30 Temmuz 2010 Cuma

uyku uyku bütün istediğim buydu

çarşamba günü bir müşteri ziyaretine gittim.hani genelde patronun masasının arka duvarında atatürk resmi olur, bu firmada turgut özal’ın halıdan dokunmuş bir portresi vardı.garibime gitti doğrusu.sonra düşündüm, adamın atası onu yoktan var eden, zenginleşmesini sağlayan turgut özal. bu ülke üzerinde özgürce yaşamasını sağlayan kişi neden atası olsun. bu durumdan çok etkilenmiş olacağım ki aynı günün gecesi rüyamda turgut özal’I gördüm.detayları çok hatırlamıyorum,ama bir odaya giriyorum bir bakıyorum sandalyenin üzerinde o kocaman gözlükleriyle turgut özal.

iki gündür sabah uyanamadığımdan işe geç kalmamak için taksiyle geliyorum. verdiğim parayla kendime başka şeyler alabilirdim ya da güzel bir yemek yiyebilirdim.çok acıyorum taksiye verdiğim paraya.tabi uyuya kalınca çeşit çeşit de rüya görüyorum. dün geceki rüyalarımdan birinde iş yerindeyim, ama kimsecikler yok müdürün odasına iki kişi misafir geliyor.çaycı falan ortalıkta olmadığı için benden kahve yapmamı rica ediyorlar.tabi ki diyip nasıl içersiniz diye soruyorum.bir sade,bir orta, bir şekerli kahve istiyorlar.tühünüz diyerek mutfağın yolunu tutuyorum.ağır misafirler olsa gerek ki elim ayağıma dolaşıyor.bir türlü doğru düzgün bir fincan bulamıyorum.fincanların ya tabakları farklı ya kulpları kırık, tamam ya bu fincanlar olsun diyorum bir türlü kahveyi yapamıyorum.rüyamda uzun bir sure fincandı kahveydi derken debeleniyorum.sonra içeri gidip, fincanları bulamadım,kahve de yapamadım diye ağlıyorum.adamlar halime acıyıp fincan aramaya geliyorlar mutfağa.

ikinci rüyamda da garip bir tatil köyüne tatile gitmişiz.bavullarımızı taşıyan bir kız bizi deniz kenarından odaya götürüyor.deniz nasıl berrak,nasıl mavi,muhteşem bir kumsal var.sonra tatil köyünün arka tarafından bahçelik yerinden oğluşla eşimin yanına gidiyorum.tatil köyünün bir kısmı hayvanat bahçesi gibi.sonra bir bakıyorum fil gibi uzun hortumu olan, ama vücudu çita gibi inc eve çevik filin blumia hali gibi bir hayvan benim oğluşu hortumuyla dövmeye çalışıyor.eşim de ben de müdahale edemiyoruz.filimsi yaratık ve benim oğluş alt alta üst üste dövüşüyorlar ve benim naïf kendinden küçük çocuklardan bile dayak yiyen ve sesi çıkmayan oğlum en sonunda filimsi yaratığı tutup fırlatıyor, dövüşün galibi oluyor. annesi de bir uyanıyor saat 8.30 olmuş ve işe geç kalmış.

tatil vaktim gelmiş değil mi?

28 Temmuz 2010 Çarşamba

kitap can'dır

bugün saat üçe kadar dışardaydım.işyerine geldim ki ne göreyim kitaplarım gelmiş :))) üşenmedim bu kez hepsini yanyana dizip bir fotoğraf çektim.çünkü hayallerimden birini gerçekleştirdim. :))




şu yana yana duran güzel kalplere bakar mısınız! küçükken bir arkadaşımın can çocuk serisinden seri şeklinde kitapları vardı.kütüphanenin bir rafı yanyana dizilmiş kalpli kitaplarla doluydu.istesem belki okumam için verirdi, ama hiç istemedim.çok özenmiştim ona.elime alır ve dokunursam o kitaplara bir daha geri vermek istemem gibi gelmişti.o yüzden hiç birini okumamıştım o kitapların.çocukluğumun geçtiği yerlerde öyle set şeklinde kitap satan bir kitapçı yoktu,olsaydı da kimse bana o kadar çok kitabı aynı anda almazdı. neyse geçen gün idefix'de can yayınlarının setlerdeki %40 indirim kampanyasını görünce mutlaka bir set almalıyım dedim.önce biraz kararsız kaldım,okuma zevkine ve bilgisine güvendiğim leylak dalı'na danışma hakkımı kullandım ve işte bu güzelleri aldım.

roald dahl seti :))


hem böylece can çocuktan da bir sürü kitabım olmuş oldu.hi hiii! :)) ilk fotodaki kitaplar da kitapyurdundan.tatilde okumak için ince ince seçtim.dukan diyeti'ne de tatil dönüşü okuyup başlamayı düşünüyorum.tatile ne zaman çıkacağım henüz kesinlik kazanmasa da tek eksiğim yeni bir bikini. turkuaz ve kahve tonlarda güzel bir bikini arıyorum.ondan sonra uzanmışım kumsala hayat damlar içime şarkısına başlayabilirim.
bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik, bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik şiiri geldi aklıma.ben de çocuklar gibi şenim.
kitaplarım çok güzel değil mi?:))))))))))))))))))))))

27 Temmuz 2010 Salı

gıcığım

metroda, otobüste, arabada kitap okuyabilen şanslı insanlar gıcığım size!

eşim iş gezisinde olduğu ve günümün yaklaşık 2 saati toplu taşıma araçlarında geçtiği halde okuduğum ilk paragrafla birlikte dönen başım ve bulanan lüzumsuz midem size de gıcığım!

güneş! bütün gün ortalığı kavurup evimi sauna kıvamına soktuğun için koltuklarıma oturamadığım ve bu yüzden uzun zamandır kitap okuyamadığım için sana da gıcığım.

lütfen artık havalar serinlesin...

hayır ev sauna gibi. kova kova terliyorum. kiloların bir gramı gitmiyor.demek ki saunanın zayıflatıcı etkisi yok.

öff.sıcaktan uyuyamıyorum.bir dondurma mı yesem?

26 Temmuz 2010 Pazartesi

top güllesi geliyoooor


cuma akşamı yemekten sonra yine attık kendimizi dışarıya.evimiz en üst kat olduğu, klima alma çalışmalarımız ufak çaplı araştırmalardan öteye geçmediği ve tüm kışı yok hava soğuk yok yağmurlu diyerek içinde geçirdiğim avm'leri boykot ettiğim için yaz akşamlarımızı genel olarak o park senin bu park benim gezerek geçiriyoruz.öyle ki saat 10-11 arası eve gelip biraz evin bunlatıcı sıcaklığında pelte kıvamına geldikten sonra sanki kaynar bir kazanda uykuya dalıyorum. evdeki tüm kapı ve pencerelerin açık olması ve evde yaşam belirtisi olmaması sonrası televizyon üzerindeki toz kapasitesine hafta sonu ben bile inanamadım. ne diyordum cuma akşamı...


cuma akşamı evin yakınındaki bir parka giderken dondurma almak için bakkala gittik, ben twister seviyorum,ama kalmamış oğluşla beraber gökkuşağı aldık,koca bey magnum aldı.dondurmalarımızı yalayarak giderken yine içimdeki söylenmeci insan devreye girip tam hızla dırdıra başlayacak ve bu dondurmada çok tatsızmış,zaten hiç bir zaman istediğim dondurmayı bulamıyorum bu bakkalda diyip giriş yapacakken elimdeki tatsız dondurma da yere düşmesin mi?neyse ki koca bey imdada yetişti de dondurmasını benimle paylaştı,yoksa oracıkta oturup ağlayabilirdim. dondurmalar bitince parka vardık, bıdık yine tabanları poposuna değerek koşmaya başladı.


park o kadar kalabalık ki çocuğu sürekli göz ucuyla takip etmek zorunda kaldım.şu çocuklar ne enteresan tam 1 saat aynı kaydıraktan aynı heyecanla kaydı.bizse çay içmeye gittiğimiz bir yerde en fazla bir çay içimliği kadar mutlu kalabiliyoruz.ondan sonra gözümüz başka bir mekan istiyor.genel olarak bir tatminsizlik içindeyim.mesela yüzüm için bir krem alıyorum.10-20 gün kullanıyorum sonra istiyorum ki bitsin ve ben yeni bir tane deniyeyim. ya da yemek yiyorum mesela çorba içiyorum.2-3 kaşıktan sonra sıkılıyorum hep aynı tat.evde bir aşçı olsa ve az az 10 çeşit yemek yapsa.ya da mesela ben açık büfe olan bir otelde yaşasam.canım sıkıldıkça oda değiştirsem.istikrarsız biriyim vesselam.zaten başladığım diyetler de hep o yüzden başarısız ya.bak bıdık 1 saat aynı kaydıraktan kayıyor ve hadi gidelim dediğimde höykürerek biraz daha diye ağlıyor.bıraksan kim bilir ne kadar daha oynayacak.her kayışta da aynı heyecan "top güllesi geliyooooor" diye bağırıyor.ya ben,saçım için aldığım ilacı ilk bir hafta düzenli kullanıp sonra türlü bahanelerle kullanmayı bırakıyorum.


sahi ben ne zaman böyle oldum.


güne not:sabah pantalonumun düğmesini ilikleyemedim,korkumdan tartılmadım. :((




23 Temmuz 2010 Cuma

hayırdır inşallah

kafamın içinde dünden beri durmadan yankılanıp duran bir ses:

"arı gibi düşün, arı gibi düşün, arı gibi düşün, arı gibi düşün!"**

** arı filmini izleyenler bu sahneyi hatırlayacaktır.

test yaptım, pozitif çıktı


dün facebook'da nerden girdiğimi bilmiyorum bir test sayfasına girdim bakınız çıkan sonuçlar.daha test yapacaktım, ama yatma saati geldi.


auram ne renkmiş?


Sarı
Etrafınızı aydınlatıyor, hafif bir sıcaklık yayıyorsunuz. Bunun sebebi entelektüel ve zihinsel anlamda sürekli kendinizi geliştiriyor olmanız. Bu geliştirme süreci sizin için acılı, hatta ateşli olabiliyor. Fakat dışarıya yansıyan bu değil. İçsel deneyimleriniz başkalarının sorunlarına bir kalemde çözüm oluyor, ama siz o deneyimleri edinirken adeta kendinizi yakıyorsunuz. İncelik karakterinizin temeli. Çünkü içinde yaşadığınız dünyayı ancak zarafet ve nezaketle değiştirebileceğinizi düşünüyorsunuz. Başkalarına karşı gösterdiğiniz iyi niyet, kırılganlığınızı artırıyor. Ama siz yılmıyorsunuz.


en çok hangi duyumu kullanıyormuşum?


Dokunma
Romantik bir kişiliğiniz var. Sevgilinizden ya da arkadaşlarınızdan en çok talep ettiğiniz şey size ruhen ve bedenen dokunulması. Çünkü ancak bu şekilde kendinizi güvende hissediyorsunuz. Ruhunuzun okşanmasını istiyor ve bu talebiniz yerine geldiğinde rahatlıyorsunuz. Bunun yanı sıra istemediğiniz duyguları ruhunuzdan ve bedeninizden atmayı da biliyorsunuz. (u can't touch this...o ooo o)


hayalci misin? menajere ihtiyacı olan var mı?


Hayal menajeri
Sizin kendiniz için hayal kurduğunuz pek söylenemez. Ama başkalarını hayal kurmaları ve hayallerini gerçekleştirmeleri için teşvik ediyor, destekliyorsunuz. Başkaları hayallerini gerçekleştirdiği zaman "Benim de olsa" diyorsunuz ve sonra hayallerini gerçekleştirmesi için yardımınıza muhtaç bir başkası daha çıkıyor karşınıza kendinizinkileri unutuyorsunuz. Bilmem ne yapmanız gerektiğini bizim söylememize ihtiyaç var mı?


hangi dili öğrenmelisin? ben italyanca veya fransızca çıkar diye düşünüyordum,bakın ne çıktı:


Arapça
Geçmişinizde asalet var. Hayatınız da sözcükleriniz gibi içten bükümlü. Bakışınız Samarra Kulesi’ni hatırlatıyor. Bir tek bulunduğunuz yerden zirveyi görebilirsiniz. Anlattığınız hikayeleri çoğu zaman kimse anlamıyor. Çünkü siz soldan sağa değil, sağdan sola anlatıyorsunuz. Gözlerinizde parıldayan resimler olmasa neden bahsettiğinizi bile bilmeyecekler. Önemi yok. Siz kadim geleceğin de kadim geçmiş kadar yüreğini okuyorsunuz. Arapça öğrendiğinizde okuduklarınızı yazabileceksiniz.
foto:samarra kulesi

21 Temmuz 2010 Çarşamba

1 yıl

şu şarkı eşliğinde okuyun lütfen!





çok yalnızdım, karmakarışık ve bomboş hissediyordum kendimi, konuşacak,paylaşacak,gülecek ve beni anlayacak kimse yoktu çevremde. önceki işyerimde günlük telaşeleri konuşabileceğim insanlar vardı,ama şimdiki işyerimde kimse paylaşmak nedir bilmiyordu.işyeri işte.iş arkadaşından arkadaş olmaz görüşündeki anlamsız insanlar.o dönemde eşimle de aram çok kötüydü.yalnızlığın diplerindeydim.sonra nasıl oldu, ilk hangi blogu okudum hatırlamıyorum.bir süre sadece okuyucu oldum.sonra dedim ki kendi kendime belki de artık günlük tutmadığın için kendine bu kadar uzaksın.eşim daha önce eski günlüklerimi bulup okuduğu için vazgeçmiştim günlük tutmaktan.yapabilir miyim? dedim kendime. bir sanal günlük.neden olmasındı ve yazmaya başladım.öfkemi, sevincimi, sevdiğim yazıları, şiirleri, rüyalarımı,okuduğum kitapları, oğlumu...blog dünyasında çok sevdiğim ve kısa sürede kendimi çok yakın hissettiğim insanlarla yüzlerini hiç görmeden ruhlarını görerek tanıştım.

uzun zamandır içimde yoğun bir boşluk ve amaçsızlık hissediyordum. eşim, çocuğum ve işim var.hepsi de yeterince tatmin edici aslında peki neden bu boşluk, neden bu hep birşeyin eksik kaldığı hissi diye düşünüyordum.hiç bir arkadaşımla yaptığım sohbet damağımda kalımlı bir tat bırakmıyordu. eşim bile beni anlamıyordu. yaşamdan keyif aldığım sınırlı anlar oğlumla vakit geçirdiğim anlardı.bazen ondan bile canım sıkılıyordu. okuduğum onca kişisel gelişim ve psikoloji kitabına rağmen bulamamıştım bu boşluğun nedenini. sonra mart ayında psikoloğa gitmeye karar verdim ve içimdeki düğüm yavaş yavaş çözülmeye başladı. daha ilk görüşmede yoğun bir farkındalık yaşadım.insan bazen bataklığın içinde debelenirken kurtuluşu olabilecek yanıbaşındaki dalı göremiyebiliyor,işte o dalı gösteren kişi oldu psikoloğum.ben dalı görmemek için uzun süre direndim, ama geçen haftaki görüşme sonrası yolumun üzerindeki sisler dağıldı ve yürüyeceğim yol ortaya çıktı.

hep bir eksik var hayatımda diyordum ya, hani dünyam eski kovboy filmlerindeki terkedilmiş ıssız kasabalar gibi diyordum.işte hayatımdaki eksik ve o gittikten sonra ıssız kaldığım kişi abim.

beş yaşında bir çocuktum abimin hastalığı ilk başgöstermeye başladığı zaman.evde sürekli mutsuz,huzursuz,kavga eden bir anne-baba.annem der ki 5 yaşına kadar çok yaramaz bir çocukmuşum sonra ne olduysa uslanmışım.küçücük çocuk aklımla kim bilir neler düşündüm.evde yeterince sorun var, bir sorun da sen olma,akıllı uslu ol! sonraki yıllarım evde abimle geçti.yaşıtlarım sokakta oynarken ben kısıtlı zamanlarda sokağa çıkardım,çünkü abim evde tek başınaydı ve benim ona arkadaşlık etmem gerekirdi.şikayetçi de değildim bu durumdam.o benim abim, oyun arkadaşım, sırdaşım,yol göstericim,dinleyicim herşeyimdi.küçük dünyamı dolduran en önemli insandı.bilirdim ki ne yaparsam ya da ne olursa olsun benden vazgeçmez,beni hep sever.bazen kızardım ona,onun hastalığı yüzünden hayatımız hep engellendiği ve yapmak istediklerimi yapamadığım için suçlardım onu.

hayatımın ikinci önemli dönemi 15 yaşında üniversite sınavına hazırlandığım yıldı. o yıl abimi kaybettim. abimin ölümüne üzülmeye hakkım yoktu sanki,annem kadar üzülüyor olamazdım ya.akıllı bir kız olmalı ve ailemi üzmeden benden beklenenleri yapmalıydım.onları bir de ben üzmemeliydim.hayat maratonuna soluk almamacasına başladım. üniversiteyi kazandım, dört yılda bitirdim, hemen güvenli bir iş buldum, iş bulduktan bir yıl sonra da evlendim, evlendikten iki yıl sonra da anne oldum. benden beklenen senaryodaki rolümü tamamlamıştım.


peki şimdi?



neydi bu içimdeki boşluk, sessizliğin uğultulu sesi?



eşimle hiç bir zaman istediğim gibi yakın olamadım, anne-babamla da, arkadaşlarımla da.hani yaşanan andan alınan o yoğun doygunluk hissi vardır ya,onu ben uzun yıllardır hissetmiyorum.



niye diye sordum psikoloğuma?niye?


cevap çok basitti. benim ruh eşim abimdi, ben onunla ilişkinin nirvanasını yaşadıktan sonra yaşadığım her ilişkide o tadı aradım.bulamayınca da öfkelendim.anneme, arkadaşıma, eşime...

şimdi o ıssızlığı tamamen dolduramayacağımı biliyorum, ama içinde kendim için küçük vahalar yaratabilirim. işte burası benim o vahalarımdan biri.

sevgili günlük, tam 1 yıldır benimlesin ve kendimi bulma yolunda ilerlememde büyük katkın var.teşekkürler.

blog arkadaşlarım sizden çok şey öğrendim.teşekkürler.


blogumu açarken uzun uzun isim düşünmüştüm ve yıllar önce 14 yaşında okuduğum, genel konusu dışında detaylarını hatırlamadığım,ama bende bıraktığı yoğun duyguları hatırladığım "kara kitap" ismi olur demiştim." kara" hem gözlerimin rengini hem de o günlerdeki ruh halimi anlatıyordu. "kitap" sa kendimde henüz benim bile bilmediğim sayfalar olduğunu biliyordum ve zaman içinde yazdıkça o sayfalar açılacak diyordum. bugünlerde kara kitap'ı tekrar okuyorum. kitaptaki "göz" bölümünü okurken sanki kendimi okur gibi oldum.evet kara kitap benim en sevdiğim kitap, çünkü içinde benden çok parça var.



sıradan bir insan yazıyor burda, insan olmaya çalışan, öğrenmeyi seven, kendini ve insanları sevmeye çalışan biri. yürüdüğü hayat yolunda hayatın karşısına hep iyi insanlar çıkardığına inanan 5 yaşında büyümek zorunda kalmış, belki de o yüzden hep 5 yaşında kalmış bir kız çocuğu.


hayat, sen çok büyüksün!

20 Temmuz 2010 Salı

buldum

6 temmuz'daki yazımda bahsettiğim pantalonu bugün sabah buldum.oraya daha önce baktığıma eminim.daha iki gün önce orda yoktu.

acaba diyorum amelie'nin babasının cücesi gibi benim pantalon da dünya turu falan mı yaptı?hay allah bana gittiği yerlerden kart falan da postalamadı.

bakalım şimdi sıra kimde?kim geziye çıkacak ve evden kaybolacak.çanta mı, kolye mi, kitap mı evet bak geçen gün arkadaş okumak için empati'yi istedi aradım bulamadım.acaba o şimdi nerelerde.eşyalarım sıramı çalıyorsunuz ama, gezme sırası bende.

birinç!

dün gece

bıdığı yatağına yatırdım,öptüm iyi geceler dedim ve oturma odasına geçtim.biraz koca beyle tatile nereye gitsek diye internette dolandıktan sonra o halen dolanmaya devam ederken ben biraz kitap okumak için yatak odasına geçtim.ışığı yaktım ne göreyim bıdık bizim yatağa geçmiş.biraz gıdıkladım,hadi yatağına falan dedim,konuyu dağıtmak için sohbete geçti akıllı bıdık.okulda bütün yemekleri yiyormuş,hatta dün arkadaşı 9 tane o 7 tane zeytin yemiş,çünkü zeytinler tazeymiş. akşam yemek olarak sadece bir dilim salçalı ekmek yediği için acıkmış olacak evde zeytin yemeyen çocuk zeytin var mı diye sordu.bir tabak zeytini bir dilim ekmekle yedi ve bizim yatakta babasıyla birlikte uyudu.bana da kanepe kaldı.gece 3 gibi anne çağrısıyla uyandım.bizim küçük bey susamış.koca tabak zeytin susattı tabi ki büyük bir bardak su içti bir 5 dk kadar sohbet etti sonra da sanki hiç uyanmamış gibi gidip yatar yatmaz uyudu.ben uyuyamadım tabii ki.saat 5 sularında yine "anne" çağrısıyla uyandım."susadım,aslında sürahide olsa ben içerdim,ama su kalmamış" peki babandan niye istemiyorsun diyecektim, demedim.kalktım suyunu verdim,çişini sordum,tuvalete gitti,biraz sohbet, sonra hoop yatak ve uyku.ben yine uykuya geçene kadar yatakta dön dur. saat kaç oldu hala kendime gelemedim.evin içi zaten çok sıcak oluyor.gece defalarca ter içinde uyanıyorum. uykum var.şöyle yumuşak bir şezlongda çam ağaçları altında iki satır kitap okuyup 10 dk kestirmek,sonra iki satır daha okumak,sonra yine kestirmek istiyorum.çok şey mi istiyorum.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

incir sütü

görümcem nerden duymuşsa boynunda çıkan küçük et benlerine incirin sütünü sürmüş benler kızarmış ve şişmiş.ben de bugün biraz araştırma yapınca gördüm ki incir sütü benlere değil siğillere iyi gelirmiş.

hoş bu et benleri için ilaç çıkmış, geçen gün eczanede ilanlarını gördüm.ben onlardan alıp kullanacağım. incirlerin de olmasını bekleyip afiyetle yiyeceğim.

eski avluda


Eski Avluda


Bir çiçek açtığında

Bir eski avluda

Diyor ki;

Çalıda sarı bir çiğdemim ben

Ve senin çok eski cümlen.


Sen otursan, gitmemiş ki! olsan

Ben sana bir eski

Endülüs avlusu

İstersen serin bir Portofino getirsem

Ya da Yedigöllerin yedisini birden.


Bir çiçek açtığında

Bir eski avluda

Diyor ki;


Her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken

Buldum buluşturdum kendime geldim

Tek eksik sensin!

İncecik, çilli bir dille

sen de gelsen.


Ben sana kırmızı kiremitli bir çatı

Begonviller ve bir mavi kapı

Ve illa amansız bir avlu getirsem.


Dünya soğur, akşam serinlerken,

Benim sensiz sevinecek bir şeyim yok.

Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,

Ve işte en geniş cümlem:


İçimi açtım sana.

İçini açmak için.


Birhan Keskin


şiirin tamamı güzel de özellikle son kısmı çok sarsıcı "benim sensiz sevinecek bir şeyim yok"...

16 Temmuz 2010 Cuma

duma duma dum refarandum


şimdi bugünlerde benim kafama takılan bir şey var, gündemdeki en önemli maddelerden biri olan referandum.


referandum'da evet veya hayır seçeneği var değil mi?


peki anayasa maddelerinden bazılarının değişmesini istiyor bazılarınınsa aynı kalmasını istiyorsak ne yapacağız? Yani onaylamadığım tek bir madde bile varken evet'e basmak onu da onaylamak anlamına gelmiyor mu?


böyle bir sürü maddenin değişikliğine ilişkin referandum mu olur kardeşim.tek tek sorsana!


ya da mesela maddeler tek tek yazılsa ve yanlarına evet-hayır-kararsızım kutucukları koyulsa.


ama o zaman sadece evet'in nasıl yazıldığı öğretilen okuma yazma bilmeyen insancıklar nasıl referandum'a katılacak.


kafam çok karışık çooook!

15 Temmuz 2010 Perşembe

zihni sinir proce

bundan böyle kendimi sosyal sorumluluk projelerine adamaya karar verdim ve ilk eylemime başlıyorum.

ülkemin nadide köşelerinde amcası,dayısı,amcaoğlu,abisi veya babasının tecavüzüne uğramış veya sevdiğiyle içgüdüsel olarak doğasında olan şeyi yapıp sevişmiş, bu eylemler sonucu bekaretini yitirmiş daha sonra ailesi tarafından zorla bir başka erkeğe satılmış genç kızlarımızı töre cinayetinden kurtarmanın yolunu buldum. bu iş için para toplayıp şurada anlatılan üründen alıp köy köy gezip genç kızlarımızı namusun bir parça kanda olduğuna inanıp gelinlik yerine kefene sardıran zihniyetten kurtarmak.

bu ürün nerden bulunuyor acaba?toplu alımda indirim falan olur mu?

kördüğüm


öyle uzak ki yerim

uzakları aşıyor

bütün özlediklerim

benden ayrı yaşıyor


ya her şeyim ya hiçim

sorma dünya ne biçim

bir kördüğüm ki içim

çözdükçe dolanıyor

14 Temmuz 2010 Çarşamba

gözyaşı denizi

mutsuz değilim, ama içimde sanki bir yara kanıyor ve dışıma gözyaşı olarak çıkıyor.

bugün şu durumdayım.

göksu'cuğum gel beraber ağlayalım.ben seni dinlerim, belki rahatlarsın.sen bana sadece omuz ver yeter. anlatacak birşeyim yok çünkü.

anahtar ve deliği


bir yap boz gibiyim.


her koyduğum parçada tamamlanacakmışım gibi hissediyorum.


oysa ki tam ortada büyük bir parça eksik.


içimde sebebini bilmediğim bir boşluk, bir eksiklik, hep yarımmışım hissi.


kendimi eski kovboy filmlerindeki sokaklarında çalılar uçuşan terkedilmiş kasabalar gibi ıssız hissediyorum.


bugün hiçbir şey yapmadan sadece düşüneceğim.iş falan da umurumda değil.

13 Temmuz 2010 Salı

kime sorsan, evinde bir oda eksik

YALNIZLIK

Yalnız kaldınız sanırsınız,
Biliyorum.
Yalnız bırakılmışsınız,
Biliyorum.
Ötesi yok.

II

Ötesi var:
Yalnızlık
Müziğin bile seni dinlemesidir.
Yalnızlık
İnsanın kendine mektup yazması
Ve dönüp-dönüp onu okuması
Yalnızlığın da ötesidir.




DÜŞÜNGÜ

Hepsinin gelmesini bekleme;
Bir kişi gelmeyecek.

Sen alışmayasın diye,
Korkmayasın diye,
Düşünesin diye...

Kendine yetmen için..
Herkesin kendinden kaçacağı yerlerde
Sen kaçmayasın diye.

Gelenler gitmeyecekmiş gibi..
Doğumlarda ölümlerde
Duyasın diye.

Bildiğini bildirmek için
Bilmeme'yi öğrenmelisin.
Tam kalasın diye.

Hepsinin gelmesini bekleme,
Sen var olasın diye.
Bir kişi gelmeyecek,
Sen, bir olasın diye.

-------------------------------------------------------------------------------
özdemir asaf gibi şair değilim o yüzden anlatamam belki ama sonunda niye hep yarım,eksik hissettiğimi anladım.

şairin dediği gibi

yalnızlık anlatılmaz,
anlatılan yalnızlık olmaz.

anladım, anlamak yetmiyor!

mavi mi gri mi?



böyle bir kedi alsam onu sevsem,beslesem,oğluma arkadaş etsem, acaba bütün gün evde onu tek başına bıraktığım için haksızlık etmiş olur muyum?sırf bu düşünce yüzünden kedi beslemekten vazgeçiyorum.patoş gibi bir kedim olsa,onu sıksam,sevsem (elmayra aklıma geldi,ıyyyy...) hem koca beyin tezine de karşı bir kediymiş bu patoş.tüyleri az dökülüyormuş. çok güzel değil mi?hem de oğlumun doğum gününe koymuşlar.bunu bir işaret olarak mı algılamalıyım.yine kedi besleme arzum depreşti. :)

12 Temmuz 2010 Pazartesi

işte geldim burdayım


hafta sonu o kadar yoğun geçti ki bugün hiç dinlenmeden işe gittim. cumartesi sabahı kpss'ye girdim.sırf eşim için kendimi feda ettim.sürekli söylenip durduğu ve çok yorulduğunu belirttiği,bunun suçlusunun da özel sektörde çalışması olduğu-bu fikri annesi tarafından da desteklendiği- için hadi dedim kpss'ye girelim,şansımızı deneyelim.ama şans işi değilmiş,çalışmadan olmuyormuş.ne matematik kalmış,ne ingilizce,hepsi aklımdan uçmuş gitmiş.türkçe iyiydi,hatta sorular kolaydı bile diyebilirim.sınav benim için tam bir hezimetti.altıparmak'ta bir okulda girdim.8 yıldır bursa'da yaşıyorum altıparmak'ın bu kadar güzel sokakları olan bir yer olduğunu bilmiyordum.sınava girdiğim okul eski bir devlet okuluydu.okul o kadar eskiydi ki orda okuyan çocuklar için çok üzüldüm.fırsat eşitliği bu mu dedim içimden.internetten okulun yerini araştırırken gördüm ki okul sbs'de gayet başarılı,ayrıca folklor ekibi türkiye üçüncüsü olmuş.yani koşullar kötü olsa da öğretmenler ve çocuklar çaba harcayınca oluyormuş. sınav sonrası akşam gideceğim düğüne hazırlık olsun diye kuaföre gittim.zaten ingilizce'de ablak gibi kalınca sınavdan süngüm yerlerde erkenden çıktım.benim çatlak kuaförümde işlerim bitince bir kahve içip sohbe ettik.reiki,yoga derken druid büyülerine merak salmış,biraz onlardan konuştuk. eve geldim bizimkiler yok,pikniğe gitmişler.eşim gelip beni de aldı,hooop kendimi piknikte buldum.akşam 5 gibi eve geldik banyoydu yemekti derken hazırlanıp arkadaşın oğlunun sünnet düğününe gittik.biraz çiftetelli,biraz halay biraz damat havası derken yorulmuşum nasıl uyuduğumu bilemedim. pazar günü bedenim yorgunum biraz dinlenmek istiyorum diyordu, kahvaltı sonrası oğluş bir kanepeye ben bir kanepeye yatıp pineklerken arkadaşlar aradı ve pikniğe gidelim dediler.hava çok sıcak hadi gidelim dedik. hemen bir salata yaptım,tabakları koydum ve düştük yola.atatürk kent ormanı'na gittik bu kez,aman ne kalabalık oturacak tek masa yok.çocuklar parkı görünce çıldırdı,illaha kalalım.yaydık yere kilimleri oturduk.ama bünye alışık değil yerde oturmaya, belim, kuyruk sokumum,bacaklarım,sırtım,boynum kısacası tüm eklemlerim tutuldu.gece ağrıdan sabaha kadar uyuyamadım ve şişman olduğum için kendime bir kez daha kızdım.ne hakkım var ayaklarıma,dizlerime,bedenime böyle acı çektirmeye.sırf bir anlık doyum için aburcuburları yiyip dizlerimin üzerine bu kadar ağırlık bindirmeye ne hakkım var dedim ve çok kızdım kendime.


bugün zar zor uyanıp işe gittim.çaycı ablamız da izinde yerine gelen abla da tabi tam bilmiyor sabah kahvemi benim fincanımla değil işyerindeki fincanlarla yapmış,onlar da kalın hiç sevmiyorum kalın fincanda türk kahvesini.neyse öğleden sonra bir kahve daha içtim biraz ayıldım.


hiç gazete okumadım bugün.işim gereği sıkılsam da her gün gazetelerin ekonomi sayfalarını okumaya çaba harcıyorum,ama sınavda çıkan avrupa merkez bankası başkanının adı nedir sorusunu bilemedim ya yuh dedim kendime yuuuuhhh.okuduğum onca gazeteyi neremle okuyorsam.nasılsa hiçbirini hatırlamıyorum,bari magazin okuyup gülerim.


öğle tatilinde kafka'nın dönüşüm kitabıyla ilgili bir yazı okudum.okurken birden kitabı okuduğum zamanki duygularımı hatırladım.çok ağlamıştım okurken.gregor samsa'yı abimle özdeşleştirmiştim okurken.bazı kitaplar,bazı dizi veya film kahramanları bana hayatımdaki kişileri çağrıştırır.abimi çağrıştıran kitap kahramanı gregor samsa, dizi kahramanı ise alf. garip değil mi? yarın psikoloğuma bu durumu bir danışayım bakalım.


psikolog diyince geçen haftaki görüşmeye eşimle birlikte gittik.psikologlara karşı çok önyargılı olmasına karşın bu hafta kendisi bir görüşme daha yaptı.bir daha gider mi bilmiyorum,ama umarım devam eder. iki haftadır huzurluyuz. devam eder mi bilmiyorum, ama etmesi için elimden gelen çabayı göstermeliyim. doğru yapmadığımı biliyorum, ama oğluşa babasıyla hep kavga ettiğimizi ve ayrılırsak daha iyi olacağını söyledim. bana ne dedi biliyor musun? babasıyla kalırmış,çünkü babası her istediğini yapıyormuş. sonra dedi ki "hayır olamaz, bu ailenin birliği bozulamaz." evet tam olarak bu kelimeleri kullandı. bu ailenin birliği bozulamaz.


geçen hafta yine sıkıntılıydım,sıkılınca kendimi alışverişe veriyorum bir sürü kitap aldım yine. can yayınlarının kapmanyasından ronald dahl seti aldım.çocuk kitaplarını okuyup okuyup sıkıntımı atacağım. bir de bu ay doğumgünü olan arkadaşlarıma hediyeler.bu ay eşimin de doğum günü ona da oniki'yi aldım (çıkarcı kara kitap :) ) o okumayacak büyük bir ihtimalle yine alıp bir kenara atacak, neyse ben okurum inşallah.tatiiiil istiyorum.koltukta oturup saatlerce boş boş denize bakmak,ara sıra kitap okumak,yeni yerler görmek istiyorum.


ağustos'ta taile çıkıyorum.bu sene çandarlı'ya gitmeyi düşünüyorum.denizi hakkında bilgi sahibi olan var mı?ben kumlu ve sığ deniz seviyorum da!


işte durum bundan ibaret,işyerinde çok yoğun günler, evde de koca bey olunca uzun zamandır yazamadım.yazmayınca günler farkına varılmadan yaşanıp gidiyor.yazınca anlıyorum ki ben yaşıyorum ve bu dünyada bir iz bırakıyorum. hem de 82 kiloluk bir iz :(((((


sorun kilo sorunu değil onu farkettim,sorun kendini sevme sorunu.kendini sevmiyorsan bir şekilde kendine zarar veriyorsun.aşırı yemek,çok para harcamak,bağımlılıklar, sana zarar veren insanlar,işkolik olmak vb. aydan atlayan kedi'nin listesi gibi kendimi sevmek için nedenler listesi mi yapsam? çok zor bu be!aklıma hiç birşey gelmiyor.ben biraz düşüneyim.


beni takip eden 80 kişi olmuş. takip etmeden okuyan kaç kişi var bilmiyorum çünkü anlamıyorum öyle statcounter'dan falan.yazdığım herşey okunuyor mu onu da bilmiyorum.yine de okuyan herkese teşekkürler.değer verildiğimi hissettiriyorsunuz.


not:fotoğrafı son yıllık iznimde bursa sokaklarında dolaşırken çekmiştim.fotoğrafı iki saatte zor yükledim.çabuk yüklemek için ne yapmalıyım?

8 Temmuz 2010 Perşembe

temmuz 2010


Arzularına gem vuranlar, gem vurulacak kadar zayıf arzulara sahip oldukları için bunu yapıyorlar.

WILLIAM BLAKE

7 Temmuz 2010 Çarşamba

kirli çamaşır

banyoya girerken evde kirli sepeti yokmuş gibi çamaşır makinasının kenarına çıkarılmış kirli çamaşırlar,
yatak odasında gardrobun önünde her gün yenisi giyilen ama o günkü kirliden ayrılmak istemediği için çıkarıldığı yerde kalan tişörtlerden oluşan bir çamaşır tepeciği,
yakında nefes alacak tek gram oksijeni kalmayacak ve artık suyun içinde görünmeyen bir balık,
balkonda susuzluktan kurumak üzere olan çiçekler,
artık kirli sepetine sığmayan çamaşırlar,
oturma odasında iki adet kanepe,birinin üzeri lego ve bakugan,diğerinin üzeri küçük küçük kesilmiş kağıtlarla dolu,
mutfak tezgahının üzerinde içindeki kekler yenmiş browni kağıtları,çekirdek kabuklarından oluşturulmuş ikiz kuleler,
yerde bir çift küçük bir çift büyük erkek çorabı,
tvnin üzerindeki toza roman yazılabilir kıvamda,
salonda yerde yastıklar,masanın üzeri kağıtlarla dolu,
yatağın başucunda defterler,kitaplar,kalemler,
makyaj masasında aradığın kolyeyi bulamama,
sabahları deli gibi çalan üç tane saate rağmen halen işe geç kalan ben,

değiş tonton diyip,çalışkan ev hanımı moduna geçiş yapsam iyi olacak.neden ben tanrım,dışarıda yaşanacak çok şey varken,neden evde bu kadar iş olmak zorunda.kendi kendini temizleyen bir ev hayal ediyorum ya da istihdam yaratmak ve eve hergün kadın gelmesini sağlayacak kadar zengin olmak. bir insan ev işinden bu kadar mı nefret eder.

hem her yer tertemiz koksun,pırıldasın istiyorum, hem de iş yapmaktan nefret ediyorum.bu ne yaman çelişkidir.

6 Temmuz 2010 Salı

yorumsal mevzular

siyah pantalondan sonra şimdi de yorumum kayboldu.onaylanacak bir yorumum vardı,üzerine tıkladım kayboldu :((

kim ne yazmıştı acaba? yazdığınız yoruma cevap almak güzel oluyor,karşılıklı sohbet eder gibi biliyorum ama ben bana gelen yorumlara cevap yazamıyorum,çünkü işyerinde kendi blogumun yorum kısmı da inaktif,ama siz bana yazın oldu mu :)

kim ne yazdıysa tekrar yazabilir mi?lütfeeeen...

kayıp aranıyor

hani hepimizin zayıf gösterdiğine inandığımız ve rahat ettiğimiz bir siyah pantalonumuz vardır ya işte benim o pantalonum kayıp.dolabımda bulamıyorum.sanki şeytan aldı götürdü,satamadan da getirse.dün işe saçma sapan bir kıyafetle gelince içime oturmuş olacak ki gece rüyamda siyah pantalonumu gördüm.şöyle ki;

evde söylenip duruyorum.siyah pantalonumu ve bir elbisemi bir türlü bulamıyorum,kayıp diye.eşimde bana kızıyor,evin içinde nasıl kaybolacak diye.sonra tv'de bir haber bir bakıyorum benim pantalonla elbise bir bombalama olayına karışmış.teröristler benim yıkayıp balkona astığım güzelim siyah pantalonumu alıp bomba yapımında kullanmış.

offf ya pantalonum nerdesiiiiin?insan evin içinde nasıl eşyasını kaybeder anlamıyorum ki?_

5 Temmuz 2010 Pazartesi

05.07.2010

5 D kuralı:

Duygu ve Düşüncelerini Değiştir,
Davranışların Değişir.

2 Temmuz 2010 Cuma

2 temmuz

bugüne dair hiç bir şey yazamam cehennem gibi bir gün olması dışında yazanlar yazmış zaten burda ve burda...

kimdir öteki, yunus'un,mevlana'nın, hacı bektaş'ın, pir sultan abdal'ın olduğu bir coğrafya'da kimdir öteki ve nedir o ateşi yakan ilk kıvılcım?

her iki temmuz'da benim de yanar yüreğim.almaz aklım.sonra kubilay'ı düşünürüm ve anlarım.bu zihniyet kubilay'ı şehit eden zihniyet.

filistin'e yardım toplamak için kermesler açılmış oturduğum mahallede yan binasında ayakkabısız,üstündeki incecik buluzla kışın sokakta oynayan çocukları görmezden gelen ablalar bir çaba çalışıyorlar,filistin için yardım topluyorlar.komşun açken tok yatmayacaksın demiş ya dinimiz onların komşudan anladığı yan bina değil,daha geniş bir görüş açısına sahip oldukları için komşu deyince filistin'i görmüşler.

örtünmek doğaldır bana göre.babaannemi başı açık görmedim.hep bir beyaz çekisi olurdu.köyümdeki kadınları yazmasız görmedim mesela,ama öyle dert etmezlerdi yazmanın altından görünen saçlarını,bayramlarda yeni yazmalar bağlanırdı,en renklisinden.vakko'dan 400-500 TL'ye türban alanı görmedim.maksat örtünmekse nedir türban?ayrıca en çok merak edilen gizlenen değil midir?

kadınla erkeğin bir arada bulunması ve müzik... din bu kadar kolay mı elden gider?

son sözü yine şiir söylesin

dünya, üç beş bilgisizin elinde
sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde
üzülme, eşek eşeği beğenir
bir hayır var sana kötü demelerinde

ömer hayyam

öteki olmak kötüdür,bilirim.

1 Temmuz 2010 Perşembe

rüya



kendime not: bir daha gece kim ki duk filmi izleme!




dün d&r'da kim ki duk'un rüya filmini gördüm ve sanki hazine bulmuş gibi sevindim.bu filmi daha önce cnbc-e'de izlemeye başlamış ama başını ve sonunu izleyememiştim.hani geçerken göz ilişmesi denen şekilde izlemiştim.o zaman ne filmin adını ne de yönetmenini biliyordum. sonra 7.oda'da fatoş'un boş ev filmine ilişkin yazısını okuduktan sonra filmi çok merak etmiş ve temin edebilmek için aramaya başlamıştım.internetten ararken rüya filmini görmüş ve filme ilişkin fotoğrafları ve filmin konusunu görünce o kısa bir süre izlediğim,ama takılıp kaldığım film olduğunu anlamıştım. boş ev'i uzun bekleyişler sonrası almış ve yaklaşık bir ay önce yine bir akşam herkes uyuduktan sonra izlemiştim.filmin içime işleyen müziği, sessizliğin muhteşemliği beni çok etkilemişti.anlaşmak için her zaman kelimelere ihtiyaç olmadığını gösteren çok etkileyici bir filmdi.kim ki duk'un tüm filmlerini izlemeliyim demiştim o zaman. ilk olarak da rüya'yı.




dün rüya'yı aldım ve akşam eşimle birlikte izledik. boş ev'in sonu da muhteşemdi rüya'nın sonu da.her iki filmde de hapsolma sonrası özgürleşme yaşayan bir baş karakter var.boş ev'de filmin erkek kahramanı hapse atıldıktan sonra varlığını sessizliğe gömüp bir gölgeye dönüşüyor.rüya'da ise filmin kadın karakteri akıl hastanesinde bir kelebeğe dönüşüyor.


filmden aklımda kalan en etkileyici replik:


-siz aynısınız tıpkı siyah ve beyaz gibi.



beni çok etkileyen ve öylece kalakaldığım bir son.




şimdi sıra ilkbahar,yaz,sonbahar,kış,ilkbahar'da!elinde cd veya dvd'si olan varsa hediye kabul edilir. :))