26 Ocak 2012 Perşembe

otomobil uçar gider

bu bir makina, sen direksiyonu nereye çevirirsen o yöne gider.

peki benim istediğim kadar dönmem için direksiyonu ne kadar çevirmem gerek?

bu bir makina, ben gaza ne kadar basarsam o kadar hızlı gider.

ama unutma gaza basmasan da eğer araç devrini almışsa sadece debriyajdan azıcık ayağını kaldırdığında araç hareket ediyor. parkederken sadece debriyajı kullan.

durmak için önce debriyaj sonra frene bas.

vites değiştirirken debriyaja sonuna kadar basmayı unutma.

sağa, sola geçerken aynalara bak, sinyal ver ve yumuşak bir hareketle geç.

tüm bunları yaparken direksiyon hakimiyetini yitirme.

tamam bütün bunları yapıyorum.

ben şeridimde kuzu kuzu giderken sola dönmek için önüme kıran, ben ana yolda giderken hiç bakmadan tali yoldan çıkan ya da hiç sinyal vermeden şerit değiştiren araçlar ile sanki yürüyüş yolundaymışçasına yol ortasından giden yayaları ne yapacağım.

hiçbir şey için geç değil biliyorum.ama 15 yıldır ehliyetim olmasına rağmen 33 yaşına kadar niye araba kullanmayı öğrenmedim diye de kendime kızmadan edemiyorum. fazla tedbirliyim. tali yoldan ana yola çıkarken taaa uzaklardaki araçları bekliyorum. bugün 4. dersimi aldım. günde 1,5 saat direksiyon dersi alıyorum. yarın da alacağım sonra 2 saatte kendi aracımla ders alacağım. sonra trafiğe tek başıma çıkacağım. biraz stresliyim.

araba kullanmanın püf noktaları varsa bilen söylesin lütfen. yurt dışında yaşasam çok rahat araba kullanacağım da kurallara bu kadar az uyulan bir şehirde biraz korkuyorum. yaparım değil mi? yaparım yaparım.

24 Ocak 2012 Salı

ölümü nasıl anlatırsın?


dışarda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. bugün güneşli bir güne başlamıştık oysa. hava birden nasıl da dönüyor. güneşli güzel bir güne uyandığın günün akşamında yağmur altında sırılsıklam olabiliyor insan. düşünceler de böyle değişken işte. bir an bir karar veriyor insan tam uygulamaya geçecekken bir şeyler oluyor ve kararlar yerini yeni kararlara bırakıyor.

uzun zamandır yazmıyorum. seni ihmal ettiğimi düşünme sakın. aslında hep aklımda yazmak, ama nereden başlayacağıma karar veremiyorum. hep öyle değil midir zaten?bir yolculuğa çıkacakken bile en zoru hep ilk adımdır. yolun uzunluğu, çetin şartları, yolculukta bizi bekleyen bilinmezlikler değil de nasıl başlayacağımızdır bizi en çok korkutan.

bugün karar vermiştim işte o ilk adıma. biraz dün başladığım direksiyon kursundan, araba kullanırken ne kadar panik olduğumdan, başarıp başaramayacağıma ilişkin korku ve şüphelerimden bahsedecektim. biraz da okuduğum kitapları anlatacaktım. oğlum uyuduğunda kayıtlarda bulunması açısından günlerime ilişkin notlar düşecektim sanal günlüğüme.

kafamda bu düşüncelerle salonda çamaşır katlarken elinde legolardan yaptığı uzay mekiğiyle uzay savaşları oyunu oynayan oğlum birden yıllardır konsolun üzerinde duran annem,babam, abim ve benim olduğum fotoğrafı eline aldı.

-anne bu senin küçüklüğün mü?
-evet anneciğim.
-(abimi göstererek) peki bu kim?

yıllardır o fotoğraflara bakıp yanımdaki erkek çocuğunun kim olduğunu sormayan çocuk niye birden bire sordu diye afalladım birden.

-o benim abim. dedim
- peki şimdi nerde?

işte korktuğum soru gelmişti. ölümü anlatmak, küçük bir çocuk için yaralayıcı olabilir. çünkü ölümün ne olduğunu anlayan bir çocuk anne ve babasının da bir gün öleceğini düşünüp endişeye kapılabilir. üstelik bu öyle bir çocuk ki masal kitabında küçük balığın dedesinin hiç uyanmayacağı bir uykuya yattığını okuyup gözleri dolup,artık bu kitabı okumak istemiyorum diyen bir çocuk.

kendimi bile şaşırtan bir ses tonuyla ,

-o öldü anneciğim dedim. sorular bitti sanmıştım,ama anlaşılan bu artık konuşulması gereken bir konuydu. bir soru daha geldi.
- ne zaman öldü?
- 18 yıl önce.
- neden öldü?
- hastaydı.
- nasıl hastaydı?
- kasları gelişmiyordu, o yüzden kalp kasları da gelişemedi ve kalbi bir gün durdu.
- kalp krizi gibi yani.
- evet öyle gibi.
galiba tatmin oldu ve sorularına devam etmedi. anne bilgisayar oynayabilir miyim?dedi ve ikimiz de geçtik bilgisayarın karşısına.

mavi bıdık fazla gerçekçi bir çocuk. sanki her şeyi biliyor doğdu gibi geliyor bazen. bilmiş değil,ama görmüş geçirmiş bir hali var. dışarıda gökyüzü içini boşaltırken bu akşamki konuşmamız yüreğime pek dokundu. ben de içimi boşaltmak istedim. bu kadar yıl sonra niye hala bu konuda bu kadar hassasım?

18 Ocak 2012 Çarşamba

tembel hayvan



bugünlerde iş yerinde çok sakin günler yaşıyorum.bu sakinlikten mi yoksa yeni yıl kararlarından mı yoksa bir tembel hayvan olmamdan mı bilmem günlerim huşu içinde geçiyor. bol bol kitap okuyup,film izleyip, yemek yapıyorum.



kızarmış palamutun kokusu'ndan sonra engin geçtan külliyatını okumaya karar verip bir kaç kitabını daha almıştım. ilk olarak dersaadette dans'ı okudum.çok beğendim,bayıldım,çok eğlendim, düşündüm, sayısız cümlenin altını çizdim.üzerimdeki tembelliği atar atmaz detaylı olarak yazacağım. şimdi tren'i okuyorum. diğer romanlarını da okuyacağım.



bu arada da vinci'nin şifresi filmini tekrar izledim. en kısa zamanda dvd'sini alıp bir daha izlemeyi düşünüyorum. bu kutsal kase işini biraz daha arşatırmalı.



persapolis'i izlemek istiyordum ne zamandır. onu da izledim. bence en kısa zamanda tüm tvlerde yayınlanmalı.



zindan adası'nı izledim. filmin sonunda şok oldum.tam ters köşeye yattım.



bu arada don miguel ruiz'in ustaca sevmek kitabını okudum ve diyete başladım. iki haftadır istikrarlı bir şekilde devam ediyorum.



güzel, lezzetli ve basit sebze yemeği tarifleri istiyorum. bilenlerin yorum yazmasını rica ediyorum. dün evde elime tijen inaltong'un bir ot masalı kitabı geçti.canım nasıl ebegümeci, ısırgan çekti anlatamam. ama ordaki otların çoğunu bulamayacağım için kapattım kitabı koydum bir kenara. diyette olan bünyeyi üzmeye gerek yok değil mi...



geçen hafta oğlum hastaydı. beta virüsü olmuş.neyseki çabuk iyileşti.



tekrar ingilizce çalışmaya başladım.pek hızlı ilerlemiyorum,ama toefl'a çalışmaya başladım. tabi uzun zamandır uzak kaldığım için galiba önümdeki yol çok uzun.



internetten alışverişa kafayı fena taktım. bugün kendime yeşil süet bir ayakkabı aldım.çok fena durumdayım,çooook...



yeni yıl hediyelerine karar verdim.ama fotoğraf makinasının ara kablosunu bulamıyorum. bulur bulmaz bir araya getirip fotoğraf çekip hediye çekilişini yapacağım.



geçen hafta istanbul'daki dali sergisine gidecektik,hava muhalefeti nedeniyle gidemedik. tez zamanda gidebilmeyi diliyorum.



gelecek hafta direksiyon kursuna başlıyorum. saati 45 TL,biraz pahalı,ama ne yapalım ertelemekten yoruldum artık. umarım çabuk kavrarım da paralarım cebimde kalır.



kısacası bugünlerde tıpkı şu bireysel emeklilik reklamındaki gibiyim.


paraları, paraları, deli gibi, deli gibi, paraları deli gibi saç saç saç.
çar çur har vur al; deli gibi, deli gibi saç saç saç.
paraları, paraları saç; deli gibi, deli gibi al.
deli gibi, deli gibi, deli gibi.
çar çur har vur; saç saç saç saç
çar çur har vur; kop kop kop.
paraları, paraları, paraları, paraları, deli gibi, deli gibi, saç saç saç.
paraları çar çur, deli gibi har vur, paraları deli gibi saç saç saç...



not: yeni yıl kartı gönderen tüm arkadaşlara teşekkür ederim. tek tek isim yazıp da kartı gelmeyen arkadaşları üzmek istemiyorum. o yüzden bana kart gönderen herkes kartları onlar için hazırladığım özel kutuda öyle bilsinler.

3 Ocak 2012 Salı

güne not



masaüstü günlük takvimleri seviyorum. iki yıldır giller'in kedili takvimini alıyordum.bu yıl bir değişiklik olsun, kedileri görüp görüp miskinlenmeyeyim diye başka bir takvim arayışındayken tempo dergisinin yeryüzü cennetleri takvimi verdiğini gördüm ve hemen atladım tabi ki. nerden bilirdim abone olduğum atlas dergisinin ocak sayısında türkiye'yi sevmek için 365 neden takvimi vereceğini. bir de üstüne uykusuz'un 2012 takvimi ve hemen bilgisayarımın yanına astığım yıllık takvim ve masaüstü takvimim eklenince masamda şu an 5 tane takvim var.



zamanla bir derdim yok, sakın yanlış anlaşılmasın. ben bir takvim severim. aslında iki yıldır nihan'ı okuyup okuyup kendi takvimimi yapma konusunda hevesleniyorum,ama hem vakitsizlikten hem de bu kadar takvimim varken bir tane daha olmasın diye vazgeçiyorum. neyse bekliyorum bakalım nasıl olsa yakında bizim bıdığa proje ödevi olarak yıl sonunda takvim yapma ödevi verirler. o zaman sıvarız kolları.



yeni yılda yeni kararlar aldım. öyle uzun uzun listeler yapmadım. tek kararım sabırlı ve disiplinli olmak. yani başladığım işleri sıkılmadan tamamlayabilmek.


2012 yılına girmeden hemen önce aldığım bu karara istinaden 3 haftada dört kitap okudum, bitirdim. leylak dalı'nın hediyesi nazlı eray-uyku istasyonu, yekta kopan- kediler güzel uyanır, barış bıçakçı-sinek ısırıklarının müellifi ve ebru'nun hediyesi emrah serbes-erken kaybedenler. hepsi birbirinden leziz bu kitapların üstüne biraz durup beklemek istiyor canım. o yüzden biraz psikoloji kitabı okumaya karar verdim. iyi hissetmek kitabını okuyup bitireceğim. sonra yeni yılda ilk hedefim engin geçtan külliyatını okumak.


uzun zamandır saç rengimi değiştirmek istiyordum. en son 4 ay önce koleston'un köpük boyaları yeni çıktığında alıp saçlarımı kızıla boyamıştım. aylarca tüm havlular, yastık yüzleri, giyisilerimin yakaları kızıla boyandı.hiç memnun kalmadım. ben de ne yapsam kuaföre mi gidip boyatsam diye düşünüyordum,ama açıkçası zaten az olan saçlarımı kuaföre teslim etmeye gönlüm elvermediği için kararsızdım. yeni yıla gimeden 30 aralık gecesi ani bir kararla saçımı palette'nin nar kızılı rengine boyadım.renk hem tam istediğim kızıl oldu hem de tüm kızıllarda olduğu gibi biraz aksa da öyle heryeri kirletmiyor. bir de saçımı istediğim model kestirmeyi başarabilirsem benden bahtiyarı yok. kuaföre gidip saçlarımı amelie'nin saçlarının modelinden kes desem anlar mı acep?

yılbaşı gecesini ailelerle birlikte bizde geçirdik. bu yıl annemle babam da geldi. benim açımdan yorucu,ama güzeldi.gerçi hazırlıklara annem çok yardım etti.o olmasaydı ne yapardım bilmiyorum. sabahtan ilk iş oğlumla yeni yıl kurabiyesi yapalım dedim. kurabiyeler kalıplardan çıkmayınca mecbur hamuru yuvarlayıp koyduk tepsiye.tabi oğlum hiç memnun olmadı bu işe.oysa o motorsiklet şeklinde kurabiyeler yapacaktı. kalıptan güzel çıkacak kurabiye tarifi istiyorum. tobi'cim duy sesimi. yaptığın o güzel kurabiyeleri akşam yemeseydi, çenesinden duramazdık bıdığın. yaşlı dedeler gibi söylenir kendisi.

bu yıl oğlum dışında hiç kimseye hediye almadım. ama benim aldığım ufak ufak hepsi ayrı paketlenmiş hediyeler ile arkadaşlarımdan gelen hediyeler bir araya gelince bir noel baba çuvalı dolusu hediyesi oldu bıdığın. yeni yıl akşamı saat 8'e kadar zor sabretti.saat 8'de açmaya başladı hediyelerini. neler yoktu ki, kırmızı don, çorap, kalem, hazine kutusu, sevdiği aburcuburlar, kitap ayracı, kitaplar, kalemler, kurabiyeler, pek memnun olmasa da kıyafetler. teyzesi hariç herkes bir arada olunca, bu kadar da hediye alınca tüm gece evin içinde tabanları poposuna vurarak koşturdu bıdık. bir ara tombala oynayalım dedik. aman tanrım, başkasının kartında çıkan her sayıda neredeyse kalp krizi geçirecekti. kendisi kazanamayacak diye o kadar stres yaptı ki yanlışlıkla bir başkası tombala yapacak diye ödümüz koptu. neyse ki o tombala!!! yaptı da kazasız belasız atlattık oyunu.

yeni yıl öncesi bir kaç arkadaşın düzenlediği yılbaşı çekilişine katıldım. ama söylediğim şarkı ellerim böyle boş boş mu kalacaktı oldu. hele o kediler yok mu birisi benim olsun çok istemiştim. neyse tüm hediyeler yeni evlerinde mutludur umarım. ben de yeni yıl dileklerimde ne demiştim.veren elim alan elimden çok olsun. e madem hediye kazanamadım ben de yeni yılın ilk günlerinde hediye vermeye karar verdim. akşam evde şöyle bir düşüneyim bakalım, neler hediye edebilirim. bekleyin anacım, yeni yıl hediyelerle gelecek. :))


foto:sabır'ı hatırlatsın diye.

2 Ocak 2012 Pazartesi

hoşgeldin 2012




İşte o sırada bir tilki çıkıverdi ortaya.


“Günaydın” dedi tilki.


“Günaydın” dedi küçük prens kibarca.


Ama etrafına baktığında kimseyi göremedi.


“Buradayım! Elma ağacının altında.”


“Sen kimsin? Çok güzel görünüyorsun.”


“Ben bir tilkiyim.”


“Gel, birlikte oynayalım. Öyle mutsuzum ki” dedi küçük prens.


“Seninle oynayamam” dedi tilki, “ ben evcil bir hayvan değilim.”


“Buna çok üzüldüm” dedi küçük prens. Ama biraz düşündükten sonra: ”Evcil ne demek?” diye sordu.


“Anladığım kadarıyla burada yaşamıyorsun” dedi tilki, “kimi arıyorsun?”


“İnsanları arıyorum,” dedi küçük prens, “ peki ama ‘evcil’ ne demek?”


“İnsanlar,” dedi tilki, “tüfeklerle dolaşırlar ve avlanırlar. Tam bir baş belasıdırlar. Bir de tavuk yetiştirirler. Tüm işleri bundan ibarettir. Sen de mi tavuk arıyorsun?”


“Hayır, ben arkadaş arıyorum. Ama ‘evcil’ ne demek?”


“Bu pek sık unutulan bir şeydir. ‘Bağ kurmak’ anlamına gelir.”


“Bağ kurmak mı?”
“Evet. Örneğin, sen benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen eğer, birbirimize ihtiyacımız olacak Sen benim için tek ve eşsiz olacaksın, ben de senin için.”


“Anlamaya başlıyorum” dedi küçük prens. “Bir çiçek var. Sanırım o beni evcilleştirdi.”


“Olabilir. Dünyada her şey mümkündür.” dedi tilki.


“Ama bu çiçek dünyada değil.”


Tilki şaşırmıştı. “Başka bir gezegende mi?”


“Evet.”


“Peki orada avcılar da var mı?”


“Hayır, yok.”


“Bu çok ilginç. Peki ya tavuklar?”


“Hayır. Tavuklar da yok.”


“Eh, hiçbir yer mükemmel değildir” dedi tilki içini çekerek. Sonra kendini anlatmaya başladı:“Yaşamım çok monotondur. Ben tavukları avlarım, avcılar da beni.
Bütün tavuklar birbirine benzer. Bütün insanlar da öyle. Bu yüzden biraz sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. Senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. Ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım. Ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. Şu ekin tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Bu yüzden de bu tarlalar bana hiçbir şey hatırlatmazlar. Buna üzülüyorum. Ama sen beni evcilleştirseydin, bu harika olurdu. Altın renkli saçların var senin. Ben de altın renkli başakları görünce seni hatırlardım. Ve rüzgarda çıkardıkları sesi severdim.Sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.“Senden rica ediyorum. Lütfen beni evcilleştir!” dedi.


“Elbette” dedi küçük prens. “Ama pek fazla vaktim yok. Yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”


“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”


“Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.


“Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. Ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”


Ertesi gün küçük prens yine geldi.“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim.Ama günün herhangi bir vaktinde gelirsen, seni karşılamaya hazırlanacağım zamanı asla bilemem. İnsanın gelenekleri olmalıdır.


“Gelenek nedir?”


“Bu da çok sık unutulan bir şeydir” dedi tilki.


“Bir günü diğer günlerden, bir saati diğer saatlerden ayıran şeydir. Örneğin, şu benim avcıların da gelenekleri vardır. Perşembeleri kızlarla dansa giderler. Bu yüzden de Perşembe benim için harika bir gündür. Üzüm bağlarına kadar yürüyebilirim. Ama avcılar dansa herhangi bir gün gitseydi, benim için hiçbir günün özelliği olmayacaktı ve asla tatil yapamayacaktım.”
Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki.


“Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedin.


“Doğru, haklısın” dedi tilki.


“Ama ağlayacağını söyledin!”


“Evet, öyle.”


“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”


“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. Sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.”


Küçük prens güllere bir kez daha bakmaya gitti. “Hiçbiriniz benim gülüm gibi değilsiniz. Çünkü henüz hiçbiriniz evcilleşmediniz. Ve siz de hiç kimseyi evcilleştirmediniz” dedi onlara. “Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.”


Güller bu duyduklarına çok bozuldular.“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”


Bunları söyledikten sonra tilkinin yanına döndü.“Elveda” dedi.“Elveda” dedi tilki de.


“Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”




“Temel olan şeyi gözler göremez” diye tekrarladı küçük prens. Öğrendiğinden emin olmak istiyordu.




“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir” dedi tilki.“İnsanlar bu en önemli gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun.


“Gülüme karşı sorumluyum” diye tekrarladı küçük prens, öğrendiğinden emin olmak için. Sonra yoluna devam etti.




yeni yılda kalp gözümüzün daha çok açık olmasını diliyorum.