29 Ağustos 2011 Pazartesi

iyi bayramlar

bu bayram bursa'dayız. sevmiyorum burda bayram geçirmeyi.tüm arkadaşlarım ya ailelerinin yanına ya da tatile gidiyorlar. biz de ilk gün kayınvalidemlerle bayramlaşıp sonra dımdızlak kalıyoruz. alışveriş merkeziydi,gezmeydi derken diğer günlerden hiç bir farkı kalmıyor. oysa benim için bayram yeni giyisilerini giyip, bayramlaşmaya gitmek, benim için bayram limon kolanyası kokusu, çikolata, tatlı ve yaprak sarması yiyip, çoğu kez bayramdan bayrama da olsa uzun zamandır görmediğin insanları görmek demek. kayınvalidemlere de hiç gelen giden olmuyor. ıssızlığı sevmiyorum bayramda. şöyle büyük bayram sofraları seviyorum. bari bunlar olmuyorsa, tatile kaçabilseydik birkaç günlüğüne, içimdeki burukluk yatışırdı belki. izmir'den yeni geldim diye izmir'e gitmiyorum.aslında gitmek istiyorum,ama koca bey bıdırdar diye gitmek istediğimi söylemiyorum. sevmiyorum bursa'da bayram geçirmeyi. bugün yaprak saracağım, bamya pişireceğim. kendi bayram ritüelimi yaratmak istiyorum. kayınvalidemlerde hiç böyle şeyler yok. içim hiç bayram heyecanıyla dolu değil. oysa bugün bizim köyde şimdi herkes mezarlığa gider, mezarlık ziyareti şenlik gibi olur, mersinler kesilir (gerçek adı ne bilmiyorum, güzel kokulu yeşil yapraklı bir bitki,çiçeği falan yok, ama yaprakları çok güzel kokar), kadınların mezarına bağlamak için yazmalar alınır, dağıtmak için lokum, bisküvi, gofret götürülür. mezarlıklar birkaç gün öncesinden temizlenmiştir. hani öyle pek ağlayan olmaz mezarların başında.çünkü ağlamak için gidilmez o gün mezarlığa, bayramlaşmaya gidilir kaybedilenlerle. çoluk çocuk, şenlik yeri gibi kalabalık olur mezarlık. dualar edilir, kuşlar için su ve buğday koyulur mezarların üzerine, yazmalar bağlanır, anaların, kız kardeşlerin, kızların, eşlerin mezar taşlarına. küçükken bir mezarlık ziyaretinin gecesinde rüyamda iskeletler ve cesetler görmüştüm. çok korkmuştum, annem belki de bir mezara basmışsındır geçerken demişti. o günde sonra uzun süre hiç mezarlığa gitmedim, ta ki abimi kaybedene kadar. abim öldükten sonra anladım ki aslında korkunç yerler değil mezarlıklar. sevdiklerinin ebedi uykuya yattıkları yer. bir mezar taşı ne kadar anlamlı bilmiyorum, ama abimin mezarına gittiğimde onu orda daha çok hissedebiliyorum.

birbiri ardına, hep aynı aynılıkta geçen günleri şenlendirmek ve küçük bir neşe katmak için bahane bayramlar. bu neşe de gelmeyince, ev kalabalıkla dolup taşmayınca, gelen misafirlerin ayağına terlik vermedikçe, limon kolanyası dökmedikçe, kahveler pişirmeyince, sana gelene iade-i ziyarete gitmeyince, akşam kimin ne dediği, ne yediği anlaşılmayan büyük bir sofrada yemek yemeyince bayram gelmiş neyime...

ben bursa'dayım. bursa'da olan varsa bayram ziyaretine beklerim. kahvem, çikolatam hazır.

iyi bayramlar.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

karar

gayet masumane bir biçimde bir şeyler sorup soruların karşısında terslenmek insanın kalbini ne kadar kırar?

peki kırılan kalp tekrar eski halini alır mı? ben de almıyor işte. psikoloğum karar vermen gerek diyor, fallar karar vermen gerek diyor. ruhum incinmekten, kalbim kırılmaktan yorulmuş, karar ver diyor.

kolay mı sence?

23 Ağustos 2011 Salı

ben bugünlerde

kenditarzım olan bu güzel defterlere yazmaya kıyamıyorum.


isabel allende'in bu güzel kitabını okuyorum.



evde durmadan boks yapan bir bıdıkla boğuşuyorum.









18 Ağustos 2011 Perşembe

saç



rüyamda saçlarım uzunmuş ve o uzun saçlar rüzgarda uçuşup ağzıma doldu, neredeyse boğuluyordum, kendi öksürüğümden uyandım. rüyada görülenler ne kadar gerçekçi oluyor. kendi saçlarım beni boğup öldürecekti neredeyse.



hatırlamışken yazayım dedim.



bugünlerde hep uykum var, izinden geldim, ama hala yorgunum.ruhum dinlenmedi ki. sıkıntı, boğuntu, herkesin derdi var.dert dinlemekten yoruldum. yonca tokbaş gibi alıp oğlumu tekneyle denize açılsam herşeyden herkesten 1 haftalığına soyutlansam belki dinlenirim,ama öyle bir şansım da yok.

rüyamda kendi saçımdan boğuluyordum be! aklıma izlediğim bir sherlock holmes filmi geldi.orda ayak fetişi bir seri katil genç kızları kaçırıp ipek çoraplarını ağızlarına tıkarak onları boğup öldürüyordu. ben de kendi saçımdan ölecektim neredeyse.

günler birbiri ardına sıralanıp gidiyor, sabah kalk işe gel, çalış, akşam eve git yemek ye, tv izle,yat uyu.biraz bıdıkla sohbet, oyun.

hayat atıştırmalık ıvır zıvırlar gibi, beslemeden atıştırılıp geçiliyor. ben de rüyamda bari saçlarımı yiyeyim dedim herhale, ondan da boğuluyordum.

gözyaşımız temizler mi kanı

içim acıyor yine, çevremde bu kadar acı, ağıt, feryat figan varken güzel, neşeli şeyler hissedemiyorum. bomba gibiyim,çok iyiyim diye başlayacaktım oysaki güne, karar almıştım.

iyi değilim, gazete başlıklarını okuyabiliyorum sadece, haberlerin detaylarına inemiyorum.

dün 17 ağustos'tu 12 yıl önce yaşanan felaketi hala bugün gibi içimde hissettim.gazetelerde evlatlarını yitiren annelerin acılarını okudum. depremde ben izmir'deydim ve gece üçte deprem beni uykumdan uyandırdı. sabah uyandığımızda haberlerde yıkımı gördük, sonraki,daha sonraki gün ne kadar kötü olduğunu haberlerden izledik, depremde yıkılan evlere yardıma değil de yağmaya giden vicdansızları gördük. aylarca her gece üçte uyandım ve uzun süre uyuyamadım.

dün kafamda o günlerin düşüncesi varken gazetelere şehit haberleri düştü. bu saçma savaş ne için dedim kendi kendime.

insanların kalplerine ne olmuş, vicdana ne olmuş? nasıl bu kadar katılaşmış kalpleri?

ben anlamıyorum ve anlayamayacağım.

elim kolum bağlı, çaresiz hissediyorum kendimi. en çok canımı acıtan da bu.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

depresyon

Konu: Depresyon...

Depresyon, kadınlarda şöyle ilerler;Bunalım... Bunaalım... Bunu alım... Bunu alayım... Bunu da alayım... Bunu al bunu... Al bunu da... Bunu da bunu da... :)))

Erkeklerde şöyle ilerler;Bunalım... Bunalımdan çıkayım... Bununla çıkayım... Bununla da çıkayım... Hepsiyle çıkayım... :))))

16 Ağustos 2011 Salı

böyle hissediyorum



Sözüm meclisten dışarı dostlar

Bugünlerde kendimi hıyar gibi hissediyorum

Hani dilim dilim doğrasalar beni

Marmara, Ege, Karadeniz ve hatta Akdeniz cacık olur diyorum



Derdim öylesine büyük ki dostlar

Kırka yarıp yine kırka bölseler

Ve kırk bostana gübre diye serpseler

Kırkbin tane ot biter de kırkbin derde deva olur diyorum



Ne oldu bana böyle durup dururken

Oğlan aldı başını gitti kız zaten lafımı dinlemezdi

Düğmem kopuk paçam sökük oramda buramda çengelli iğneler

Bir de çengelli iğne nazar bozar derler



Hanımın çorabı kaçık başında bigudiler

Karabaş bile, karabaş bile suratıma bakıp bakıp havlıyor

Öğünmek gibi olmasın ama dostlar

Kendimi hıyar gibi hissediyorum



Hani ince kıyım doğrasalar beni

Akdeniz cacık olur diyorum

Ve hatta Atlas okyanusu ve hatta Hint okyanusu

Ve hatta hatta Büyük okyanus bile cacık olur diyorum



Böyle cacığa rakı mı dayanır

Çivi çiviyi söker derler soğuktan donanı buzla ovarlar

Ben zaten yanmışım dostlar peki beni fırına mı koysalar

Zeytin suyuna kuru ekmek böyle gelmiş böyle gidecek


Barış Manço



5 Ağustos 2011 Cuma

yol göründü

saat 20.00 nilüfer izmir otobüsü.

bekle beni ben geliyorum.

ben yokken burlara iyi bakıverin gari. :))

vanetti kaçarrr.

4 Ağustos 2011 Perşembe

yardım

bazen insan kendi bataklığında debelenirken kendini dünyanın en şanssız en bedbaht insanı olarak görüyor.

böyle zamanlardan sonra dünyada insanların ne zor şartlar altında yaşamaya çalıştıklarına dair haberler gözüme girince, batınca ve canımı acıtınca kendime kızıyorum. onların dertlerini görüp kendimi dertli sandığım için utanıyorum.

maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisine göre ihtiyaçlar şöyle sıralanıyorken,

1-Fizyolojik gereksinimler(nefes,besin,su,cinsellik,uyku,denge,boşaltım)
2-Güvenlik gereksinimi(vücut,iş,kaynak,etik,aile,sağlık,mülkiyet güvenliği)
3-Ait olma,sevgi,sevecenlik gereksinimi(arkadaşlık,aile,cinsel yakınlık)
4-Saygınlık gereksinimi(kendine saygı,güven,başarı,diğerlerinin saygısı,başkalarına saygı)
5-Kendini gerçekleştirme gereksinimi(erdem,yaratıcılık,doğallık,problem çözme,önyargısız olma,gerçeklerin kabulü)

ve ben son ihtiyacımı karşılayabilmek için debelenip dururken,

aynı havayı soluduğumuz yerkürenin başka bir yerinde halen 1.sıradaki ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlar, özellikle de çocuklar olduğunu görmek beni çok, ama çok üzüyor.

gazetede aşağıdaki haberi okuduğumda düşündüğüm tek şey ramazan ayında verilecek fitre ve zekatlar oldu. biliyorum bizim ülkemizde de çok fazla fakir insan var, ama bizim kaynaklarımız var. onlarınsa hiç bir şeyi yok. tüm doğal kaynakları zamanında ellerinden alınmış, şimdi bizim ülkemiz üzerine oynanan oyunlar eskiden onlar üzerinde oynanmış ve şimdi ne suları ne de yiyecekleri var. bu haberde bir de fotoğraf vardı, bir çocuk fotoğrafı. her gördüğümde aklıma oğlum gelen ve beni alt üst eden afrikalı çocuk fotoğraflarından biri. buraya koymaya içim elvermedi.

kim bilir belki bu satırları okuyan birilerinin uzak memleketlerdeki o çocuklar için yüreği sızlar ve üç kuruş yardım yapar. yardımın azı çoğu olmaz. hem damlaya damlaya göl olmaz mı?

siz de bugün bir kara incinin hayatına küçük bir damlayla can verebilirsiniz?

"Doğu Afrika, son 60 yılın gördüğü en büyük kuraklıkla boğuşuyor. Her gün bölgeden gelen birbirine benzer haberlere rağmen, uluslararası kamuoyu yaşanan insanlık dramının ciddiyetini daha yeni kavrıyor. Bir İngiliz yardım örgütünün hesabına göre, beş dolarlık yardım sekiz çocuğun hayatını kurtarabilir. "

Havale/EFT ile Bağış: UNICEF Türkiye Milli Komitesi Türkiye İş Bankası Çankaya Şubesi(Şb kodu 4238) 1006 nolu hesap IBAN: TR740006400000142380001006

3 Ağustos 2011 Çarşamba

ütopya



hayatın gerçeklerinden uzaklaşıp kendi yarattığım dünyada melankolikliğin ve kendime acımanın verdiği acıyı daha fazla hissetmek ve kanırtarak yüreğimi kanatmak için gerçek dünyadan soyutluyorum kendimi.



gazete okumuyorum, arkadaş sohbetlerine katılmıyorum, bloguma yazmıyorum, sevdiğim blogları şöyle bir göz ucuyla bakıp geçiyorum, biri bana dokunup idealize ettiğim ütopyama ulaşamadığım için yarattığım cehennemin gerçek olmadığını bana söyleyecek, kendime rol verdiğim dramın aslında sadece bir oyun olduğunu, gerçek olmadığını bana gösterecek diye korkuyorum.

hayatın anlamı, hayattan ne istiyorum, yaşam amacım ne gibi sorular soruyorum kendime. cevabını bilmediğim, bildiğim cevapları beğenmediğim...



ütopyam ya yoksa ya da ona ulaşacak yolu bilmiyorsam ya da daha fenası ona ulaşmayı başaramıyorsam atıyorum kendimi karanlıklara, karanlık bir kör kuyuda yaşıyorum. idealize ettiğim hayatın içinde olmadığım için kendimi durmadan mutsuz ediyorum.



oysa tek gerçek şu an.



şimdi



elimde olanlar



ve


"ben"



tek gerçek benim.

sevmesem de çalıştığım işim.

çok şeyine kızsam da, bazen nefret duysam da aslında sevdiğim eşim.

dünyanın en güzel, akıllı, tatlı çocuğu.

istediğim gibi olmasalarda benim olan ailem.

araştırma sevgim, meraklı yapım.

yemek yemeyi seven bedenim.

ince,hassas,detaycı,beğenmez,kendime karşı kıyasıya eleştirel yanım.

bu benim işte, satsam satamam, almak istesem hiç bir yerden alamam.

bir nokta var sanki hep uzakta, ben adım attıkça benden kaçan.

"mükemmel iyinin düşmanıdır." yazıyor masamda postitde.

mükemmel diye birşey yok. her şey benim ona verdiğim anlam kadar anlamlı.

tanrı ağaçları yaratırken bu yamuk oldu, bu yapraksız oldu, bu faydasız oldu diye yok etmemiş. çünkü hepsi aslında mükemmel.

ah be kızım ne zaman bitecek bu içindeki kavga,ne zaman dinecek bu med cezirler.

herşey tamam, ben tamım. beni de tanrı yarattığına göre ben de mükemmelim.


bu resme bayılıyorum nihan.






1 Ağustos 2011 Pazartesi

ateşböceği



içimde bir ateşböceği vardı.



en karanlık zamanlarda bile az da olsa ışırdı.



bugünlerde ateşböceğim de öldü.