30 Nisan 2010 Cuma

mayıs 2010


Aziz dost!Sen tek bir kişi değilsin; sen bir alemsin!Sen derin ve çok büyük bir denizsin.Ey insan-ı kamil!O senin muazzam varlığın,belki dokuz yüz kattır;dibi,kıyısı olmayan bir denizdir.Yüzlerce alem, o denize gark olup gitmiştir!Bu konuyu anlatmak uyanıklığın da uykunun da elinde değildir.Zaten bu dünya ne uyanıklık ne de uyku yeridir!


Hz.Mevlana

31 yaş

gel gitlerler dolu yüreği bugünlerde.yine sebepsiz yine anlamsız.anlamsızlığın sıkıntısı belki içimdeki.kendimi yemeye vurdum.bugün tekrar diyetisyenime gidiyorum.kesin azarlanacağım,çünkü sabah tartıldım kilo almışım. :))))

neyse yarın benim doğum günüm.bugünlerde sık sık ilk gençlik yıllarıma dönüyor aklım,ruhum.kendimi o günleri tekrar yaşarken buluyorum.

pazar sabahı da psikoloğuma gideceğim.

1 mayıs 2010 günü 31 yaşımı dolduruyorum.30 yıl nasıl geçmiş şöyle bir bakmalı ve hesaplaşma yapmalıyım.

27 Nisan 2010 Salı

simitçinin ölümü



Susuz topraklarda biten çavdar başağı gibi kavruk, karaçalı kadar dayanıklı bir adamdı. Yazın parlak ışığında görünmez olup, kışın kurşuni renksizliğinde eriyen kara kuru varlığı, sadece yağmurlu havalarda göze çarpar, o zaman camekânlı el arabasını, sapsarı bir yağmurluk iterdi. Davudi bir sesi vardı. Bağırmasına gerek kalmazdı. İçine göçmüş göğüs kafesine sığan dar soluk, o sıska hançeresinden geçerken nasıl bir mucize yaratırsa, ılık yatağımdaki sabah tereddüdünü iki heceli titreşimiyle yenerdi: “Simit!” Çıplak ayaklarımla salonun penceresine koşar, belime kadar sarkıp, bazen “Bir!” diye bağırırdım, bazen “İki!” Uyku sersemi, üstüme bir şey geçireyim telaşından otomatiğe basmayı unuttuğum zamanlar, elinde mutlaka bir beyaz kâğıdın arasında tuttuğu simitler, apartmanın önünde, sabırla kapıyı açmamı beklerdi.İstanbul’un erkek tekir güzeli, mahallenin tek iğdiş edilmemiş katozu, kedim Baykuş nasıl öğrendiyse birisinin asansör kapısını açmasına sabretmeyi, simitçim de kabullenmişti beşinci kata asansörle simit taşımayı. Zaten kimi kez, biri akşamdan kalma, haytalık yorgunu, öteki yeni başlayan günün emektar ve kadim habercisi, birlikte gelirlerdi.Hiç kimselerinkine benzemezdi simitleri. Reklama ihtiyacı yoktu, ne “Taze!” diye överdi, ne “Sıcak!” derdi. Tüm mahalle bilirdi ki Boğazkesen’deki sonuncu zanaat fırınından alır. Nesli tükenmiş ustaların hamuruna azıcık tahin kattığı, günde iki kez çıkarıp iki saatte hepsini sattığı “çıtır” ların tek bayii, başka hiçbir simitçiye verilmeyen bir dağıtım imtiyazının sahibidir.
***Parkinson hastası olduğunu fark etmiştim. Ama sağlamdı. Onun kar kış, ayaz yağmur demeden mahalleyi harmanlamasına, tezgâhını yokuşlardan aşırmasına bakarken, “Türk gibi kuvvetli” deyişi gelirdi aklıma. Bir yabancı dostum, bu deyişin iri yarı adamlar için değil, tam tersine, cüssesinden umulmayacak kadar dayanıklı, “ölmez otu” çelimsizleri tarif ettiğini söylemişti, yıllar önce. Onun varlığında bu tarifi buluyordum. Geçen sonbahar bir ara kayboldu ortadan. Sabahları simit keyfine ara verdim. Sonra geri geldi. Elleri yine titriyordu, ama değişmemişti. Kaldığımız yerden sürdü muhabbetimiz. Mahalleli şimdi anlatıyor, “Neredeydin?” diyenlere elini “Boşver!” ya da “Sorma!” anlamında sallamış. Zaten konuşmazdı ki... Israr etmemiş kimse.Eyjafjöll’ün gazabından kurtulup İstanbul’a uçabildiğim ilk gecenin sabahı, kulağım kirişte, “Simit!” çağrısını bekledim. Gelmedi. Ertesi sabah da ses vermedi. Bir gün sonrası da. Oysa Türkiye’den ayrı kaldığım iki ayda, hiçbir şey, hatta konu değişmemiş, hep aynı sesler duyuluyordu: Babalar itişe kakışa Anayasa’yla oynarken, çocukların ciklet karşılığı ırzına geçilen “babayasa”, arsız, tatminsiz ve baskıcı erkek egemenliği olduğu gibi duruyor, zaten koyun gibi güdülen bir toplumda başbakanlık makamının “astığı astık kestiği kestik” tanıtımı da başta çocuk ve kadınların kurban edildiği mecazi bir mezbahayı çok iyi anlatıyordu. Bir ülkeyi diğerinden farklı, tüm zorluklara rağmen hayatı yaşanır kılan özgünlükleri yavaş yavaş, tek tek, ama durdurulmaz bir tempoda yok olan Türkiye’deki ilk sabahımda, “Simit!” sesine uyanmak, onca yitiğin arasında direnen bir güzellikti benim için. Kirasını “artık” ödeyemeyen her küçük esnafın yerine sirk kafesi gibi bir sosyete barı açılan mahalle için de.
***Duydum ki ansızın ölmüş. Bir gün son kez dolanmış mahalleyi, dağıtmış simitlerini, ertesi sabah uyanmamış. Hastalanmadan, sürüklenmeden, sürünmeden, tek vuruşta, sevgili kul, durumu.Meğer ne kadar sevilirmiş, herkes yasını tutuyor, sesini arıyor, yokluğunun farkında. Oysa adını bile bilmiyor, kimse. Sorunca öğrendim ki, “Çıtır!” diye çağırırlarmış, simitleriyle özdeşleşmiş, başka bir deyişle. Yeni bir simitçi geçiyor artık sabahları, mahalleden. O da kavruk, o da kara kuru, ama ne sesi onun sesi, ne simitleri Boğazkesen’den. Kaybolan her iyinin yerini alan kötü, her doğrunun yerine geçen yanlış gibi, dolduramayacağı bir boşlukta dolanıyor.


Zaten her gelen gidenin yerini tutsaydı, insanlık gömleği içinde bu kadar küçülür müydü dünya?


Mine G.Kırıkkanat

şiir falı


şiir falı tuttum kendime rastgele dedim,attım oltamı şiir denizine ve en sevdiğim şairden bir şiir çıktı. :)) hayatımız göründüğü kadar basit değil diyor şair.hiç birimizin hayatı basit değil.yaşam bize sunulmuş bir armağan.


Acının Miladıyla


Acının miladıyla başlayan bir hikayedir bu

yaşayıp gelmişiz ormanlar bir yanarak

her dönemeçte uğultulu uçurumlar

her şafakta uzun uzun kurt ulumaları

Ey masalcı

otur şu geyik postuna

ve anlat şimdi bütün bunları


Önce yaşadıklarımızı koy ortaya

hatamızı ve sevabımızı anlat

görelim nelere kahretmişiz bunca zaman

nelere göğüs germişiz görelim bir bir

bedeli ödenmiş midir şafağın, bilelim

yaşamak

yeni acılara sürgün etse de bizi


Hayatımız göründüğü kadar basit değil

ama anlaşılmaz gibi de değil öyle

çoğunu unuttuk belki şimdiden

belki bitti birtakım bekleyişler

umutlar da bitti bir zaman, sevgiler de

ama unutmayalım

zulüm de biter hayatımızda


Ahmet Telli

benim 500 günüm

kraliçe'nin 1000 günü diye bir film izlemiştim küçükken,beni çok etkilemişti.çok fazla detayını hatırlamıyorum,ama filmin baş karakteri olan kadının filmin sonunda idam edildiğini hatırlıyorum.

bu film nerden mi aklıma geldi? ben de kendime böyle bir hedef koysam kendime mesela 500 günlük bir hedef koysam.bu 500 günün sonunda 58 kiloya düşme hedefi koysam ve hedefe ulaşmak için çalışssam. 20 kilo vermek için 500 gün yeterli bir süre değil mi?

bu 500 gün içerisinde farkıdalığımı ve kendime güvenimi yeniden kazanma çalışmalarına da hız versem.

bugün sabah kahvaltı sonrası bir koca dilim çilekli pasta yedim.mesela artık böyle şeyler yemesem.-cumartesi günü doğumgünüm o zaman çilekli babaroski yemek istiyorum.-

kendime acımaktan vazgeçsem,dışardan olumlu uyaranlar almasam da kendi içimden pozitif olumlamalar gelse.içimdeki felakat tellalı ve kendimi küçümseyen sesim çenesini kapasa ve olumlu şeylere sağır olan kulağım içimdeki kuş seslerini duysa.

kimseden birşey beklemeden kendi kendimi mutlu etmeyi öğrensem.

işimden keyif almadığım için sıkılıp durmak yerine keyif almaya çalışsam ya da keyif alacağım bir iş aramaya başlasam.-türkiye'de ne kadar mümkünse-

kadın olduğumu ve sevildiğimi hissetmek için kocamdan ilgi beklemek yerine ben kendime baksam ve kendime özen göstersem,kendimi seversem başkasının sevgisine ihtiyacım olmayacağını artık anlasam.

artık bulutlar açılsa ve güneş çıksa...

diş gıcırdatması

dün bütün gün kulağım ağrıdığı için doktora gittim.doktorun teşhisi çene kemiğinde oynama olduğu için ağrının kulak ağrısı gibi algılandığı.bir ay kadar yumuşak yiyecekler yememi ve sıcak uygulamamı salık verdi,ağrı kesici ve kas gevşetici yazdı gönderdi.sebebi ise geceleri diş sıkma ve gıcırdatmaymış,yani stres...

bir kez de bir hastalık strese bağlanmasa şaşırırdım.

26 Nisan 2010 Pazartesi

pazartesi şiiri


BİR AYRILIŞ HİKAYESİ

Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artıkbiliyorum:
Toprağın -yüzü güneşli bir ana gibi
-en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil değil!
Senyürümelisin, yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...

Nazım Hikmet

ey aşk

cuma günü büyükada'da faytona binip aya yorgi'de ezilme tehlikesi sonrası çok şükür yaşıyorum dedikten, arkadaşlarla gülmekten karnıma ağrılar girdikten, balık yiyip üstüne de adanın o muhteşem, kocaman dondurmasını mideye indirdikten ve büyükada'ya aşık olduktan, cumartesi günü botanik parkta bisiklete binip oğlumla çimenlerde yuvarlandıktan ve pazar günü de oğluşla evde kucak kucağa öpüşüp sarılıp miskinlik ettikten sonra bugün de çalışılmıyor ki!

gel de pazartesi sendromu yaşama.



kendime biraz terapi yapmalıyım. :)))))



HAYATI ISKALAMA LÜKSÜN YOK SENİN !



Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.Sen kendini paralarken ,o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır.Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin.Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz. Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin,düşündün,şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayati ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil.Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını baliğin yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası... Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler,ya da bilip de duymayanlar acıtsa da İçini unutma; yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...



Nazım Hikmet...



büyükada'ya gidip aşkı özlememek mümkün mü? koca beyle birlikte gitsek adaya tekrar birbirimize aşık olur muyuz acaba?

22 Nisan 2010 Perşembe

öztanım

Öztanım

Ben bir aşk değirmeniyim
Şiirler öğütürüm Ayça Parkı’nda
Çocukları havada fır döndürürüm kollarımla
Paydostan sonra Donkişot’u görürüm rüyalarımda

Can Yücel

ben bir aşk değirmeniyim

ben bir aşk değirmeniyim

ben bir aşk değirmeniyim

ben bir aşk değirmeniyim

ben bir aşk değirmeniyim

peki sen nesin?

bugün bit artık!

öffffs sıkıntıdan patlayabilirim.şimdi ortamdan ikiye çatlayacağım.tatil öncesi günler neden uzar da uzar ve bir türlü yarın olmaz.hoş ben bu haftayı genel olarak sıkılarak geçirdim.hiç çalışmak istemedi canım.daha doğrusu hiçbir şey yapmak istemedim.hiçbir şey yapmadan tv izlemedenikitap okumadan,konuşmadan,çalışmadan,sadece nefes alıp vererk ve düşünerek boş boş oturmak geldi bütün hafta içimden.çalışan insanlar için ne kadar zor böyle bir zaman dilim yaratmak.gerçi ben akşamları oğlum uyuduktan sonra biraz hiçbir şey yaptım.yatıp uyumak da istemedi canım,yazmak da okumak da hiçbir şey.hepsi bu! şimdi bir azap şeklinde bekliyorum öğleden sonranın geçmesini çünkü ben yarın sabah 4.30 sularında büyükada’ya doğru yola çıkıyorum.akşama kendime Küçük bir sırt çantası hazırlamalıyım.yarın akşam geri döneceğiz gerçi,ama yanıma alacağım yiyecek,su,fotoğraf makinesi gibi temel ihtiyaç maddeleri için bir sırt çantası gerek.büyükada ve aya yorgi bekle bizi 6 kız seni görmeye geliyoruz.koca bey bugün akşam dokuzda uçağa binecek eve gelmesi gece 1’I bulur.demek oluyor ki ben sabah 4’te tek başıma düşeceğim yollara.baba oğul yarın evde başbaşalar.gerçi eşim eminim anne ve babasıyla bir plan yapar.oğluşla tek başına pek ilgilenmez, hep yorgun ne de olsa.

ben de artık çok bunalıyorum.1 aydır her hafta seyahatte, hiç ara vermedi.hafta içi yalnızlığa alışınca hafta sonu da evin içinde ayağıma dolanıyor,sinirlerimi bozuyor.bütün hafta ev derli toplu, bir geliyor evi savaş alanına çeviriyor.birlikte hiçbir şey yapmıyoruz.bütün arkadaşlar üç gün tatil diye ailecek bir yerlere gidiyor, ama biz gidemeyiz.çünkü zaten yoldan geldiği için yorgun oluyor ve evde dinlenmek istiyor. evde miskin miskin uyuyor. en son karı koca olarak baş başa ne yaptık hatırlamıyorum.galiba 3 yıl once sevgililer gününde dışarda yemeğe gitmiştik. sinemaya gitmek istiyorsam tek başıma gidiyorum, gezmeye tek başıma gidiyorum.herşeyi yalnız yaptıktan sonra evli olmanın ne anlamı var? evdeki kirli çamaşırlardan başka.bavuldaki kirlileri boşalt,yıka,temizleri bavula koy,haydi yola.onun için de zor biliyorum,ama benim için de zor.çözümü olmayan saçma sapan bir durum.biz kadın milleti niye böyleyiz.ya da genellemiyim ben niye böyleyim?insan neden evlenir.bir hayatı paylaşmak için,bizimse artık oğlumuz dışında hiçbir paylaşımımız yok.

bugün

ben bugün ilk kez L'Ham de Foc isimli katalanca etnik müzik yapan bir grubun U (anlamı:tek ya da bir) isimli albümlerini dinledim,bayıldım.

bugün ispanya semalarında flamenko yapıyor kıvamındayım.

21 Nisan 2010 Çarşamba

yüzünü dökme küçük kız

uzun zaman sonra ilk kez bir konsere gittim ve canlı canlı beni en çok motive eden şarkıyı dinledim.

kulaklarımda ortaçgil şarkıları bu saatten sonra büyüsünü bozmadan yatıp uyumalı.

:)))))

ada

Ada

Her insan kendi adasında yaşar
Takırdatarak dişlerini ya da terleyerek.
Gözyaşları, içer
Şeytanın edebiyat bilgilerini
Onun dişlerini takırdatması
Kimseyi yerinden kıpırdatmaz.

Her insan kendi dilinde konuşur
Ve hiç kimse anlamaz ne söylediğini
Kafasındakı ışığın.
Sonra iyi olarak da anlaşılmaz.
Düşkırıklığı ve incinmedir
Gerçek utanmazlıklar

Bertolt Brecht

bugün

bugün içi pamukla doldurulmuş örgü bebekler gibi koltuğun kenarına oturup etrafı izleyesim var.

benim vardı böyle bir bebeğim,annem örmüştü,kırmızı şapkalı adı ibiş olan bir örgü bebek.sonra bir gün ortalardan kayboldu.yıllar sonra annem,abim ve ben sohbet ederken abim itiraf etti.ben ibişi çok seviyorum diye kıskanmış ve bebeğimi sobaya atıp yakmış.kızdım mı abime?hayır.hatta beni bir bebekten kıskandı diye mutlu bile olmuştum.

(evet doğru tahmin bursa'da iki gündür yağmur yağıyor ve güneş yine kayıplarda)

20 Nisan 2010 Salı

hepsini yemek istiyorum


çilekli babaroski ,

canım nasıl seni yemek istiyor, şu an sana nasıl bir özlem duyuyorum bir bilsen.kavuşma şansımız olsa tek başıma yarısını yiyebilirim.diğer yarısını da 1-2 saat sonra.

öffffff.

insan varolduğunu acı çekerek de hisseder.




evren, güneş sistemi,dünya,türkiye,bursa ve bursa’da ben.insan yaşadığını nasıl hisseder?nasıl yaşıyorum der?ben yaşadığımı kendime ruhsal acı vererek anlıyorum.kendim kendi canımı acıtamazsam başkalarının canıma acıtmasına izin veriyorum.yaşıyorum demenin benim için yolu olumsuz uyaranlar.bu durumun kaynağı,ilk başladığı zamanı bilmiyorum,ama psikoloğumun dediğine göre çevremden ve kendi içimden yeterince olumlu uyarı alamadığımdan yaşadığımı anlamak için olumsuz uyarılara (negative stroke) kapımı sonuna kadar açıyorum.



bu haftaki ödevim yaşadığımı hissettiren olumlu uyaranları (positive stroke) farketmek.



önümdeki sis, kendime ve hayatıma dair anlamlandırmadığım şeyler görüşmeler sonrası netleşiyor. kendimize yazdığımız hayat senaryosunda bir rolümüz var, ama bu senaryoyu değiştirebiliriz. bu senaryoyu değiştirebilmem için hayatımdaki olumlu uyaranları arttırmam gerek.


öncelikle iç sesim, olumsuzdan olumluya dönüş!
"Dış etkilere karşı korunmak için insanlar bazı gerçekdışı düşünceler geliştirirler. Bunların bazıları yapıcı, bazıları ise yıkıcıdır. Kendine güveni olumsuz etkileyen bir kaç düşünce şekli ve onların gerçekçi seçenekleri şu şekilde sıralanabilir:
“Herkesin sevgisini ve onayını kazanmalıyım.”-bende var -
Bu mükemmeliyetçi, ulaşılamaz bir hedeftir ve kişinin değerini tamamen başkalarının onayına bırakır, adeta başkalarına bağımlı gibi yaşamayı getirir. Oysa ki kişisel değer ve ölçütler geliştirmek daha olumludur.
“Tüm önemli alanlarda yetenekli, yeterli ve başarılı olmalıyım.” -bende var-
Bu da mükemmeliyetçi, ulaşılamaz bir hedeftir ve kişisel değerimizi başarıyla ölçmeye dayanır. Oysa başarı doyurucu olabilse de sizi daha değerli kılmaz. Değerli olma, her insanın doğuştan sahip olduğu bir özelliktir.
“Bugünkü bütün duygu ve davranışlarımı geçmişim belirler.” -eh biraz var-
Güven duygusunun çocukluk döneminde dış etkilerden daha fazla zarar görebildiği doğrudur, ancak yaşınız ilerledikçe bu etkilerin neler olduğuna ilişkin bir bilinç ve bakış açısı kazanabilir ve yaşamınız üzerinde ne gibi etkilere izin vereceğinize siz karar verebilirsiniz. Geçmişteki olayların gölgesinde umutsuzca yaşamak zorunda değilsiniz.
"Ya hep ya hiççilik"
Kişi her şeyi tam ve mükemmel yapmayı bekler, bu nedenle ya tamamen ondan vazgeçer ya da sürekli kendisini kötü hisseder. Oysa ‘bir her şeyi tam olarak yapmak’ fikrinin kendisi ne kadar doğrudur? Örneğin; “Çok iyi yapamadığımda, tamamen başarısızım.”
"Genellemek"
Karamsar bir bakış açısıyla her köşe başında pusuya yatmış bir felaketle karşılaşmayı bekler. Bir şeyin sonucunu ve değerini tek bir davranış ya da göstergeye bağlar. Örneğin; “Biyoloji sınavında düşük aldım, asla tıbba giremeyeceğim.”
"Etiketlemek"
Etiketlemek, kişiyi tek bir davranışla ya da özellikle yargılamak anlamına gelen, suçluluk duygusu getiren, basit bir süreçtir. Örneğin; “Hep kaybediyorum, ama bu benim hatam.”
"Olumsuza seçici dikkat"-kendimle ilgili konularda çok yoğun olarak var,başkalarının olumsuzuna değil ama kendi olumsuzluklarıma çok fazla odaklanıyorum.-
İyi olan hiçbir şey, kötüler kadar önemsenmezler. Önemsiz bir eleştiri, sıradan yapılmış bir yorum, olumsuz bir ayrıntı bütün gerçeği gölgeler. İltifatlar göz ardı edilir. Örneğin; “Bir turda beş satranç oyununu kazandım, ancak sonuncuyu kaybedince moralim çok bozuldu.” Duyguların doğruluğunu sınamadan kabullenmekOlumsuz bir duyguya insan başkalarının etkisinde kalarak kapılabilir ve bu gerçekleri yansıtmadığı halde öyleymiş gibi algılanır. Örneğin; “Kendimi çirkin buluyorum, böyle hissettiğime göre, demek ki öyleyim.”
“-meli, -malı” cümleleriyle düşünmek“
-meli, -malı” ile biten cümleler genelde mükemmeliyetçi özelliğe işaret eder ve kişilerin kendi istek ya da arzularından çok başkalarının beklentilerini yansıtır. Gerekliliklere takılır. Örneğin; “Üniversiteye gelen herkesin bir meslek planı olmalı. Benim olmadığına göre, bende bir sorun var.”
Kendine güveni geliştirmenin yolları :
Kişi bilinçli bir seçim ve çabayla olumsuz deneyimlerini olumluya çevirebilir.
**İyi yanlarınızı görün.
**Yapabildiklerinizi göz ardı etmeyin, yapamadıklarınızda da gösterdiğiniz emek ve çabayı takdir edin.
**İşe yapabildiklerinizle başlamak, kaçınılmaz olabilen sınırlarınızı kabulde size yardımcı olacaktır.
**İçsel değerlendirme yapın.
**Kendinizi değerlendirdiğiniz kendi iç değer ve ölçütleriniz olsun, gelişmenizi onlarla kıyaslayın. **Başkalarıyla olan rekabetin sonucuna ya da toplumun genel geçer beklentilerine bağımlı kalmayın.
**Başkalarını da dinleyin ancak onların fikirlerini doğrudan kabul etmek yerine değerlendirmeyi öğrenin.
**Hiçbir konuda tek ve mutlak doğrular olmadığını sık sık kendinize hatırlatın. Başkalarının söylediklerinden çok kendi geliştirdiğiniz olumlu sesinize kulak verin.
**İçsel konuşmalarınız olsun.
**Kendi kendiyle içsel bir ses geliştirin ve onu kendinizi zararlı etkilere karşı korumada kullanın. **Olumsuz düşüncelere kapılırken kendinize “dur” deyin ve daha mantıklı karşıt düşünceler, seçenekler geliştirin.
**Risk alın.Yeni deneyimleri, kazanıp kaybedilecek sınavlar olarak değil, bir şeyler öğrenmek için birer fırsat olarak görün. Böylece zorlayıcı yaşantılarda kendinizi yıpratmak yerine geliştirebilirsiniz."
iyi yanlarımı görmekle işe başlayalım.ilk adım en önemli adımdır. :))

19 Nisan 2010 Pazartesi

hafta sonunuz nasıl geçti?

benim ki ağlayarak.

hani 23 nisan'da büyükada'ya gitmek istiyorum diye izmir'e gitmediğim için annemlerle tartışmıştım ya,bir tur buldum,bursa'dan kalkan ve iki kişilik yer ayırttım,ama koca bey sabahın köründe kalkıp yollara düşemezmiş ben de tek başıma gidemezmişim.

bekarlık sultanlık,kim ne derse desin.

bıktım artık başkalarına yapacaklarıma ilişkin hesap vermekten ve izin istemekten.

koca bey, senden de nefret ediyorum.

içimde nasıl bir sıkıntı, zehri akıtmazsam sanki şuracıkta ölüvereceğim.

cumartesi günü eski işyerinden kız arkadaşlar bursa'da türbe ziyareti günü düzenledi.sen de gelir misin dediler,sordum koca bey'e iznimi aldım düştüm yola.önce aydede'ye gittik,dua ettik.benim maksat muhterem şahısların mezarlarını ziyaretten öte bursa'nın bilmediğim yerlerini görmek.aydede'nin mezarı bursa'nın taaa yukarılarında,bütün bursa ayaklarının altında,yağmura rağmen muhteşem bir manzara vardı.sonra yokuş aşağı vurduk kendimizi,bursa burası türbe'den bol ne var.adım başı bir muhteremin mezarı.önce üç kuzular,ordan hızır dede,ordan molla fenari,sonra somunca babanın fırını ve son olarak da benim en sevdğim tezveren.duamızı ettik tezveren dede'de sonra da o güzel bahçesinde bir yorgunluk çayı içtik.ordan da indik ulu cami'ye.ne muhteşem bir yer ulu cami.insanın tüyleri diken diken oluyor.orda her dua edişimde gözyaşlarımı tutamıyorum.

arapça vav harfinin doğum, elif'in ise ölüm olduğunu öğrendim arkadaşlardan.

sonra dönüşte ülkü pastanesinden marşal pasta ve armut kurabiye aldım.otobüste fenalık geçirerek saat altı gibi eve geldim.otobüsten eve doğru gelirken allah'ım lütfen eşim annesini çağırmış olmasın dedim,ama o kadar mübarek insanı ziyaret etmiş olmama rağmen dileğim kabul olmadı ve kayınvalidem bizdeydi.

ben eve gelince makinaya çamaşır attım,kuruyan çamaşırları topladım,sonra bir arkadaşım akşam oturmaya çağırınca kayınvalidemler de evlerine gittiler ben de yemek hazırlamaya mutfağa geçtim. koca bey'in suratında düşen bin parça.ne var ne konuştunuz annenle dedim.hay demez olaydım.sabah arabaya binmiş gitmişiz,sen de gel anne seni de gezdireyim dememiş,annesinden utanıyormuymuş,ağlamış,kendini acındırmış.benim koca bey de benim serzenişlerimi iletmiş.benim evime bana haber vermeden çıkıp oturuyorlar,görümcemin kızı ben de duş alıyor,ama bana kimse birşey söylemiyor.ben de bu duruma bozulduğumu ve bir daha olursa konuşacağımı söylemiştim koca beye,ama sağolsun konuşmama fırsat bırakmamış kendi üstüne vazife edinip annesiyle konuşmuş.sonuçta ben yine kötü gelin olmuşum.laf döndü dolaştı yine bana geldi.yok efendim o izin vermezse ben bir yere gidemezmişim.izmir'e falan da izin vermezse gidemezmişim.artık onun istedikleri olacakmış.benim de damarıma bastı ya ben de yine kendime hakim olamadım ve fevri davranıp çemkirdim.sonra da pişman oldum.kendi kendime kızdım.neden bu oyunlara geliyorum ve beni öfkelendirmesine izin veriyorum diye.odamda bir saat ağladım.şiş gözlerle gittim arkadaşlara.sonra orda muhabbet arasında büyükada turunun sabah altı gibi bursa'dan çıkacağından bahsettim.o zaman gidemeyiz dedi.sen gitmesen bile benim gidebileceğimi söylemiştin dedim,hayır sen de gidemezsin dedi.orda insanların içinde kafamdan aşağı kaynar sular boşaldı,ama sesimi çıkarmadım.

dün de bütün gün evdeydik.hiç dışarı çıkmadık.pişir taşır,sofra kur,bulaşık yıka ve uyu...

hepsi bu kadar.

söylemiş miydim insanların beni üzmesine izin verdiğim ve içimdeki çocuğu görmelerine ve ona hükmetmelerine izin verdiğim için kendimden nefret ediyorum.çok kızgınım kendime çok.

gördün mü bana ne yaptın oynamıyorum artık.şu an öfkeliysem ve mutsuzsam tek sorumlusu benim.böyle bir adamla hala evli olduğum için.

16 Nisan 2010 Cuma

hafta sonu babası

dün akşam gelecek haftaki bülent ortaçgil konserine bilet almaya gittiğim için eve 8 gibi gittim.oğlum geciktiğim için bana küsmüş,suratı beş karış "sen nerde kaldın" diye bana bağrındı.neyse ki barışmamız kısa sürdü.biraz öptüm,kokladım,gıdıkladım barıştık.kayınvalim de üstüne gidiyor.çocuk kaç saattir bekliyormuş bilmem ne!öff yaaaa! diye benim de ona bağırasım geldi, ama bağırmadım.

bıdığım "babam ne zaman gelecek?" diye sordu.yarın akşam anneciğim dedim.tam sevinecekken yüzü yine düştü."ama pazartesi günü yine gidecek" dedi.evet anneceğim yine gidecek dedim dışımdan.içimdense evet anneciğim baban da bu akıl ve başında da bu amirler olduğu sürece biz babanı sadece hafta sonları göreceğiz ve sen "hafta sonu babası" yla yetinmeye ben de yalnız başıma bu hayatı sürdürmeye devam edeceğim.

eğer hasta olmak istemiyorsan.


psikoloğum bir adet blumia'lı kadın resmi yanına da beğendiğim güzel bulduğum bir kadın resmi koymamı istedi.sürekli olarak bu ikisine bakacağım.bir tanesi bana istemeyi unuttuğum şeyleri bir tanesi de istemeye tekrar başlarsam ne olacağını hatırlatacak ve hayatımdaki "gördün mü bak bana ne yaptın" senaryosundan kurtulacağım.
**********************************

Eğer hasta olmak istemiyorsan, duygularını anlat!.
Saklanan veya baskılanan heyecan ve duygular gastrid, ülser, bel fıtığı, bel ağrıları gibi hastalıklara yol açar. Zamanla duyguların bastırılması kansere dönüşür. Öyleyse sırlarımızı, hatalarımızı birileriyle paylaşmalıyız.. Diyalog, konuşma, kelime çok güçlü birer ilaç ve mükemmel bir terapidir!

Eğer hasta olmak istemiyorsan, karar vermelisin!.
Kararsız kişi güvensiz, endişe ve ıstırap içinde olur. kararsızlık endişeleri, sorunları ve çatışmaları çoğaltır. İnsanlık tarihi kararlardan oluşur. Karar vermek, diğerlerinin kazanması icin vazgeçmeyi ve avantajları kaybetmeyi kesinlikle bilmektir. Kararsız kişiler mide rahatsızlığı, sinir hastalıkları ve cilt sorunlarının kurbanlarıdır.

Eğer hasta olmak istemiyorsan, olduğundan farklı yaşama!.
Gerçeği saklayan, rol yapan, her zaman mutlu olduğu görüntüsü veren, mükemmel görünmek isteyen kişi tonlarca ağırlığı biriktirmektedir. Ayağı kilden olan bronz bir heykeldir. Aldatıcı görünerek yaşamak kadar sağlık için kötü birşey yoktur. Kaderleri ilâç, hastane ve acıdır.

Eğer hasta olmak istemiyorsan, kabullen!.
Reddedicilik ve kendine saygı eksikliği, kendimizi kendimize yabancılaştırır. Kendimizle barışık olmak sağlıklı yaşamın anahtarıdır. Bunu kabul etmeyenler kıskanç, taklitçi, aşırı rekabetçi ve yıkıcı olurlar. Eleştirileri kabullen. Bu bilgelik, akıllılık ve terapidir.

Eğer hasta olmak istemiyorsan, çözümler bul!.
Olumsuz kişiler çözüm bulamazlar ve sorunları büyütürler. Üzülmeyi, dedikoduyu ve kötümserliği tercih ederler. Karanlığı kovmak icin kibrit yakmalı. Arı ufacıktır fakat varolan en tatlı şeylerden birini üretir. Biz ne düşünüyorsak oyuz. Olumsuz düşünce hastalığa dönüşen negatif enerji üretir.

Eğer hasta olmak istemiyorsan, güven!.
Güvenmeyen kişi iletişim kuramaz , açık değildir, derin ve sağlam ilişkiler geliştiremez, gerçek arkadaşlıkları nasıl kurabileceğini bilemez. Güven olmadan bir ilişki de olamaz. Güvensizlik sendeki inancın azlığıdır.

Eğer hasta olmak istemiyorsan, hayatı üzgün yaşama!.
Mizah. Kahkaha. Huzur. Mutluluk. Bunlar sağlığa güç verir ve daha uzun bir yaşam getirir. Mutlu kişi yaşadığı çevresini geliştir. İyi mizah bizi doktorun elinden korur. Mutluluk, sağlık ve terapidir.

İyi Olma Sanatı
Dr. Drauzio Varella

15 Nisan 2010 Perşembe

prensini ararken çukura düşen prenses


iki gündür çok yoğunum ve hep dışardayım.şimdiyse yeşil çayımı içiyorum ve masamdaki küçücük de olsa bir dal leylağın kokusunu derin derin içime çekerek gazetelerin başlıklarına şöyle bir bakıyorum. az önce koca bir tabak mado dondurma yedim.pişman mıyım.evet keşke tabağın hepsini silip süpürmeseydim.birazcık da kalsın değil mi?ben oğlumu tabağındakini bitirmesi konusunda hiç zorlamıyorum.yiyemediği kalsın.zamanında tabağımdaki yemek bitmeden sofradan kalkamadığım için gözyaşları içinde çok yemek yemişimdir.halen de içimde "bitir bitir" diyen bir iç sesle yaşıyorum. "az ye!" ile değiş lütfen.
değiş tonton!
cingöz, atom karınca, fırlama... :)))
ben prenses olmak istemiyorum artık!

13 Nisan 2010 Salı

ölüme tavır,akan zamana karşı bir direniş:parfümün dansı

Eğer insanda kendi kaderini kendi eline alacak o demir güç yoksa, o insan kaderini tanrıların eline bırakırsa,o zaman tanrılar zayıflığının cezası olarak böyle alay ederlerdi işte onunla.Kendi gemine kaptanlık edemiyorsan,hangi yanlış limana vardığına şaşırmamalısın.

Bilgeliği ellerinde tutanlar onu her gelen serseme öylece sunamazlar.İnsanın onu alabilmek için hazırlanmış olması gerekir.Yoksa ona yararından çok zararı dokunur.

Varoluşun çoğu ıstırap çekmek.Istırap da arzulardan geliyor.Demek ki eğer arzuları ortadan kaldırabilirsek,o zaman ıstırabı da kaldırmış oluruz.Bu tabii doğru bir bakıma.Dünyada çok ıstırap,çok sefalet var,tamam,ama bir yığın da zevk var.Eğer bir insan ıstıraptan kurtulmak uğruna tüm zevkleri de en baştan reddediyorsa,ne kazanır?İçinde ne ıstırap ne de zevk olmayan bir hayat boş bir hayattır.Nötr bir hayattır.Aslında lamaların amacı da yokluğun hiçliği zaten. İsteyerek hiçliği aramak ise yenilgiden bile beter.Kudra bu teslim olmak demek.Korkakça teslim olmak.Bu zavallı yavru bebecikler ,acı çekmekten öylesine korkuyorlar ki,hayatın en tatlı zevklerini feda edip canlarının yanmasından o sayede yakayı sıyırıyorlar.Bu tür bir zayıflığa insan nasıl saygı duyar?Bilerek yavanı,sıradanı,güvenliyi kucaklayan,bunu sırf hayal kırıklığının getireceği acıdan kurtulmak için yapan bir insanı ,nasıl bağrına basabilirsin?

Küçük mucizeleri kabul ettiğimiz zaman kendimizi büyük mucizeleri hayal edebilecek yeterlilikte hissederiz.

Her hareketsiz kabklu hayvan,içe kapanıklığın gizi kuvveini ifade eder zaten. Huzurda saklı olan kuvvettir o kuvvet.

Paris sokaklarında sis ne kadar yoğunsa Claude'un sesinde de ayıplama tonu o kadar yoğundu.

Ölmek bir gelenektir. Ben de geleneğe meydan okuyan insanlardan değilimdir.

Aşkın en yüce işlevi, sevilen insanı özgün ve yeri doldurulamaz biri yapmasıdır. Ama aşıklar yine de kavga eder. Çoğunlukla aralarındaki havayı yeni baştan elektriklendirebilmek,ilişklerini canlı tutabilmek için ederler bu kavgaları. Böyle bir kavgayı başlatabilmek için, genellikle cinsel kıskançlık denilen o terli kimono,sandıktan hışımla çıkarılır. Hoş onun yerine hangi bahane kullanılsa yine olur.Çatışmanın pancar derinlğindeki topraklara kök salmış sorunlardan kaynaklanması pek ender bir olaydır.Ama olduğu zaman,ona özel bir hüzün eşlik eder;çünkü zihnin iyileşmesi kalbinkinden çok daha yavaştır ve bu tür kavgalar çok uzun zamandan beri başarılı olagelmiş birliktelikleri bile yıkabilirler.

İnsanları sınırlayan tanrılar değildir. İnsanları sınırlayan insanlardır.

Eğer Pan'ın ölmesine izin verilirse,eğer ona olan inanç tümüyle yok olursa, o zaman toprak da ölür.Tıpkı Pan gibi o da saygısızlık nedeniyle öldürülecektir.

İnsan, varoluşu bir ödüller ve cezalar sisemi gibi görecek kadar yüzeysel olsa bile,zaferlerimizin karşılığını da yenilgimizin karşılığı gibi pahalıya ödediğimizi er geç anlar.

Normallik uğruna yaşlanmak çok pahalı bir bedel.

Hayata karşı merak beslemeyen, var olmaktan çok az sevinç duyan kimseler,bilinçaltında hastalıkla,kazayla ve şiddetle işbirliği yapar,onları kendi üstlerine çekerler.

Mantık aşkı sınırlar.Descartes'ın hiç evlenmemesinin nedeni buydu belki de.

Bireyselliğimiz bizim tek varlığımızdır.Onu güvenlik uğruna ya da tüm toplumun çıkarları uğruna değiş okuş etmeye,elden çıkarmaya razı olanlar bulunabilir.Ama onu koruyan,hayatın buruk yollarında onu hep yanında taşıyan,sevgide,düşüncede ona sadık kalan,sabah yıldızınca kutsanır.

Birisinin kendilerine hayatın "yor" kısmında bir şansları olduğunu,umutlarını yalnızca "mıştı" ya bağlamak zorunda olmadıklarını söylemesini istiyorlar.

İçinden kendi alnına bir posta pulu yapıştırıp, kendini Himalayalar'daki korkunç Kar Adam'a postalamak geldi.

İnsanları,amaçlarını,fikirlerini bile standardize ediyoruz.Her şey sahteleşti.

Doğduğumuz zaman yuvarlak,keskin,saf bir yüzümüz vardır.İçimizdeki evren bilincinin kırmızı ateşi yana durur.Ama avaş yavaş,bizi,ana babalar yer,okullar yutar,sosyal kuruluşlar emer,köü alışkanlıklar kemiri,yaş ise tüketir.Sindirildiğimiz zaman,tıpkı ineklerdeki gibi altı mideden geçtiğimiz zaman,pis bir kahverengi tonunda çıkarız.

mavi kuş


Mavi Kuş


bir mavi kuş var yüreğimde

çıkmaya can atan

ama ben ondan güçlüyüm,

kal, diyorum ona,

kimsenin seni görmesine izin veremem.


bir mavi kuş var yüreğimde

çıkmaya can atan

ama viski döküyorum üstüne

sigara dumanına boğuyorum,

fahişeler, barmenler ve bakkal çırakları

hiçbir zaman bilmiyorlar

onun orada olduğunu.


bir mavi kuş var yüreğimde

çıkmaya can atan

ama ben ondan güçlüyüm,

yat lan aşağı, diyorum ona,

ocağıma incir dikmek mi niyetin?

Avrupa'daki kitap satışlarını sabote etmek mi?


bir mavi kuş var yüreğimde

çıkmaya can atan

ama zekiyim, sadece geceleri izin veriyorum çıkmasına,

herkes yattıktan sonra.

orada olduğunu biliyorum,


derim ona, kederlenme artık.

sonra yerine koyarım yine

ama hafifçe öter

tamamen ölmesine de izin vermiyorum

ve birlikte uyuyoruz gizli antlaşmamızla

ve insanı ağlatacak kadar güzel,

ama ben ağlamam,

ya siz?


charles bukowski
ben ağlarım hem de çok ağlarım.yüreğime hapsettiğim mavi kuş için çok çok çok ağlarım.ölmesine izin vermiyorum,ama sesini kesiyorum,parmaklıklar arasında hapsediyorum.parmaklıklar o kadar kalın ki geceleri bile açmıyorum kapısını.yıllardır,kendimi bildim bileli hapiste mavi kuş.özgürlük nasıl birşey,uçmak nasıl birşey bilmiyor.o yüzden korkuyorum kapısını açmaya,kapıyı açarsam nasıl ve nereye uçacağını bilmiyor.onu özgür bırakmak da öylesine zor ki.alışkanlıklar bizim en kalın, en dayanıklı zincirlerimiz.alışkanlıklardan vazgeçmek,herkesin seni tanıdığı ve bildiği,belki de öyle olduğun için sevdiği insan olmaktan vazgeçmek çok zor,ama ben önce kendimi sevmek istiyorum artık.
mavi kuş'u özgür bırakmak istiyorum.

12 Nisan 2010 Pazartesi

yemeğe sığınma

Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çesit tuzak vardır. Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir agaca veya yerdeki bir kazıga baglanır. Hindistancevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacagı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptıgında elini dısarı çıkaramaz. Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyecegi yakalamak için elini içeri sokar ve yiyecegi kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dısarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmıs el, bu yarıktan dısarı çıkmaz. Avcılar geldiginde, maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir sey yoktur. Onu sadece kendi bagımlılıgının gücü tutsak etmistir. Yapması gereken tek sey elini açıp yiyecegi bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülügü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür. Bizi tuzaga düsüren ve orada kalmamıza neden olan sey, arzularımız ve zihnimizde onlara bagımlı olusumuzdur. Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benligimizi ve bagımlı oldugumuz seyleri serbest bırakmak, özgürlesmektir. …. Joseph Goldstein



bağımlılıklarımı serbest bırakıyorum.sıkıntım yiyerek hafiflemiyor.tam tersi yedikçe ben daha da ağırlaşıyorum.kendime iyi davranmayı seçiyorum.sadece kendi davranışlarımdan sorumluyum.eşimin,anne babamın,çevremdekilerin davranışlarını kişisel ve bana yönelik algılamıyorum. kendimi seviyor ve onaylıyorum.hatalı davranışlarım olabilir,sonuçta ben bir insanım.mükemmel olmak zorunda değilim.kendimi ve beni üzen herşeyi affediyor ve geçmişte bırakıyorum.



sabah olumlamalarımı yapıp kendime geleyim, ankara gezim az sonraaaa.....

9 Nisan 2010 Cuma

küçük sinekler :))

bugün sabah güne güneşle uyandım,çooook mutlu oldum.balkondaki çamaşırlarımı toplamak için dışarı çıktığımda bir de ne göreyim yavru sinekler duvarıma doluşmuş.yaşasın bahar gelmiş diye sevindim,sevincimden sinekleri elime alıp okşayasım geldi neredeyse.sonra bir baktım benim zavallı limon ve mandalina ağaçlarımın saksıları kupkuru olmuş.ihmalci kara kitap bir de kedi istiyorsun, sen çiçeklere su vermeyi bile unutuyorsun dedim kendime.mandalinamı sularken bir de ne göreyim,benim onca ihmalime rağmen küçük ağaç çiçeklenme çabasında,hala hayatta.limondan da umudumu kesmedim.arkamı döndüm gözüme lavantam ve gülüm ilişti,ikisi de pek güzel yapraklanmış.sizin başınız kel mi dedim onları da suladım.

balkondan içeri girince anladım, havada sabah ayazı varmış.üzerimi giyindim, evden çıkmadan önce uykusunun en tatlı yerinde olan bıdığımı öptüm sıcacık, mis kokulu yanağından.

biraz durakta otobüs bekledim,genelde hınca hınç dolu olan otobüs bugün nispeten boştu. metroya kadar rahat geldim. saate bir baktım metro gitmek üzere.bacaklarıma dedim koşmaya hazırlan.bir iki üç başla...koşa koşa metroya yetiştim,ben bindim metro hareket etti.nefes nefese kaldım,ineceğim durağa gelene kadar nefesim düzelmedi.kolay değil bu ağırlıkta bir vücutla koşmak.işyerine geldim güzel bir kahvaltı hazırladım kendime.yıllardır işyerinde kahvaltı ederim,tam teşekküllü.çavdar ekmeği,peynir,domates,maydanoz,tere ve salça'dan oluşan mükellef kahvaltı sonrası güne hazırım.

öğle tatilinde yürüyüşe çıktık.bizim işyerinin yakınına lunaparkımsı bir yer açıldı.onun yanından geçerken sınıf sınıf diyerek gelen çok güzel kokuları takip ettim, bir baktım pamuk şekerci,canım da bugünlerde nasıl tatlı istiyor.bir pamuk şekerini üç kişi paylaştık.paylaşmak güzeldir :)) daha az kalori alırsınız.

bugün cuma, gün bitti bile. yarın arkadaşımın düğünü için ankara'ya gidiyorum.23 nisan öncesi oğlumu anıtkabir'e de götüreceğim.çok heyecanlıyım.

bugün


Ne güzel bir gece
Sanki daha aydınlık
Sanki bir kapı
Yarınlara aralık
Hem yarından önceki büyük umutlarla
Hem dünden sonraki pişmanlıkla karışık

Dünden sonra yarından önce
Yaşam durur umut bitince yaşayamadıkça özgürce
Mutluluklar biter
Sevsen de

Ne güzel olurdu
Hep seninle paylaşmak
Tüm özgürlükleri
Seninleyken yaşamak
Dopdolu günlere
Hep seninle başlamak
Yarınlarla, dünlerle sonsuzluğu yaşa

Dünden sonra yarından önce
Yaşam durur umut bitince yaşayamadıkça özgürce
Mutluluklar biter
Sevsen de
nasıl güzel bir şarkıdır bu.keşke divshare'den eklemeyi becerebilsem.
halen teknoloji özürlüyüm. :))
sevgi yetmiyor gerçekten, ama bir insanı sevmekle başlıyor herşey.
ilk önce de kendini.
kendimi seviyorum. :))

8 Nisan 2010 Perşembe

kötü bulutlar

3 gündür yağmur yağıyor ve bir kez olsun kara bulutlar açılmadı.benim de içim karardı vallaha.öfffffff.....

sanki kalbimin üzerinde biri oturuyor.bulutlar dağılsa da ben de ferahlasam.

7 Nisan 2010 Çarşamba

evet ama, keşke, yapıcam...

Küçük bir kasabanın dört ayrı mahallesi varmış. Birinci mahallede Evetama´lar yaşıyormuş. Evetama´lar ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürlermiş. Yapma zamanı geldiğinde ise "evet, ama" diye cevap verirlermiş. Cevapları hep yanlış olurmuş. Suçu başkalarına atmakta da ustaymışlar.

İkinci mahallede Yapıcam´lar yaşarmış. Ne yapacaklarını bilirlermiş. Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlarmış, ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlarmış. Bu mahallede insanların dizleri dövülmekten yara bere içindeymiş. Yaşamı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlermiş.

Üçüncü mahallede yaşayan Keşkeci´lerin, hayatı algılama güçleri mükemmelmiş. Neyin yapılması gerektiğini daima en isabetli şekilde bilirlermiş, ama her şey olup bittikten sonra.Keşkeci'lerin de başları kanarmış hep, duvarlara vurmaktan!

Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise İyi ki yaptım´lar otururmuş. Keşkeci´ler bu mahallede yürüyüşe çıkar, etrafa hayranlıkla bakarlarmış. Yapıcam´lar Keşkeci´lerle birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazlarmış. Evetama´lar ise mahallenin güzelliğini görmek yerine, ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından, güneşin daha erken saatte doğması gerektiğinden şikayet ederlermiş. İyi ki yaptım mahallesindeki insanların kusuru da, beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayışıymış!

iyi ki yaptım mahallesine taşınmak istiyorum, ama çok zor, bir gün taşınacağım, keşke daha önce taşınmış olsaydım. :))))))))

ada rüyası

dün rüyamda imralı adasına kaymakam olmuşum.ben kendi kendime şaşıyorum.ya ben ne zaman kpss'ye girdim, hem endüstri mühendisleri kaymakam olabiliyor mu,ayrıca imralı adasından yaşayan insanlar var mı?gibi bir sürü şaşkınlık ve elimde atama yazısı,içimdeyse garip bir mutluluk.

6 Nisan 2010 Salı

döngü

istedim de ne oldu!

dün annemi hal hatır sormak ve ev almaya karar verdiğimizi söylemek için aradım.o da bana 23 nisan'da izmir'e gidip gitmeyeceğimi sordu.ben de belki arkadaşlarımla büyükada'ya gidebileceğimi söyledim.ondan sonra film koptu.ben onları hiç özlemiyormuşum.tatillerde hep geziyormuşum.izmir'e gitmiyormuşum.ben kötü evlatmışım,bizi yetiştirirememiş.bir dünya laf saydı.1-2 saat sonra babam aradı.ben annemi ağlatmışım,beni bir daha aramayacakmış,falan filan bir araba laf saydı.sonra ben annemi aradım ve bir güzel kavga ettik.hep onlar mı bana küsecek bu sefer de ben onlara küstüm.beni bencil olmakla suçluyorlar,ama asıl bencil kendileri.

dün ödevimi yaptım.iki isteğimi yaptım,bir isteğimi dile getirdim.sonunda cezamı da aldım.

5 Nisan 2010 Pazartesi

yüzünü dökme küçük kız


Yüzünü dökme küçük kız
Bırak üzülmeyi
Bir tek sen misin bir düşün
Unutan sevilmeyi
Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır
Yüzünü dökme küçük kız
Kızma onlara
Yalnız sen misin bir düşün
Zincir oranda buranda
Her tutsağın bir kaçışı
Uykunun uyanışı da vardır
Yüzünü dökme küçük kız
Yaşamın anlamını bul
Sonra dinle kendini
Yolunu bil
Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır

http://video.google.com/videoplay?docid=-8889806225497976558&safe=active#

dün yine ağlayarak geçen bir terapi seansını daha geride bıraktım. benim isteklerim neydi sahi dedim,dedik.yaptıklarım başardıklarım benim değil toplumun benden istedikleri ve ben onları gerçekleştirmekte oldukça başarılıyım.bir de istediklerim ve istemeyi istediklerim konusuna değindik.hani isteyip de yapmadığım şeyler var ya bir sürü,işte onlar aslında istemeyi istediklerim ve bunları isteyemediğim için her zaman bir suçlu var.hayatımın sorumluluğunu almalıyım.gerçekten istediğim şeyleri yapmışım aslında.içimdeki çocuğu o kadar bastırmışım ki sesini duyurmak için bulduğu en ufak bir boşlukta bas bas bağırıyor.o boşluk da maalesef tıkınma isteği.ben haz noktamı yiyerek doyuruyorum.onu tatmin etmek için başka bir şey bulmalıyım.içimdeki Küçük kızın dikkatini başka yöne çekmeliyim.becerikliyim ben bu konuda 5 yaşında bir çocuğum var benim.içimdeki çocuğu da oyuna dahil etme zamanım geldi.ebeveyn tarafım o kadar uzun zamandır susturuyor ki Küçük kızı; sesi çok cılız,güvensiz.hayat tatsız tuzsuz,keyifsiz.
Istemek,ayıp ya da suç değildir.istediğin gibi yaşamazsan hep eksiksin.

2 Nisan 2010 Cuma

nisan 2010

Bir dağı nasıl yerinden oynatırsınız?

Her seferinde bir taşı taşıyarak.

Dr.John W.Travis

80 altı

79,9 kiloyum. :))) aslında bu kadar az yemeye benim yerimde başkası olsa en az 4 kilo verirdi.ama ben de hipotriod ve inisülün direnci bir arada olunca 1,5 kilo zor gitti.olsun gitti ya. :)))

bak bakalım nerdesin

firariyim bugün.bedenim burda,masanın başında,gözlerim bilgisayarda,koca popom sandalyede.peki ya zihnim?o nerelerde?bir an alıp başını izmir'e gidiyor kordon'da gün batımını izliyor.bir de bakmışssın kırlarda burnunu tıka basa papatya kokusuyla dolduruyor.ordan hoooop antalya'da alıyor soluğu ve narenciye çiçeklerine dalıyor bu sefer.

beden ne ki,ruh olmayınca.ruhun burda değilse beden yerinde dursa ne çıkar.

daha bir barışığım kendimle bugünlerde.alıp alıp yerlere çarpmıyor zihnim ruhumu.kendi kendimi üzmüyorum.sabah uyanıyorum ve olumluyu seçeceğim diyorum.hayat seçimlerimizden ibaret,bazen geçmişteki seçimlerimizi anlamıyoruz,anlamlandıramıyoruz.işte ben kendimi çok hırpalardım geçmiş seçimlerim yüzünden.şimdi herşey daha bir aydınlanmaya başladı.çok acı çektiğim bir dönemde kendimi düze çıkarabilmek için yapabileceğim en doğru seçimleri yapmışım aslında.bunu birisinin bana göstermesi gerekiyormuş ve psikoloğum gösteriyor. hayatımız bir bataklık gibi.batmamak için çırpınıp duruyoruz.o kadar çok çaba harcıyoruz ki dibe batmamak için bizi bu bataklıktan kurtaracak hemen yanımızdaki dalları görmüyoruz çoğu zaman.o yüzden hayatımızın dışında birinin bazen bize uzaktan bakması ve kendimize uzaktan bakabilmemiz için bize yardımcı olmasına ihtiyaç duyuyoruz.