21 Temmuz 2010 Çarşamba

1 yıl

şu şarkı eşliğinde okuyun lütfen!





çok yalnızdım, karmakarışık ve bomboş hissediyordum kendimi, konuşacak,paylaşacak,gülecek ve beni anlayacak kimse yoktu çevremde. önceki işyerimde günlük telaşeleri konuşabileceğim insanlar vardı,ama şimdiki işyerimde kimse paylaşmak nedir bilmiyordu.işyeri işte.iş arkadaşından arkadaş olmaz görüşündeki anlamsız insanlar.o dönemde eşimle de aram çok kötüydü.yalnızlığın diplerindeydim.sonra nasıl oldu, ilk hangi blogu okudum hatırlamıyorum.bir süre sadece okuyucu oldum.sonra dedim ki kendi kendime belki de artık günlük tutmadığın için kendine bu kadar uzaksın.eşim daha önce eski günlüklerimi bulup okuduğu için vazgeçmiştim günlük tutmaktan.yapabilir miyim? dedim kendime. bir sanal günlük.neden olmasındı ve yazmaya başladım.öfkemi, sevincimi, sevdiğim yazıları, şiirleri, rüyalarımı,okuduğum kitapları, oğlumu...blog dünyasında çok sevdiğim ve kısa sürede kendimi çok yakın hissettiğim insanlarla yüzlerini hiç görmeden ruhlarını görerek tanıştım.

uzun zamandır içimde yoğun bir boşluk ve amaçsızlık hissediyordum. eşim, çocuğum ve işim var.hepsi de yeterince tatmin edici aslında peki neden bu boşluk, neden bu hep birşeyin eksik kaldığı hissi diye düşünüyordum.hiç bir arkadaşımla yaptığım sohbet damağımda kalımlı bir tat bırakmıyordu. eşim bile beni anlamıyordu. yaşamdan keyif aldığım sınırlı anlar oğlumla vakit geçirdiğim anlardı.bazen ondan bile canım sıkılıyordu. okuduğum onca kişisel gelişim ve psikoloji kitabına rağmen bulamamıştım bu boşluğun nedenini. sonra mart ayında psikoloğa gitmeye karar verdim ve içimdeki düğüm yavaş yavaş çözülmeye başladı. daha ilk görüşmede yoğun bir farkındalık yaşadım.insan bazen bataklığın içinde debelenirken kurtuluşu olabilecek yanıbaşındaki dalı göremiyebiliyor,işte o dalı gösteren kişi oldu psikoloğum.ben dalı görmemek için uzun süre direndim, ama geçen haftaki görüşme sonrası yolumun üzerindeki sisler dağıldı ve yürüyeceğim yol ortaya çıktı.

hep bir eksik var hayatımda diyordum ya, hani dünyam eski kovboy filmlerindeki terkedilmiş ıssız kasabalar gibi diyordum.işte hayatımdaki eksik ve o gittikten sonra ıssız kaldığım kişi abim.

beş yaşında bir çocuktum abimin hastalığı ilk başgöstermeye başladığı zaman.evde sürekli mutsuz,huzursuz,kavga eden bir anne-baba.annem der ki 5 yaşına kadar çok yaramaz bir çocukmuşum sonra ne olduysa uslanmışım.küçücük çocuk aklımla kim bilir neler düşündüm.evde yeterince sorun var, bir sorun da sen olma,akıllı uslu ol! sonraki yıllarım evde abimle geçti.yaşıtlarım sokakta oynarken ben kısıtlı zamanlarda sokağa çıkardım,çünkü abim evde tek başınaydı ve benim ona arkadaşlık etmem gerekirdi.şikayetçi de değildim bu durumdam.o benim abim, oyun arkadaşım, sırdaşım,yol göstericim,dinleyicim herşeyimdi.küçük dünyamı dolduran en önemli insandı.bilirdim ki ne yaparsam ya da ne olursa olsun benden vazgeçmez,beni hep sever.bazen kızardım ona,onun hastalığı yüzünden hayatımız hep engellendiği ve yapmak istediklerimi yapamadığım için suçlardım onu.

hayatımın ikinci önemli dönemi 15 yaşında üniversite sınavına hazırlandığım yıldı. o yıl abimi kaybettim. abimin ölümüne üzülmeye hakkım yoktu sanki,annem kadar üzülüyor olamazdım ya.akıllı bir kız olmalı ve ailemi üzmeden benden beklenenleri yapmalıydım.onları bir de ben üzmemeliydim.hayat maratonuna soluk almamacasına başladım. üniversiteyi kazandım, dört yılda bitirdim, hemen güvenli bir iş buldum, iş bulduktan bir yıl sonra da evlendim, evlendikten iki yıl sonra da anne oldum. benden beklenen senaryodaki rolümü tamamlamıştım.


peki şimdi?



neydi bu içimdeki boşluk, sessizliğin uğultulu sesi?



eşimle hiç bir zaman istediğim gibi yakın olamadım, anne-babamla da, arkadaşlarımla da.hani yaşanan andan alınan o yoğun doygunluk hissi vardır ya,onu ben uzun yıllardır hissetmiyorum.



niye diye sordum psikoloğuma?niye?


cevap çok basitti. benim ruh eşim abimdi, ben onunla ilişkinin nirvanasını yaşadıktan sonra yaşadığım her ilişkide o tadı aradım.bulamayınca da öfkelendim.anneme, arkadaşıma, eşime...

şimdi o ıssızlığı tamamen dolduramayacağımı biliyorum, ama içinde kendim için küçük vahalar yaratabilirim. işte burası benim o vahalarımdan biri.

sevgili günlük, tam 1 yıldır benimlesin ve kendimi bulma yolunda ilerlememde büyük katkın var.teşekkürler.

blog arkadaşlarım sizden çok şey öğrendim.teşekkürler.


blogumu açarken uzun uzun isim düşünmüştüm ve yıllar önce 14 yaşında okuduğum, genel konusu dışında detaylarını hatırlamadığım,ama bende bıraktığı yoğun duyguları hatırladığım "kara kitap" ismi olur demiştim." kara" hem gözlerimin rengini hem de o günlerdeki ruh halimi anlatıyordu. "kitap" sa kendimde henüz benim bile bilmediğim sayfalar olduğunu biliyordum ve zaman içinde yazdıkça o sayfalar açılacak diyordum. bugünlerde kara kitap'ı tekrar okuyorum. kitaptaki "göz" bölümünü okurken sanki kendimi okur gibi oldum.evet kara kitap benim en sevdiğim kitap, çünkü içinde benden çok parça var.



sıradan bir insan yazıyor burda, insan olmaya çalışan, öğrenmeyi seven, kendini ve insanları sevmeye çalışan biri. yürüdüğü hayat yolunda hayatın karşısına hep iyi insanlar çıkardığına inanan 5 yaşında büyümek zorunda kalmış, belki de o yüzden hep 5 yaşında kalmış bir kız çocuğu.


hayat, sen çok büyüksün!

4 yorum:

  1. Canım blogunu daha nice yıllar okuyalım inşallah. Sanırım hayatındaki pusu dağıtmaya başladın, ha gayret. Herkesin hayatının bir döneminde yaşadığı travmalar var, senin ki de hayli ağır, üstelik henüz kaldıracak olgunluğa erişmemişken. Zaman sana çözüm olacak biliyorum. Çok tatlısın, ne olur kendindeki cevheri gör.
    Seni görmese de çok seven ablandan öpücükler...

    YanıtlaSil
  2. yürek burkucu bir hikayen varmış... abiciğin nur içinde yatsın. bir çocuk için gerçekten zor...
    Allah evlatlarımızı bize bağışlasın.

    o ya da bu şekilde, iyi ki yazmaya başlamışsın, iyi ki tanımışım seni dostum... buralarda olman beni mutlu ediyor..
    sevgiler

    YanıtlaSil
  3. sanırım sen bana yorum yazdığında yolum düşmüştü senin bloguna.. "karakitap" nickini okuduğum zaman nefesim sıkışmıştı birden.. en sevdiğim adamla bu kitap üzerine aylarca konuşmuştuk çünkü.. ikimizin ortak bir şeyi gibiydi.. ikimiz de kitapta akrostiş yoluyla verdiği evin adresini okurken bulmuş, ve bunun için istanbula gitmiş o evi aramıştık.. farklı zamanlarda.. sonra ikimiz de bunu yaptığımızı birbirimize anlatınca o evin adresini kitapta nasıl gördüğümüze kadar hayret etmiştik.. ve sanki karakitap bizim birbirimizin yarısı olduğumuzu en çok vurgulayan şeydi.. rüya üzerine.. aslında kitaptaki pek çok şey üzerine sayfalar dolusu mektuplarımız vardı..

    seni ilk zamanlar, o gibi okudum.. sanki o da bir blog açmıştı ve anlamamam için farklı bir kimlik üretmişti :) seni ilk okurken hep içimde böyle bir şüphe (arzu) vardı..
    sonra o olmadığını anladım senin. (bu arada o da bir blog açmış ama bana hiç bir şekilde iz belli etmeden yazmış yıllarca, biribirimizi yeniden bulduğumuzda söyledi adresini)

    iyi ki seni tanıdım.. seni hemen hemen her zaman öyle iyi anlıyorum ki.. birbirimizden çok farklı gibi dursa da karakterlerimiz, senin yaşadığın pek çok şeyi yaşayıp hissettiğimden belki de zamanında.. o boşluk duygusunu en iyi bilenlerden olduğumdan belki..
    ben bir tek ölümü yaşamadım çok sevdiğim birinin.. ve bu konuda anlamlı bir söz olduğuna inanmıyorum.. ölümün ardından hiç bir söz anlamlı değil.. bu yüzden susarım bu konuda..

    yazmak iyidir.. insan birbirinin yüzünü görmeden, birbirine dokunmadan da birbirinin içine girebilir. ki bunun tek yolu yazmak ve okumak..

    iyi ki varsın.. ve iyi ki yazıyorsun..

    YanıtlaSil
  4. Yazmaya devam et kara kitap, ben seni hep okuyup, hep birseyler buluyorum kendimden. Iyi ki buradasın.

    YanıtlaSil