30 Kasım 2010 Salı

kısmet


bugün sabah çalan alarmı hiç duymamışım.saat sekizde eşim kaldırdı.sanki gözlerimin üzerinde yüz kiloluk iki insan oturuyor gibiydi,yüzüm gözüm şişmiş sanki.neyse ki bugün temizlikçi gelecek diyerek evin dağınıklığını görmezden gelip çıktım evden,siyah pantalon ve siyah bluzumu giyerek.bugünlerde hep siyah giyiyorum,hatta geçen gün siyah bir gömlek aldım.aslında ben renkli şeyleri severim.esmer olduğum için siyahın beni daha da kapattığını düşünürüm.işe geldim,başağrısıyla.lodos 4 gündür canıma okuyor.sürekli başım ağrıyor.sabahtan bilgisayarımın masaüstünü derledim topladım.her yer ne kadar dağınık.toplanacak ne kadar çok yer var.ev,iş yerindeki masa,buzdolabı,erzak dolabı,giyisi dolabı,oyuncak dolabı,bilgisayarın masaüstü.sürekli bir toplama halinda olmam lazım. neyse ki masaüstümü toparlamayı başardım ve masaüstü resmi olarak yukardaki resmi seçtim. belki keyfim yerine gelir diye öğle tatilinde de d&r’a gidip kendime hediye olarak bir ece ajandası aldım.içimdeki sıkıntı geçmedi bir türlü.akşam eve gidince biraz da detay temizlik yapar ve eve üzerlikle tütsülerim diye aklımdan geçirirken cep telefonum çaldı.



eşimin firmasından istifasını istemişler.tazminatını alarak işten ayrılıyor.yarın itibariyle 10 yıldır çalıştığı firmasından ayrılıyor.artık arabamız yok, eve giren tek düzenli gelir benim maaşım.umarım herşey iyi olur.artık sezgilerime çok güveniyorum.sezgilerimi doğru yorumlamayı da bir öğrenirsem iyi olacak.dün gece rüyamda dik bir uçurumdan aşağı çok rahat inip sonrasında çok güzel ve hızlı bir şekilde bisiklet kullanıyordum.aklımdan da bisikleti bu kadar iyi kullanabildiğime göre artık araba da kullanabilirim diye geçiriyordum. bugün rüyamı yazarım diyordum,kısmet başka şeyler yazmakmış.

25 Kasım 2010 Perşembe

z raporu



bugün işten eve gelirken neredeyse otobüste son nefesimi verecektim. zaten işten çıkışta eve gelmek gözümde öyle çok büyüyor ki öbür dünyada bizi evimize götüren yol bu kadar alengirli değilse öbür dünya güzel bir yer olmalı diyerek orhan veli'ye bir selam çakıp öfleye pöfleye çıktım işten, bir omuzumda şu aşağıda görmüş olduğunuz ıvır zıvırlarla dolu bavul kıvamında bir çanta,diğer elimde içi tıka basa dolu bir evrak çantası,şemsiye ve içi oğluşa alınmış aburcuburlarla dolu bir migros poşeti yaklaşık 10 dk karanlık bir yolda yürüyüp metroya ulaşıyorum,metro her zaman sardalya konservesi kıvamında oluyor ama metrodan sonra bindiğim otobüste genelde oturabiliyorum.öff zor parkuru atlattım diyerek metrodan indikten sonra her zaman bindiğim otobüsün durağına gittim,ne olduysa otobüs daha ilk duraktan ağzına kadar dolu.ya sabır dedim bindim otobüse.eve gelene kadar hamamdan çıkmış gibi terledim,artık daha fazla dayanamayarak yaklaşık 5 durak önce indim ve elimde o kadar yükle yürüdüm. şu an her iki omzumda ağrıyor. eve geldim yemekte balık var.bu yorgunluğun üstüne 1 kadeh rakıyla iyi giderdi bu balık dedim,evde rakı yok, eşim de seyahatte,bizim mahalle de yakınlarda içki satan yer de yok,dolapta vişne likörünün dibi kalmış bir yudum içtim,bozulmuş döktüm.en iyisi bir fincan rezene içmek.
and olsun ki az sonra gidip sadece cep telefonu ve cüzdanımı alıp küçücük bir çantaya koyacağım.bu ne ya!

ben araba istiyoruuuuuum.

yeni yıl dileklerine başlamak için çok mu erken?

24 Kasım 2010 Çarşamba

çantam

leylak dalı bana çantamda neler olduğunu sormuştu geçenlerde, hani mim gibi birşey işte.ben de zaten çantamı düzenlemem gereken bir günde çantamı yere boşaltıp fotosunu çektim.bir türlü fırsat bulamamıştım bugün yazayım dedim.evet foto aşağıda :))



mavi kutudaki krem bulgaristan'dan gelen bir pişik kremi gittiğim kuafördeki kız ağda sonrası iyi geldiğini söylediği için aldım, günlerce çantamda gezdi.
hemen yanındaki yeşil küçük şişe suni göz damlası.
ucu gözüken pembe şey tarağım.
cüzdanım.
otobüs beklerken falan okumak için radikal kitap eki.
ıslak mendil,peçete.
vinnili not defterim.
kırmızı küçük çantada kalemlerim,başka bir ufak not defteri var.
diğer not defterim.
ağrı kesici,bulantı kesici ilaçlar.
üzerinde kelebek olan küçük çantada mp3 çalarım,küçük bir yıldız tornovida,2 adet usb,sakız gibi ufak şeyler var.
gazete gibi gözüken şeyler kupon.detektif mickey serisi için biriktirdim,ama gidip alan olmadı. :(
su şişesi.susuz duramam.susayınca enerjim çok azalıyor ve başım ağrıyor.günde 3,5 lt civarı su içiyorum.tabi tuvaletten de çıkamıyorum.
cep telefonum
yemek çeki,
bukart
bütün dünya dergisi.hem güzel hem ergonomik bir dergi,çok seviyorum, her yere taşınabilen ve her yerde okunabilen kullanışlı bir boyu var.
geri kalanlarsa fişler,kağıtlar,çöpler,oğlumun yarım kalmış şekerleri,sakızları vs...
çoğu zaman içinde bir de kitap oluyor,ama kitap çantada çok yıprandığı için artık çantamda kitap değil de dergi taşımaya karar verdim. tabii böyle dolu bir çantayla dolaşmaktan boynum ağrıyor.bazen küçücük bir çanta alıyorum,onun içine de telefon ve cüzdan dışında birşey sığmıyor.bunlar yanımda olmayınca sanki çıplakmış gibi hissediyorum.bak yazarken dikkat ettim anahtarım nerde acaba?
bu arada yerdeki halı annemin 25 yıllık sarayhalısı.bekliyorum 50 yıllık olunca antika olacak :))

öğretmenim canım benim


bugün öğretmenler günü ,hemen hiçbirinin ismini hatırlayamasam da yine de öğretmenlerime teşekkür ederim.hayatıma katkı sağlamayarak ,ezberci eğitime önem verip ve işimi yapar maaşımı alırım ne eğitim vericem ben bu çocuklara şeklinde çalıştıkları ve bir öğretmenin nasıl olmaması gerektiğini bana gösterdikleri için. arada birkaç sevdiğim öğrtmenimi saymazsak öğretim hayatımdaki öğretmenlerin %90'ı maalesef böyleydi.olamadı şöyle ölü ozanlar derneği''ndeki gibi bir öğretmenim.


neyse dün akşam istifa etmeye karar verip, bugün 15 yılımı doldurursam emekli olacağımı öğrenince istifa kararımı ertelemiş biri olarak pek günümde değilim.anlayın. yine kararsızlık,yine bıkkınlık.
evet bardak dolu,ben hep havayı alan taraftayım.


23 Kasım 2010 Salı

jelibonya

bir mesai gününün daha son saatlerine yaklaşırken kendimi jelibon reklamına söylenirken buldum iyi mi?

jelibonya'yı kurtarmalıyız diyerek gelen iki güzel kız ve bir yakışıklıdan oluşan kurtarma ekibi.

jelibonya'nın tehlike altında olduğunu ise kuruyan bir ağaçtan anlıyorlar.süper güçleri olan çocuklar bunlar.isimlerini hatırlayamasam da biri dokunarak ağacı eski yeşil haline çeviriyor,diğeri ağacın yapraklarını yiyen tırtılı hipnotize ederek "bir daha bu ağacın yapraklarını yemeyeceksiiiin-eko varmış gibi hayal edin- diyor oğlan çocuğunun ise ne yaptığını anlayabilmiş değilim.her neyse işte ben bu tırtılı hipnotize eden kıza gıcığım,bu reklamı yapan arkadaşı da kınıyorum.tırtıl ağacın yapraklarını yemesin de ölsün mü?tırtıl nesli yok olursa o tırtılla beslenen diğer hayvanlarda mı ölsün.eko sistemdeki döngüyü sen niye bozuyorsun kardeşim.o tırtıl o ağacın yaprağını yemek için yaratılmış sana ne oluyor.neymiş jelibonyayı kurtaracakmış.hay kafana jelibon yağasıca...

balık olsam


ESKİLER ALIYORUM


Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam.

Orhan Veli


sıkıntıdan patlayacağım.çalışmak istemiyorum,gezesim,içesim var.niyeyse bugün rakı şişesinde balık olasım var.

e tabi bayramı izmir'de gezip tozup gündüz kordon'da içilen bira,akşam evde anne babayla tokuşturulan rakı kadehleriyle geçirince sıkıntı basar insanı. allah'ım gezmek,sorumluluk sahibi olmamak ne güzel birşey.10 yıl sonra şirince'ye gitmek her türlü meyve şarabını tatmak,dönüşte bahçeden mandalina toplamak,selçuk'ta çöp şiş yiyip beğenmeyip tire'ye tire köfte yemeye gitmek ve muhteşem bir köfte ziyafeti çekmek.kordon'da amaçsızca aylak aylak gezinmek,denizi koklamak,gözüme giren güneşi kucaklamak istemek,kordon'da bir kafeye oturup geleni geçeni izlemek,ilk gençliğimin geçtiği bornova sokaklarında aa ne kadar değişmiş,bak bu aynı aklmış diyerek ayran budalası gibi gezinmek ne güzel allah'ım. ve şimdi gerçek hayata dönüş,poponun üstüne,yok yok tepenin üstüne çakılış,dosyaların arasında sadece boş boş baktığım bitirip de bir kenera koyamadığım işlere bön bön bakış.

öff ya öff işten nefret ediyorum.

22 Kasım 2010 Pazartesi

:)

ben bişey yaptım kiiiiii çok yakında bu adreste.yarın olabilir mesela.

:)))))))))

12 Kasım 2010 Cuma

iç karartıcı

arife günü eşim izin alamaz diye ben de izin istemedim,ama eşimin şirketi toptan tatile girdi.ben arife günü çalışıyorum.

29 ekim'de gezmelerde olmam dolayısıyla gelip de beni evde bulamayan reglim yaklaşık 10 günlük bir gecikmeyle gelecek gibi.

işyerinin hemen yan tarafındaki inşaattaki çalışmalar nedeniyle ufak çaplı yer sarsıntıları yaşıyoruz ve ben her seferinde kalp çarpıntısı geçiriyorum.

izmir'de deprem olmuş.sabah haberlerde duydum ve dedim ki allah korusun kötü birşey olsa annem babamdan haberim olmayacak.uzak olmak çok kötü.bedenen uzaklaştıkça hayatlarından da uzaklaşıyorsun.

eşimin yüzünden düşen bin parça,işle ilgili sıkıntısı var biliyorum.anlatmıyor,ben de sormuyorum. evin içinde hiç konuşmadan birbirimize bulaşmadan iki yabancı gibi yaşıyoruz.hemen hemen hiç konuşmuyoruz.tek yaptığı sigara içmek,face de takılmak ve uzanıp tv izlemek.onu gördükçe içime kasavetler çöküyor.bıdık olmasa eve hiç gidesim yok. şu çevremdeki olumsuzlukları ve mutsuzluğu sünger gibi emen empatik bünye sana sinirr oluyorum.eşimin negatif enerjisi yüzünden bende de inanılmaz bir negatiflik var.mutlu kadınların mutlu eşleri var ya da eşlerini hiç takmıyorlar diye düşünüyorum. her gün onun beş karış suratını görmekten sıkıldım.işte de çok sıkılıyorum,işe de gelesim yok.

bugün kendime izin verdim.bünyemi şeker komasına sokacağım.

11 Kasım 2010 Perşembe

deniz kokusu


kokulara karşı çok hassas ya da çok dikkatli değildim hamile kalana kadar.ama hamilelikle birlikte vücutta neler oluyorsa kokulara karşı aşırı bir hassasiyet başlıyor.daha önce duymadığım pek çok kokuyu duyar oldum.aslında annemin burnu çok hassastır.hatta anneannem "tazı olsan sahibini aç bırakmazsın" dermiş anneme.en ufak bir kokuyu bile hemen alır.mangoydu,ananastı gibi tropik meyve kokularını hiç sevmez,saatler önce mangolu bir sakız çiğnemiş ol,odaya girer ve burası kötü birşey kokuyor der.benim bıdık da anneannesine çekmiş.o da küçük bir tazı mübarek.beni sorarsan eh işte bir burnum var.şaraptaki bükeleri tek tek ayıramam ya da bir parfümdeki alt nota,üst nota ne tam olarak ayıramam belki ama ana kokuyu alır ve tanımlarım. koku alma duyusuyla ilgili kafamda ilk ampul yanması parfümün dansı kitabıyla olmuştu. daha önce üzerinde hiç düşünmediğim bir cümle okumuştum o kitapta. 5 duyumuz var, zamanla gözler bozulabiliyor, kulaklar ağır işitiyor, derimiz gerginliğini ve hassasiyetini yitiriyor, ama koku alma duyumuz hiç yaşlanmıyor, koku alma ve tadma duyumuz. ama kokusunu alamasaydım çileğin tadından bu kadar keyif almazdım. muzu böylesine çekici kılan kokusu mu tadı mı? çikolata neden bu kadar lezzetli? sabahları içtiğim türk kahvesinin dumanını önce derin bir nefeste içime çekerim.tadı değil,kokusudur beni mutlu eden.


geçen hafta okumaya başladığım kitapta yazar kokuları betimlerken o kadar başarılı ki kitabın başlarında midemin bulanmasını ve yüzümün ekşimesini engelleyemedim.betimlediği şey kokular,ama kokularla birlikte gözünüzde canlanan pis bir paris şehri.


kitabın kahramanı koku alma duyusu diğer duyularına ve normal insanlara göre çok üst düzeyde olan ve doğum sahnesi yazar tarfından bence muhteşem anlatılan "jean babtiste grenouille" .


kendi kokusu olmayan bir koku uzmanı.


insan kokusunu severmisiniz? ben kitabın şu an okuduğum sayfalarında bunu soruyorum kendime ve çevremdeki insanları tüm gücümle koklamaya çalışıyorum.


kokusunu en sevdiğim insan oğlum.artık bebek kokusunu kaybedip,çocuk kokusuna bürünen oğlum.her sabah onu derin derin kokluyorum öperken.


eşimin kokusunu ise sevmiyorum bu günlerde.çünkü sigarayı o kadar arttırdı ki bugünlerde onun kokusu değil yoğun bir tütün kokusu burnuma dolan.


insanların kokusu, evin kokusu, camın kokusu, ağacın kokusu, kalemin kokusu, çimenin, derinin... herşeyin bir kokusu var. patrick suskind'in koku kitabını okurken kelimeler uçuşmuyor beyninize adeta kokular süzülüyor.


kimi zaman anlattığı kokularla-evet kokuları anlatıyor- tiksiniyor, rahatlıyor, geriliyor,huzur buluyor,meraklanıyorsunuz.


kitabın son 50 sayfasındayım,sonunu bilerek okuyorum.filmini izleyen bir arkadaşım filmi anlattı. ben filmi izlemedim, ama eğer filmini izleyip beğendiyseniz bir de kitabı okuyun derim. nefesinizi tutarak değil kitaptan gelen kokuları iyice alabilmek için derin derin nefes alarak okuyacaksınız.

10 Kasım 2010 Çarşamba

bu ne şimdi?

dün akşam bugün öğlen için sebze yemeği pişiriyorum.bıdık da boyamasını yapıyor.

-anne en birinci kim?
-???
-sensin oğlum.
-hayıııır fırat.
- :)))

evet sebze yemeği demişken mehtap hn.'la birlikte sağlıklı beslenmeye başladık ya,ben de öğle yemeği için börülce ve kabak yemeği pişirdim.2 kaşık kabak,iki kaşık börülce ile bol salatamı yedim.sonra ne yaptım biliyor musun?masama geldim,öğle tatilinde yapayalnız kalınca 1 çokoprens ve yarım paket yulaflı kremalı bisküvi yedim.bu ne şimdi. :(((

dün akşam böylesine güzel bir ortamda hazırladığım ve güzel güzel yediğim sebzelerin üstüne çöp yiyecekler gönderdim.niye? bir anlık duygusal boşluk.çünkü ben yemek sonrası dışarıda güzel bir yürüyüş yapıp kısa bir sohbet etmek isterken bunu yapacak kimseyi bulamadım ve iç sesim şunu söyledi :zaten kimse sana zaman ayırmak istemiyor,sen şişko ve değersiz bir insansın,her zaman yanında olan tek şey aburcuburlar.ye ve mutlu ol.

iç ses sus artık.

ne halt etmeye almış izmir'i


Takvimler 1923...

Adres Kordon.

Naim Palas.

Cumbada oturuyor Sarışın Kurt.

Sevmez fazla yemeği.

Leblebi var önünde.

Garson titriyor, çünkü çocuk rum.

Sesleniyor Gazi, şefkatli...

"Vre Dimitri" diyor:

"Gel bakayım."

Çocuk "Buyur Pasam" diyor ş`lere dili dönmeyen, kırık dökük türkçesiyle. ..

"Sizin Kosti ...." diyor, işgal sırasında kasıla kasıla İzmir`e gelen

Yunan Krali Konstantin`i kastederek,

".... geldi mi buraya?"

-Geldi Pasam

-Oturdu mu bu masaya?

-Oturdu pasam

-Güneş batarken rakı içti mi?

-İçmedi Pasam.

-E o zaman sormadın mı be çocuk, Ne halt etmeye almış İzmir`i?


O nedenle "Rakıyı alkol zannedip" Mustafa Kemal`e "sarhoş" diyenlere

güleriz biz İzmirliler...


"Allah`ın geri zekalıları, adam sarhoş kafayla kurmuş memleketi, siz

ayık kafayla batırıyorsunuz" deriz.!


YILMAZ ÖZDİL

kendime not:izmir'e gidince kordon'da rakı, en azından bir bira içmeden dönme!

10 kasım


dün akşam bıdıkla atatürk resmi boyadık, marşlar söyledik, o bana atatürk şiiri söyledi.


bugün sabah da elinde kocaman kasımpatı buketiyle okula gitti.


bu satırları yazarken bile gözlerim doluyor.umut dolu olmak istiyorum.


atam bak senin gösterdiğin ülküde yürüyecek bir çocuk yetiştirmeye çalışıyorum, ama bizim gibi insanların giderek azınlıkta kaldığını hissediyorum.


umudumu kaybetmek istemiyorum,ama oğlum okulda öğrendiği kıyafet devrimini bana anlatırken yanımdan geçen kara çarşaflı kadın ve sarıklı cübbeli adamı ben oğluma nasıl açıklarım.


rahat uyu demek isterdim sana atam...

8 Kasım 2010 Pazartesi

çok işim var çooook


biliyorum gezimin devamını yazacaktım.bu sefer yazacağım,ama şimdi değil çünkü çok işim var.


bugün oğluşun okuluna gittim,cumartesi günü veli toplantısı vardı,öğretmeni benimle özel olarak konuşmak istiyormuş,oğluş beni öğretmenine şikayet ediyormuş.onu da yazarım bir ara.


bugünlerde patrick suskind'in koku isimli kitabını kokluyorum.


anlatacak çok şey var,ama çok yoğun bir çalışma dönemindeyim.evde de bir yoğunluk hır gür, bayram öncesi izmir'e gidilecek gidilmeyecek gerginliği.


hayaaaat bana neden bunu yapıyosuuun...diyerek sözlerime son verirken okuyamadığım,okuyup yorum yazamadığım tüm arkadaşlara selam eder küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden hürmet ve sevgiyle öperim.


4 Kasım 2010 Perşembe

bu haberden çok etkilendim.

Öyle meslekler var ki hiç kimse isteyerek o işi yapmaz. Özellikle her gün parçalanmış 5-10 cenazeyi yıkamayı ise hiçbir kimse bir iş olarak kolay kolay kabul etmez. Ancak Sakarya'da Ramazan Durak adlı gassal hiç kimsenin istemediği cenaze yıkama işini 22 yıldır severek yapıyor. Başka hiçbir iş yapmayı düşünmeyen Durak, "Yeniden dünyaya gelsem bu işi seçerdim, çünkü çok severek yapıyorum." diyor.Sakarya Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü cenaze hizmetleri biriminde görevli Ramazan Durak (40) ilk cenazesini 18 yaşında yıkadığını belirtiyor. Cami imamlığından belediyeye isteyerek geçtiğini ve şu anda işinin sadece cenaze yıkamak olduğunu ifade eden Durak, "İlk cenaze yıkarken korkmadım, ancak ürperdim. Daha sonra manevi olarak rahatladım. Şimdi belediyede görevli bir gassal olarak bazen günde 10'a yakın cenazeyi yıkıyorum. Bu görevi İnsanlığa büyük bir hizmet olarak düşünüyorum. Manevi olarak bu işten büyük haz duyuyorum. İşimi çok severek yapıyorum. Başka bir iş yapmayı hiç düşünmedim düşünmem de." diye konuşuyor."KOPAN ORGANLARI YIKAYIP BANTLA BİRLEŞTİRİYORUZ" Kaza sonucu meydana gelen ölümlerde bazı cesetlerin parçalandığını, el, ayak, baş gibi organların koptuğunu dile getiren Durak, kopan organları yıkadıktan sonra bantla yapıştırarak birleştirdiklerini ve öyle kefenlediklerini vurguluyor. Zengin, fakir, bütün, parçalanmış cesetleri yıkarken aynı özeni gösterdiğini ve bu işten asla iğrenmediğini vurgulayan Durak şöyle konuşuyor: "Ölülerden, parçalanmış cesetlerden ne korkuyorum, ne de iğreniyorum. Ölümden korkuyorum. Her insan ölümden korkar. Tabi ki büyük bir hesap vereceğiz. Bundan korkuyorum. Ancak ölülerden hiç korkmam. İsterseniz Bolu Dağı'nın uç noktasına götürün, karanlıkta ölü yıkarım, sabaha kadar da yanında yatarım korkmam. Ben cenazenin bizi duyduğuna, gördüğüne, ancak cevap veremediğine inanırım. Yıkarken onlar için dua ederim. Hiçbir zaman cenazeler rüyama girmez. Rüyamda hiç cenaze görmedim, yıkamadım. Cenazelerin her tarafını tertemiz özenerek yıkamama rağmen yüzlerini hatırlamam.""CENAZE YIKAMAK HAYATIMI OLUMLU ETKİLİYOR" Cenaze yıkama işinin hiçbir zaman hayatını olumsuz etkilemediğini, aksine güzel manada etkilediğinin altını çizen Durak, bu meslek sayesinde insanlara ve hayata daha güzel ve hoşgörülü bakabildiğini kaydediyor. Durak, "İnsanlarla diyalogum çok daha farklı oluyor. Hata yapan insanlara daha hoşgörülü bakıyorum. Biliyorum ki ölüm çok yakın. Hocalar vaazlarda söyler. Ölüm çok yakın çok yakın diye. Ama biz ölüme daha çok yakınız. Hep ölülerle iç içeyiz. Bu sebeple öfkelendiğimde hemen ölümü hatırlıyorum ve öfkem geçiyor." ifadelerini kullanıyor. "CENAZEYİ YIKARKEN YAŞADIĞINI FARK ETTİM"Başından ilginç olaylar geçtiğini, 5 sene önce bir cenazeyi yıkarken, yıkadığı kişinin sağ olduğunu anladığını belirterek unutamadığı o olayı şöyle anlatıyor: "55 yaşında bir kişinin öldüğünü söylediler. Gittim ve cenazeyi yıkamaya başladım. Cenazeyi yıkarken hiçbir ölü kokusu yok. Cenazeler normalde 15 dakika sonra yavaş yavaş kokmaya başlar. Biz o ölüyü yıkamaya aldık. Suyu döktüğümde alnının kırıştığını gördüm. Bir kas hareketidir diye düşündüm. Ayrıca yanımda genç bir imam vardı ve onu korkutmak istemiyordum. Ancak cenazenin canlı olabileceğine dair şüphem arttı. Hemen bir cam parçası buldum, dudağına tuttum. Camın buharlandığını gördüm. Bu nefes almasına işaretti. İyice emin olmak için ayak parmağının ucuna jiletle çok küçük bir çizik attım ve kanın fışkırdığını gördüm. Cenazeden kan fışkırmaz. Kesilen yerden çok az kan sızar. Çünkü kan pıhtılaşır. Cenazenin yaşadığını gören genç imam kaçtı gitti. Hemen sağlık ocağından ekip geldi, müdahale ettiler. Kalp atışları dakikada 55'e çıktı. Kişi sabahın erken saatlerinde kalp krizi geçirmiş, ancak ölmemiş. Yakınları onu öldü diye çenesini bağlamış, bizim gittiğimizde saat 11.00 gibiydi. İyice bitmiş. 15-20 dakika daha yaşadı. Sonra öldü. Onu tekrar yıkadık.""İNSANLARA EN BÜYÜK TAVSİYEM SİGARA İÇMEMELERİ"İnsanlara en önemli tavsiyesinin hayatta iken sigara içilmemesi olduğunu vurgulayan Durak, "Bunu bilhassa belirteyim. Ancak sebebini söylemek istemiyorum. Bu bende gizli kalsın. Ancak şiddetle sigara içmemelerini öneriyorum. Bu kadar söyleyebilirim." uyarısında bulunuyor. Durak, Sakarya Büyük Şehir Belediyesi'nin mezar yeri, kazma, kefen, tahta gibi bütün cenaze hizmetlerini ücretsiz olarak verdiğini sözlerine ekliyor.

3 Kasım 2010 Çarşamba

canın çıkmasın emi!

canımın çektikleri;

patates salatası,
kısır,
mercimek köftesi,
sigara böreği,
ıspanaklı kol böreği,
peynirli poğaça,
un kurabiyesi,
cevizli havuçlu tarçınlı kek,
elmalı kurabiye,
iyi demlenmiş çay,
içilecek türk kahvesi, bakılacak fallar,
edilecek sohbetler.

canım güne gitmek istiyor.

:((((((

2 Kasım 2010 Salı

gezi günlüğü-giriş

28 ekim'de yarım gün çalıştım.iş çıkışı arkadaşla markete gidelim dedik.şakır şakır yağan yağmura inat şemsiyemize güvenerek düştük yola.sen misin benimle inatlaşan dedi yağmur ve rüzgarı saldı üzerime.rüzgar bir esti şemsiyemi aldı parçaladı.kaldım mı bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında.olsun dedim uzun zamandır hiç sırılsıklam olmamıştım. market alışverişinden sonra eve gittim ve biraz oğluşla oyun, biraz sohbet sonrası akşam için yemek hazırladım.kayınvalidemleri yemeğe çağırdım.hem yemek yer hem de ertesi gün çıkacağımız yolculukla ilgili konuşuruz dedim. kayınvalidem yıllardır hacıbektaş'ı görmek istermiş. 3-4 ay öncesinde bu konuyu açınca anladım ki hala bir gün hastalığının geçeceği ve tamamen iyileşeceği umudunu taşıyor.kayınvalidemde eklem romatizması var, eklem sıvıları tamamen tükendiği için dizlerini bükemiyor. dizlerinizi kırmadan yürümeye, merdiven çıkmaya çalışın bir kez.ben denedim çok zor oluyor. o bekliyor ki bir gün iyileşecek ve öyle gidecek hacıbektaş'a.ben de biraz gaza getirdim.niye bekliyorsun, yarına sağ çıkacağımızın garantisi var mı dedim. işte hacıbektaş'a gitmeye böyle karar verdik.29 ekim cumhuriyet bayramı cuma gününe gelince işten de izin almamıza gerek kalmaz diyerek yolculuk için bu günü seçtik. 28 ekim gecesi sabaha kadar deli gibi yağmur yağdı.cuma günü yola çıktığımızda da zaman zaman silecekleri zorlayan bir yağmur yağıyordu. sabah 8 gibi çıktık evden,kahvaltıyı yolda yaparız diye düşündük.aslında eskişehir'e kadar dayanabilsek ayten abla'nın mis gibi sucuklu yumartasından yiyecektik, ama bursa-inegöl arasındaki mezitler geçidinden şiddetli yağmur altında geçince çok yavaş ilerlemek zorunda kaldık ve hem dinlenmek hem de kahvaltı etmek için inegöl'de durduk. mezitlerde doğa muhteşemdi,ağaçlar koyu yeşil,açık yeşil,sarı,kırmızı,turuncu renklere bürünmüştü.muhteşem bir manzaraydı. kafamda hala muhteşem manzaranın hayali varken aç karnımızı doyurmak için kahvaltıda ben kendime kaşarlı tost söyledim,onlar çorba içtiler.durduğumuz yerin ismini hatırlamıyorum,ama tostu güzel,çorbası çok kötüydü. ben yandık allah'ım bütün yol böyle yağmurlu olursa işimiz var diye aklımdan geçirirken eskişehir'e yaklaştıkça yağmur dindi.eskişehir'in girişinde her zamanki gibi yol çalışması devam ediyordu.yıllardır bu eskişehir'in yolunu da bir türlü bitiremediler,halbuki hükümetten olan bir belediye başkanı olaydı hemen biterdi. eskişehir'i transit geçerek polatlı'da öğle yemeği molası verdik.hemen girişte bir restoranta girdik.kayınvalidem çok fazla yürüyemediği ve desteksiz merdiven çıkamadığı için girişe yakın bir masaya oturduk.siparişimizi verdikten sonra üzerimizde rahatsız edici gözler hissedip şöyle bir etrafımıza bakındım.bizim oturduğumuz yerde sadece erkekler vardı.aileleriyle gelenler üst salonda oturuyordu. polatlı büyük bir ilçe bildiğim kadarıyla,ankara'ya bu kadar yakın bir yerin bu kadar tutucu olması beni çok şaşırttı. ankara'ya kadar yolu biliyorduk da ankara'dan sonra nereye gideceğimizi pek bilmiyorduk.ben genelde bir yere gitmeden önce iyice planlar, yol, gezilecek yerler, yenecek yemekler konusunda araştırma yaparım,ama bu sefer tüm organizasyon işini eşime ve babasına bıraktım. arabada navigazyonumuz ve haritamız yok, eşime soruyorum nerden gideceğimize baktın mı diye ses yok.bir ara indi bagajda bir şeyle deşeledi ve getirdiği ajanda arkasındaki haritadan gölbaşı yönene gidip ordan da kırşehir'e geçmemiz gerektiğini gördük.gölbaşı levhalarını takip ederek gölbaşına vardık.bu benim gölbaşı'nı ilk görüşüm.ankaralılar için bir nebze de olsa deniz özlemini gidermeye yarayan bir sayfiye yeri.kıyı boyunca balık restorantlarının ve müstakil evlerin olduğu bir yer.gölbaşı'nın neredeyse çıkışına geldiğimizde hala kırşehir levhasını göremeyince ben durda birilerine soralım dedim. kırşehir yol ayrımından sonra benim için bozkır başladı.yol boyunca zaman zaman bardaktan boşanırcasına yağan yağmura zaman zaman yüzümüzü yakan güneşe rastgeldik.defalarca kocaman gökkuşakları gördük. bozkır iyice içime işledi ve bir kez daha anladım ki deniz olmayınca ben nefes almakta zorlanıyorum.akşam 7 gibi hacıbektaş'a vardık.

devamı az sonra...

1 Kasım 2010 Pazartesi

girizgah

detaylarını yazmaya vakit bulabilir miyim bilmiyorum, ama en azından yol güzergahımı yazmak istiyorum.cuma günü bursa'dan çıktık yola.bursa-inegöl-bozüyük-eskişehir-polatlı-ankara-kırşehir-hacıbektaş.o gün hacıbektaş'ta kaldık.ertesi gün tekrar çıktık yola.gülşehir-nevşehir-aksaray-konya.cumartesi günü konya'da kaldık.pazar günü konya-afyon-kütahya-bursa.

çok gezmişim değil mi?