Yap-boz 'puzzle' gibi bazı kadınların hayatı. Parçalar bir bütüne tamamlanıyor elbet ama parçalı kalma hali hiç değişmiyor. Bazen kendimi aynı anda havada sekiz top çevirmeye çalışan bir akrobat gibi hissediyorum. Öyle zamanlar oluyor ki toplar uyum içinde dönüyor, muazzam bir dengede, ahenkle. "Vay be," diyorum kendi kendime, "aynı anda ne çok iş yapabiliyorum". Öyle zamanlar oluyor ki bütün toplar sözleşmiş gibi çıkıyor yörüngeden, hepsi paldır küldür kafama iniyor. Hiçbir şey beceremiyorum. Hiçbir şeyi tam yapamıyorum.Sabahın bir saati evden çıkmışım. Yapacak o kadar çok iş var ki, nereden başlayacağımı kestiremiyorum. Gün yirmi dört saat değil, otuz altı saat olsa keşke. Sakız gibi sündürebilsek ellerimizde. Evin işleri, seyahatler, çocukların koşturmacası, biriken emailler, edilecek telefonlar, imza günleri, okuma etkinlikleri, önceden verilmiş sözler, sorumluluklar, randevular ve özgürce yazı yazmak arasında bölünmüşüm gene. Kendimden en az altı adet klonlamak istiyorum. Sonra her birimizi bir başka yöne gönderirim. Birimiz çocuklara bakarken, birimiz roman yazar; birimiz yurtdışında edebiyat festivallerine katılırken, birimiz süpermarkette domates, portakal seçer. En "sıradan" gibi görünen işleri de, en "sanatsal" gibi görünenleri de yan yana yürütürüz böylelikle. Anneme sitem dolu bir mesaj yolluyorum cep telefonundan, "Altız doğursaydın ya beni!" Kadıncağızdan gelen mesaj şöyle: "Senden altız doğursaydım, altı kat hızlı yaşlanırdım." Ardından bir mesaj da Eyüp'e yolluyorum. "Gene yetişemiyorum hiçbir işe. Altız olsaydım fena mı olurdu?" Eyüp'den gelen cevap iki kelime: "Allah korusun."Yap-boz 'puzzle' gibi bazı kadınların hayatı. Parçalar bir bütüne tamamlanıyor elbet ama parçalı kalma hali hiç değişmiyor. Bazen kendimi aynı anda havada sekiz top çevirmeye çalışan bir akrobat gibi hissediyorum. Öyle zamanlar oluyor ki toplar uyum içinde dönüyor, muazzam bir dengede, ahenkle. "Vay be," diyorum kendi kendime, "aynı anda ne çok iş yapabiliyorum". Öyle zamanlar oluyor ki bütün toplar sözleşmiş gibi çıkıyor yörüngeden, hepsi paldır küldür kafama iniyor. Hiçbir şey beceremiyorum. Hiçbir şeyi tam yapamıyorum.Aynı anda birden fazla yere yetişme, birden fazla insan olma hallerini erkekler tam olarak bilmiyor. Kadınlara has bir meziyet bu. Hem meziyet hem eziyet. En çok kadınlar bölünüyor. İş, ev, aile, birey, toplum... arasında. Kadın, çok kazanan bir iş kadını da olsa, daha mütevazı şartlarda yaşayan bir memur da olsa aynı bölünmüşlük duygusunu taşıyor içinde. İşteyken aklımız evde, evdeyken aklımız işte. Sofraya konan yemeğin kalitesinden, dolapta diyet kola olup olmamasından kendimizi sorumlu tutuyoruz. Kadınlık karnelerimiz ellerimizde, habire kendimize not veriyoruz. Üstelik notumuz da kıt. "Evi çekip çevirme: Orta. Temizlik ve Titizlik: Orta. Düzenli ve Planlama Olma: Kırık."Bütün gün dışarda çalışsak da bu "evcimen sorumluluk duygusu" değişmiyor nedense. Üstelik ev işleri o kadar "görünmez" faaliyetler ki, siz saatlerce çalışıp didinebilirsiniz, her şeye yetişmek için ter dökebilirsiniz, gene de akşam eşinizin gözüne bütün gün hiçbir şey yapmamış gibi görünebilirsiniz. Ne ikramiyesi var ev işlerinin, ne fazla mesaisi. Ne bonus biriktiriyorsunuz, ne bir yere işleniyor fazla puanlarınız. Miles & Miles kartı yok ev kadınlığının. Senelerce durmadan çalışsanız bile, hiçbir yere bedava uçurmuyorlar ödül olsun diye.Zaman yetmiyor bize. Adeta koşarcasına, bir yangından kendimizi kaçırırcasına, telaşla yaşıyoruz bazen. Aynı anda birden fazla kimliğe bürünüyoruz. Kadınların bir günü erkeklerin üç gününe denk belki de. Biz bir güne üç günün işini sıkıştırıyoruz. Bu yüzden onlardan daha çabuk yaşlanıyoruz. Hiçbir kırışıklık kremi, hiçbir botoks yetmiyor kadınların bölünmüşlüğünü düzeltmeye...Ahmet Hamdi Tanpmar Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde Doğu ile Batı'nın "eşyaya ve zamana tasarruf etme" tarzlarının farklı olduğunu söyler. Belki de bu hususta sadece Şark ile Garp arasında değil, erkek ile kadın arasında da derin farklar var. Zaman tek bir kelime ama tek bir şekilde yaşanmıyor işte. "Zaman" başka, "vakit" başka, "an" başka, "dem" başka, "dehr" başka. Halbuki biz unutuyoruz bu ayrımları. Zamana odaklanmaktan "an"ı yaşamaya fırsat bulamıyoruz ki. Hayatımız ya geleceği planlamakla geçiyor, ya geçmişi hatırlamakla. En az yaşadığımız hakikat, "şu an"ın hakikatidir aslında. Bir kapısı geçmişe, bir kapısı geleceğe açılan "an"ın ismi ise "dem". İçinde önceki ve sonraki zamanın olasılıklarını taşıyor. Bu yüzden dervişler tekrar eder durmadan, "dem bu demdir dem bu dem... " Peki ya dehr? Kesintisiz bir şekilde uzayıp giden, dolayısıyla dilim dilim ayrılmayan o sonsuz bütünün adıdır dehr. Kimi alimler der ki: "İnsanın zamanına 'zaman' deriz, Tanrının zamanına ise 'dehr'."Peki ya biz kadınların zamansal bölünmüşlüğüne ne ad vereceğiz? "Dantel Zaman". Çünkü el emeği göz nuru dantel dantel örüyoruz zamanı, arada bazı ilmikleri kaçırsak bile...
seviyorum ben bu kadını :)))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder