25 Eylül 2012 Salı

duydum duymaz olaydım

çok üzgünüm.

önce müşfik kenter, şimdi de neşet ertaş.

çok sevdiğim, sanatına değer verdiğim insanlar birer birer gidiyor. onlar gittikçe dünyaya verdikleri naiflik azaldıkça insanlar daha bir acımasız, daha duyarsız olacak gibi geliyor.

türküler öksüz kaldı.

hani diyor insan, biraz daha ömrü olsaydı başka hangi güzel türküler çıkardı elinden, yüreğinden.

gönül dağımız boran oldu. allah rahmet eylesin büyük usta.

20 Eylül 2012 Perşembe

durum raporu

evet sevgili arkadaşlar bugün itibarıyla görüyorum ki blogger yeni arayüzüne geçmiş. yenilikleri severim,ama ihtiyaç varsa ve yeni olan eskiye göre bazı şeyleri kolaylaştırıyorsa. şimdilik gördüğüm kadarıyla kolaylaşan pek bir şey. mesela nerden fotoğraf ekleneceğini henüz keşfedemedim. kendime tez zamanda bir bilgisayar alıp evde kullanımıma sunmam lazım.zira evdeki bilgisayarlarda bana sıra gelmiyor. koca bey sürekli facebook'ta candy crush oynuyor. hatta bugün sabah hazırlanıp mutfağa gittiğimde gördüm ki kahvesini içerken kendisi oyun oynamakta.o kısacık 15 dk'da bile oyun oynama ihtiyacı hissetmiş. diğer bilgisayarda pofuduğun yönetiminde olduğundan bana pek zaman kalmıyor. çünkü ben de sadece pofuduk bilgisayarda oyun oynarken nete girmeyi uygun buluyorum.

işte, evde pek yoğunum bugünlerde. işyerinde süper birşeyler oldum, sevdin mi dersen sevmedim. yeni geldiğim yerde sabah kahvesi yok. kahve yasak deme buz gibi soğurum senden şeklindeyim. ben ki işyeri fincanlarını beğenmeyip evden özel fincan getiren insanım ve şimdi sabah kahvesi yok diyorlar. tabi yeni ortamda bunalmamın tek nedeni kahve değil, ama nasıl 1. dünya savaşının ana sebebi ve görünen sebebi farklıysa içinde bulunduğum durumu sevmememin ana sebebi bende saklıyken görünen sebebi kahve olmaması ve ortamın çok kalabalık olması. nerde çokluk orda b. demişler ya aynen öyle. butik işyerlerini seviyorum ben onu birkez daha anladım.

pofuduk okula başladı, daha ilk günden ödevlere başladık. yeni okul dönemi tüm velilere hayırlı uğurlu olsun. ihtiyaç listemizde matbu kitap özeti defteri diye bir şey var. henüz kendisini temin edebilmiş değiliz. nasıl bir şey bilen var mı? 4 tane kırtasiye gezdim hiç biri bilmiyor. okulun ordaki kırtasiyede varmış, ama henüz oraya da ben gidemedim.

evde de keyifler iyi değil bugünlerde. çok çalışmam lazım çooook. çok çalışıp bu şehri terketmem lazım. seneye yükselme sınavlarına gireceğim.oğlumla konuştuk deniz kenarı bir yer olursa gidermiş. ben de düşündüm ayvalık olur, izmit olur, çanakkale olur hani marmara bölgesinde deniz kenarı tüm il ve ilçeler olabilir diye düşündüm. istanbul hariç tabi. daha ufak bir yer tercihim. allah biliyor ya gönlümden çılgınca ayvalık geçiyor.

çok bunaldım bugünlerde evde boş kaldıkça kitap okuyup zihnimi dağıtmak istiyorum. serçe diye bir kitaba başladım. kitapta şok edici sayfalar var. kitap 1997 yılında amerikalı bir yazar tarafından yazılmış. kitabın 69. sayfasında 2019 yılı için "2. kürt savaşından sonra istanbul harabeye dönmüştü" şeklinde bir cümle var. kitap gelecekte geçiyor. bir ara vakit ve bilgisayar bulursam hakkında daha detaylı yazacağım. ama bu satırlar bile abd'nin ülkemiz üzerindeki planlarına ilişkin bir öngörü bence.

bir hafta sonu tatiline ihtiyacım var. en azından bu hafta sonu misi'deki şenliğe gidebilsem biraz iyi gelecek. çılgınca içip, eğlenmek istiyorum. komik, dalgacı, hayalci dost sohbetlerine ihtiyacım var.

18 Eylül 2012 Salı

karda açan gül



"Anne, ne zaman bahar gelecek?
Kış gelsin de öyle, yavrum."

kış gelmeden bahar gelmiyor biliyorum. bazen kışlar çok uzun sürüyor, işte bunu kabullenmek istemiyorum. kış o kadar uzun sürüyor ki bazen insan baharın geldiğini anlamıyor. beden karlar altında donuyor, kalp artık atmaz oluyor. bahar gelse de karlar erimiyor. uzun, sessiz geceler bitmek bilmiyor. gün geceye dönüyor.

"Bu gül birşeyin anısı olacak ama neydi unuttum
Kimbilir belki de sabah sabah yeniden açan umudun"



umudunu yitirme diyor güller perisi, güller solsa bile baharda yeniden çiçek açar. eğer hiç solmasaydı güller, yeniden açacakları günü beklemenin heyecanını da yaşamayacaktın.



anlamsız gözlerle bakıyorum güller perisine. "heyecan mı? o da ne?"



not:şiirler can baba'dan

12 Eylül 2012 Çarşamba

bakalım daha ne kadar saçmalık olacak

hayat bazen üstüne üstüne geliyor insanın. sabrım mı sınanıyor acaba diye düşünüyor insan. işle ilgili olarak hiç sevmediğim saçma sapan bir sürecin içindeyim. mükemmelliyetçi zihniyetim başladığım işlerin olması gereken şekilde sonuçlanmayacağı kaygısıyla beynimi yiyip duruyor. bugün bakarsan aslında yoğun çalıştım. ama elle tutulur hiç bir sonuca ulaşmadığı için görünürde yaptığım hiç bir şey yok.

haftaya okullar açılıyor. okulların açılıyor olmasından mı nedir benim hassas oğlumun gözünde arpacık gibi bir kızarıklık oluşmuş. bugün evdekilere çayla pansuman yapmalarını söyledim. eğer azalmamışsa yarın doktora götüreceğim. geçen yılki okul kıyafetlerini denedik hiç biri olmuyor. büyümüş benim bıdık sevinsem mi yoksa tekrar kıyafet masrafına üzülsem mi bilemedim. okul kıyafetleri de almaya mecbur olduğu için çok pahalı satılıyor. her yıl okullar açılacağı dönem piyasada artan kırtasiye malzemeleri yüzünden ayrı bir mutlulukla dolardı yüreğim, bu yıl işyerindeki bu değişiklikler nedeniyle heyecan falan yok.

bugün iş çıkışı arkadaşla lemana gideceğiz. birer bira içip efkarlanalım. sonra eve giderim. ne işe ne eve sığamıyorum. ara sıra daldığım hayal alemi de olmasa hiç nefes alamayacağım. kulağımda deep purple-smoke on the water biraz gezdim geldim de nefes daralmam biraz düzeldi. öf ya allah herkese dirlik düzenlik versin, belirsizlikten korusun. öyle saçma sapan, boktan püsürükten ki yaşananlar tüm insanlardan nefret ediyorum bazen.

5 Eylül 2012 Çarşamba

küçücük, minicik, içi dolu turşucuk



5-6 tane bitter çikolatalı draje yedikten sonra içimin kıyıldığını hissedip gidip bir avuç antep fıstığı alıyorum. onları da bir çırpıda yiyip bitiriyorum. neyse ki ellerim küçük de bir avuç fıstık toplasan 7-8 tane ediyor. hep böyle yapıyorum. ne zaman kafam karışık olsa, işle ilgili çözemediğim sıkıntılar ya da belirsizlikler olsa elim hep abur cubura gidiyor. bugünlerde mesela canım çok çekirdek yemek istiyor. çıtır çıtır çiğdem yerken beyin sanki susuyor. zihin ve beden sadece çıtırtıya ve çekirdeğin damakta bıraktığı tuzlu tada odaklanıyor. hipnotize edici bir yönü var ay çekirdeğinin. yerken seni alıp güneşli bir günebakan tarlasına götürüyor, zihnin huzurla doluyor. tabak boşalıp diğer tabaktaki koca kabuk yığınını gördüğündeyse içini yoğun bir pişmanlık kaplıyor.



şu an gözlerim kapanıyor. hala iş yerindeyim. aslında işim bitti, ama birlikte yürüyerek eve gideceğim arkadaşımın işinin bitmesini bekliyorum. mesai 6'da bitmiyor mu? saat 7, ama hala iş devam ediyor. fazla mesai falan da yok. takım elbiseli köleler ordusu. nerede çalışacağınıza karar verme hakkınız bile yok. sizi alıyorlar hoop kendi istedikleri yere. orayı ister misin diye soran bile yok. sizin hakkınızda bir yerlerde birşeyler yapılıyor, kararlar alınıyor, en son haberi olan siz oluyorsunuz. bir yerlerde bazı insanlar bazı kararlar alıyor, çeşitli yollar çiziyor, eylem planları hazırlıyor ve biz küçük insanların onların çizdiği yolda yürümemize karar veriliyor. aslında düşününce pek de içerlemiyorum. ülkeler bile diğer güçlü ülkelerin çizdiği yolda yürümek zorundaysa benim gibi küçük bir insanın hayatı üzerinde söz hakkına sahip olma beklentisi taşıması biraz ironik. çok küçük, ufacık hissediyorum kendimi. "beni iç" yazan şişedeki şurubu içip küçücük olan alice bile bu kadar ufak hissetmemiştir kendini. hem alice'in harikalar diyarına girebilmesi için küçülmesi gerekiyordu zaten. ben de küçüldükçe küçülüyorum, gideceğim bir harikalar diyarı yok üstelik. göz yaşlarımda boğulmazsam iyidir.


bari bir dodo kuşum olsaydı.