30 Mart 2011 Çarşamba

sevilmek istiyorsan sevmeyi bileceksin


Öyle bir hayat yaşıyorum ki,

Cenneti de gördüm, cehennemi de.

Öyle bir aşk yaşadım ki,

Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.

Bazıları seyrederken hayatı en önden,

Kendime bir sahne buldum oynadım.

Öyle bir rol vermişler ki,

Okudum, okudum anlamadım.

Kendi kendime konuştum bazen evimde.

Hem kızdım hem güldüm halime.

Sonra dedim ki, söz ver kendine

Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin.

Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin.

Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.

Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.

Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım.

Öyle çok değerliymiş ki zaman,

Hep acele etmem bundandı,

Anladım...


Nietzsche'nin, sevgilisi Lou Salome' ye adadığı şiir.

29 Mart 2011 Salı

uyuma, bahar geldi!


birden bir uyku bastırdı.gözlerimi açamıyorum.sorunlardan kaçış yöntemlerimden biridir uyku.uyuyup uyanacağım ve herşey düzelmiş olacak beklentisi. tabi ki hiçbir şey beklediğim gibi olmaz. şu an üzerimdeki uyku hali böyle bir kaçış planının parçası mı yoksa baharın ve saatlerin ileri alınmasının getirdiği yorgunluktan mı? şimdi şöyle bol köpüklü mis kokulu bir türk kahvesi içsem uykuyu bertaraf edebilir miyim? sabah güzel düşüncelerle iyi hissederek kalkmak istiyorum.akşam yatarken sabah iyi uyanacağım diye telkinlerde bulunuyorum kendime. tüm gece çeşit çeşit rüya görüyorum, kimini hatırladığım kimini beni uyandırdığı an hatırlayıp bunu unutmamalıyım diye kendime telkinde bulunup sabah uyandığımda unuttuğum. iki gün once bembeyaz gelinlikler içindeydim mesela, çok güzel bir gelin olmuştum. birkaç gün once ise yıllar once vefat eden anneannemle körpecik yemyeşil ıspanakları nasıl pişireceğim konusunda konuşuyordum. rüyalarımı iyiye yorayım iyi şeyler olsun istiyorum. mart ayı da bitiyor. eşim hala bir iş bulamadı. bense bazen çok iyi, enerjik ve mutluyum. bir saat sonraysa tüm enerjim çekilmiş, huysuz, bıkkın, gıcık biri oluyorum. mineler ve sarı çiçekler açtı, erik ağaçları bembeyaz, ortalık karınca ve kertenkele kaynıyor. doğayı gördükçe içim kıpır kıpır. peki ya ben? yine karamsar bir yazı oldu.

oysa tam bugün oğlumu cumartesi günü kütüphaneye götüreyim, acaba bursa’da bir çocuk kütüphanesi var mı diye düşünürken nilüfer belediyesi tarafından tarihi demirci camii’nin restore edilerek bir çocuk kütüphanesine dönüştürüldüğünü ve perşembe günü açılışının olduğunu bildiren bir mail aldım ve çok sevindim. hayatımda ilk kütüphanemi ortaokul yıllarında görmüş olan ben; hep üzülürüm o kütüphanelerin eski, köhne hallerine ve kitapları çok sevmeme rağmen kütüphaneleri pek sevmem. çünkü gittiklerim arasında hayalimdeki kütüphaneye henüz rastlamadım. pek ciddi, sevimsiz ve yetersiz kütüphanelerimiz var maalesef. neyse ki bir çocuk kütüphanesi buldum, cumartesi günü istikametimiz belli oldu.

gözlerim giderek ağırlaşıyor, hani işte değil de evde olsam oturduğum yerde uyuyacağım. içimdeki oyunbozan akşam platese gitme eve git zaten onca çabaya rağmen çok az kilo vermişsin boşver gitsin, eve git ye pudingi sonra da uyu diyor. yooo duymuyorum seni kırmızı karınca. platesime gidip derin derin nefes alıp verip işkencemi çekeceğim. çünkü biliyorum ki sonrasında kendimi iyi hissedeceğim.

not: once yazıp sonra fotoğraf seçtiğim için yukardaki çocuk kütüphanesi fotosunu buldum netten. nasıl güzel bir kütüphane, bayıldım. o zürafanın üstüne yayılıp kitap okumak istedi canım, sonrada belki 10 dk şekerleme yaparım.

24 Mart 2011 Perşembe

hastayım


elimde gingkolu yeşil çayım yazıyorum bu satırları.


mutluyum bloguma tekrar kavuştuğum için, bir kavuşup bir yitiriyoruz bugünlerde birbirimizi.


tekrar kaybedermiyim diye endişelenmeden şu an burada olmanın keyfini çıkarmak istiyorum.


yarın ne olacak bilemiyorum.


iki gündür raporluydum, evde uzun uzun uyuyup karışık rüyalar gördüm. pazar gününden beri gribim. hala iyileşmiş değilim, ama malum eve birinin ekmek götürmesi lazım.


bitki çayları, hergün yediğim meyve ve sebzeler, içtiğim vitaminler bile karşısında duramadı gribin. beden dirençli belki de ruh hasta olmak isteyince beden de direnemiyor galiba. cumartesi günkü süpermoon sonrası pazar günü pes dedim pes artık.


fransa'nın libya'ya girişine inanamadım.


japonya'da yaşananlar ve basınımızın bunu işleyiş şekline inanamadım.


ibrahim tatlıses'in vurulmasının türkiye'nin en önemli gündemi olmasına inanamadım.


böyle zamanlarda hayatın pause düğmesine basayım ve zaman dursun istiyorum.


ya da alice gibi bir tavşan deliğine girip herşeyin mümkün olduğu harikalar ülkesine gideyim.


dün bir kız çocuk sahibi olduğum rüyamdan uyandıktan sonra yatakta nefes almaya çalışarak yatarken işime daha sıkı sarılma kararı aldım. uygulayabilir miyim bilmiyorum, ama deneyeceğim. sevmesem de kendimden birşeyler katmadığım için yoğun bir iç huzursuzluk yaşıyorum.


pazartesi akşamından beri evde oğlumla meraklı minik'ten çıkan kartlarla oynuyoruz. oynamak isteyince hiç itiraz etmeden hastalıktan kafamı kaldıramasam da hemen oynamaya başlıyoruz. biraz olsun bilgisayardan uzaklaştı.


cumartesi günü onun için bir ağaç almaya gittik ve pazar günü babasıyla birlikte arka bahçeye ıhlamur ağacını diktiler. oğlumla birlikte büyüyecek bir ıhlamur ağacımız var artık.


2011 yılı artık güzelliklerini gösterme zamanın gelmedi mi? her ne kadar şu an bursa'da simsiyah bir gökyüzü ve buz gibi bir hava da olsa bahar gelmedi mi?

17 Mart 2011 Perşembe

sipariş

kötü kocanın tanımı

kitabın tanıtım yazısına bakar mısınız?

hey allah'ım sen akıl fikir ver yarabbim!

oip'cim be, senden rica edeceğim bir örnek koca (namaz kılan,sakalını kesmeyen, müzik dinlemeyen falan işte) bir de evlerden ırak bir koca (traş olan, müzik dinleyen, hatta bir de dans eden falan) çizebilir misin? sipariş verdim yani.

gülelim bari ağlanacak halimize.

16 Mart 2011 Çarşamba

arz-ı hal


keyfim yok bugünlerde hiç.
eşimin görüştüğü firmalardan hep olumsuz yanıt geliyor.
japonya'daki depreme ilişkin haberleri izleyemiyorum.
yok türkiye'de olsaymış şu olurmuş bu olurmuş.ne salak bir medyamız var. kardeşim deprem japonya'da oldu. bir sürü insan öldü, çocuklar yapayalnız kaldı, insanlar evsiz kaldı. onlar için üzülüyorum. kilometrelerce uzağımdaki bu acı çığlıkları yüreğimde yankılanıyor.
içimde bir sıkıntı, hafta içi spora falan gidiyorum, biraz geçer gibi oluyor yürek sıkışmam. tam göğsümün ortasında bir işkence aleti, kaburgalarımı sıkıyor.ayaklarım eve gitmek istemiyor.
eşim başka bir alem, oğlum başka bir alem.oğlumla her akşam yatma saatinde tartışıyoruz ve ağlıyor. eşim de bana kızıyor.zaten 2 saat görüyormuşum çocuğu onda da sevgi gösterecekmişim,hep azarlıyormuşum çocuğu. akşamları 1-2 saat kendime zaman ayırıp spora gidiyorum ya temel sorun o aslında. ben ne yapacağım bu çocukla. akşamları saat 10’da hadi dişlerimizi fırçalayıp yatalım demeye başlıyorum saat 11 gibi artık çileden çıkmış bir şekilde bağırıyorum. miskin, televizyon, internet bağımlısı bir çocuk oldu.nerde hata yapıyorum anlamıyorum ki.benim eşim işe girer girmez taşınmam lazım.biraz dedesigilden (türkçe'de böyle bir kelime var mı bilmiyorum) uzaklaşması ve her istediğini yapamayacağını anlaması lazım bu çocuğun.
kendimi kapana kısılmış fare gibi hissediyorum. dursam canım acıyor, kımıldadıkça kanamam artıyor.

mutluyum, mutlusun, mutlu

sonunda kavuştum buraya.hem tumblr hem de worpress'den adres aldım kendime, ama bir türlü beceremedim yazmayı. seviyorum ben blogumu, canım benim :)))

bugün sabah da her sabah olduğu gibi ilk iş oip'in bloguna tıkladım, o iğrenç kırmızı yazıyı görmekten sıkılmadım günlerdir.her gün yine de tıklamaya devam ettim.ama bugün gelmedi o yazı.tak diye açıldı blog.bende bir sevinç sabah sabah görmeliydin.sonra leylak dalı'nı okudum biraz ve mesai başladı.aklım diğer bloglarda bu güzel havada öğle tatilinde içerde kalıp biraz bloglarda hasret gidereyim.

allah sevdiği kuluna eşeğini önce kaybettirir sonra buldurup sevindirirmiş.o misal oldu bu da...

11 Mart 2011 Cuma

vazgeçmedim

vazgeçmiş değilim.evde zaman bulur bulmaz yazacağım.

hayat tam vazgeçtiğimiz anda şükretmemiz için sebep veriyor.

japonya'ya yardım et allah'ım.

1 Mart 2011 Salı

meğersem çocukmuşum




Her iki yana koydum ya bloguma dokunma yazılarını sanki blogum kapanmayacak.

Bu ülkede sanki bir gün gerçekten düşünce özgürlüğü olacak.

Sanki sesini çıkarmayan, suskun, korkuyla sindirilmemiş insanlar olmayacak.

Le- derken devamını dinlemeden ağzına vurulup söylemek istediklerin ağzına tıkılmayacak.

Kitaplar yakılmayacak, dergiler yasaklanmayacak, bloglar kapatılmayacak.

Mart ayı demiştim, bahar demiştim, yeniden doğuş demiştim, umut demiştim...