28 Ekim 2010 Perşembe

kara bulutlar sizi sevmiyorum

eğer hayatınızda biri yoksa, yoktur işte. peki hayatınızda biri görünürde var,ama aslında yoksa?

şöyle ki:

yağmurlu bir sabaha uyandık.tüm gece hiç durmadan zaman zaman hızını artırarak yağmur yağdı.yine bir çok yeri su basmıştır eminim.sanki gece gibi, içeride ışık yakmadan çalışmak mümkün değil. sabah gayet masumane ve ilgiye ihityaç duyar halde, ne çok yağmur yağdı yakında yosun bağlayacağım dedim. koca kütüğü sağolsun hemen lafımı ağzıma tıktı.izmir’de yağmur yokmuymuş, hep şikayet ediyormuşum falan. salak kazma, ne olur sanki evet ya ne çok yağdı diyip sabah geyiği çevirsen. bayılıyor lafı ağzıma tıkmaya. ben de artık onunla hiiiiç sohbet etmeyeceğim.konuşmama kararı aldım.neydi o eşkiya filmindeki kadının adı,keje miydi?hah onun gibi susma protestosu yapıyorum.sabah sabah sinirimi bozdu . düşündüklerimi adama söylemeye korkar oldum, lafımı yine ağzıma tıkacak diye.

şimdi, burda anlattığım adam-kendisi benim eşim olur- hayatımın bir parçası mıdır yoksa dış kapının mandalı olarak mı bu sahnede rol almaktadır?

26 Ekim 2010 Salı

denizin delisi


DENİZİN DELİSİ

Unutmak mı, delisin
Gitmesemde bekler orada deniz
Gelirsem bilmelisin
Benim beklememdir burada deniz


Gitmek gibi geleceğim
Denizin delisine
Delinin denizi gibi
O ne kadar giderse....

Özdemir ASAF
denizi özledim, deli gibi...
iyot kokusunu,
gözalabildiğine uzanmasını,
bana verdiği huzuru,
umudu,
mutlululuğu,
denizi özledim,
o da beni özlemiştir eminim.

24 Ekim 2010 Pazar

diş perisi

bugün oğluşumla paşabahçe'ye gidip süt dişi kutusu aldık.bir özenle çıkan dişini kutuya yerleştirdi ve yastığının altına koydu. diş perisi ona altın para getirecek diye hayal ediyor, ama diş perisi bu aralar biraz fakir, o yüzden 7 tane altın yaldızlı 1 TL bırakacak ve dişi alıp gidecek.

21 Ekim 2010 Perşembe

keşke bilsem

Eğer insanlara boş elimi uzatır
ve bir şey alamazsam çok üzücü;
ama asıl ümitsiz durum,
dolu elimi uzatıp
kabul edecek kimseyi bulamamamdır.
Halil Cibran

dışarda delicesine bir yağmur,kulağımda sin palabras,arkadaşım yalnızlık ve ben başbaşıyız.

yağmur birden hızlandı, müzikteki ritmin hızlandığını o da duyuyor galiba.

inceden bir gitarla başlıyor şarkı, sonra ne söylediğini anlamasam da bana içimi acıtan şeyler söyleyen o ses. ne anlatıyor sahi? kime anlatıyor.yakarış gibi...yakarışım bitti diyor sonra, çaresiz, sonuçsuz, bitti diyor, bitti.

üflemeli bir çalgı nefes veriyor, dile geliyor. kalk ayağa, başını dik tut diyor flütten çıkan melodi yukarı kaldırıyor başını, dokunuyor omzuna.yüreğin acıyı uğurlama şöleni başlıyor kelimeler olmadan.uzatılan dolu el kabul edilmese de hayatta kalmak zorunda yürek.

tam zamanı


BAĞIŞLA
Ya zamanından çok erken gelirim

Dünya'ya geldiğim gibi,

Ya zamanından çok geç,

Seni bu yaşta sevdiğim gibi....


Mutluluğa hep geç kalırım.

Hep erken giderim mutsuzluğa

Ya herşey bitmiştir çoktan,

Ya hiçbirşey başlamamış...


Öyle bir zamanında geldim ki yaşamın,

Ölüme erken,sevgiye geç

Yine gecikmişim bağışla sevgilim

Sevgiye on kala,ölüme beş...

AZİZ NESİN

Ilk kez bir kitap okurum, bir yazar, bir şair, bir şiir, bir şarkı duyarım ya da bir resme, bir fotoğrafa bakarım .o daha once de ordadır, ama bu benim onunla ilk karşılaşmamdır. kendimi geç kalmış ve yaşanacak pek çok güzel şeyi kaçırmış gibi hissederim. bugün bu duyguyu iki kez yaşadım. Ilki sabah arif damar’la ilgili yazıları okuduktan ve birkaç şiirinin içine daldıktan sonra, ben niye daha once hiç arif damar okumadım, kaçırmışım hissiydi. tam bununla başetmeye çalışırken sevdiğim bloglarda sabah okumalarımı yaparken bilgisayarımın sesi açık olduğu için evren’in blogunda ilk kez duyduğum şarkı aynı hissi tekrar yaşattı. şarkı mı bu kadar etkileyici yoksa evren’in yazıları eşliğinde dinlendiği için mi bu kadar etkiledi bilmiyorum,ama sabahtan beri kulaklık kulağımda sürekli tıklıyor ve çıkan her yazıyı aynı şarkı eşliğinde okuyorum. radio tarifa bana tekrar bazı şeyler için geç kalmışım hissi yaşattı. sonra kendimi şu cümleyle avuttum,
geç değil hiç de olabilirdi.


resim:geç tanışmışım dediğim bir ressamın.

20 Ekim 2010 Çarşamba

mutluluk ne ola?

evde beni bir sürpriz karşıladı bugün. :)))))))))))))

bıdığımın ilk süt dişi düştü.bebekken çıkan ilk dişi,sağ alt diş.

ağlıcaaam yaaaaaaaaaaaaaaa.............

en faal olduğum alan:annelik :)


genelde sabahları balkona çıkıp o gün ne giyeceğime öyle karar veriyorum.dün sabah da baktım hava biraz serin triko bir kazak giyeyim dedim.beyaz v yakalı bir kazağım var onu giydim, bir baktım önündeki leke yıkanınca çıkmamış.aynı kazağın bir de çağla yeşili var onu giyeyim o zaman dedim.ama ne mümkün, kazağın içine sığamadım.amaaan dedim ve boğazlı bir kazak giydim.sabah herşey iyiydi,öğlene doğru kara bulutlar dağıldı ve kazak üzerime fazla gelmeye başladı,nefes alamadım sanki.neyse ki akşamı ettim de evin yolunu tuttum.yarı yola kadar e. ile yürüyoruz yolun yarısında o evine gelmiş oluyor ben yarım saat daha yürüyorum ve yaklaşık 1,5 saatlik yürüyüşle eve varıyorum.dün kazak beni o kadar bunalttı ki e. ayrıldıktan sonra taksiye bindim.saat 8 gibi evdeydim.eve varır varmaz oğluş üzerime atladı.okuldan gelir gelmez bir gece once babasıyla aldıkları fare kapanı oyununu kurmaya başlamış,ama tabi ki becerememiş.dedesi de becerememiş.neyse aldım elime kurulum kılavuzunu yaklaşık yarım saatte kurduk fare kapanı oyununu.bu sefer de hadi oynayalım tacizi başladı.önce dedim yemek yemem lazım,saat dokuz oldu.kayınvalidem pırasa pişirmiş bir dilim ekmekle biraz pırasa yedim gözümün içine hadi diyerek bakan bıdığın tacizleriyle.yemek yer yemez oturdum oyunun başına.başladık zar atmaya, bu sefer bilerek yenilmedim,çok şanslıydı kereta hem zarları iyi attı hem de şansına hiç onun faresinin bulunduğu kapan kapanmadı.yenilgimi almış evime çıkacakken bir baktım çantasına, ödevi varmış küçük beyin. aynı boyutta olanları işaretle ve aynı renge boya. aynı boyutta olanları bulmak basit iş de boyamak, o büyük sorun işte.eve çıktık ödevinin başına oturdu bıdık.önce neyle boyayacağına karar veremedi,kuru boya, keçeli, sulu boya…en sonunda pastelde karar kıldı.iki boyayıp, beş çekirdek yiyip,şarkı söyleyip,muhabbet edip 1 sayfa ödevdeki 4 uçak 4 bulutu tam bir saatte boyadı.ama yetmeeeeez,anne hadi santranç oynayalım. bir elde satranç oynadık,ben yine yenildim tabi ki.saat oldu 10.30.zorla yatağa soktum küçük beyi,anneeee kitap oku.tamam ne okuyalım.yukarı bak!onu da okuduk.öptüm yanağından çıktım odasından.uyumasını beklerken makinaya çamaşır attım,ortalığı biraz toparldım saat 11 gibi yatağıma girip evrenden torpilim var’ı okumaya başladım. saat 12 gibi gözlerimin yanmasına daha fazla dayanamayarak yattım uyudum.


bakalım bugün akşam beni neler bekliyor?

19 Ekim 2010 Salı

burdayım


garip hallerdeyim bugünlerde okumaya tahammülüm yok. başladığım bir yazıyı kesik kesik, bölük pörçük okuyorum.kelimeler sadece harfler olarak uçuşuyor gözümün önünde,anlamını kavrayamadan. kelimeler anlamsızlaşınca yazmak da amaçsız hale dönüşüyor.


yaklaşık 10 gündür gökyüzünde güneş yok. sadece pazar günü ara ara gördüğümüz mavilik dışında gri bir gökyüzüyle yaşıyoruz.bugün sabah gelirken dikkat ettim de kaldırım taşlarının araları yosun bağlamış. pazar günü hava nispeten yağmursuz olunca dışarda yemek yedik.yemek yediğimiz yerin çocuk oyun parkında- çocuklu ailelerin doğal bir alıcısı vardır ve parkı olan mekanları bulup orda yemeyi tercih ederler- 20-30 kadar beyaz mantar gördük.tabi ki yetersiz doğa bilgimizle zehirli olup olmadıkları konusunda karar veremediğimiz için uzaktan izlemeyi tercih ettik.tam kalkarken baktım benim bıdık bir mantar koparmış.anne bunu kağıda yapıştıralım altına da şirinler çizeriz. yerim ben seni bilmiş şirin dedim,ama mantarı almadık.zehirli olabilir diye hemen de ellerini yıkadık.


bugünlerde kendim için birşeyler yapıyorum aslında cuma günü yaratıcı drama atölyesi çalışmasına katıldım.3 saat boyunca oyun oynayıp güldüm. cumartesi sabahı 10’da psikoloğumla randevum vardı.saat 12’deki randevusu iptal olunca 4 saat boyunca konuştuk.gerçi terapimiz 2 saat’ti sonraki 2 saat arkadaş sohbetiydi.eşim diyor ki ne zaman bitecek görüşmelerin cevabım da s… beyle sohbet etmekten keyif aldığım kadar sohbetinden keyif aldığım bir başkasını bulana kadar.ordan çıkınca kendi başıma burger king’de sağlıksız ama lezzetli bir yemek yiyip uzun zamandır gidemediğim kuaförüme gittim. sabah ruhuma iyi davrandım şimdi de bedenime dedim, cilt bakımı ve masaj seansı ile bir abladan kocaya nasıl cilve yapılır dersleri sonrası altıyı buldum. kuaförde insan ne değişik kadınlarla rastlaşıyor,insanlar ne kadar çeşitli. :))))


bu arada izleyici sayımın 100'ü geçmesi nedeniyle hediye verme kararımla ilgili yazıma yorum bırakan herkese çok teşekkürler. toplam yorum sayısı 7 olduğu için kütüphanemden üç kitap daha seçip herkese hediye göndermeye karar verdiğimden sevgili;


sanart madamı

nihan

7.oda (senin adresini biliyorum arkadaşım)

defne

dwarfwaves

kitapçı kız

hüznün tadı


nbkarakitap@gmail.com adresine size ulaşabileceğim bir adres yazarsanız ufak hediyemi en kısa zamanda size ulaştıracağım.


keyfim aslında biraz da oğluşla ilgili kaçık galiba.bu seneki öğretmenimiz iyi dedim ya,pazar günü biz tanışma toplantısına giderken çocukları da okula bıraktık,bırakırken öğretmeniyle ayaküstü sohbet ettik,hoş kadın beni ne zamandan beri görüşmeye çağırıyor,ama ben bir türlü gidemiyorum.işte o ayaküstü konuşmada bıdığın heyecanlandığı zamanlarda konuşurken takılması ve kekelemesinden bahsetti.evet aslında bunu bende farkediyorum,ama eşime söyleyince yok birşey diyor.bak işte dikkatli bir öğretmen de farketti.kadın haklı.şimdi siz durup dinliyorsunuz ama ilkokulda kimse onu beklemeyecek,o yüzden ben okulda bol bol ona söz veriyorum dedi.çıtırdak çerezin kelime bilgisiyle ilgili bir sorunu yok,sorun konuşurken düşüncelerinin kelimelerden hızlı gitmesi nedeniyle uygun kelimeyi bulamaması. evet düşündüm de galibe ben biraz buna bozuğum.biraz da tabii yine kıbrıs'a giden eşime.aramıza koyduğum buz dağı giderek büyüyor.


biraz da öfkeliyim galiba ona karşı.işyerim kütüphane kadar sessiz bir ortam.bazen işte kurduğum cümle sayısı 10'u geçmiyor.eşim seyahatte olduğu zamanlarda akşamları konuşacak tek kişi oğlum.onunla da öyle dertleşme şeklinde pek konuşmuyoruz.eşim burda olduğu zamanlarda ise tek yaptığım onun işle ilgili sıkıntılarını dinlemek.kullanılmayan organlar körelirmiş.yakında konuşmayı unutacağım.geçen gün dikkat ettim,gün içerisinde konuştuğum zamanları toplasan en fazla 1 saat falan eder.kadın ırkının mensupları beni anlıyordur herhalde.canım telefonla bile konuşmak istemiyor.konuşma tembeli oldum.


gözlerim birkaç gündür çok acıyor,sanki gözkapaklarımın üzerinde bir obez oturuyor ve gözlerime ara ara iğne batırıyor.bugün doktora gittim.gözlerim çok kurumuş,damla ve merhem verdi.bir de 15 dk'da bir mutlaka kırpmalıymışım.aldım ilaçları geldim oturdum bilgisayarın başına.tüm gün kilmalı bir ortamda bilgisayara bak ve gözlerin kurumasın.açık havada çalışmak ne güzel olurdu.dün öğle saati uykusuz almak için markete giderken bir okulun tam dağılma saatine denk geldim.o çocukların cıvıltısı içimi mutlulukla doldurdu.öğretmenlik güzel meslek.öğretmen olsam göz kuruluğum değil,ses kısıklığım olurdu.ne kadar güzel :)

bugünlerde kilom yine aldı başını gidiyor. her sabah geçen yıl giydiğim,ama bu yıl ilk defa giyeceğim bir giyisiyi giyerken acaba düğmeleri kapanacak mı diye kalbimin endişeyle çarpması bit artık!

bugünlerde bir alışkanlık daha edindim nerde kırtasiye malzemesi satan bir yer var hemen dalıyorum.sonra kendimi boyaları kağıtları severken,okşarken buluyorum.dün notebook'a gittim.faber castel'in ne kadar güzel kuru boyoları var, o kalın kağıtlı resim defterlerini uzun uzun okşadım,sevdim.keşke benim de azıcık çizim yeteneğim olsaydı dedim. ama karar verdim en kısa zamanda resim dersi alacağım.belki yeteneğim var da ben bilmiyorum.bazen evde boya kalemleriyle boyama yapıyorum,ama çizim konusunda çok başarısızım.geçen gün oyuncakçıdan funny mat diye birşey aldım. amerikan servisinin büyüğünü düşünün öyle birşey üzerinde faaliyet yapmak için,ama aynı zamanda üzerinde çizlmiş deseni su bazlı keçeli kalemle boyayabiliyorsunuz.suyla yıkayınca temizleniyor sonra tekrar boyayabiliyorunuz.sıkılgan bıdık iki boyadı sıkıldı,bense boyarken başka bir aleme gidiyorum sanki.boyamayı seviyorum.boyacı falan mı olsam :))

çok karışık oldu biliyorum,kafamda çok karışık.bu arada izlediğim tüm bloglar hepinizi okuyorum, ama dedim ya bugünlerde kelimelerle küsüz biraz.kafandan geçen yorumlar kelimelere dönüşmüyor.tıpkı işte de rapora dönüşmediği gibi.

yukardaki gibi bir kanepede pinekleyip öyle bir kütüphaneden aldığım kitapları karıştırmak isitoyrum,ama eşimin şirketi eşimin pozisyonu için internete eleman ilanı vermiş, yakında işsiz kalabilir.o yüzden benim çooook çalışmam gerek.

14 Ekim 2010 Perşembe

yumağını kaybeden kedi

Bir sabah kedi uyanmış. Yumakla oynamayı çok seviyormuş.Yumakla oynamak gelmiş aklına.Bulduğu yumağı oynarken birdenbire yumak elinden kaçmış. Ondan sonra yumak ip olmaya başlamış.O zamana kadar kedi onu farketmemiş.Kedi Zebra kardeşe gitmiş.Yumağımı gördün mü demiş.Zebra kardeşten hayır cevabı çıkmış.Kedi bir arkadaşına daha gitmeye karar vermiş o da yılan kardeşmiş.Yılan kardeşe de sormuş, ondan da hayır cevabı çıkmış. O sırada kedi ayaklarının altında ipten bir toz bulutu çıktığını farketmemiş.Kaplumbağa kardeşe gitmiş.Kaplumbağa kardeşe de sormuş, ama ondan da hayır cevabı çıkmış. Toz bulutu o kadar büyümüş ki neredeyse bütün vücudunu sarıyormuş.Kedicik yürümeye çalışmış,ama yürüyememiş,çünkü ip bulutu yürümesini engelliyormuş.O zaman kedinin sahibi kediyi aramya çıkmış ve sonunda bulmuş.Onu almış ve evine götürmüş.

öyküyü söyleyen:mavi bıdık
yazıya döken:kara kitap.

bu dün akşam oğlumun uydurduğu bir öykü.tek bir kelimesini bile değiştirmeden yazdım.bu öyküyü anlatırken çok mutlu oldum,çünkü uzun zamandır ben ona hadi öykü uyduralım diyorum,ama cevap alamıyordum.bu sene okuldaki öğretmenimizden çok memnunum.her gün yeni birşeyle geliyor.bir gün fıkra öğrenmiş,bir gün bilmece, bir gün öykü uydurmuş olarak.öğretmenler mesleğini en çok sevmesi gereken kişiler.eğer severek yapıyorlarsa çocuklar ellerinde rengarenk çiçekler gibi açıyor.

13 Ekim 2010 Çarşamba

psikopat


haberci arkadaşım senin haberin yok tabi benim oğluşun çekirdek çitlemeye başladığından her akşam 100 gr çekirdeği çıtır çıtır çıtırdatıyor adam tabiki artar rekolte .ne alakası var sigara yasağıyla falan. zaten mavi bıdık'ın adını çıtırdak olarak değiştirmeyi düşünüyorum.çekirdeği görünce bir seviniyor sanırsın önüne 1 kilo dondurma koydun.


haber analizi sonrası gelelim kara kitap analizine.


- yağmur yağsın ama kara bulutlar olmasın istiyorum.

- param olsun ama sabah işe gelmek zorunda olmayayım istiyorum.

- evi istediğim gibi kirleteyim ama evim temiz olsun istiyorum.

- çok arkadaşım olsun ama istediğimde yalnız kalabileyim istiyorum.

- kocam hem romantik olsun hem de beni çok boğmasın istiyorum.

- bir kedim olsun ama tüyleri dökülmesin ve beni yalamasın istiyorum.

- sevdiğim herşeyi yiyeyim ve kilo almayayım istiyorum.

- hergün konserdi,sergiydi,tiyatroydu gezeyim ama bir sürü boş vaktim kalsın istiyorum.

- günde en az 6 saat sallanan koltuğumda oturup kitap okumak ve totumun ve gözümün acımamasını istiyorum.

.

.

.

.

.

.

psikopata bağladım...

12 Ekim 2010 Salı

hediye

hediye yazım gerilerde kalmış.burdan ulaşıp yorum bırakabilirsiniz,15 ekim'e az kaldı.

11 Ekim 2010 Pazartesi

uyku perisi bu sana son çağrım

gece uykum kaçtı, biraz orhan'la sohbet ettik.o nişantaşılı olmak nasıl birşey,kendini bir şehre ait hissetmek nasıl bir duygu onu falan anlattı.ama uyku tutmadı.hadi dedim biraz face'e bakayım, sosyal alem ne alemde?ordan hadi artık dedim uyku saati gelmiştir.yattım yatağa,ben uyumak için nefes egzersizleri falan yaparken koca bey hor hor,horultusu aslan kükremesi mübarek.alıp yastığı bastırsam ses kesilir mi gibi şeytani düşünceleri kafamdan kovmak için kalkıp tv izleyeyim bari dedim.açtım tv'yi aaaa okan bayülgen'in konuğu cem adrian'mış.saat üçe kadar onu izledim.bu arada battaniyenin altında yatıyorum.sonra yeter artık kanepelerde yattığın git yatağına yat dedim.yattım yatağa sanki yatağın altına biri bezelye dökmüş,yatağın her cm'i sırtıma batıyor.hasılı (leylak ablam bu kelimeyi senden öğrendim :)) hiiiiç uyumadan işe geldim.şimdi bir paket balık kraker ve hanımeller çokodamlalı bisküvi ile güne başlıyorum.sonum hayrolsun.

8 Ekim 2010 Cuma

bugün cuma, bugün beni ilk defa yağmurun altında bıraktılar.


Modern ofislerin en çarpıcı özelliğini, ne bilgisayarlarda, ne otomasyon sistemlerinde ne de küreselleşmenin nimetlerinde bulabilirsiniz. Herkesin inandığı o düşüncede yatar modern ofislerin en çarpıcı özelliği:İş bizi mutlu etmek zorundadır. İnsanlar bir arada yaşamaya başladığından beri kurulan tüm toplumlarda iş hayatın merkezine oturmuştu; ancak ilk defa bizim toplumumuzda işin cezadan ya da bir kefaretten farklı birşey olabileceği dile getirildi. Bizim toplumumuz sağlıklı bir insanın maddi açıdan ihtiyacı olmasa da çalışmak istemesi gerektiği düşüncesini beyinlere yerleştirdi. Görmek ve Fark Etmek-Alain de Botton




ahan da bu cuma gününün son iş saatlerinde yazıyorum, maddi açıdan ihtiyacım olmasa bir dakika bu işi yapmam. eski roma'da sadece köleler çalıştığı için sanat, felsefe, tıp o kadar gelişmiş.çünkü insanlar temel ihtiyaçlarını karşıladığı için ruhsal ihtiyaçlarını doyurmaya çalışmış. peki ya ben, haftanın 5 günü en az 8 saat anlamsız bir işte çalıştığım için ne oğluma, ne kitaplarıma, ne yazmaya, ne aşka ne oturup doğayı izlemeye doğru düzgün zaman ayıramıyorum.




iş beni mutlu etmiyor kardeşim,nokta

bugün

içimdeki kelime surahisi çok dolu,boşaltacak bir bardak arıyorum.

7 Ekim 2010 Perşembe

persona


geçende bir arkadaşın evine gittik.duvarlarında değişik masklar vardı.pek çok insan için ilgi çekici ve dekoratiftir masklar.beni ise korkutur. niye diye soruyorum o günden beri kendime ve düşünüyorum.insan yapısı bir maske seni niye bu kadar ürkütüyor? fikir atölyesi’nde jung’un arketipleriyle ilgili yazıyı okuduktan sonra dink diye kafamda küçük bir ışık yandı bu korkuya ilişkin. kişiliğimizin bilinçli ve bilinçaltı parçalarından bahseder jung. kişiliğimizi bir soğana benzetirsek persona (maske) soğanın kabuğu, ve ego (benlik) onun altında kabuk bilinçli davranışlarımızdır ve alt katmanlara indikçe bilinçaltına geçeriz ilk olarak shadow (gölge) gelir, sonraki katman anima-animus ve son olarak da self yani özümüz.öffsss öze ulaşmak ne zor.
çocukluk dönemini ele alacak olursak, sağlıklı bir bebek çok doğaldır, yapmacıklık taşımaz. diğer kişilerin hislerine aldırış etmeden nasıl istiyorsa öyle kabul eder, istemediğini de reddeder. büyüdükçe, diğer insanların bilincine varır ve bir topluluğa kendini kabul ettirmek için nasıl rol yapacağını öğrenmeye başlar ve maskeleme başlar. Iş yerinde başka bir maske,evde başka,anne babanın yanında başka, arkadaşlarının yanında başka…işte ben bu maskeler konusunda pek başarılı değilim ve hatta maskeler bende yoğun bir huzursuzluk yaratıyor.bazen çok iyi tanıdığımı sandığım bir arkadaşımı ailesinin yanında görüyorum ve tanıyamıyorum.eşim beni bu konuda çok eleştirir mesela, onun ailesine karşı takmam gereken maskemi takmıyorum diye.personam biraz zayıf benim.evde, işte,eskiden okulda,arkadaşlarımın yanında genelde hep aynı ben var.çoğu zaman da yadırganıyorum o yüzden.okul çağlarında annem kızardı, burası ev, okuldaki gibi davranma,şimdi eşim kızıyor herkese aynı davranma çok safsın vs…evet işte ben bu yüzden maskeleri pek sevmiyorum bana en nefret ettiğim deyişi “nabza göre şerbet vermek” i hatırlattığı için. maskeler korkutucudur, çünkü ardında ne gizlendiğini bilemezsin. keyifsizsem o gün, gülen yüz maskemi takınamam. ben birinden hoşlanmadıysam-ki bu çok nadirdir- ona yapay bir sevgi gösteremem.eğer bir durum beni rahatsız ediyorsa bu hemen yüz ifademden belli olur.bu durum çoğu zaman aleyhimedir, ama ben bu konuda değişemem.çünkü o maskelerle ben, ben olamam. bir arkadaşım, eğer birine gerçekten gülümsemek istemiyorsan ve gülümsüyorsan bu gülümsemen diğerlerinden farklı oluyor ve zorlama olduğu çok belli oluyor demişti. o günden beri içten gülümsemediğim her an yüzümde kalın bir maske varmış gibi hissediyorum ve biran once o maskeden kurtulmaya çalışıyorum.dedim ya zaten maskelerden de korkuyorum.

6 Ekim 2010 Çarşamba

ekim 2010


Kişinin kendine ettiğini, edemez kişiye hiç bir fani

Bu kahpe hırsı, ne kıskanç kini, ne şarap ne de haş haş edemez,

Kişinin kendine ettiğini tayfun, boran, dağ, taş edemez.


Mevlana C.Rumi

5 Ekim 2010 Salı

godot'yu beklerken


gözümde bir seyirme, birdenbire gelip alnımın ortasına yerleşen bir başağrısı.bu gidişle yaşlandığımda huysuz,nemrut bir kadın olacağım.oysa ki hayalim pamuk nine olmaktı. hayata karşı bir memnuniyetsizlik,bir isyan var içimde.hiç birşey keyif vermiyor.birazcık keyif almak umuduyla yaptığım lüzumsuz kitap,dergi,kalem,defter alışverişleri bile sıkıntımı geçirmiyor.hatta bir süredir serotonin eksikliği çektiğime ciddi ciddi inanıp antidepresan falan almayı düşünüyorum. hani o meşhur beni zayıf gösterdiğine inandığım siyah pantalonum neredeyse patlayacak,içinde nefes alamıyorum.dün yediklerime dikkat etme kararı almıştım,ama akşam saat 10 gibi karnım acıktı ve kendime kocaman bir sandviç yapıp yedim,üzerine de bir dilim nutellalı ekmek ve bir tabak çekirdekle cila yaptım.yediklerinden keyif aldın mı dersen, hayır.zaten öyle yavaş yavaş keyif almak için yemiyorum.hırslı hırslı, kıtlıktan çıkmış gibi, birşeyden intikam alıyormuş gibi. bu bir kısır döngü, ben niye kendimi sevemiyorum. niye kendimi bu kadar mükemmel görmek istiyorum.aynaya baktığımda gördüğüm hiç bir şey bilmeyen, bir işe yaramayan,cahil,şişko,çirkin bir kadın.bunu bana söyleyen ya da ima eden hiç kimse ve hiç birşey yok.nedir peki içimdeki bu ses. yoğun bir yetersizlik duygusu yaşıyorum. kendinden memnun değilsen hayatta hiç birşey seni mutlu edemez.insanın en büyük düşmanı yine kendisi. kafamın içinde rabarbaların biri sussa diğeri konuşuyor.bu cümleleri belki daha once defalarca kurdum,defalarca onlarla savaşmayı denedim,ama en zor savaş insanın kendine karşı verdiği.ben kendimle neden barışamıyorum tanrım. sanki durup dururken birşey olacak ve tüm hayatım değişecek diye bekliyorum.bir amacım,beni motive eden hiçbir şey yok.günleri bugün de yaşansın bitsin diyerek yaşıyorum.beklediğimin ne olduğunu da bilmiyorum.birşey var beklediğim,,bazen beklemekten sıkılıp öfke nöbetleri geçirdiğim.

4 Ekim 2010 Pazartesi

benden parçalar


birini veya birşeyi seviyorsan herşeyiyle bir bütün olarak sevmelisin diyor içimdeki ses ve kendime bile itiraf edemiyorum bazen.ya da eleştirdiğimde korkuyorum,acaba artık sevmiyor muyum diye?birini ya da birşeyi bir bütün olarak sevmek mümkün mü?mesela diyorum ki orhan pamuk benim en sevdiğim yazar.peki niye o zaman yeni hayat’ı ve masumiyet müzesini okuyamadan yarım bıraktım,sıkıldım. insan en sevdiği yazarın kitabından sıkılır ve adeta ona ihanet edercesine yarım bırakır mı?bazı insanlar suçluluk duygusuyla doğar diyor yeni kitabında en sevdiğim yazar.kendini ve duygularını çırılçıplak anlatmış sanki.henüz ilk 80 sayfasını okusam da pişmanlık,suçluluk,farklılık hissettiği en yoğun duygular gibi. gördüğü bir rüyayı yorumlamış,rüyalar bilinçaltımızın yansımaları , rüyalarımızın bizde bıraktığı duyguları hatırlarız çoğu zaman demiş.rüyalarımın bende bıraktığı en yoğun duygu suçluluk olur tıpkı onun gibi.ben de işte kitabında bahsettiği dünyaya suçluluk duygusuyla gelenlerdenim.bitip tükenmeyen,bir fare gibi içimi kemiren suçluluk duygusu.bir an mutlu olduysam suçluluk duyarım,mutlu olamayanlar adına.gezmeye gitmişsem suçluluk duyarım,evde kalanlar adına.güzel bir yemek yediysem suçluluk duyarım yiyemeyenler adına.bu suçluluk duygusuyla mı doğdum gerçekten,yoksa çocukluğumda içime mi işledi bu duygu,işte merak ettiğim bu.eğer yazarın dediği gibi bu duyguyla doğduysam yapılacak birşey yok.ama eğer çocukluğumda sürekli bu duyguya yönlendirildiysem suyun akış yönünü değiştirerek yeni bir yol yaratmak için çaba harcayabilirim.zihnimdeki nasıl bir yazılımdır,nasıl yerleşmiş bir fikirdir?

su


işte ben buyum.

bir damla suyum.

iç ki göresin.


çamurun içinden geçersem bulanırım,şurubun içinden geçersem tatlanırım.bir bardağa da sığarım,koca okyanuslarda da gezerim.ben bir damla suyum.ayna gibiyim.güneşli bir günde masmaviyim,yağmurlarla gıriler bürünürüm.sakin ve sessizim,ama koca kayaları yontan da benim.yaşamın ve ölümün kaynağı.