27 Kasım 2011 Pazar

can'ım

behzat ç.'yi izliyorum.zaten izlediğim tek dizi o.eşim seyahatte olduğu için oğluma öbür odada ejderhanı nasıl eğitirsin'i açtım onu izledi.biraz önce geldi ve çok uykum geldi dedi.yatağına yatırdım, üstünü örttüm.öptüm ve iyi geceler dedim. cd'yi kapatmak için odaya gittim.tv'yi kapatıp yanına gittiğimde baktım çoktan uyumuş bile. biz yetişkinler uyurken ne kadar şapşal bir görüntüye sahip oluyoruz.çocuklarınsa masumiyetleri, o mis kokuları,yanaklarının yumuşaklığı sanki katlanarak artıyor.uykudayken öpmeye koklamaya doyamıyor insan.

dün akşam eşim oğlumu yıkadıktan sonra banyoya onu almaya girdim.banyodaki aynada iki gülen yüz resmi vardı. :))

küçükken buğulanan camlara birşeyler çizmeyi çok severdim.gerçi hala da severim. evin buğulanan camlarına gülen yüzler, kalpler,kuş falan çizerdim.annem kızardı.camları kirletiyorsun diye. yağmurlu günlerde arabanın camları buğulandığında da çizerdim ya da yazardım cama.babam kızardı.camları kirletiyorsun diye. oysa ben severdim buğulanmış cama yazmayı.hatta soğuk kış günlerinde özellikle cama hohlar ve birşeyler yazardım. hatta bir keresinde cama mavi ay'ın kahramanları david kalp mady yazmıştım da annem çok kızmıştı.

banyo camındaki gülen yüzlerin fotoğrafını çektim o yüzden.ben kızmadım oğluma. kim bilir ne zaman çizdiği iki gülen yüz buharlanan camda tekrar kendini göstermişti. şimdi camlar her buğulandığında gelip gidip ben de gülümsüyorum o gülen yüzlere. gülen yüz çizmesi mutlu etti beni.çatık kaşlı, bükük dudaklı oğlum. aslında mutlu bir çocuk demek ki. bazen onun çocuk kalbi nelere kırılır bilemiyorum.acaba söylemek istediklerimi anlatabiliyor muyum?memnun mu annesinden diye merak ediyorum kimi zaman. bazen istediği şeyleri yapmadığımda kalbimi kırmak için sen berbat bir annesin falan diye mektup yazıyor bana. :)) eşim de anneliğimi pek beğenmez ama ben kendimi beğeniyorum. tabi ki hatalarım var. bazı zamanlar çok bunaldığım, ne yapacağımı bilemediğim oluyor. klasik anne kalıbının içinde olmak istemediğim için yadırgandığım oluyor kimi zaman. kayınvalidemin deyişiyle "analar neden yaşlanır" cümlesine karşı "anne olmak içindeki çocuğu tekrar hayata döndürür" diyorum.

eğlenceli bir anne sayılırım. kendi zincirlerimi kırabilsem içimdeki beni dışarı tam yansıtabilsem, çevremin bana empoze ettiği "olmam gerekenlerin" zincirlerinden bir kurtulabilsem daha da eğlenceli bir anne olacağım biliyorum. birlikte gülerken katılmak istiyorum, kitaplar hakkında fikir alışverişi yapmak istiyorum, birbirimize film önerelim, yeni ve güzel bir şarkıyı birbirimize heyecanla anlatalım istiyorum. ama mükemmel diye birşey olmadığını, annesinin kimi zaman yorgun,mutsuz da olabileceğini ya da yalnız kalmak isteyebileceğini de bilsin istiyorum. benim kendi özel alanıma saygı duysun,saygı duysun ki kendi özel alanı da olabileceğini öğrensin istiyorum.

nasıl güzel, nasıl masum uyurken. daha dün emzirdiğim bebeğim artık kendi çalışma planını yapıp ödevlerini o plana göre yapmaktan bahsediyor. doğuştan yüksek bilince sahip kendisi. tek bağımlılığı parmak emmek. ah o bal parmak yok mu, o bal parmak. ama kararlı onu da bırakacakmış kendisi.

tsm korosuna katıldım ya şu şarkıyı öğrenip oğlum için söyleyeceğim.

canımın ta içisin sen, nasıl severim bir bilsen...

25 Kasım 2011 Cuma

arkadaş ıslıkları*



dün akşam eve giderken birden canım çok un kurabiyesi çekti. un kurabiyesinin en güzeli ısırdığında alttan ve üstten yumuşak olup, diş izlerinin kaldığı, orta kısmının ise hafif kıtırdadığı un kurabiyesidir benim gözümde. yolumun üstündeki lüks ve iyi bir pastaneden un kurabiyesi aldım.kapısından çıkar çıkmaz kutudan bir kurabiye alıp ısırdım. ıı dedim, olmamış. gürmemisin kızım kara kitap bir ısırışta nasıl anladın diye güldüm sonra kendime. elimde kurabiye kutusuyla yürürken, aslında canımın kurabiye değil de kurabiye ve kahve eşliğinde güzel bir arkadaş sohbeti çektiğini farkettim. farkındalık güzel şey.o saatte ne arkadaş bulabilirdim sohbet edecek ne de sohbete zamanım vardı. evde beni ödev yapmak için bekleyen oğluşuma koştum. bir gün önce evde olmadığım için ödevlerini babası yaptırmıştı ya, lütfetmişti sağolsun.o yüzden dün akşam arkadaş sohbeti gibi bir lüksüm olamazdı. bundan böyle çarşamba akşamları tsm korusu çalışmasına gidiyorum da söylemesi ayıp. :)) ilk öğrendiğimiz şarkı aşk bu değil.



benim bet sesimden değil de burdan dinleyin efendim. koro güzel şey. sesinin güzel olmasına gerek yok. :))



dün akşam eve gittim oğluşla oturduk ödevlerin başına. neyse ki çok ödev vermemiş öğretmen.birileri şikayet mi etti nedir bu hafta daha az ödev veriyor. neyse biraz da ben minik ejderha kitabını okudum o dinledi. gözünle takip et anneciğim dedim. gözü el yazısına alışsın istiyorum. hala okumayı reddediyor,ama olsun, düz yazıları okuyor. kitap okumamız bitti, yattı uyudu.baktım eşim çoktaaaaaaaaan uyumuş. ben de aldım benek'in masalı'nı elime başladım okumaya. benek, barut ve bızt boyut kapısından geçip kar taneleri gezegenine gittiler. nihan'ım nasıl güzel betimlemişse ben de onlarla beraber üşüdüm, onlar çay içerken canım nasıl çay istedi anlatamam. şöyle dedim yukardaki gibi güzel bir çay olsa yanında da arkadaş sohbeti. o saatte ne çayı ne sohbeti... kapadım kitabımı yattım, belki dedim güzel bir rüya görürüm.



sabah yine uyanamadım, paldır kültür hazırlandım çıktım evden, az önde kendime güzel bir bardak çay alınca kar tanesi gezegeni geldi aklıma ve benek'in macerasının devamını daha çok merak ettim.



foto:leylak dalı'ndan (ç)alıntı :))

*orhan kemal'in bir kitabının ismi.yıllar önce sanırım lise çağlarında okumuştum.ne anlatıyordu hatırlamıyorum. hatırladığım kitaptaki gençler birbirini evden çağırmak için ıslık çalıyordu. bu da kitapta var mıydı,yoksa benim zihnim mi uydurdu onu da bilmiyorum.ama kitabı sevdiğimi, en çok da ismini sevdiğimi biliyorum.

21 Kasım 2011 Pazartesi

oburum

leylak dalı gibi iyi bir okur öve öve bitiremiyorsa mutlaka okumaya başlamalıyım dedim ve başucumdaki kitap yığınının içine dahil ettim.


halbuki geçen gün kendi kendime yeni kitaba başlamayacağım demiştim.

normal bir insan aynı anda kaç kitap okur? benim başucumda aşağıdaki tüm kitaplar var.






























tabi ki çooook uzun süredir hiç kitap bitiremedim. o gün akşam hangisine uygun bir psikolojim varsa onu okuyorum.günde yarım saatle 1 saat arası okuma zamanım olduğunu da göz önünde bulundurursak bu kitapları ne zaman okur bitiririm bilemiyorum. yıl sonuna kadar anna'yı bitirsem bari.




açgözlüyüm ben. geçen gün de evde kurşunkalemlerimi bir araya topladım. kurşunkalem sevdam şimdi oğlumun 1.sınıfa başlamasıyla onu bahane ederek had safhaya ulaştı. yaklaşık 30 farklı kurşunkalemim var.




artık yeni kitaba başlamamalı ve elimdekileri okuyup bitirmeliyim. yeni kalem almak da yok.

16 Kasım 2011 Çarşamba

yıldız tozu

dün akşam oğlum yanıma geldi ve minik parmaklarıyla dudaklarımı gülen ifade için yukarı doğru çekti. anne niye bu kadar mutsuzsun dedi. içim paramparça oldu.aklımdaki yüzlerce şeyi söyleyecek değildim ya aklıma ilk iş geldi.işte biraz canım sıkıldı anneciğim dedim. ne dese beğenirsin.

-benim de okulda canım sıkılıyor, ama gitmek zorundayız anne.

artık hayatta sırtım yere gelmez, benim artık dertleşecek bir oğlum var.

sırf onun hatırı için gülümsüyorum ve gerçekten de iyi geliyor.

hem Oscar Wilde'ın dediği gibi "Hepimiz bir bataklıkta yaşıyoruz, ama bazılarımız yıldızlara bakıyor."

ben içinde yaşadığımız bu bataklığa lanet edip tepindikçe daha derinlere batıyorum, birilerinin kafamı yukarı kaldırıp yıldızlara bakmamı hatırlatması gerekiyor. bu kez oğlum yüzümü tuttu ve kendine çevirdi. o benim kuzey yıldızım.

14 Kasım 2011 Pazartesi

demek istediğim

içim boş bomboş derken aşağıdaki şiiri okudum bugün ve aslında çok dolu olduğum için dilimin lal olduğunu, yüreğimdeki düğümlerin boğazımda boğum boğum olduğunu anladım. nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan, kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı. yaşamak bir can sıkıntısı...




Ve Güz Geldi Ömür Hanım


Ve güz geldi Ömür Hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür Hanım? Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki Ömür Hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış. Böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de? Yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından? Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür Hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece. Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür Hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama değil mi yoksa? Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise, bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, dar çevre Yitikleri'nde önem kazanmaya... Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir ben'e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür Hanım? Susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür Hanım, şiiridir beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım Ömür Hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle? Kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya... Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir, düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de. Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile, bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz. Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak... Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir, ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, ağız dil vermez geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla. Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de... Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve anla. Yağmur dindi Ömür Hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa? Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür Hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? kim ne diyebilir ki? Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlarla çözdüm. Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür Hanım?

Şükrü Erbaş

ooo-out of order

bu blogun sahibi yaşama karşı ilgisini yitirdiğinden ve depresyonda olduğundan bir süre kulanım dışıdır.

4 Kasım 2011 Cuma

iyi bayramlar


Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık...
Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle...
En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.
Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.
"Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır. Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...
Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.
Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.
Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram...

Can Yücel








1 Kasım 2011 Salı

öksürük



bıdığım hasta, karda yatmış gibi öksürüyor.



gerçi öksürüğün nedenini kendi ağzıyla itiraf etti.okulda 1.tenefüs kabanını giymeden bahçeye çıkmış.


bana böyle anlatıyor. dedesigile de demiş ki ben onu geçen gün yıkamışım ben banyoda olduğum için kendisi giyinmiş, saçlarını kurutma makinasıyla kurutmadığım için hasta olmuş.


cumartesiden beri gece öksürük bir tutuyor sabaha kadar uyanıp uyanıp uyuyoruz.



e yavru hasta olur da anne olmaz mı? tabi ki ben de hastayım.



dün akşam sana ıhlamur yapayım mı anneciğim dedim. istemedi. eşim de nane-limon yapsın annen limonata gibi içeriz dedi. nasıl olduysa kabul etti.



hemen koydum çaydanlığa bir tutam nane, üç dilim limon, aklıma barış manço'nun şarkısı geldi, zencefil katacaktım belki beğenmez diye vazgeçtim.öksürüğe ne iyi gelir diye düşündüm, biraz ayva doğradım içine.sonra bir taşım kaynatıp, çok az bekletip bardaklara boşalttım.onunkine üç kesme şeker attım.bal koysam bahane bulur içmez diye şekerle tatlandırdım. ılık olsun diye üzerine soğuk su ekledim. bulabileceği bütün bahaneleri bertaraf ettiğimi düşünerek zafer kazanmış savaşçı edasıyla bardağı verdim eline. bir bardak eşime bir bardak da kendime doldurdum. benimki şekersiz, bir yudum aldım, limonun hafif ekşiliği dışında leziz olmuş. bıdık da bir yudum aldı ve beni dumur eden cümleler sarf etti.



-anne o kadar uğraştın bunu mu yaptın. yazıklar olsun sana. içmiycem ben bunu.



içsen şaşardım zaten yer cücesi.sonra gece uyanıp ağlamaklı sesinle anne bu öksürüğü nasıl geçirmeli diye benden medet umarsın ama...