olduğum bölümle hiç alakası olmayan sırf artık para kazanayım aileme yük olmayayım diye başladım bu işe.parlak bir bölümden mezun olan,büyük hayalleri olan,ama sıradan ve gelişimime hiç katkısı olmayan bir işim var.maddi olarak da az kazanıyorum.)
> Git, dolaş, ülkeler gez, aç kal, meteliğe kurşun at, ama ne yap et,
> koşturmaya başlamadan önce biraz amaçsız yürü.
(hiç bir zaman böyle biri olamadım,ama içimdeki huzursuzluk hep bu yüzden diye düşünüyorum.)
> Maceraya çık, bedeli ne olursa olsun bunu yap. Çünkü...
> Çünkü hayat, onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü.
> Bir şeyi vaktinde yaşamadan geçersen, çok sonra, seni rezil etme pahasına,
> sana yaşatır o eksik bıraktığın bölümü.
> Âşık mı olmadın on altı yaşında? Gelir seni kırk beşinde bulur, en olmaz zamanda.
(aşık oldum mu olmadım bilmiyorum.aslında oldum galiba ama öyle yıkıcı,sarsıcı,yoğun bir duygu hiç yaşamadım)
> Maceraya mı çıkmadın yirminde? Sürükleye sürükleye götürür seni otuz beşinde.
(yirmiyi geç otuzumdayım hayatımı hep ayaklarımı yere sağlam basarak yaşadım.)
> Yırtık kot, yer bezinden hallice bir kazak giyip, nasıl göründüğüne
> aldırmadan geçiremedinse öğrencilik yıllarını mesela, elli yaşında, artık
> kalabalıkların gözleri seni hiç de öyle görmeyi beklemezken, sana giydirir o kot pantolonu.
> Hayatı sakın erkenden yaşama, sonradan çok fena komik eder adamı.
> Serserilik ederek geçirmeli insan serserilik edilecek yaşları.
(herkesin takdir ettiği o olgun gençlerdendim ben :(( )
> Zira atlayıp geçtiğin ne varsa dönüp dolaşıp bulur insanın yakasını.
> Kendini yaşatıncaya kadar yapışıp kalır.


atlayıp geçtiklerim beni ne zaman bulacak?

17 Kasım 2009 Salı

zamanla yarışan kadınlar (elif şafak)

Yap-boz 'puzzle' gibi bazı kadınların hayatı. Parçalar bir bütüne tamamlanıyor elbet ama parçalı kalma hali hiç değişmiyor. Bazen kendimi aynı anda havada sekiz top çevirmeye çalışan bir akrobat gibi hissediyorum. Öyle zamanlar oluyor ki toplar uyum içinde dönüyor, muazzam bir dengede, ahenkle. "Vay be," diyorum kendi kendime, "aynı anda ne çok iş yapabiliyorum". Öyle zamanlar oluyor ki bütün toplar sözleşmiş gibi çıkıyor yörüngeden, hepsi paldır küldür kafama iniyor. Hiçbir şey beceremiyorum. Hiçbir şeyi tam yapamıyorum.Sabahın bir saati evden çıkmışım. Yapacak o kadar çok iş var ki, nereden başlayacağımı kestiremiyorum. Gün yirmi dört saat değil, otuz altı saat olsa keşke. Sakız gibi sündürebilsek ellerimizde. Evin işleri, seyahatler, çocukların koşturmacası, biriken emailler, edilecek telefonlar, imza günleri, okuma etkinlikleri, önceden verilmiş sözler, sorumluluklar, randevular ve özgürce yazı yazmak arasında bölünmüşüm gene. Kendimden en az altı adet klonlamak istiyorum. Sonra her birimizi bir başka yöne gönderirim. Birimiz çocuklara bakarken, birimiz roman yazar; birimiz yurtdışında edebiyat festivallerine katılırken, birimiz süpermarkette domates, portakal seçer. En "sıradan" gibi görünen işleri de, en "sanatsal" gibi görünenleri de yan yana yürütürüz böylelikle. Anneme sitem dolu bir mesaj yolluyorum cep telefonundan, "Altız doğursaydın ya beni!" Kadıncağızdan gelen mesaj şöyle: "Senden altız doğursaydım, altı kat hızlı yaşlanırdım." Ardından bir mesaj da Eyüp'e yolluyorum. "Gene yetişemiyorum hiçbir işe. Altız olsaydım fena mı olurdu?" Eyüp'den gelen cevap iki kelime: "Allah korusun."Yap-boz 'puzzle' gibi bazı kadınların hayatı. Parçalar bir bütüne tamamlanıyor elbet ama parçalı kalma hali hiç değişmiyor. Bazen kendimi aynı anda havada sekiz top çevirmeye çalışan bir akrobat gibi hissediyorum. Öyle zamanlar oluyor ki toplar uyum içinde dönüyor, muazzam bir dengede, ahenkle. "Vay be," diyorum kendi kendime, "aynı anda ne çok iş yapabiliyorum". Öyle zamanlar oluyor ki bütün toplar sözleşmiş gibi çıkıyor yörüngeden, hepsi paldır küldür kafama iniyor. Hiçbir şey beceremiyorum. Hiçbir şeyi tam yapamıyorum.Aynı anda birden fazla yere yetişme, birden fazla insan olma hallerini erkekler tam olarak bilmiyor. Kadınlara has bir meziyet bu. Hem meziyet hem eziyet. En çok kadınlar bölünüyor. İş, ev, aile, birey, toplum... arasında. Kadın, çok kazanan bir iş kadını da olsa, daha mütevazı şartlarda yaşayan bir memur da olsa aynı bölünmüşlük duygusunu taşıyor içinde. İşteyken aklımız evde, evdeyken aklımız işte. Sofraya konan yemeğin kalitesinden, dolapta diyet kola olup olmamasından kendimizi sorumlu tutuyoruz. Kadınlık karnelerimiz ellerimizde, habire kendimize not veriyoruz. Üstelik notumuz da kıt. "Evi çekip çevirme: Orta. Temizlik ve Titizlik: Orta. Düzenli ve Planlama Olma: Kırık."Bütün gün dışarda çalışsak da bu "evcimen sorumluluk duygusu" değişmiyor nedense. Üstelik ev işleri o kadar "görünmez" faaliyetler ki, siz saatlerce çalışıp didinebilirsiniz, her şeye yetişmek için ter dökebilirsiniz, gene de akşam eşinizin gözüne bütün gün hiçbir şey yapmamış gibi görünebilirsiniz. Ne ikramiyesi var ev işlerinin, ne fazla mesaisi. Ne bonus biriktiriyorsunuz, ne bir yere işleniyor fazla puanlarınız. Miles & Miles kartı yok ev kadınlığının. Senelerce durmadan çalışsanız bile, hiçbir yere bedava uçurmuyorlar ödül olsun diye.Zaman yetmiyor bize. Adeta koşarcasına, bir yangından kendimizi kaçırırcasına, telaşla yaşıyoruz bazen. Aynı anda birden fazla kimliğe bürünüyoruz. Kadınların bir günü erkeklerin üç gününe denk belki de. Biz bir güne üç günün işini sıkıştırıyoruz. Bu yüzden onlardan daha çabuk yaşlanıyoruz. Hiçbir kırışıklık kremi, hiçbir botoks yetmiyor kadınların bölünmüşlüğünü düzeltmeye...Ahmet Hamdi Tanpmar Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde Doğu ile Batı'nın "eşyaya ve zamana tasarruf etme" tarzlarının farklı olduğunu söyler. Belki de bu hususta sadece Şark ile Garp arasında değil, erkek ile kadın arasında da derin farklar var. Zaman tek bir kelime ama tek bir şekilde yaşanmıyor işte. "Zaman" başka, "vakit" başka, "an" başka, "dem" başka, "dehr" başka. Halbuki biz unutuyoruz bu ayrımları. Zamana odaklanmaktan "an"ı yaşamaya fırsat bulamıyoruz ki. Hayatımız ya geleceği planlamakla geçiyor, ya geçmişi hatırlamakla. En az yaşadığımız hakikat, "şu an"ın hakikatidir aslında. Bir kapısı geçmişe, bir kapısı geleceğe açılan "an"ın ismi ise "dem". İçinde önceki ve sonraki zamanın olasılıklarını taşıyor. Bu yüzden dervişler tekrar eder durmadan, "dem bu demdir dem bu dem... " Peki ya dehr? Kesintisiz bir şekilde uzayıp giden, dolayısıyla dilim dilim ayrılmayan o sonsuz bütünün adıdır dehr. Kimi alimler der ki: "İnsanın zamanına 'zaman' deriz, Tanrının zamanına ise 'dehr'."Peki ya biz kadınların zamansal bölünmüşlüğüne ne ad vereceğiz? "Dantel Zaman". Çünkü el emeği göz nuru dantel dantel örüyoruz zamanı, arada bazı ilmikleri kaçırsak bile...

seviyorum ben bu kadını :)))

uygulayabilene aşkolsun.


Inner Peace and Protection - Step1

Let every day begin with a 'good morning' to the self, to God and to life. The first thought of the day gives me power and peace.


Inner Power and Protection - Step 2

Everything, everyone is my teacher. No matter how difficult, how unexpected, how unwanted, since it has come into my life, I ask myself, "What do I learn now?"


Inner Power and Protection - Step 3

Every two hours, I put a brake on my mind and tongue and become quiet: just a minute to be peaceful. I stop, relax, recharge and then re-enter the flow of daily activities.


Inner Power and Protection - Step 4

I 'put a fullstop' as soon as I see myself complaining and blaming. These two habits destroy my inner power completely, because they show I am still expecting solutions and changes from others.

gelişim raporu

"PSİKOLOG GÖRÜŞÜ
Parlak zekası, güçlü kendini ifade becerisi ve yüksek özgüveniyle kısa sürede dikkatleri üzerine çekebilmektedir. Duygu ve düşüncelerini iletirken kurduğu düzgün cümleler ve sahip olduğu zengin sözcük dağarcığı da dikkat çeken olumlu özellikleri arasındadır."

oğluşun okulundan ekim ayı gelişim raporu geldi.okul psikoloğu ne güzel şeyler yazmış böyle.çok mutlu oldum.

bir bahar akşamı rastladım size



bazen dünyanın tüm yükü üzerimde sanki.

kitap mimi :)))


sevgili aslı bana kitap mimi yollamış.ben de bloglarda okuyup okuyup,kimse beni mimlemeden kendi kendime yazsam mı diye düşünüyordum ki aslı sağolsun buna gerek bırakmadı.




1.Şu anda okumakta olduğunuz kitap nedir?Kısaca konusunu anlatırmısınız?

ayşe kulin-bir varmış bir yokmuş.kitap iki kısımdan oluşuyor bir tarafında kurmaca öyküler var,sonra kitabın sonundan okumaya başlıyorsunuz orda da gerçek öyküler var.kitabın hangi tarafı hayal hangi tarafı gerçek onu anlamak okuyucuya bırakılmış.öykülerden birinde bir uzaylının gözünden dünyanın anlatımı var ki mutlaka okunmalı ve evet müzik evrensel bir dil.


2.En son aldığınız kitap nedir?


büyümenin türkçe tarihi (murathan mungan)

entrikalar ağında kürt buhranı(gültekin avcı)

çivisi çıkmış dünya (amin maalouf)

3.Şimdiye kadar aldığınız kitaplar içinde en sevdiğiniz hangileridir?

kara kitap, vadideki zambak, çanlar kimin için çalıyor,ölesiye yaşamak (bu kitapları ilk okuyuşumda kütüphaneden almıştım.) küçük prens,üç aynalı kırk oda...aklıma ilk gelenler bunlar.

4.Bir türlü bitiremediğiniz bitirseniz de sizi illallah ettiren kitap.

hiçbir kitaptan illallah demem.kitabı okumaya başlarım eğer devam edemiyorsam bitirmek için zorlamam.demek ki henüz o kitaba hazır değilimdir.ne kitaba ne de kendime eziyet ederim.evde değişik sayfalarında kitap ayıracı olan bir sürü kitabım var.okunmak için uygun zamanı bekliyorlar.sonra bir gün kitap gözüme çarpar ve kaldığım yerden okumaya başlarım.çok unutkan biri olmama karşın sanki kitabın okuduğum sayfalarını dün okumaya başlamış gibi hatırlarım.ilginç,ama kendimdeki bu durumu ben bile çözemedim.

5.Elinizdeki kitap bitince okumayı düşündüğünüz kitap nedir?

geçen yıl kurtlarla koşan kadınlar'ı almıştım.okumaya başladım,ama devam edemedim.bu aralar gözüm kütüphanede sürekli ona takılıyor.beni dünyasına çağırıyor galiba.sanırım sıra onda.


kitapseven herkes bu mimi cevaplayabilir.illahaki pas istiyorsanız beni okuyan herkes istop :)
not:allah'ım şu garip kuluna tez zamanda böyle bir kütüphane nasip et.

16 Kasım 2009 Pazartesi

mavi bıdık'ın objektifinden

annesi gibi o da pek sever rüzgar güllerini.

doğayı da sever benim oğluşum.


algıda seçicilik de bu olsa gerek.



böyle güzel bir muğla evi istiyoruz yaşamak için. :))

okunacak kitaplardan bazıları

bir cadı masalı (leyle navaro) kadın kısmı sinirlendiği zaman o kadına toplumumuzca ne denir? cadı.işte bu kitap öfkesini gösterbilen kadınlar için.kızgınlığınızı ifade edin kadınlar. (okunuyor)

marifetler (kitapkurdu okumuş beğenmiş,konusu ilginç geldi aldım gitti.okunacak)
murat gülsoy (kunegond çok seviyor eminim ben de seveceğim)

ölü erkek kuşlar (okuyacağım ilk inci aral kitabı olacak.ama henüz sırası gelmedi)

madolyonun içi (bu kitabı da çok merak ediyorum.yazarı psikologmuş)

onüç büyülü öykü (onüç öykü yazarından onüç farklı öykü ben en çok nazlı eray'ın öyküsü ile yekta kopan'ın öyküsünü beğendim.yekta kopan'ın öyküsünden bir bölüm:
"Emerson kütüphanenin,büyülenmiş ruhlarla dolu tılsımlı bir oda olduğunu söylemişti.Bu ruhlar biz çağırdığımız zaman uyanırlar.Kapalı duran bir kitap,yalnızca bir cilttir,başka şeyler gibi bir şeydir.Ama kitabı açmayagörün,kendini ellerinize bırakıverir,estetik bir olay gerçekleşir.Dahası bir kitap aynı okurun gözünde bile değişikliğe uğrar,çünkü biz değişiriz;biz,aynı insanın bugün dünden farklı olduğunu,yarın da bugünden farklı olacağını söyleyen Heraklietos'un ırmağındayız.Durmadan değişiriz;bir kitabın her okunuşu,her yeniden okunuşu,o her yeniden okunuşun,her anımsanışı o kitabın metninin yeniden keşfedilişidir."

yıllardır okuduğum,ama halen hayatımı mutlu ve doyumlu kılamadığım için okumaya devam ettiğim kitaplar:
doğru sorular,özgüven kazanma yolları,çocuk yetiştirmede psikolojik taktikler ve süper hafıza.
bir eşeğin anıları (kendisi çocuk kitabıdır.çocukken pek fazla kitabım olmadığı için çocuk kitabı okumayı da çok severim.)
vitaminler,mineraller,bitkisel ürünler rehberi (sağlıklı yaşam şart)
matematik yaramazdır.(işim alakasız olsa da sonuçta ben bir mühendisim ve matematiği severim)
her şey su ile başladı
benim gözümden dünya(albert einstein)
türk aynştaynı oktay sinanoğlu kitabı
inka,maya ve azteklerde semboller (dan brown hristiyanlıktaki sembollere ben de eski uygarlıklardaki sembollere düşkünüm.bu kitaba ne zaman sıra gelecek acaba?)
komedyen gibi düşün(bu kitap kitapyurdunun hediyesi)
kahve falı(bunu ne zaman ve niye aldım hatırlamıyorum)




bir kısmı okunmuş,bir kısmı sırasını bekleyen diğer kitaplardan bazıları.burdakilerden sadece sakın kımıldama'yı okudum.ama okurken kocama çok kzıgın olduğum bir dönemdi bir taraftanda kafamın içinde onunla kavga ettiğim için kitaptan pek birşey anlamadım.o yüzden tekrar okuyacağım.kitap kokusundan daha güzel bir parfüm olabilir mi acaba?

ev mahsulü


balkonumdaki saksılarda bir mandalinam ve bir limonum var.limon mahsul vermedi,ama mandalinam 2 tane ürün verdi.afferin kız mandalina sana.kış geldi bursa'ya, bu garipçikleri içeri almak lazım.ama evde koyacak yer yok.vitrini atıp da bunları içeri mi alsam? ne güzel parlıyorlar :)) yarın oğluşuma vitamin olacaklar.

mim

bu mimi bana mariposa taaa ne zaman göndermişti.cevaplamak bu güneymiş.benim de nur topu gibi bir mimim oldu.heh hee :))))))))

1.Dolabını açtığında hangi renkler fazla?
-maalesef siyah.aslında siyahı da seviyorum,ama 20 kilo kadar daha zayıf olsam siyah bir eteğin üzerine fuşya,yeşil,sarı vb.renklerel kombinler yapmak isterdim.bu arada burdan büyük beden firmalarına sesleniyorum tombik insanlar da gökkuşağının renklerini sevebilir.neden hep siyah?

2.Alışverişe gittiğinde hangi mağazaya uğramazsan olmaz?
-bursa'da ciddi anlamda başka bir kitapçı olmadığı için d&r ,watson's ve tchibo. eğer izmir'deysem konak'da kabile kitabevi.

3.Kendini rahat hissettiğin giyim tarzı?
spor kıyafetler ve rahat şeyler. dar şeyler giyemem.sıkıntıya gelemiyorum.öyle tayt falan hayatta giyemem.okul zamanlarında eve gelir gelmez eteği ve çorabı hemen çıkarır bir beş dakika kaşınırdım.çorabın taytın içinde nefes alamıyorum.

4.Kesinlikle sexy diyebileceğin şeyler?
-derin göğüs dekolteli kırmızı dar bir elbise,pretty women'da julıa roberts'ın giydiği elbise gibi ya da kırmızlı kadının elbisesi gibi.

5.Asla giymem dediğin -üzerinde kafatası deseni olan hiçbirşeyi sevmiyorum.bandana bile olsa.

6.Fiyatı gereği ulaşılması zor olan markalardan beğendiğin?
-ben giyisiye, aksesuara çok para harcamayı sevmiyorum.izmir'deyken pek çok kıyafetimi de pazardan alırım.yani üzerimize 600 TL'lik bir bluz da giysek 10 TL'lik bir tişörtte giysek giyen kişi değerli değilse ne farkeder.

7.En fazla yatırım yaptığın sektör?
-kitap ve dergi. (eşim çok kızıyor :) git üstüne başına al,ayakkabı falan al diyor,ama kredi kartı ekstremin çoğu kitap,kırtasiye vb.)

8.Kitap film spor hangisini diğerlerine göre daha fazla yapıyorsun?
-spor yapmayı sevmiyorum.bir spor salonuna tıkılıp havasız bir ortamda canımı yakmak hiç hoşuma gitmiyor.ama açık havada yürüyüş yapmayı çok severim.yürürken zihnim daha iyi çalışıyor.keşke sabahları işe biraz daha geç gitsem ,yanıma da bir arkadaş bulsam her sabah yürürdüm.ama şimdi hoohhh piişşşş... işte bundan ötürü en çok yaptığım, oğluş çizgi film izlerken,koca ne var şu kitapda derken kitap okumak.tabi yorgunluktan sızıp kalmadığım akşamlar.

9.Dışardayken yemek yemeyi en çok tercih ettiğin yerler?
-avmlerde bilakis diye bir makarna&salata'cı var onu seviyorum bir de eker süt çiftliği diye bir yer var orda salata ve pizza yemeyi seviyorum.

evren duy sesimi!

çok bir şey istemiyorum.sadece mevcut borçlarımı kapatıp,yeni yılda sevdiklerime hediye alabilecek ve kitapyurdundaki alışveriş sepetimdeki kitapları alacak kadar piyangodan para çıkmasını istiyorum.bir de şu http://www.idefix.com/kitap/kadinlarin-tarihi-5-cilt-takim-derleme/tanim.asp?sid=R5LJYVYKF1GB0JRE59WOkitapları almak istiyorum.indirimler kaçıyor :( evren lütfen duy sesimi.

13 Kasım 2009 Cuma

dilekçe

sevgili çilek,

05.11.2009 tarihinde vermiş olduğum ysl ruj ve parfüm alışverişim 13.11.2009 tarihi itibariyle halen elime ulaşmadı.endişeli ve meraktayım.ivedilikle elime ulaştırılmasını arz ederim.

bir müşteriniz.

cuma yürüyüşü


yine kimsenin konuşmadığı,lokmaların ağızda çiğnenme sesi dışında tek bir sesin olmadığı öğle yemeğinden sonra zihnine biraz temiz hava girmesi hem de yediği koca dürümün belki bir gramını eritirim düşüncesiyle yürüyüşe çıktı.daha iş yerinin kapısından 10-15 adım gitmişti ki beyaz paltosu,siyah,bağcıkları pembe botuyla küçük bir kız çocuğu karşılada yolda onu.hesap sormak ister gibi yolunu kesti."adın ne?"dedi.kadın birden şaşırdı,ilk şaşkınlık sonrası yüzünde kocaman bir gülümsemeyle adını söyledi ve küçük kıza adını sordu."duyu" dedi küçük melek ve sorguya devam etti "neyeye gidiyosun?" dolaşmaya dedi sevinçli bir sesle kadın."sen nereye" diye sordu.öğrendiki duru kız evine gidiyormuş.hiç hesapsız yapılan bu küçük sohbetten sonra yoluna devam etti.duru'yu babasının güvenli kolları arasında bırakarak.kulağında kaçınca kez dinlediği o bildik şarkı,zihni ona karışık düşünceler sunarken ayağının altındaki sararmış yapraklara takıldı gözü.ben sonbaharı da kışı da seviyorum diye geçirdi içinden esen rüzgar yanaklarını yakarken.evet seviyordu kışı.kışın doğa uykuya yatıyordu ve dinleniyordu.sonra ilkbaharda uyanıyor ve rengarenk bir elbise giyip çoşku dolu şarkılar söylüyordu.o da öyle yapıyordu aslında.yenilenmek,üzerindeki bütün sıkıntılardan ,tembellikten,kötü kaderden kurtulmak için uyuyor,uyuyordu.ama bu işte bir yanlışlık vardı.onun uyanışları yine aynı karanlğın içine oluyordu.yine de severdi kışı,hele ki aralık ayını.az kalmıştı aralığı,az kalmıştı yeni yıla.bunları düşünerek işyerinin yakınındaki yürüyüş parkına gitti.ne güzel oluyordu bu park baharda.belediye lavanta ekmişti oraya,baharda ne güzel açmıştı lavantalar,kokularından sarhoş olmuştu.daha önce hiç görmediği kocaman,şişman arılar görmüştü orda.bu güzel lavantaların özü arıları nasıl da besili yapmış diye geçirmişti içinden.bugün de lavantaların arasında gri bir kaplan gördü.sokak kedisi olamazdı,öylesine güzel ve bakımlıydı.ben evde kedi bakabilir miyim diye sordu kendine?kendine bakamazken kediyle nasıl ilgilenecekti.sonra geçen gün okuduğu bir yazı geldi aklına.köpeği ölen bir kadının yazdığı yazı.hemen vazgeçti kediden ve adımlarını hızlandırdı.çevredeki lisenin çıkış saati olmalıydı.her yerde üniformalı öğrenciler vardı.yan yana oturmuş sohbet eden iki kız gördü,birden burnunun direği sızladı.lisedeki en yakın arkadaşı geldi aklına,okul çıkışı hemen eve gitmez parka oturup günün değerlendirmesini yaparlardı.bütün gün birliktelerdi ama eve gidince bir de telefonla konuşurlardı.nerden buluyorduk acaba o kadar konuşacak şeyi,şimdi eşimle akşamları ikimizde bir kelime etmeden televizyon seyrediyoruz diye hayıflandı.sonra arkadaşını aradı ve düşündüklerini anlattı,arkadaşının tepkisi ne aptalca şeyler yapmışız oldu.gülümseyerek ve özlemle andığı şeyleri arkadaşının aptalca bulması yüreğini kırdı ve insanlar değişiyor,bense galiba hep aynı ben dedi kendine.yürüyüşünü tamamladı ve hapishaneye girer gibi işyerine tekrar girdi.

aslı erdoğan

ben niye daha önce hiç aslı erdoğan okumadım?niye kitaplarına şöyle bir bakıp geçtim?belki de hayatıma girme zamanı gelmemişti.şimdi hazırım.ama hangi kitabından başlayacağımı bilmiyorum.kabuk adam mı,yoksa mucizevi mandarin mi?ilk başlangıcı hangisiyle yapsam?okunacak ne çok kitap ve ne kadar az vakit var.takip ettiğim bloglardaki hemen herkes aslı erdoğan okumuş,yorumlar genel olarak iyi.ama bakalım benim için zamanı mı?dün akşam ayşe kulin'in bir varmış bir yokmuş kitabına başladım.kitabı ilk çıktığı zaman almış,ilk 10-15 sayfasını okumuş ondan sonra da sıkılıp bırakmıştım.oysa dün akşam saat 10 gibi okumaya başladım ve 12'de artık uyumam gerek diye aklım kitapta kalarak bıraktım.hatta gece rüyamda belki kitabı görürüm diye bekledim.belki de görmüşümdür,ama hatırlamıyorum.evet bu günlerde tam da bu kitabın havasındayım.ben öyle başladığım bir kitabı eğer beni sarmadıysa okumak konusunda çok ısrarcı olmam.kütüphanadeki yerine güzelce yerleştirir ve zamanını beklemeye bırakırım.hazır öykülerden gidiyorken en iyisi mucizevi mandarin'i almak.kendime söz verdim aslında bu ay artık hiç alışveriş yapmayacağım,keşke arkadaşlarımdan birinde olsa.neyse bugün bir iki kişiye soralım bakalım.hoş pek sanmıyorum,ama yine de bir şansımı deneyeyim.beğenirsem de alışveriş kotamı doldurmadığım bir zaman kendime alırım.

gülümseten haber

Kocaeli'nde bir grup gönüllü okudukları kitaplara 'Bu kitap unutulmadı, okuyun ve siz de bırakın' notu düşerek halkın yoğun bulunduğu yerlere bırakıyorlar. Amaç kitapları başkalarının da okuması.Kocaeli'nin Derince ilçesinde bir grup gönüllü yeni bir kampanya başlattı. Adına “KİTAP GEZDİRME” kampanyası dedikleri çalışmada vatandaşın yoğun olarak kullandığı mekanlara kitap bırakıyorlar. Umutları kitapların Türkiye'nin dört bir yanına çoğalarak dağılması. Derince Kültür Elçilerinden Genel Koordinatör Esra Aykan, yardımcısı Ergün Kös, Yeliz İskender, Vahide Kesen, Selma Yıldız, Ergün Kös, Esra Akyan, Meryem Uzun, Ebru Bulun, Osman Kalyoncu, Ebru Özgün, Rasim Uyan vatandaşların yoğun olarak kullandığı mekanlara okudukları kitaplardan bıraktı. İlk olarak Derince Tren Garı bekleme salonuna kitap bırakan kültür elçileri, kampanyaları hakkında da vatandaşlara bilgi verdiler. BANKTA KİTAP GÖRÜRSENİZ ŞAŞIRMAYIN Kültür Elçileri adına açıklama yapan Esra Aykan, “Okuduğumuz kitapları bazen bir parkta bir banka, bazen bir tren istasyonunda, bazen bir bekleme salonunda masalara koltuklara bırakarak o kitabı başkalarının da okumasını sağlamak istiyoruz. Bu nedenle de başlangıç yerimiz olarak Derince Tren İstasyonu, Zübeyde Hanım parkı, Harikalar Sahili’ne elimizdeki kitapları bıraktık” dedi. HERKES OKUSUN DİYE ‘Kitap Gezdirme’ kampanyasının amacını ‘kitap alamayanları ücretsiz kitap okumalarını sağlamak, okuduğumuz kitapları raflarda tozlanmadan başkalarının da okumasını, okuyan bir toplum oluşumuna katkıda bulunmak olduğunu belirten Esra Aykan, kampanyanın bireysel çabalarla Derince’de başlatıldığını ancak tüm Türkiye’ye yaymaya çalıştıklarını dile getirdi. OKUDUĞUNUZ KİTABI BİTTİĞİ YERDE BIRAKIN Aykan, “Örneğin Derince Tren İstasyonu’nda bekleme salonunda bir koltuğa bıraktığımız kitabı Ankara’ya gitmekte olan bir yolcunun alıp yolculuğu boyunca okumasını sonra okuduğu kitabı onunda Ankara’da bir banka bırakmasını sağlayıp oradan bir başka okuyuculara ulaşmasını sağlamayı hedefliyoruz.” diyerek kampanyanın nasıl işleyeceği hakkında da bilgi verdi. KİTAPLARDA ŞU NOT YAZIYOR Bırakılan kitaplara not düşen Derince Kültür Elçileri, kampanyaya destek vermek isteyenlerin kendilerine ulaşmasını istiyor. Banklara, masalara bırakılan kitaplarda şu not yazıyor: “ Merhaba... Bu kitap burada unutulmadı, okuduğumuz kitapların başkaları tarafından da okunması amacıyla buraya bırakıldı. Lütfen sizlerde okuduğunuz kitapları banklara, parklara, masalara bırakarak kampanyamıza destek olabilirsiniz iletişim: derincekulturelcilerigmail.com Yeni başlayan kampanyada Derince’de toplam 25 kitap çeşitli mekanlara bırakıldı. Denince Kültür Elçileri’nin umudu bu kitapların yüzlerce kişi tarafından okunarak Türkiye’nin dört bir yanına çoğalarak dağılması.
Kaynak: www.haber7.com

haber güzelde benim bunu yapabilmem için aldığım kitaplardan iki tane almam gerekli.çünkü kitaplarımla aramda duygusal şeyler oluyor.ondan sonra ben onu bir bankta öylece bırakıp gidemem ki!

12 Kasım 2009 Perşembe

duygular


korku
ofke
kıskançlık
pişmanlık
acgozluluk
tembellik
kibir
kendine acımak
küsmek
aşağılık duygusu
üstünlük taslamak
bencillik


zevk
huzur
sevgi
umut
paylaşmak
cömertlik
dinginlik
alçak gönüllülük
yardımseverlik
dostluk
anlayış
merhamet

şu an aklıma gelen duygular bunlar.okuyan herkes burada olmayan duyguları yazarsa sevinirim.kendimle ilgili yeni bir farkındalık yolculuğuna çıkacağım. tabi tembellik etmezsem.

ne yazık ki!!!


ne yazık ki param yok.
param yok,
pulum yok,
kredi kartına borcum çoook :(((

bir kuple

"Yıllar sonra öğrendim ki,
kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız
kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz,
gerisini karşı tarafa bırakırsınız."

Ataol Behramoğlu

11 Kasım 2009 Çarşamba

tutkuyla sevmek nasıl birşey?

hiç yaşadım mı bu duyguyu?galiba hayır?sevdiğin kişinin seni sevip sevmediğini önemsemeden,onu yargılamadan,kafandaki kalıplara oturtmadan sevmek...aslında eşimi sevdim.ama sonradan anladım ki sevdiğim o değil de bana olan ilgisi ve sevgisiymiş.kendime soruyorum,ben sevmeyi bilmiyor muyum? eşim benimle ilgilenir,bana iyi davranırsa onu seviyorum,düşünceleri bana ters gelirse en ufak birşeyi bile gözüme batıyor.

yaşamı tutkuyla yaşamayan biri gerçekten yaşıyor mudur?

dün yolda yürürken ağzımdan aşağıdaki şarkı döküldü.

eğrisi,doğrusu bulamadım yolumu
bir ileri bir geri,bildim bileli.

hayatımda tam da böyle bir ileri bir geri.hep aynı yerde.

vücudum sinyal veriyor


sağ göz kapağımda arpacık çıktı.

sağ alt 2.azı dişim ağrıyor.öyle ağrıyor ki gece ağrı kesici içip yattım.

ağzımın içinde bilimum yerlerde aft var.

dudağımın kenarında uçuk çıktı.

aslında keyfim de yerinde.peki vücudum niye sinyal veriyor?

a)işten çok sıkıldım
b)bağışıklık sistemim içtiğim onca vitamine rağmen yediğim hormonlu ürünler ve aburcuburlar yüzünden zayıfladı.
c)bedenim aldığım kiloları daha fazla taşıyamadığı için uyarı mesajı veriyor.
d)hiçbiri
e)hepsi
f)kitapyurdunda alışveriş sepetimde biriken ama param olmadığı için alamadığım kitaplar için üzülüyorum.
e)içimdeki artemis ve meryem'in çatışması nedeniyle bir anlam kargaşası yaşıyorum.

ağlamak istiyorum

ağlamak istiyorum,ağlamak istiyorum.çok istediğim bir şeye sahip olamayınca korkunç bir hayal kırıklığı yaşıyorum.içim boşalıyor sanki.bu istediğim şey, büyük küçük hiç farketmiyor.dün öğle tatilinde markete gitmiştim.markette alışveriş arabalarının içinde uzun zamandır aradığım,ama bulamadığım renkli (yeşil,turuncu,kırmızı) ve kapaklı üçlü sufle kaplarından vardı.büyük bir mutlulukla iki tane aldım ve kasaya gittim.maalesef yeni geldiği için henüz barkodu girilmemiş,barkodu sadece şefleri girebiliyormuş,o da dörde doğru gelecekmiş falan...yani kaplarımı alamadım.akşam çıkışta da gecikince bugün öğle tatilinde gider alırım diye düşündüm.nereden bilirdim işsiz güçsüz ev hanımlarının gidip marketi talan edip bir tane bile bırakmayacağını.çok üzgünüm çooook.oysa o sufle kaplarıyla ilgili ne güzel hayallerim vardı.eller ayırdı bizi.gözler ayırdı bizi.biz ayrılamayız.öfff yaa!!!ama haksızlık bu!

10 Kasım 2009 Salı

Mustafa Kemal'i Düşünüyorum



Mustafa Kemal’i düşünüyorum;
Yeleleri alevden al bir ata binmiş;
Aşıyor yüce dağları, engin denizleri,
Altın saçları dalgalanıyor rüzgarda,
Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri.


Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Yanmış, yıkılmış savaş meydanlarında,
Destanlar yaratıyor cihanın görmediği,
Arkasından dağ dağ ordular geliyor
Her askeri Mustafa Kemal gibi.


Mustafa Kemal’i düşünüyorum
Gelmiş geçmiş kahramanlara bedel
Hükmediyor uçsuz bucaksız göklere;
Al bir ata binmiş yalın kılıç
Koşuyor zaferden zafere.


Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Ölmemiş bir Kasım sabahı;
Yine bizimle beraber her yerde.
Yaşıyor dört köşesinde vatanın;
Yaşıyor damar damar yüreklerde.


Mustafa Kemal’i düşünüyorum;
Altın saçları dalgalanıyor rüzgarda,
Mavi gözlerini ışıl ışıl, görüyorum,
Uykularıma giriyor her gece.
Ellerinden öpüyorum.


Ümit Yaşar Oğuzcan

9 Kasım 2009 Pazartesi

köpekbalığı rüyası

cumartesi günü rüyamda çok güzel bir sahilde gezerken denizin içinde 2-3 köpekbalığı kuyruğu gördüm ve biz de oğluşla burda denize giriyorduk bak köpekbalığı varmış,artık denize de giremeyeceğiz dedim.az önce rüyam aklıma geldi ve internetten şöyle bir yorum alayım dedim.işte bulduklarım:

yorum 1:
Köpek balığı görmek, iyiye yorulmaz. Kötü bir haber alınacağına yorumlanır.
Düşmanlarınız ve sizi kıskanan sahte arkadaşlarınız var. Dikkatli olun.

yorum 2:
Rüyada köpek baligi serefli bir kisi ile yorumlanir. Rüyasinda köpek baligi görmek, hayatta yenilmek bilmeyen bir dostla tabir olunur. Bir baska rivayete görede: Rüyada köpek baligini görmek, himmet sahibi, serefli ve soylu bir zata isarettir.

şimdi hangisine inanayım.şu internet de çok kafa karıştırıcı birşey canım.insan neye inanacağını şaşırıyor.şimdi hangisi doğru?asıl önemlisi ise benim pek rüya görmeyen zihnim niye böyle bir rüya gördü?

emek hırsızlığına hayır

birisi uzağa giden kadının yazılarını kendi yazmış gibi yayınlıyormuş.cık cık cık!!! çooook ayıp.tamam senin öyle şeyler yazmak için kapasiten yetmeyebilir,madem bloğunda güzel şeyler olsun istiyorsun yine yaz,ama sahibinin adını da yaz.ya da benim gibi nerden aldığını hatırlamıyorsan alıntı yaz. arakçı, ayıp sana!!! (kaşif dora'yı izleyenler anladı beni)

http://uzagagidenkadin.blogspot.com/2009/11/birisi-yazlarm-calp-kendi-adyla.html#comment-form

istiyorum

şu yukardakinin güzelliğine bakarmısınız?evet benim sevdam makyaj malzemelerine değil,kesinlikle renklere.bu eye linerları alıp yüzüme resim yapasım var.resim kursuna falan mı gitsem?

ben bir bağımlıyım!


"Yıllardır tatlı tatlı yedik. Ama yakınlarımızdan gelen acı haberler, kendi yaşadığımız sağlık problemleri üzerine sebeplerini araken her kapının arkasıdan şeker çıktı!
Çayınız kaç şekerli olsun, tatlıyı nasıl alırsınız soruları hep iştahımızı kabarttı.
Meğer, şekerle bizi nasıl da kandırmışlar!
Prof. Dr. Kenan Demirkol "insanlar akıllı olacak" diyor ve uyarıyor.
İşte şekerle ilgili acı gerçekler...
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol iyibilginin sorularını yanıtladı..

-Şeker günümüzde artan hastalıkların ana sebeplerinden diyorsunuz, peki eski insanlar ne yiyordu?
"Taş devrinde insanlar şekerle tanışık değildi. Tarım ortaya çıktıktan sonra insanlar mevsimsel olarak bal ve meyve ile şeker alıyorlardı. O dönemdeki meyvelerin şeker oranı bugünkü meyvelerin şeker oranının 3/1’i kadardı."
-Peki ne oldu da meyvelerdeki şeker oranı arttı?
"Kültür üretiminin artması ile, melezleşmeden dolayı şeker oranı gün geçtikçe arttı. İnsanın genetik yapısı şeker tüketimine uygun bir yapı değil, genetik yapının uyum sağlama süreci on binlerce yıl ile ölçülür. Şeker gerçeğini doğru anlamak için tarihine bakmak gerek."
-Şekerin tarihine bakmak gerek diyorsunuz, şeker insanların hayatına ne zaman girdi?
İki yüzyıl önce başlayan "endüstri devrimi" ile gıda üretimi, işlenmesi ve dağıtımında radikal değişimler olmuştur. Ilıman iklimlerde yetişen bir bitki olan şeker pancarından şeker üretilmesinin de 1801 yılında başladığı unutulmamalıdır.
Daha önce şeker kamışından elde edilen ve zenginlerin sofrasında olan şeker, böylece gelir düzeyi çok yüksek olmayanların da kolay satın alabileceği hale gelmiştir.
İngiltere’de 1750'lerde 2,5-3 kg/yıl olan kişi başı şeker tüketimi, 1850'lerde 11 kg/yıl, 1950'lerde 54 kg/yıl, günümüzde ise 75 kg/yıl’a yükselmiştir. ABD'de 19. yüzyılın sonlarına doğru yıllık kişi başı şeker tükettimi 2,3 kg düzeyinde iken bugün 75 kg'a yükselmiştir.
İnsan sağlığının kırılma noktası vardır. Şeker üretiminin sanayileşmesi ile insanlık hem daha fazla şeker tüketir oldu, hem de hayvanlara küspesi verildi!
Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelişmiş ülkelerde bir yandan insanların alım gücü artarken, diğer taraftan gıda maddesi fiyatlaları düşmüş, bunun sonucu rafine şeker ve mısır şurubu gibi tatlandırıcıların meşrubat, bisküvi, pasta, kek ve diger hazır gıdalarla çok miktarda alınması, kronik hastalıkların artışını hızlandırmıştır.
ABD'de son 35 yılda früktozdan zengin mısır şurubu tüketimi kişi başına yılda 200gramdan 34 kg'a yükselmiştir.
Bulaşıcı olmayan hastalıklar salgını bugün tüm ölümlerin %60'ından sorumludur. Küresel ölçekte beslenme değişiminde aşırı yağ, tuz ve şekerli hazır gıdaların tüketiminin başlıca etkenler olduğu açıkça görülmektedir."
Şeker nasıl elde ediliyor, gün geçtikçe üretim ve tüketimi neden artıyor?
Çay şekeri sakaroz bir molekül glikoz, bir molekül früktozdan oluşan kimyasal bir maddedir. Glikoz/früktoz oranı %50/%50'dir. Mısır şurubunda ise bu oran %80/%20 ile früktoz lehine kayar. Früktoz, glikoza göre daha güçlü bir tatlandırıcıdır. Bu nedenle daha az kalori ile aynı miktarda tatlandırıcı etki sağlanarak kaloriden tasarruf edilebileceği düşünüldüğünden, bir dönem ciddi savunuculuğu yapılmıştır. Ancak kek, bisküvi yapımında olduğu gibi früktoz ısıtıldığında, früktozlu hamur fırında pişirildiğinde tatlandırıcı etkisi azalmakta ve glikozla aynı kalori miktarında früktoz kullanımı gerekli olmaktadır.
İster rafine şeker, isterse "mısır şurubu" kaynaklı olsun ince bağırsaktan emilen früktoz portal ven sistemi ile karaciğere varır. Früktozun insülin salgılatıcı etkisi yoktur ve metabolize edilmesi için insüline gereksinim duymaz. Değişik metabolik süreçler için çok az früktoz kullanılabilmektedir. Geri kalan tüm früktoz trigliseridlere dönüşür.
Früktoz tüm şekerler arasında en hızlı yağa dönüşenidir, böylece kan trigliserit düzeyini çok yükseltir!
Diğer taraftan früktoz insülinin glikoza ilgisini azaltarak hiperinsülinizme yol açmaktadır, bakır metabolizmasını baskılayarak bakır eksikliğine böylece kemiklerin zayıflamasına, anemi, bağ dokusu hasarı, damar hasarı, kısırlık, aritmi, kan kolesterol yüksekliği ve enfarktüse yol açabilir.
Ülkemizde de son yıllarda mısır şurubu üreten 5 fabrika kurulmuştur. 2001 yılında çıkartılan "Şeker Yasası" ile "mısır şurubu" üretim kotası %10 olarak belirlenmiş, daha sonra Bakanlar Kurulu kararıyla kota %15'e yükseltilmiştir. Bu kota ABD'de %2, Almanya'da binde 8.9, Fransa da ise binde 4.9'dur.
Karbonhidrat tüketimi insan biyolojisine bu kadar aykırı iken USDA (United States Department of Agriculture) onlarca yıldır yayınladığı besin piramitlerinde temel besin maddesi olarak karbonhidratları önermiştir. USDA'nın bu tutumu ABD'de son 30 yılda ürkütücü boyutlara varan şişmanlık epidemisine katkıda bulunmuştur. Früktoz kullanımı olasılıkla en büyük zararı yaratmıştır. Ülkemiz bu gerçekten ders çıkartmalıdır! Mısır şurubu kotasına çok dikkat edilmelidir!"
-Şeker insan vücudunu sinsi sinsi tahrip ediyor ama nasıl?
Şeker ile ilgili anahtar kelime: “İNSÜLİN”dir.
Yüz yaş üstü yaşayan insanların ortak özelliğine bakıldığında, kan insülin düzeylerinin çok düşük olduğu görülüyor. İnsülin, giderek artan şeker ve nişasta tüketimiyle aşırı salgılanır hale geldiği için obezite arttı.
‘İnsülin’in asıl görevi enerji depolamaktır. Basit şeker ya da glisemik endeksi yüksek karbonhidratlar ince bağırsaktan emildiğinde, glikoz ve/veya früktoz portal ven ile karaciğere taşınır. Portal ven kanındaki glikoz miktarı, damardaki reseptörler ile saptanarak insülin salgılanır. Glikoz yüksekliğine eşdeğer oranda insülin salgılanmaktadır. Glikoz insülin aracılığı ile kas ya da karaciğer hücresine sokulur ve burada glikojene dönüşür. İnsan vücudunda toplam 120 gram kadar bir glikojen deposu vardır. Bu depo dolunca glikoz yağ hücresine sokularak trigliseride dönüştürülür.
Sürekli çok miktarda glikozun hücre içine sokulmaya çalışılması sonucu hücrelerde zamanla direnç gelişir. Buna insülin direnci denir. Insülin direnci arttıkça daha fazla insülin salgılanır. Böylece insülin direnci sonucu hiperinsülinizm gelişir (postprandial hipoglisemi - kendini doyuramama hissi, aş erme!) Bunun uzun süre devam etmesi sonucu bir tükenme fenomeni olan Tip II diyabet gelişir.Sürekli fazla şeker ya da karbonhidrat alınması insan vücudunun yağlanmasına yol açan ana etkendir.
Şişmanlık beslenme hatasının en önemli sonucudur. şişmanlığın ana nedeni, tüketilebileceğinden fazla kalori alınmasıdır. Son iki yüz yıldır rafine şeker tüketiminin giderek artması, şişmanlığın en önemli nedeni olarak görülebilir. Çünkü şeker bilimde (boş kalori) olarak adlandırılır. Bu ifade ifade ile dile getirilmesindeki neden; şeker tüketimi sırasında hiçbir besin içerisi olmaksızın sadece kalori alınmış olmasıdır."
-Sınav öncesi şeker büyük hata!
"Okurlarımız hemen itiraz edebilirler! Beyin enerji kaynağı olan glikozu kullanmaktadır diyebilirler, hatta bu nedenle her sınav öncesi şeker verilir diye örnek de gösterebilirler.
Evet, beyin enerji kaynağı olarak glikoz kullanır. Ama insan vücudu diğer besin öğelerinde olduğu gibi bu glikozu da kendisi üretebilir.
Sınav öncesi alınmış yapay şeker ise hızla insülin salgıladıkça kişide kan şeker oranının düşüşüne yol açar, bu da beynimizin daha az çalışmasına neden olur.
Sınav öncesi şeker büyük hata! Şeker yiyerek beyninizi daha iyi çalıştıramazsınız. Beynin enerji kaynağı glikozdur ama vücut bunu kendi üretebilir.
Örneğin: spermin enerji kaynağı da fruktozdur ama bunu dışardan almıyorsunuz, vücut kendi üretiyor!"
-Şeker bağımlılık yapıyor haberleri son günlerde gündemden düşmüyor, şeker bağımlılık yapar mı ?
"Gıda maddelerinin hiçbiri fiziksel bağımlılık yapmaz, psikolojik bağımlılık yapar. Şeker de böyle, ancak kısmen fiziksel bağımlılık yapıyor diyebiliriz.
Genetik yapımıza aykırı her gıda bizim ömrümüzden çalar!
İnsanlar akıllı olacak. Genetik yapımıza uygun besinler tüketmek zorundayız. Genetik yapımıza aykırı her gıda bizim ömrümüzden çalar!"
-Tamam o zaman, genetik yapımıza uygun besinlerden, mesela doğal kuru meyvelerden tüketerek şeker ihtiyacımızı karşılasak olmaz mı?
"Akrep zehiri de doğal! Doğal deyip sadece şekerli meyveler yerseniz olmaz. Çok az miktarda tüketmek gerekiyor.
Örneğin; bal çok kuvvetli bir antioksidandır. Her gün az miktarda tüketilebilir. Ama bal yediyseniz meyve yemeyeceksiniz."
Ölçü ne olmalı?
"Günlük bal tüketimi 30 gr.’ı (1 tatlı kaşığı) aşmamalı. Meyvede en fazla 200 gr. tüketilmeli.
Örneğin; 1 elma ve 1 portakal yerseniz başka şekerli besin yemeyeceksiniz. Bal yediyseniz de meyve yemeyeceksiniz."
-Şekeri bırakan hangi hastalıklardan kurtuluyor?
"Şekeri bırak obezite, diyabet, kalp, eklem romatizması hastalıklarından, diş çürüklerinden, sinir ve stresten, ruhsal hastalıklardan, bazı kanser hastalıklarından kurtul diyebiliriz!"
"

kaynak:www.iyibilgi.com


allah'ım biran önce şu şekerli gıdalardan vazgeçmem lazım.ama ben bir şeker bağımlısıyım.ben de kendimi yavaş yavaş zehirlediğimi biliyordum.bu yazıyı okuyunca bir kez daha anladım.ama iradem zayıf,bırakamıyorum :(((((

hafta sonu


yine tembel günlerimden birindeyim.canım hiç çalışmak istemiyor.çarşamba gününe kadar elimdeki işi bitirmem lazım.peki ben ne yapıyorum?güzel havaya aldanıp dışarı çıkma hayalleri kuruyorum.blog okuyorum.gazete okuyorum.ondan sonrada sıkışıp,tüh vah diyorum.ben akıllanmayacağım.aslında aklımda yeni başladığım kitabımda var.dün akşam kayıp gül'e başladım.yarısına kadar geldim.zaten çok hızlı ilerliyor.bugün eğer bir iş çıkmazsa bitiririm.gözümdeki arpacığa rağmen okuyorum ya helal olsun bana.on üç büyülü öyküyü bitirdim.içinde beğendiğim öyküler de oldu,okurken sıkıldıklarım da.ama galiba en çok nazlı eray’ın yazdığı öyküye güldüm.eğlenceli bir anlatımı vardı.okurken düşündüm,erkek tohumu satılsa ben de almaya gidermiydim?hangi özellikleri olsun isterdim?çok bakım istemeyen,kibar,kültürlü,geniş bir ilgi alanı olan,anlayışlı ve erkeğin kadının üstünde bir cins olduğunu düşünmeyen bir tohumum olsun isterdim.mümkünse italyan olsun :))


hafta sonu doğum yapan bir arkadaşımı ziyarete gittim.bebiş üç aylık oldu hala gidemedim.bir oğluş hasta,bir ben,bir koca.zaten oğluşu aldım gittim.kız kıza biraz sohbet ettik.çok özlüyorum böyle sohbetler etmeyi.gülen gözlerle birinin beni dinlemesini ya da onu dinlemeyi.kahve içip ,fal bakmayı,hayata ve geleceğe dair hayaller kurmayı,kocalarımızı çekiştirmeyi...iyi geldi.akşam da eşimin işyerinden arkaşlar geldi.birlikte yazgan'ın vişne şarabını içtik.ama ben beğenmedim.denizli'de çok güzel vişne şarapları içmiştim.şimdi markasını hatırlamıyorum,ama gidersem yine alacağım.dün de bütün gün evdeydim.hatta öğleni uyuyarak geçirdim.gözüm o kadar ağrıdı ki uyumak tek çözüm gibi geldi.akşamda şöyle bir dolaşmak için ikea'ya gittik.ama istediğim gibi gezemedim.çünkü çocuk parkı kapalıydı.bıdığı oyun alanına bırakamayınca da onun sıkıldımları arasında sadece ikea'da yolumuzu bulup çıktık.


bir hafta sonu da böyle geldi geçti.hava çok güzeldi,ama biz yine dört duvar arasındaydık.

7 Kasım 2009 Cumartesi

yine mi

bir süre bilgisayara pek bakmayacağım.çünkü gözümde arpacık çıktı :((((((((((((

6 Kasım 2009 Cuma

teşekkür

sayın tahsildaroğlu yetkilileri,aşağıda yazdıklarımı info@tahsildaroğlu.com.tr adresine mail attım,ancak mail bir türlü iletilemiyor.ben de buraya yazayım dedim.belki okursunuz.

"merhaba,

ben peynir sever biri olarak pek çok çeşidinizi severek tüketiyorum.özellikle izmir tulum,erzincan tulum ve ezine peynirinizi çok beğeniyorum.yalnız diyabet riski taşıdığım için 1,5 yıldır diyet yapıyorum ve diyetisyenim sürekli olarak lor yememi söylüyordu.ben de pek çok markanın lor peynirini yememe rağmen sabah kahvaltılarında lor yemekten hiç keyif almıyordum.ta ki kahvaltılık lorunuzu deneyene kadar.ürününüzü çok beğendiğimi belirtmek için bu e-postayı yazıyorum.ancak reklamlarınızı yetersiz buluyorum.bir de kahvaltılık lorunuzu sadece migros’da bulabiliyorum.kipa,özdilek gibi marketlerin raflarında da bulabilmeyi dilerim.

sevgilerimle."

huuuu,tahsildaroğlu! mail kutunu tamir et!ya da o mail adresini internet adresinden sil!

herkes goggle'ı açsın


gördüm ve çok mutlu oldum.edi ve büdü :)))))))))) çooook severim.
edi'nin kaşları yok.neden?çünkü hep güldüğü için çatmak için kaşa ihtiyacı yok.büdü yeterince kaşlarını çatıyor.evet burdan tv yetkililerine sesleniyorum.edi ve büdü'yü tekrar sahnelerde görmek istiyoruz.bir de kermit ve piggy'i lütfeeeen!!!

bir şair

Pülümür'un Yaşsız Kadını

Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu
yaşını sordum bir giz gibi güldü
kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
yüzüne baktım bir giz gibi güldü

bir asa vardı elinde
bir solmuş kırallığın
kadifeden harmanisi üzerinde
bir hititliydi o
bir selçukluydu
bir ermeniydi bir kürttü
bir türk

yaşını sordum bir giz gibi güldü
koluma girdi bir soylu kadınca
tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
beni tek gözlü sarayına götürdü
köy yapısı kulübesinin

zamanı onda yitirdim ben
yitik zamanlara onda eriştim
en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim.


Bülent Ecevit

dün 3.ölüm yıldönümüymüş.siyasetçi kimliğinden çok şair ve aşık kimliğini sevdiğim biriydi.allah rahmet eylesin.

5 Kasım 2009 Perşembe

dersimiz ingilizce

arkadaşımdan gelen bir e-posta :))))))

"DERS 1)
'Bir Türkçe kelime 17 İngiliz kelimesine bedeldir.'-Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdanmısınız?
İngilizce tercümesi:-Are you one of those people whom we unsuccessfullytried to make resemble the citizens of Afyonkarahisar?

DERS 2)

Yeni başlayanlar için tercüme cümlesi :
-Üç cadı üç Swatch saate bakıyorlar. Hangi cadı hangi saate bakıyor?
İngilizce tercümesi:-Three witches watch three Swatch watches. Which witch watch which Swatch watch?

DERS 3)

Simdi ileri derece tercüme cümlesi :-Üç travesti cadı üç Swatch saatin butonuna bakıyorlar. Hangi travesti cadı hangi Swatch saatin hangi butonuna bakıyor?
İngilizce tercümesi: (bunu kendi kendinize sesli okuyun lütfen!)-Three switched witches watch three Swatch watch's switches.Which switched witch watch which Swatch watch's which switch?Ingilizce'nin bittiği andır bu........ "

cayır cayır yanıyorum


madem vakit bulup kuaföre gidemiyorum,öyle bakımsız bakımsız gezmeyeyim dedim ve kendime marketten yüz bölgesi için sir ağda aldım.yalnız bu sefer her zaman kullandığım gibi weet değil de şimdi adı aklıma gelmeyen,koyu bordo bir kutusu olan vfe ismi "s" ile başlayan bir markanın sir ağdasını aldım.geçtim akşam aynanın karşısına,yapıştırdım dudağımın üstüne (bıyığım da var sakalım da ama yine de kimseye lafımı geçiremiyorum) bir çektim,normalde acı eşiğim yüksek olmasına rağmen çok canım yandı.sonra bıyığın öbür yarısını da aldım.neredeyse çığlık atacaktım valla.sonra bir baktım dudağımın üstü kıpkırmızı ve cayır cayır yanıyor.hemen serinletme amacyıla gülsuyu sürdüm,ama nafile,bunu çözse çözse bepanthen çözer dedim ve mucize kremi sürüp yattım.bugün sabahta bir müşteriyle görüşmem vardı.sabah kalktım ki ne göreyim dudağımla burnum arası maymun poposu gibi kıpkırmızı :((((( ve çok acıyor.


efenim önce kapatıcı sürdüm,sonra max factor minarel fondoten (yanlış seçim,cildimi daha da kuruttu ve acıttı), üstüne pudra.ama halen kırmızı...yapacak birşey yok dedim,altına da sürdüm kırmızı ruju geldim işe.ondan sonra randevuma gittim,saat 11 gibi işyerine geri geldim.masamda bir kutu.hediyem gelmiş.sahi sana anlatmamıştım değil mi.ben geçen gün women's health'in internet sitesine üye oldum.zaten neredeyse her ay alıp okuduğum bir dergi bari internette de takip edeyim dedim.iyi ki de demişim.yeni üye olanlara hediyeler veriyorlarmış,benim şansıma da paul penders diye bir markanın yüz temizleme seti ve sabunu düşmüş.benim gibi organik ürün meraklısı biri için süper bir hediye.hem de yıllardır kazandığım ilk hediye.nasıl mutlu oldum anlatamam.hediyemi çok ama çok beğendim.kullanınca cildime iyi gelip gelmediğini de yazarım.


ikinci mutluluğu ise öğle yemeğinden sonra yaşadım.benim bu iflah olmaz yağlı ve gözenekli cildime ne yapsam iyi gelmiyor.ama yaklaşık üç ay önce boyner/zafer plaza mağazası'nda yasemin hn.diye bir satış görevlisi bana bu konuda çok yardımcı olmuştu ve ben bir servet ödeyerek(krem bitti hala taksitleri var) estee lauder idealist serisini almıştım.açıkçası çok memnun kaldım.ama çok pahalı,ben de bu sefer çilek'ten aldım.gerçi yine de pahalı,ama ne yapayım sanki gözenekler küçüldü gibi.


cayır cayır yanıyorum.dudağımın üstüne ne sürsem geçer acaba?çok komik görünüyorum yaaa!!! görüntüyü geçtim canım acıyor.akşam evde üşenmeyeceğim şu salak sir ağdanın adını yazacağım.ben yandım başkaları yanmasın.hem de internet sitesi falan varsa şikayet maili atacağım.
şu resimdeki buzlar olsa da dudağımın üzerine koysam.acıyor yaaaa!!!


4 Kasım 2009 Çarşamba

itirafcık

bazen insan onaylamadığı şeyleri kendisi yapmak zorunda kalabiliyor.istemezdim aslında,ama mecbur bıraktınız.aslında ben dümdüz,içimden ne geçiyorsa onu söylemek ve isteklerimi olduğu gibi,kıvırmadan,dolandırmadan söylemek isterdim.ama anladım ki anlattığın karşındakinin anladığı kadarmış.o yüzden onun anlayacağı dilden söylemek gerekiyormuş.yani dümdüz,apaçık söyleyince isteklerini yaptıramıyormuşsun.öfff yaaa!!!peki neden kendimi plancı,kocasının arkasında iş çeviren kadınlar gibi hissediyorum?aslında yalan söylemiyorum.gerçekleri biraz saklıyorum.sırf kavga etmek istemediğim,kavgaya gücüm olmadığı için.

oysa istediğim çok birşey değil.bayramda annemlere gitmek.

vay be!

ben oğlumun legolarından doğru düzgün ev bile yapamazken adam neler yapmış.vay be!

fotoğraf:abd'de avukat olan nathan sawayon diye bir adamcağızın legolardan yaptığı heykel

3 Kasım 2009 Salı

zürafa gribi


günlerdir okulda,evde,televizyonda domuz gribinden başka konu yok.doğal olarak da oğluşun da bu konu kafasını kurcalıyor olmalı ki sonunda o da herkes gibi yorumunu yaptı.
"anne,önce kuş gribi vardı,şimdi domuz gribi var,herhalde bundan sonra zürafa gribi olacak."
dün akşam eve gittim,bıdık iki tane mandalinayı soymuş,mandalinaları işaret parmaklarına geçirmiş,bir birinden ısırıyor bir diğerinden.ne yapıyorsun anneciğim dedim.cevap:
"domuz gribiyle savaşıyorum."
küçücük çocuğun bile psikolojisi bozuldu.
kışt kışt,evlerden ırak...eve tütsü mü yapsam ne yapsam ?????????????

1MK: Altına İmzamı Atarım

herkesi bekliyorum.duyduk duymadık demeyin.siz de gidin ve içinizden geçenleri yazın.ama umutlu, güzel cümleler olsun.umuda o kadar çok ihtiyacımız var ki.

1MK: Altına İmzamı Atarım

10.11.2009 da başlıyoruz.Wan Münüt 20:00

" Sesimizi çıkartmıyoruz, korkumuzdan çıkartmıyoruz, çünkü polis devleti ve yargı artık laikleri, cumhuriyetçileri, Atatürkçüleri topluyor... İşi olan, çoluk çocuğu olan, devlet dairelerinde çalışan, hapis ve işkenceye dayanamıyacağını düşünen veya sağlık nedeniyle işkenceden sağ çıkamıyacağını düşünenler, sessiz kaldılar... Ama bu eyleme katılmamanız için hiç bir sebep yok... Unutmayın, unutturmayın, hatırlayın, hatırlatın ama 10 Kasım'dan itibaren her akşam saat 20 de evdeki tüm lambalarınızı söndürün... Daha etkili olması için, söndürmeden önce tüm ışıkları yakın ve saat 20 de hepsini söndürün... Bir kaç dakika sonra da yine tüm lambalarınzı yakın, zamanla gerekmeyenleri söndürürsünüz..Lütfen dostlar, arkadaşlar, lütfen bu eyleme katılın.... Şeriatın karanlıklarına gömülmeden biraz ses çıkaralım..."


"Susurluk için 1 Dakika Karanlık" eylemi o dönemin hükümetine ses getirmişti. Şimdi de ATA'mızın ölüm yıl dönümünde böyle bir eylemin ses getirmesi, ERGENOKON adı altında AYDINLARIMIZI, ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCEYİ ve ULUSUNU SEVENLERİ İÇERİ ALAN ZİHNİYETE KARŞI DUR DEMENİN ZAMANIDIR...


10 KASIMDAN İTİBAREN HER AKŞAM 20:00' da 1 DAKİKA LAMBALARIMIZI KARARTIYORUZ ...«AK Parti» mi, yoksa «Adaletten Kaçanlar Partisi» mi?

2 Kasım 2009 Pazartesi

gdo'lu gıda yemek istemiyorum.

lütfen yılmaz özdil'in 1 kasım tarihli yazısını herkes okusun.

uyutuluyoruz ey halkım!!!

fotoğraf:greenpeace kataloğu