31 Mayıs 2010 Pazartesi

kim protesto edecek?

hani israil'i protesto edelim ürünlerini kullanmayalım diyoruz ya! o zaman hiç sebze yemememiz lazım.çünkü aldığımız sebzelerin büyük kısmının tohumu israil'den ithal ediliyor.

bizi tarımda bile dışarıya hem de israil gibi küçücük bir kara parçasına sahip bir ülkeye muhtaç edenler umarım şimdi mutludur.

o yüzden diyorum ki devlet baba israili protesto falan edemez.herşey lafta kalır.çünkü böyle bir protesto ülke ekonomisini altüst eder.

bugün çok yazı yazdım bloga.can sıkıntısı,iç sıkıntısı,yürek sıkıntısı.son noktayı güzel birşeyler yazarak koymak isterdim.

neyse güzel birşey yazayım ve bitireyim.

önce kendini sev ki başkalarını sevebilesin.

kuşlar

"Bıldırcın ve üveyikler için 16 yıldır haftada üç gün olan avlanma süresinin bu yıl sürpriz şekilde dört güne, ördek, kaz ve su kuşları için av kotasının günde dörtten altıya çıkarılmasına tepki büyük: Karar, silah sektörünün baskısıyla alındı."

bugün pek çok haber arasına sıkışmış gazetedeki bu haberi okuyunca,allah'ım kuşların ölüm fermanı imzalanmış diye düşünmüş ve içim acımıştı.tam da guguk kuşlarıyla ilgili çocukluk anısı sonrası olmamıştı,yakışmamıştı bu haber güne.manga'nın başarısı,israil saldırısı,şehitler arasında güme giden bir haber olacak gibi gelmişti.ama güme gitmemiş bekir coşkun bu haberi es geçmemiş.eline sağlık...

Bekir Coşkun
Ölüm fermanı...
30 Mayıs 2010 Pazar, 10:28:36


KUŞLAR; Ankara’da bir salona toplanmış “komisyonun” kendileri için “ölüm fermanı” imzaladıklarını bilmezler.

Onlar, bir ağacın dalına mutlu konarken... Ya da bir su birikintisinden su içmek isterken, bir silah patlar...

Ve ölürler...

Bu “komisyon” kararıdır...

Geçen gün toplanan “komisyonun” önünde “yerli ve göçmen kuşların sayısının yüzde 50 azaldığı” bilgisi vardı...

Komisyon, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın Merkez Av Komisyonu...

Bu durumda “komisyonun” yok olan azalan türleri korumak için karar alması gerekmez mi?..

Ama tersini yaptılar...

Av günleri ve av limitlerini artırdılar...

Komisyona çevrecileri ya da korumacı sivil örgütleri sokmadılar... Ama silah ve fişek imalatçıları ile satıcıları komisyondaydı...

Üstelik oy bile kullandılar...

Bilinçli avcılar (özellikle İç Anadolu temsilcileri) karşı çıktılar, yüreği sızlayan kimi bürokratlar toplantıyı terk ettiler...

Ama komisyon daha çok hayvanın avlanması için karar aldı...

Çevre ve Orman Bakanı imzaladı...

Ferman tamamdı...

Artık vicdan, merhamet aramayız...

Akıl-izan da mı yok?..

Kuş türlerinin yok olduğunu, yerli ve göçmen kuşların yüzde 50 azaldığını bakanlık saptamışken, aynı bakanlığın komisyonu daha çok öldürmeye nasıl ferman verebilir...

Prof. Dr. Bakan nasıl imzalar?..

Bu nasıl bilim adamlığıdır?..

Dağıttığı-sattığı ormanlardan sonra, havadaki kuşa da mı yaşama hakkı vermeyecek Çevre ve Orman Bakanlığı...

Dört gün önce Resmi Gazete’de yayınlandı...

O ölüm fermanı...

yaz gelmiş neyime


metrodan indim ve altgeçitin merdivenlerinden yukarı doğru çıkarken bir an kendimi otelde kahvaltıya giden yolda gibi hissettim.kısa bir andı,sonra dünyaya dönüş yaptım ve işe gidiş yolunda olduğumun farkına vardım.hava çok sıcak ve nemli,çalışmaya değil denize girmeye müsait bir hava.eğer bir sahil kasabasında yaşasaydım ve çalışmak zorunda olmasaydım severdim yazları.şimdiyse evet sevmiyorum.sabah kalkıyorum duşa giriyorum 5 dk'lık bir ferahlama sonrası daha üzerimi giyinirken giyisiler üzerime yapışıyor.bırak makyajı yüzüme nemlendirici bile sürmek gelmiyor içimden,kolyeyi küpeyi geçtim saat bile yapışıyor tenime.sabah ne giysem diye düşündüm,yazlıkları çıkardım,ama hepsi kırış kırış.etek giyeyim bari püfür püfür dedim,baktım ütüsüz.ütü...bu sıcakta,mümkün değil dedim ve geçirdim ayağıma ütü istemeyen ve zayıf gösteren siyah pantolonumu.bindim otobüse.tanrım insanlar üst üste.otursanıza kardeşim evinizde ne işiniz var sabahın köründe bu sıcakta dışarda.metrodan çıktım işe doğru yürürken guguk kuşlarını duydum.


guguuuk guk,guguuuk guk.yağ döktüüüüüm.annem beni döööövdü.


ne zaman bir guguk kuşu duysam çocukluğum ve köyümüz gelir aklıma.biz kayseri'de otururken yaz tatillerinde denizli'deki köyümüze gelirdik. kayseri'de görmediğim,duymadığım iki canlıdır köyde gördüğüm ve çocuk aklıma yer eden.biri guguk kuşları diğeri kocaman karıncalar.köyde öğlen sıcak bastı mı babaannemin kerpiç evinin serinliğinde oturur guguk kuşlarını ve cır cır böceklerini dinler ,kafamda aralarındaki sohbeti kurgulardım.öyle serin olurdu ki o kerpiç ev.aklımda kalan bir de kokusu.beyaz sabun,karanfil ve kahve kokusu.kokuları severdi rahmetli babaannem.küçük bir enfiye kutusu vardı.kötü bir koku geldiğinde içindeki kokulu tozdan bir parça alır burnuna koyardı.öyle deniz falan bilmezdik tatillerde tatil demek köye babaanneye ve anneanneye gelmek demekti.


çok özlüyorum o uzun yaz tatillerini.ne zaman okulların kapanma zamanı gelse benim de tatilim geliyor.egelilik var serde.beyaz badanalı evlerin önünde karpuz ve çiğdemin eşlik ettiği akşam üstü sohbetleri yapmayı çekiyor canım.


ey hayat bırak yakamı,ben ege insanıyım ve tatilim geldi.bu sefer temmuz ve ağustos'un tamamını istiyorum.sabah erken kalkmak,sonra öğlen sıcağını evin serinliğinde uyuyarak geçirmek,akşamüstü serinliğiyle tekrar hayata dahil olmak.


27 Mayıs 2010 Perşembe

bugün

ne saçma sapan bir işim var benim.kime faydası var?bana yok orası kesin.

öffff çalışmak bu kadar acı verir mi insana.içim daralıyor.kalbim sıkışıyor.

pişmanım, çok pişman.annemin sözünü dinleyip öğretmen olmadığım için pişmanım.

ne yapmalı başka bir yol bulmalı.

bu önümdeki mizanlar,bilançolar,gelir tabloları,alavere dalavereler,krediler....

ööööööööffffff.........

7.oda'ya fatoş'a selam olsun!

bugün hava, pişmanlık ve iç sıkıntısı kokuşmuşluğunda.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

ben ne dedim o ne anladı

ŞANSIM VARSA
Oturduğum dalı keseceklerse
Düşerken uçtuğumu hayal ediyorum
Yürürken yolumu keseceklerse
Onun yol ayrımı olduğunu düşünürüm
Devamı da benim elimde
Kalanı da
Attığım adımlar düşündürecekse
Ben attım, ben seçtim
Bir daha atmam olur biter
Kalbim kırılıyorsa, kırılacaksa
Onu ben tamir edeceğim
Benim elimde, benim içimde
Hayat acımasızlaşıyorsa
Ben savaşıp, ben yeneceğim
Başkasından medet ummayayım yeter
Ayağım takılıp düşeceksem
Önce ben kendime güleceğim
Sonra başkaları bana
Zaman hızla geçecekse
Ucundan yakalayıp
Belki de koşacağım
Zaman yavaşlarsa A
kreple yelkovana kafa tutup
Hızını ben ayarlayacağım
Bir şeylere yön vereceksem
Ya tartıp, biçeceğim
Ya da akıp gideceğim
Her seçimim benim ise
Kendim ettim
Kendim buldum diyeceğim
Ama unutmamalıyım ki
Hayat her şeye rağmen güzelse
Dünyaya geldim
İrade de benim, seçme hakkı da
Ben seçip, ben yönettim
Kabul ediyorum ve devam ediyorum.

yazarını bilmiyorum.internette bulup aldığım bir şiir,kime aitse kusura bakmasın artık.

dün akşam yine içimdeki doğal çocuk gayet masumane bir şekilde eşimin ailesinin yanında konuşma gafletinde bulundu.sonra ne mi oldu.gayet keyifli ve miskin bir şekilde oturup çekirdeğimizi çitleyip ratatu izlerken durup dururken koca beyin "biliyor musun bazen saçma sapan konuşuyorsun" cümlesiyle damarıma basılması sonrası bende film koptu.yine benim gayet safça kurduğum cümleler iplik iplik çözülüp içinde art niyet aranarak saçmalamak olarak önüme sunuldu.ama kabahat bende, ne diye konuşuyorsun ki tut dilini.kiminle sohbet etme girişiminde bulunuyorsun.koca bey yine benim söylemek istediğimden çok çok farklı şeyler anlayarak konuyu nerelere çekti.olan kime oldu.tabiki bana ve ağlamaktan şişen gözlerime.akşamın tek iyi yanıysa günlerdir katlamadığım ve küçük bir tepeye dönüşen çamaşırları öfkeyle artan adrenalin sonucu yükselen enerji seviyesiyle katlayıp yerlerine yerleştirmem oldu.demek ki neymiş koca beyin ailesinin yanında doğal çocuk olunmayacak fettan ve plancı gelin olunacakmış,koca beyin istediği de buymuş.hayattaki en büyük yanılgım bu ya zaten herkesi kendim gibi iyi niyetli sanmak.yok yok kesin karar verdim bekarlık sultanlık,aklı olan evlenmesin kardeşim,evlendim yaşlanma hızım arttı.

25 Mayıs 2010 Salı

keyifli okumalar

güzel ve keyifli romanlar okumak istiyorum.okurken sinirlenmeyeceğim hayata pozitif bakmamı sağlayacak romanlar. kişisel gelişim kitabı okumayı bir süreliğine bırakıyor ve psikoloğumun önerisi ile romana geçiş yapıyorum. araştırma,kişisel gelişim vb.kitaplara bir süre ara verip romana dönüş yapıyorum.şimdi de ne okuyacağımı bilemedim.

önerisi olan!..

mutluluğun resmi


“sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin

işin kolayına kaçmadan ama

gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil

ne de ak örtüde elmaların

ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini

sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin“ (N.Hikmet)


mutluluk önce kendini sevmek ve onaylamakla başlıyor.mutluluğun ilk adımı aynadaki aksimize her sabah gülerek selam vermek.


abim bir engelliydi ve o bu engeliyle dalga geçebilen biriydi.su isterken "şu bitkiyi bir sulayın" derdi mesela. şimdi kendime bakıyorum da herşeyim var, ama kendimde sürekli kusurlar buluyorum,kendimi mutsuz etmek için.


mutluluğun resmi bakış açımız tarafından çiziliyor. bazen bütüne odaklanıp küçük güzellikleri göremiyoruz,bazense tam tersi küçük şeylere takılıp bütünün güzelliğini göremiyoruz.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Maden ocağındaki kanarya

Bekir Coşkun
23 Mayıs 2010 Pazar, 10:32:46


MADEN işletmesinin ofislerindeki kafeslerde kanaryalar vardı.

Güneş doğmadan, ortalık ağarmaya başladığında hep bir ağızdan şarkılarını söylerlerdi.

Yemlerini veren maden ocağının başı kasklı işçilerini tanımışlardı. Onları görünce sevinç çığlıkları ata ata kafeslerin içindeki dallardan öbürüne atlayıp dururlardı.

Onlar için işletmenin bütçesine “ödenek” bile koymuşlardı.

Belli ki kendilerini besleyen ve seven insanlarla birlikte olmaktan
çok mutluydular.

Maden ocağına inen işçiler birer kafes alıp yanlarında götürüyorlardı. Karanlık derinliğe indikçe kanaryalar susuyor, ama bu küçük gezintiden belki de hoşnutlardı.

Kasklı işçileri görünce sevinip kanat çırpmaları belki de bundandı...

Oysa...

Oysa bu hüzünlü bir hikâyeydi...

O zamanlar zehirli gaz ölçme aletleri henüz bize ulaşmamıştı ve aygıtlar pahalıydı. Çaresiz madenciler, kafeslerdeki kanaryalarla madene iniyorlar, öldürücü gaz önce dünyanın en zarif ve duyarlı canlıları kanaryaları öldüreceği için küçük kuşlar bir türlü “alarm” görevi görüyordu. Kimi zaman yerin karanlık dibindeki kanaryanın boynu bükülüyor, o sessizce can verirken, madenciler bunu görünce ocaktan kaçıp kurtuluyorlardı.

(Tıpkı şimdi işçilerin ölerek, sermayenin yaşamasını sağlamaları gibi.)

Bir küçük kuş ölüyor, ama madenciler yaşıyorlardı...

Maden ocaklarındaki kanaryaların hüzünlü öyküleri; aslında birbirine bağlı, birbirinin ucunda, birbirinden asla ayrılmayan bir “yaşam ortaklığını” ya da “yaşam sıralamasını” anlatır bize...

Bir yaşam bittiğinde, öbürünün de biteceğini...

Ormanlar, ırmaklar, denizler, sincaplar, yunuslar, yemek artığı
bekleyen kedi, kovulmasını istediğiniz yandaki arsada yaşayan anne köpek, balkonu kirlettiği için kovduğunuz o kuşlar...

Tümü...

Tümü yaşamaya çalıştığımız atmanın “kafesteki kanaryaları”dır...

Onlar öldüğünde...

Biz yaşayamayız...

bıdıktan inciler


cuma akşamı uzun zamandır müzik dinlemediğimi fark edip evdeki çizgi film düzenine isyan ettim ve diğer odada digitürk'te radyo time dinlemeye başladım.sonra baba oğul bensiz duramayıp yanıma geldiler bir süre akvaryumdaki balıkları izleyip müzik dinledikten sonra koca bey sıkıldı,müzik dinleyeceksek bari klip izleyelim dedi,kumanda hakimiyetini ele geçirerek powertürk'ü açtı.izlerken farkettim ki ne çok rock grubumuz varmış.

oğluşla hande yener'in sopa şarkısı üzerine konuşmamız.

anne:ben bu şarkıyı beğenmedim,sen ne düşünüyorsun?
mavi bıdık:ben şarkıyı beğendim de kadını beğenmedim,çirkinmiş.
anne: :))))

hafta sonu evde dinlenmeyi planlamıştım,ama iki günde saat 12 gibi evden çıkp akşam 8 gibi döndük.fiziksel olarak yine yorgunum,ama güzel bir hafta sonu geçirdim.akşam da final olarak survivor izledik.benim bıdık bu yarışmayı çok seviyor.erkeklerden favorisi hakan, kızlardan favorisi ezgi'ymiş küçük beyin.neyse ki dün akşam uyudu kaldı da ezgi'nin elenişi görmedi.kesin hırsından ağlardı.

bir de bu aralar evde hiç izlememiş olmamıza rağmen bir smack down modamız var.babasıyla atletcek kalıp smack down maçı yapıyorlar.herhalde okulda arkadaşlarından öğreniyor.bir hırsla babasına saldırışı var şaşıp kalıyorum,bir de smack down diye nara atıyor,ama dün arkadaşın 3 yaşındaki oğlu tarafından tartaklanınca ona dokunmuyor,o küçükmüş ne yapsaymış yani...

dün öğlen saati bir arkadaşın düğünündeydik.gündüz düğününü de ilk kez bursa'da gördüm.bursa'da çok garipsediğim bir adet daha var.gelin ve damat salona geliyor,nikah kıyılıyor ilk dans sonrası hemen pasta kesiliyor ve hemen arkasından takı merasimi yapılıyor.izmir'de ve denizli'de takı merasimi düğünün sonuna doğru yapılır ki salon boşalmasın.burda tabi takı yapılır yapılmaz herkes gidiyor,kalan bir avuç insanla düğün yapılıyor. oğluşum bütün düğün boyunca bana çiçek taşıdı,al anne sana çiçek getirdim.iki dakika sonra elinde başka bir çiçek...bugünlerde aramız iyi bıdıkla,aşk yaşıyoruz.daim olması dileğiyle...

21 Mayıs 2010 Cuma

erişim yasak

işyerinde pek çok siteye erişim engellendiği ve iki haftadır da eşim evde olduğu için takip ettiğim hiç bir arkadaşıma yorum yazamıyorum :((( içim içimi yiyor,iletişememek çok kötü.

neyse en azından bloggerı bu hafta açtılar da yazı yazabiliyorum.bir çok blog da enterteinment kategorisinde olduğu için açılmıyor.çok şükür ki oip,leylak dalı,yedinci oda,bir demet fesleğen,mutfakta zen,aydan atlayan kedi,öykü ve pino'yu okuyabiliyorum.ama yorum yazamıyorum.okuyamadığım bloglarda aklım kalıyor,yazamadığım yorumlar içimde birikiyor.kendime verdiğim küçük molalarda ufacık bir nefes almaya bile hakkımız yok artık.işçilerin bile günde iki kez 10'ar dk çay molası var,bize o da yok.bazı insanlar suistimal ediyor olabilir anlıyorum,ama pire için yorgan yakılmaz ki!kitap yorumu yapan sitelere bile erişim yasak.tüm müzik siteleri kapalı.müzik falan dinlemeyen,çalışın, çalışın,çalışın köleler...

kahrolsun yasakçı zihniyet...

oğluşuma öğretmem gerekenler

Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı 'insan yetiştirmek' olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın.

Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını... Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?' demeden...

Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona. Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini, kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu, gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret. Kitaplardan keyif almasını, ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp ta kendini yönlendirmeyi bulmasını.

Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat.Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla. Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine...

Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona. Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret. Alın terine saygıyı öğret ona. Aşk acısı çekmenin hiç âşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret. Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret, başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı... Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret. Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat. Hayatı sorgulamayı öğret ona... Bilginin en büyük güç olduğunu öğret. Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret. Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını.

Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret. Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı... "İstemiyorum", "hayır" demeyi öğret ona, istediğinde ise "istiyorum" demeyi, Sevdiğinde ise "seni seviyorum" diyebilmeyi öğret ona. Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını... Sorgusuz sevmeyi... El yazısı ile notlar yazmayı... Lafı dolandırmamayı... Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona. Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını, İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret... Ama en çok da kendini sevmesini öğret... Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini... Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini... Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını...

Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...

Aylin Kotil, Cumhuriyet Gazetesi

20 Mayıs 2010 Perşembe

denizde fırtına

içinden deniz geçen küçük bir sahil kasabasının belediye başkanının evinde bir düğüne gitmek için oğlumla beraber hazırlanıyoruz.evin sahibi bayanın bir kız bir erkek oğlumun yaşlarında iki çocuğu var.bir koşuşturmaca hazırlanıyoruz.bende her zamanki gibi bir geç kalmışlık duygusu.hazırlanırken bir taraftan da pencereden dışarı bakıyorum.deniz şehrin içine doğru girmiş,ev hemen denizin kenarında.dışarıda fırtına var,ama gökyüzü ve deniz masmavi.dalgalar kıyıyı dövüyor.çok büyük ve şiddetli dalgalar.evin kocaman pencereleri var.denizi izliyorum uzun bir süre,sonra düğün aklıma geliyor ve bir telaş hazırlanmaya devam ediyorum.

11 Mayıs 2010 Salı

uçurtma


insan cennet fıtratıyla yaratılmıştır.


yani yüce tanrım insanı cennette yaşaması için yaratmıştır.sonra insan kendini cennetten kovdurmayı başarıp koşulları insana göre düzenlenmemiş ve kendi iç döngüsü olan insanın yaşayabilmesi için sürekli bir çaba harcaması gereken dünyaya gönderilmiştir.o yüzdendir çabalayıp durmamız.çünkü kendimizi dünyanın döngüsüne bırakırsak dünya bizi kendi istediği yere sürükler, bizim olmak istediğimiz yere değil. eğer durur ve öylece beklerseniz yaşamın sizin için birileri tarafından kolaylaştırılmasını beklerseniz, yani hayatınızın iplerini elinize almazsanız rüzgarda savrulan bir kağıt parçası gibi ordan oraya savrulursunuz.oysa yaşam rüzgar ve bizler yaşamın içinde birer uçurtmayız.ipimizi kimin eline verirsek o bizi kendi istediği gibi uçurur,bizim uçmak istediğimiz yöne değil.ister ki onun uçurtması olalım ve onun istediği gibi uçalım.oysa ipler çok uzakta gibi de görünse uçurtmaya bağlıdır ve ipi var eden de uçurtmadır.


işte ben bunu yapmaya çalışıyorum.kendimi olduğum gibi kabul edip, aklımı kullanarak uçurtmamın uçuşunu belirlemeye.
uç uç uç uçurtmam...iplerin benim elimde,varlığını hissetmeye yeni başlıyorum,acemiliğim ondan kusura bakma.dallara,tellere takılabilirsin kimi zaman, kimi zaman kuşlarla yarışabilir, kimi zaman rüzgarda kendini boşluğa bırakıp martı gibi süzülebilirsin.ama ne yaparsan yap sen benim uçurtmamsın,bensin.

6 Mayıs 2010 Perşembe

blogspot yasaklanmış

iki gündür işyerinden bloglara girilmiyor.bloglara ve doğal olarak kendi bloguma erişemiyorum.artık sadece evden bakabileceğim.yine işyerinde yapayalnız kaldım.takip ettiğim bloglar bana kendimi iyi hissettiriyordu,şimdi ne olacak?kahrolsun yasakçı zihniyet.bugün istanbul'a gidiyorum,pazar gecesi döneceğim.

beni özleyin anacıııım...

4 Mayıs 2010 Salı

durum raporu


doğumgünü sabahı d&r'dan kendime oğuz atay-tehlikeli oyunlar, emre aydın,müzeyyen senar ve safiye ayla cd'si ile kitap ayıracı hediye aldım.oğluşa sünger bob mayıs sayısı. :)))


akşamına bir küçük pasta, arap şükrü'de rakı balık,koca beyle ağlamalı bir tartışma.


seneye karar verdim evde kendim için sürpriz parti düzenleyeceğim.


pazar sabahı psikoloğumla 3,5 saat süren bir terapi ve koca bey'in ve benim ayağımızı yere vurarak küsüşen iki çocuk olduğumuzu anlayış ve kocacığa terapiyi kabul etmediği için üzülme.


pazar öğleden sonra botanik parkta arkadaşlarla çay ve sohbet,bisiklete binen ve terleyip akşamına burnu akmaya başlayan oğluş.


bugün bedenime soktuğum zararlı neşriyatlar:


4 adet eti tutku

4 adet eti çokodamlalı bisküvi

4 adet eti vanilyalı hoşbeş gofret

1 ince dilim su böreği


eti yaktın beni.neyse pişman olmanın bir alemi yok.yedim gitti.son pişmanlık fayda etmez.


oğluş hasta,burun akıntısı,öksürük bir arada.


benim boğazım ağrıyordu,sabah bir baktım bembeyaz olmuş.


perşembe günü istanbul'a gidiyorum o zamana kadar hepimizin iyileşmesi gerekiyor.eczaneden istediğim ilaç halen gelmedi.eczacı yakacağım çıranı.


yarın temizlikçim kayınvalideme gelecek,benim ev pis kalacak evimi temizlemem gerek.


oğuz atay-tehlikeli oyunlar 'a başladım. bir de akış isimli bir kitap okuyorum.biraz ağır bir kitap, zor ilerliyor.kişisel gelişim kitaplarından sıkıldım,artık psikoloji kitapları okumaya başladım,ama biraz sıkılıyorum.


günce'yi okumaya başlamıştım, kitabın yarısına kadar geldim çok sıkıldım.ne dili ne de konusu beni içine almadı.sanırım devam etmeyeceğim.


bugünlerde çok sıkılganım yazmak bile zor geliyor.


parklarda, bahçelerde oturup doğayı izleyip,mis gibi kokuları içime çekerek çay keyfi yapmak istiyor canım. sorumsuzca...
not:geçenlerde bir siteye girmiştim,nasıl girdim hatırlamıyorum, adınızı yazınca sizi anlatan bir resim çıkıyor.yukardaki resim de adımı yazınca çıktı. :))))