29 Eylül 2010 Çarşamba

100 dere tepe düz :))

benim için inanması oldukça zor,ama işte oldu.benim ne yazdığımla ilgilenen ve izleyen tam 100 kişi var.belki de izlemeyen,ama hergün açıp okuyanlar da var.herkese teşekkürler.ben de teşekkür için küçük bir hediye vermek istedim.hediyeler aşağıda :)))


araba ve bakugan fotoya bıdığın ısrarı üzerine girdi,ama onlar hediyeye dahil değil.benim için en değerli şey kitaplarım.bu dört kitabı da kütüphanemden seçtim.itiraf ediyorum ayrılmak biraz güç olacak. :)))

keşke herkese böyle küçük hediyeler verebilsem,gönlüm zengin ama maalesef cüzdanım değil!

o yüzden bu hediyeyi sadece bir kişi kazanacak.

sizden istediğim bu yazının altına ilk düşündüğünüzde aklınıza gelen en sevdiğiniz kitabı ve yazarını yazıp,bir kaç kısa cümleyle niye kitabı sevdiğinizi anlatmanız.15 ekim'e kadar yorumlarınızı bekliyorum.sonra öyle random falan bilmediğim için isimlerinizi kağıtlara yazıp karıştırıp oğluşuma çekiliş yaptıracağım ve kazananı blogda yazacağım.mail adresime adresini yollayınca da kitaplar kazanana kargosu ödenmiş olarak postalanacak.

yarım elma gönül alma...teşekkür ederim.

not:sanart madame haklısın neden benim aklıma bir kişiye hediye etmek gelip saplandıysa.evet her kitap bir kişiye,yani toplam dört hediye. :)))

28 Eylül 2010 Salı

kendimi kaybetmesem bari

kaç gündür açıp açıp kapatıyorum sayfayı.yazmak istiyor bir yanım diğer yanımsa karşılaşacağı kelimelerden korkarcasına vazgeçiriyor yazmak isteyen beni.

iş yerinde ay sonuna kadar yetiştirmem gereken bir iş var,ama evraklarım ve bilgilerim eksik olduğu için tamamlayamıyorum.elimde o iş varken başka birşeye konsantre de olamıyorum.bu durum beni çok bunaltıyor.

eşim müşterileriyle birlikte kıbrıs'a tatile gitti.biz bıdıkla evdeyiz.dün akşam ceviz kırma,ezme faaliyeti sonrası kahvaltılık cevizli salça yaptık.herkes kek falan yapar biz kahvaltılık salça...işimiz bittikten sonra biraz tv izlemek istedi,ama o kadar yorulmuş ki 9.30'da sızdı.ben de günlerdir uykusuz olmam nedeniyle 10.30'da uyumuşum. nabokov'un göz adlı kitabını okuyorum.ince bir kitap,ama benim zihnim o kadar dağınık ki okuduğumu anlamayıp aynı satırları tekrar tekrar okuyorum.bir bitirsem manzaradan parçalara başlayacağım. gerçi bugünlerde analitik psikolojiye tekrar ilgi duymaya başladım.jung ve arketipler üzerine biraz okuyup araştırmak istiyorum.

kirli sepeti yine ağzına kadar dolu,ama makinanın durmasını bekleyip asabileceğimi hiç sanmıyorum.aslında eve gayet enerjik gelmiştim.yeşil cüzdanımdan kartlarımın kayması nedeniyle eski cüzdanımı kullanmaya karar verip yeşil cüzdanı boşaltıncaya kadar.ehliyetim yok.araba kullanmayı bilmediğim için cüzdanımda öylece duran,kimlik olarak bile kullanılmayan ehliyetim yok.ben şimdi ne yapacağım?bir sürü prosedür.herhalde önce karakola gidip kaybettiğime dair tutanak tutturmakla işe başlamalıyım.yenileme için de seri numarası falan gerekiyormuş.kardeşim nerden bileyim seri nosunu, ehliyet elimde yok ki!akşam akşam çok fena keyfim kaçtı.

güzel bir konuyla bitireyim yazı güzel sonlansın.pazar günü oğluşumla korupark'ta 5D film izledik.jet pack.toplam 6 dk için kişi başı 7,5 tl biraz pahalı olsa da çok eğlendim,çok güldüm.oğluşun da biraz başı dönmüş,ama hayatının en eğlenceli günüymüş. sonra birlikte hasırönünde yemek yedik, ordan da özsüte gidip pasta ve kahve keyfi yaptık.tam çıkacaktık ki kipa'da 1 tl günleri başlamış,bakmamak olmaz diyip kipa'ya daldık.oğluşun bakuganları için plastik kutu aldık ki hepsi bir arada olsun.sonra evimize gelip pınar pizzamızı fırına atıp,pişirip yedik.canım arakadaşım benim. :))

ehliyetim kayııııp :(((((((((((( ağlıcam şimdi.

hayat böyledir


Hayat böyledir. Çaresizlik ve tehlike anları vardır ki, o zaman çırpınmaya ve haykırmaya gelmez. Batar insan ve boğulur. Marifet o anları geçirmektir. Sonrası gittikçe kolaylaşır. Kadere teslim olmak lazımdır o anlarda. Bu acizlik değildir. Dikkat et sözüme:
Bu dünyada ölümden başka hemen her şeyin çaresi vardır.


Peyami Safa, Yalnızız

26 Eylül 2010 Pazar

???

uykusuzluk çekiyorum bugünlerde.uykudan ölüyorum,yatağa gidince birden tüm düşünceler kafama doluşup hepsi zihnimde birere şimşek çaktırıyor ve uykum kaçıyor.hayır ertesi sabah işe gitmeyeek olsam hiç sorun değil,ama yarın işe gitmem ve çooook çalışmam gerek.geçen hafta biraz kaytarıkçılık yaptığım için yine işlerim sıkıştı.

içiiim bir hoş,dudaklarımda aynı tebessüm,ah ne hoş...alaylı bakışlar takınıp hayır hayır hayır deme banaaaa....

24 Eylül 2010 Cuma

uykusuz

penguen'in 8.yılı uykusuz'un 3.yılı vesilesiyle mizah dergilerinde bir neşe.uykusuz 32 sayfa,penguende özel ek var.dünkü sıkıntılı psikolojimi bertaraf ederler diyerek ikisini de aldım.çok güzeldi.ama uykusuz'da ersin karabulut'un çizdği yeraltı öyküleri de neydi öyle.çizimler çok gerçekçi,çok güzel,ama konu beni mahvetti.çok canım acıdı.nerden de aklına gelmiş.

mizah dergisi okuyup kafa dağıtalım derken yüzüme tokat yemiş gibi oldum.

23 Eylül 2010 Perşembe

all we need is love


“Onların kahırla verdiği nefesler karışırmış havaya. Senin sebepsiz sandığın sıkıntılar bu havayı içine çekmendenmiş.” diye yazmış aydan atlayan kedi.


geçen gün newsweek’de ayna nöronlarla ilgili bir yazı okumuştum.bazı insanların aynı nöronları çok gelişkin olurmuş ve etraflarında yaşanan olumlu ya da olumsuz her şeyi toplar ve kendi duygularıymış gibi yaşarlarmış.benim korkunç filter mekanizmam ise sadece olumsuzları alıp,olumluları filtrenin altında bırakıyor.


dün akşamdan bugüne taşıdığım bir keder duygusu var yüreğimde.hayat bir karar ve seçim süreci diyor psikoloğum ve ben hep mutsuzluğu seçiyorum. geceleri uyuyamıyorum sonra sabah işe konsantre olamıyorum.kafam bomboş olsun istiyorum,kafamı boşalttıkça içim de boşalıyor sanki.oturup bir parkta tüm gün kitap okumak etrafımı izlemek istiyorum.işten kaçış bahaneleri mi üretiyorum kendime?birazcık da olsa mutlu olurum belki diye kitap aldım bugün.ufacık bir Güneş doğdu sanki,sonra yine karamsar düşünce geldi arkasından.bu kitapları okuyacak vaktin var sanki.alıp alıp borçlanıyorsun.verdiğin hiç bir sözü tutamıyorsun.hani uzun bir sure kitap almayacaktın.sen kararsız,iradesiz şişkonun tekisin.bir başkasının beni eleştirmesine gerek yok ki ben zaten kendimin canını yeterince acıtıyorum. Chuck Palahniuk’un kitabı intihar girişiminde bulunduktan sonra ölüden beter hâle gelmiş kocası hastanede, komada olan, on iki yaşındaki kızına ve kayınvalidesine bakmaya çalışan bir kadının güncesi olan günce’de işte bu intihar eden koca ilk tanıştıkları zamanlarda göğsündeki broşların iğnesini tenine batırarak canını yakıyor,bu yaşadığını,hala hayatta olduğunu hatırlatıyor adama.ben de canımı acıtarak yaşadığımı anlıyorum.sevilmeye ihtiyacım var.sevgi arsızı olmak istiyorum.ben de o adam gibi broş takmayı çok seviyorum,aile yadigarı eski broşlarım yok,ama en sevdiğim takı broş.broşun iğnesini değil,ama daha kötüsünü dilimin iğnesini batırıyorum etime.kan tenimden değil,ama yüreğimden süzülüyor. ortam insanı değilim ben,hani böyle ya gelse de şenlensek diye her yere çağırılan durmadan aranan insanlardan değilim.iyi bir dinleyiciyim sadece.ihtiyaç duyulduğunda yaslanılacak bir omuzum.o yüzden belki de yalnızlığım.samimiyetsizlik o kadar yoğun ki ben sanki dışındayım herşeyin a. ile e. konuşuyorlar birinin giydiği elbisenin gecelik gibi olduğundan bahsedip gülüyorlar bense düşünüyorum ki o kendine yakıştırmış ve giymiş bizene, sonra a. e.’nin unutganlığıyla dalga geçiyor ve gülüyorlar,ben de kendimi gülmeye zorluyorum.bence komik değil,ama sanki bu muhabbete de katılmazsam ortamın iyice dışında kalacağım. bugün mail kutuma gelen bir yazı evren sana mesaj yolluyor kızım duy artık dedirtiyor. “all we need is love” kendimi sevmeye ihtiyacım var.


All We Need Is Love


Everyone looks outside for everything, including love. Love is all that everyone wants. Their purpose in life is love; to love someone, to be loved, to love their car, to love their dog, to love their garden etc. But all these types of love are perishable and are destined to fade away. The love we really want is within us all the time. When we feel love, where is the love coming from? It is within us, that’s because we are love. So I need to sit in silence and get to know myself again, because when I get to know my true self I will find out that I am love. I don’t need to look for it outside. I have an imperishable supply of the most sweetest love possible within me.

22 Eylül 2010 Çarşamba

kürk mantolu madonna

160 sayfalık bir kitap,başlayayım bakalım okumaya dedim ve cumartesi günü başladığım kürk mantolu madonna'yı pazar günü bitirdim.birçokları için belki yavaş bir okuma,ama benim için hızlı oldu.

uzun zamandır okuduğum hiçbir kitapta bu kadar çok yerin altını çizmemiştim.kitabın daha başında anlatıcının hissettiği kendini değersiz görme hissi beni çok etkiledi.

altını çizdiğim ilk cümle:

"her şey, her şeyi olduğu gibi kabul etmekteydi."syf.13

her şey her şeyi olduğu gibi kabul ederken benim kendimi olduğu gibi kabul etmem niye bu kadar zor diye sordum kendime.herkese bu kadar empatikken niye kendime karşı bu kadar empati ve sempati yoksunuyum?

ve çarpıcı cümlelerle devam ediyordu kitap.

"Nedense,hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini,herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara,sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için,alaka ve merhamet göstermek isteriz." syf.15

böyle mi düşünüyorum diye sordum kendime.nehir'in bizi terk edişini okuduğumda böyle hissetmedim.ya da yakınımda biri acı çekerken öf yırttım diye hissetmedim.belki böyle insanlar vardır,ama ben bu tarife uymuyorum.

kitapta altını çizdiğim çok yer var,ama hepsini yazarsam hem çok vakit alır hem de yazara haksızlık olur. o yüzden aralardan seçerek yazıyorum.

"İçlerinin esneyen boşluğu karşısında ancak başka başka insanları istihfaf ve tahkir etmek,onlara gülmek suretiyle kendilerini tatmin edebiliyorlar,şahsiyetlerinin farkına varıyorlar." syf.28

bu cümledeki yerinde tespite bakar mısınız?çevremiz böyle insanlarla dolu. psikoloğum kişisel gelişim kitabı yerine roman okuyun derken haklıymış.şimdiye kadar hiç bir kg kitabında rastlamadığım,ama beni çok etkileyen cümleler :

"İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektens,körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar." syf.32

"dünyanın en basit,en zavallı,hatta en ahmak adamı bile,insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!..Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyorz?Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?" syf.38

"Evet,aradığımı bulamayacağım...Fakat ne olur?" syf.56

"Muhakkak ki bütün insanların birere ruhu vardı,ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi.Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize,bizim aklımıza,hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu...Biz ancak o zaman saiden yaşamaya,-ruhumuzla yaşamaya-başlıyorduk.O zaman bütün tereddütler,hicaplar bir tarafa bırakılıyor,ruhlar birbirleriyle kucaklaşmak için,her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu." syf.87

benzerini bulabilmiş ruhlar ne kadar şanslı.

"Bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyordu."

neydi hayatın mantığı?bunu kavramayı reddetmek mi bizi bunca hırpalayan.akan bir nehirde kendi sabit fikrimizin yönünde yüzmeye çalışmak mı bunca yoran?hayatın mantığını kabul etmek huzur getirir mi ruhumuza...belki o zaman ruhumuzun gerçek sesini duyarız.

20 Eylül 2010 Pazartesi

ben bugünlerde


gel bir kahve içelim ben de sana kısa kısa anlatayım.


-cuma günü psikoloğumla görüştüm,eh işte bir görüşmeydi,


-cumartesi sabahı eşim işe gitti biz bıdıkla evde kaldık.anne benim dişime bişey olmuş dedi.bir baktım ön dişi hafif sallanıyor.gözlerim doldu.benim bebeğim galiba büyüdü. :)


-cumartesi öğleden sonra fizik tedavi uzmanına gittim.yaklaşık 1 aydır şiddetli bel ağrısı çekiyorum.hemen fizik tedavi dedi,dedim gelemem,ilaç ve krem yazdı beni başından savdı.


-pazar günü kas gevşeticinin etkisiyle bütün gün uyukladım.


-hafta sonu sabahattin ali'nin kürk mantolu madonna kitabını okudum.muhteşem bir anlatım,insan ruhuna yönelik çok yerinde çözümlemelerle doluydu.sabahattin ali'nin daha önce hiç bir kitabını okumadığım için kendimi kınadım. tanışılacak ne çok yazar var.


-tool'dan fortysix and two şarkısını dinledim.muhteşem bir melodi ve inanılmaz güzel sözler.


-cumartesi günü evde kalan malzemelerle fırında kabak mücveri yaptım,mücvere kırmızı soğan koymamak gerekiyormuş,


-çerezciden zayıflama çayı aldım,içmeye başlayacağım,


-kas gevşeti ilaç mideme dokunduğu,salak doktor mide koruyucu ilaç vermediği için tüm gün mide yanmasından kıvrandım.eczaneden mide ilacı aldım.


-bugün okullar açıldı,ben neden heyecanlanıyorsam içim kıpır kıpır.


-gözlerim kıpkırmızı ve acıyor,sanırım göz kuruluğum yine nüksetti.


-pazar günü body shop 2 al bir öde indiriminden göz altı kapatıcısı aldım.bakalım kullanacak mıyım?


-faber castel'den beğendiğim kuru boyalar 36 TL olduğu için alamadım :(


-pazar günü arı filmini 2, yu gi oh'u 3 kez üst üste izledim.yu gi oh ve bakugan karakterlerini yakında ezberleyeceğim.


-oğlum benim üstüme yatıp tv izlemeye bayılıyor.


-bugün işyeindeki çaycı ablamız kendi açtığı patlıcanlı börekten getirmiş,çok güzel bir kahvaltı yaptım.


-ahmet hamdi tanpınar'ın huzur kitabına başladım. raif ve maria aşkından sonra bakalım nuran ve mümtaz'ın aşkından neler öğreneceğiz.


-gözlerim bulanıyor.gözlerimdeki son feri de iş için kullanmak zorunda olduğum için şimdilik bu kadar.


-oğluşum artık kendi başına çekirdek yiyebiliyor, sakızdan balon yapabiliyor ve dişi sallanıyor.


-gurur,mutluluk,hüzün,sevgi,merhamet,şefkat...karışık duygular içindeyim.


16 Eylül 2010 Perşembe

Bir Eflatun Ölüm


kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim

sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım

git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım

ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.

aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.

söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım

belki
sararmış
eski resimlerde kalırım

belki esmer bir çocuğun dilinde.

bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti

değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.

aynı gökyüzü aynı keder.


Behçet Aysan

15 Eylül 2010 Çarşamba

bir film, bir kitap, bir kadın

ne zamandır istiyordum gitmeyi,pazar günü eşime dedim gitmek istediğim bir film var,birlikte gidelim mi?bugün olmaz dedi,ama söz yarın gideriz.ben tabii yine dedim işe çıkacak,gidemeyeceğiz.pazartesi günü aradı beni,hangi filmdi o dedi ve biz o akşam "ıssız adam" dan sonra ilk kez birlikte sinemaya gittik. o babasına birlikte işyerinin yemeğine gideceğimiz yalanını söylemiş ben oğluma hastaneye hasta ziyaretine gideceğimiz yalanını söyledim.genç ergenler gibi izin almak için yalan söylemek zorundayız.



iki sevgili gibi gizlice buluşup sonunda gittik başlangış filmine.başlangıçta biraz anlamakta zorlanıyor insan,kurgu örülene kadar çok dikkatli izlemek gerekiyor.gerçi film o kadar sürükleyici ki zaten dikkatinizi başka yöne çevirmeniz imkansız.muhteşem görüntülerle çekilmiş,iyi kurgulanmış ve konusu beni çok etkileyen bir film.izlediğimden beri zihnime ektiğim ve değiştiremediğim zararlı fikir tohumlarını düşünüyorum.biri de benim bilinç altıma girse de onları değiştirse. einstain'ın dediği gibi bir önyargıyı değiştirmek atomu parçalamaktan daha zor.özellikle de kendiniz hakkındaki fikirleri. insanlar çok garip, bir yemek hakkında bile önce tadına bakıp fikir sahibi oluyorken insanlar hakkında 1-2 dakikada önyargı sahibi olabiliyoruz.


film bittikten sonra eve geldik ki ne görelim bizim bıdık uyumuş.filmin aksiyonu devam etsin diye kitap okumaya başladım.pazar akşamı başladığım alaycı kuş'a devam ettim.yine çok sürükleyici ve heyecanlı bir kitap olmuş,her bölümü öyle bir cümleyle bitmiş ki bir sonraki bölümü okumak için uykudan vazgeçiyorsunuz.400 sayfalık kitabı 3 gecede bitirdiğim düşünülürse nefes almadan okudum diyebiliriz.katniss gerçekten de kendini hayatta tutacak kişiyi seçti ve kitap bitti.


film de, salı akşamı dışarda bir arkadaşın doğumgününü kutlamak da kitap da içimdeki hüznü silmedi.yine ağulu bir hüzün denizinde yüzüyorum sanki.aslında galiba iş beni çok bunaltıyor.

14 Eylül 2010 Salı

gülüşün eklenir kimliğime


Gün biter gülüşün kalır bende

anılar gibi sürüklenir bulutlar

Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır

yarım kalan bir şiir belki de


Aykırı anlamlar arayıp durma

güz biter sular köpürür de

kapanmaz gülüşünün açtığı yara

uçurum olur cellat olur her gece


Her gece yeniden bir talan başlar

acı ses olur, ses deli bir yağmur

eski bir eylüle gireriz böylece

Sığındığım her yer adınla anılır

ben girerim, sokağı devriyeler basar

bir de gülüşün eklenir kimliğime


Ahmet Telli

13 Eylül 2010 Pazartesi

ortaya karışık


psikoloğumun muayenehanesindeyim, bir kadın bir erkek aynı anda iki kişi daha var.onlarla görüşmüş,görüşmenin sonunda 15 dakikalık üçlü bir görüşme yapıyor.sonra başka bir kadın daha geliyor ve durmadan konuşmamıza müdahale ediyor.görüşmeleri tamamlanmış kadın ve erkek kalkıp gidiyorlar.benim anlatacaklarım var o yüzden ısrarla kalıyorum.psikloğum geveze kadına bir türlü müdahale etmiyor.sonra biraz daha yaşlıca bir kadın daha geliyor.ben konuşmak istedikçe kelimeleri ağzıma tıkıyorlar.o kadar sinirleniyorum ki öfeyle kalkıyorum ve psikoloğum bu kadar ince biriyken sizing gibi inceliğin I’sindeki noktadan haberi olmayan akrabaları olduğuna inanamıyorum diyerek içim öfke dolu çıkıyorum odadan. dün sabah böyle bir rüya ve korkunç bir bel ağrısıyla başladım güne. gerçi uzun zamandır belimde bacağıma vuran korkunç bir ağrı var,ama dün had safadaydı. tüm gün belim ağrıyor diye ortalıkta dolandım,gece de bel ağrısından uyuyamadım.madem uyuyamıyorum bari kitap okuyayım dedim ve açlık oyunları serisinin üçüncü kitabı alaycı kuş’a başladım. gece ikide hala kitap okuyordum.sonra belimi kanepeye yaslayarak oturma odasında uyumaya çalıştım.yarı uyur yarı uyanık kah delice yağan yağmuru,kah saatin tik taklarını kah da buzdolabının sesini dinleyerek sabahı ettim. sabah duş alıp hazırlandım,benim bıdık da uyandı onu da giydirip dedesine bırakmak için hazırladım.küçük bey ayakkabısını giyerken sinirlendi ve benim ayakkabılarıma tekme attı.kendi ayakkabısını da benim ayakkabımı da parçalamak istiyormuş.gözlerinin içine baktım ben de başka bir şey yapmak istiyorum dedim.sustu ve merdivenlerden inmeye başladı, durdu “ne istiyorsun” dedi, ben de söylemeyeceğim dedim elindeki çantayı tüm gücüyle sırtıma indirdi.zaten uykusuzum,canım yanıyor nevrim döndü birden ben de elimi kaldırdım,ama vurmadım dedesi kapıdaymış,bir daha dedim bir büyüğüne vur seni çok kötü cezalandıracağım.ağlayarak bıraktım çıktım evden.bugünlerde çok huysuz ve gıcık bir çocuk oldu.herşeye mızmızlanıyor.bayramda annem,babam,kardeşim ve eşi bizdeydi.onların yanında da bana yapmadığını bırakmadı.insanları evden kovdu.neden böyle yapıyorsun dedim.sonunda baklayı ağzından çıkardı.ben misafir gelince onunla ilgilenmiyormuşum,oyun oynamıyormuşum. Öylesine huysuz ve mızmız ki bu durumu çok canımı sıkıyor.annemlerin yanında geldi bana pat diye vurdu ben de ona tokat attım o bana tekrar vurdu ben de tekrar tokat attım.sonra babası hemen arka çıktı.oğlum annene niye vuruyorsun demek yerine bana çocukla çocuk oluyorsun diye bağrındı.annemlerin yanında yine ufak çaplı tartıştık. tabi herkes bozuldu,babam surat astı.tatilden döndüğümüzden beri her gün bıdıkla mutlaka kavga ediyoruz.son derece aksi,huysuz,mızmız bir çocuk oldu.bir de artık her akşam çekirdek yiyor.artık kendisi çekirdek yiyebiliyor ve sakızdan balon yapabiliyor.bir kasılışı var görmelisin.bugünlerde yine kendimi çok gergin ve mutsuz hissediyorum.cumartesi günü bıdık erken uyuyunca evdeki filmlerden izleyelim dedik ve konusunu bilmeden aldığım ferzan özpetek’in mükemmel bir gün filmini izlemeye başladık.filmi izlerken ikimiz de şok olduk.güzel bir aile filmi beklerken yüreğimize oturan bir sonla bitti film.ikimiz de öylece kalakaldık.eşim bana nerden buluyorsun böyle filmleri şimdi nasıl uyuyacağız dedi.ben hemen eğlenceli bir film izleyelim dedim ve bir adam sandler filmi olan gerçek masalları izledik.seviyorum bu adamın filmlerini.kafa dağıtmak ve eğlenmek için super ve hep mutlu sonla bitiyor. hayatta her kötü olayda keşke masallardaki gibi mutlu sonla bitse.


bir sure şu resimdeki kız modunda takılsam.yine depresyondamıyım ne!zaten havada bulutlu.

6 Eylül 2010 Pazartesi

gözyaşlarım

saat gecenin biri...

yorgunluktan uyuyamadım bloglarda biraz gezinir,neşelenir yatarım demiştim.

şimdi ağlıyorum.

yavrusunu kaybetmiş bir anne baba, bir abla için, oyuncaklarla oynaması gerekirken kısacık ömrünü hastanelerde geçiren bir melek için ağlıyorum.

bu dünyada akamadın, ama öbür alemde çağlayarak ak nehir kız...

3 Eylül 2010 Cuma

kafka


Batı’da Kafka’nın ne kadar büyük ve ne kadar özgün bir yazar olduğunu vurgulamak için anlatılan bir hikaye:


Tanrı Azrail’den Kafka adında bir adamı öldürüp kendine getirmesini ister. Azrail elindeki öldürülecekler listesinde küçük bir oynama yaparak Kafka’nın adını ilk sıraya alır ve canını almak için dünyaya iner. Prag’dan başlar aramaya ve tüm Avrupa’yı dolaşır, ama bulamaz. Tanrıya karşı mahcup olmak istemediğinden hiç ara vermeden devam eder yolculuğuna ve tüm mevsimlerde, tüm kentleri dolaşır… Tanrı’nın huzuruna çıktığında eli boştur. Tanrı Kafka’yı sorar kendisine, Azrail boyun büküp cevap verir, “Yok” der önce… “Sizin yarattığınız evrende Kafka adında bir adam yaşamıyor.” Tanrı öfkelenir bu sözün karşısında, belki de ilk defa istediği bir şey yerine gelmemiştir.


Gür sesiyle bağırır Azrail’e “Git o zaman onu kendi yarattığı dünyada bul ve getir.”

asalım keselim

Cumhuriyet yazarı Ali Sirmen, bugün köşesinde referandumda vereceği oyu açıkladı. Kendisinden bekleneceği üzere "Hayır" oyu verecek olan Sirmen'in yazısında ilginç olan şey ise Sirmen'in Hayır gerekçesini Tayyip Erdoğan'dan almış olması.Eşinin okuduğu ve bunu yaz dediği, Erdoğan'ın bir açıklamasını köşesine taşıyan Sirmen, yazısında neden "hayır" vereceğini şöyle anlatıyor.

Son zamanlarda, artık "evet mi hayır mı?" sorularından bıkmaya başlamıştım ki, Mine cumartesi günkü gazetelerden birinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bir açıklamasını okudu ve hemen buyurdu:- Her şeyi açık açık anlatıyor. Sen de bunu yaz da herkes görsün!Bir köşe yazarı, karısı yaz deyince, yazmaktan başka ne yapabilir ki? Ben de yazıyorum.Bakın Tayyip Erdoğan perşembe günü katıldığı iftar yemeğinde ne demiş:"İnanın ayaklarımızda pranga var. Biz prangaları çözemediğimiz sürece, sizler belki dışarıdan zannediyorsunuz ki, parlamentonun yüzde 65'ine sahipsin çöz de git! Neyi çözüyorsun?Türkiye'de parlamentonun da, yürütmenin de üzerinde bir yargı gücü var. Seni engelliyor. Ben bugün vali ataması yapamıyorum. Seni engelliyor. Atadığım valiyi geri iade ediyor aynı anda. 23 kere bir müdürü geri iade ediyor (geri iade ediyor denmez ama üslup Başbakan'ındır aynen koruyorum A.S.) Ben bir yürütme ve hükümet olarak, istediğim müdürü istediğim yere atayamazsam, istediğim valiyi istediğim yere atayamazsam, bu ülkede ben nasıl icrai faaliyet yapacağım? Halkın karşısına o mu geliyor, ben mi geliyorum?.. Yarın beni siz yargılayacaksınız, vatandaş yargılayacak. İyi yaptın kötü yaptın diye bana diyecek olan kim. Onlar halkın karşısına çıkmıyor ki, ben çıkıyorum halkın karşısına. Hesabı veren ben, ama gelip bana zulmeden de o. Bu böyle yürümez. Onun için bu anayasa değişikliğine evet istiyoruz."***Tayyip Bey'in 23 Nisan 2010 yılında koltuğunu sembolik olarak küçük bir çocuğa bırakırken söyledikleri de şuydu:- Artık mühür sende, ister asarsın, ister kesersin!Tayyip Bey'in bu iki konuşması 12 Eylül'de anayasa referandumunda neden hayır oyu vereceğimi gayet iyi açıklıyor.Görüyorsunuz Tayyip Bey kendi sözleriyle açıklıyor ki, 12 Eylül oylamasının asıl gerekçesi kendi astığı astık, kestiği kestik yönetiminin önündeki yargı engelini kaldırmak. Tayyip Bey'e bu açık sözlü konuşmasından dolayı çok teşekkür ederiz. Bütün aldatmacaların ardında, gerçek niyetin ne olduğunu şimdiye dek hiç kimse, bu kadar net bir biçimde anlatamamıştı.Teşekkürler Tayyip Bey! "Hayır"ın en güzel en açık gerekçesini bizzat siz verdiniz.

1 Eylül 2010 Çarşamba

olmak ya da olmamak


bazen saçma sapan şeyler yaparım. niye yaptığımı bilmediğim, kimsenin de bilmesini istemediğim şeyler.


sanki içimde bilmediğim, dilini anlamadığım, bana çok yabancı bir kadın var. tek başıma olduğum zamanlarda ortaya çıkan, bir anda anlamlandırmadığım şeyler yapan, ondan sonra çekip giden, bana bunu ben şimdi niye yaptım ki diye düşündüren bir kadın. her seferinde kendi kendime söz veririm bir daha yapmayacağım diye, ama o gelir yapar,yıkar ve gider. banaysa kendime karşı kızgınlık, yaptığım şey için pişmanlık ve şaşkınlık kalır.


en çok da pişmanlık ve kendime duyduğum öfke kalır.kendimi çok acımasızca eleştiririm kimi zaman.bu kadına karşı koyamadığım ve kontrolü ele geçirmesine izin verdiğim için hakaret bile ederim kendime. çevremdeki insanlara gösterdiğim anlayışın çok azını bile esirgerim kendimden. en çok beklentim kendimden olduğu için belki de.

kendimi yerdikçe yerin dibine batırırım.sonra beklerim ki biri beni yukarı çıkarsın.oysa ki batıran benim, yukarı da çıkarabilirim.

acımasızım kendime karşı.

hata yapmaktan korktuğum için hiç yapmamayı seçtiğim şeyler çok. ayıp, günah, bana yakışmaz diye düşündüğüm, ama içimden de deli gibi yapmayı arzuladığım şeyler var. içimde sorumsuz olmak, serserilik yapmak, evin içinde boş şarap şişelerinden kule yapmak isteyen bir kadın var.


" Olmak istediğim kişiydi göz. Ben önce "göz"ü değil, O'nu yaratmıştım,olmak istediğim kişiyi. Olmak istediğim "O" da kendinden bana uzanan o korkunç, boğucu bakışı salıvermişti üzerime. Özgürlüğümü kısıtlayan "göz", herşeyimi görüp yargılayan o insafsız bakış, üzerimden hiç ayrılmayan lanet olası bir güneş gibi tepemde asılıp kalmıştı. " kara kitap, sayfa 113

eylül 2010

SEVGİ NEYDİ?
SEVGİ İYİLİKTİ, DOSTLUKTU.
SEVGİ EMEKTİ.