"... herşeyden çok sevdiğim insan, onu kendim doğurmuş olsam daha fazla sevemeyeceğim insan gözlerimin önünde bir canavara dönüşerek öldü. Lenf bezlerini aldıkları için dolaşımı bozulmuştu, burnu bir yana kaydı, üç misli büyüdü. Gözleri iki yana bakmaya başladı, içlerinde farklı bir ışık vardı. Daha önce görmediğim ifadeleri görüyordum. Artık burada değildi sanki yine de gözlerinde bakan birileri vardı. Sonra bir gözü tamamen kapandı.
Tek korktuğum şey kendi halini görmesiydi. Sonra benden el işaretleriyle aynayı istemeye başladı. Unutmuş gibi yapar mutfağa kaçardım. İki gün boyunca onu atlatmayı başardım. Üçüncü gün not defterine “Aynayı getir” yazıp sonuna üç ünlem işareti koydu. Fısıldamayı bile başaramadığı için kalemle anlaşıyorduk… Sonunda en küçük aynayı getirdim. Kendine baktı ardından kafasını yatağa vurmaya başladı. Onu avutmaya çalıştım…
… Sıradan bir kanser değildi bu Çernobil kanseriydi. Doktorların dediğine göre, tümörler vücudunda metastaz yapsaymış kısa sürede ölürmüş. Oysa yavaş yavaş vücudu boyunca, yukarıya yüzüne doğru ilerlemiş. Yüzünde siyah bir şey oluştu. Çenesi kayboldu, dili dışarı çıktı. Damarları dışarı çıktı, kanamaya başladılar. Boynundan, yanaklarından, kulaklarından, her yerinden… Soğuk su getirip onu ıslak bezlerle sarardım ama hiçbir faydası olmazdı…“
Valentina Timofeyevna PanaseviçÇernobil müdahale ekibindeki bir inşaat işçisinin karısı
Olaydan sonra Çernobil reaktörünün çevresinde yaşayanlar ilginç olaylara tanıklık ettiler. Tavukların ibikleri siyahtı, kırmızı değil. Süt ise hiç ekşimiyordu, kuruyup beyaz bir pudraya dönüşüyordu radyasyon yüzünden. Her yer radyasyon ünitesi gibi kokuyordu. İyodin kokusuydu bu. Görevliler, evlerin, binaların çatıları yıkadılar önce. Bütün tarlalar, bahçeler, ormanlar çalılar ve altındaki toprak, belli bir derinlikte kesilip bir halı gibi dürülüp kaldırılarak derin vadilere gömdüler. Bir hafta sonra gelip aynı kesip dürme işlemini tekrarlıyorlardı. Toprağı, toprağa gömüyorlardı. Talimatlar gereği bu işlemden önce yerin üç-dört metre altında satıh suyu olamaması gerekiyordu. Tabanı, çeperleri polietilen filmle kaplanması gerekiyordu. Bunlar talimatta yazanlardı, uygulama elbette ki farklı oldu.
Çevredeki insanlar ne olduğunu anlamıyorlardı. "Ne oldu çocuklar, dünyanın sonu mu geldi" diyorlardı. Hayvanları dışarı çıkarıp vurdular. Bunu yapmakla görevlendirilen biri "Atlar, onları vurmak için dışarı çıkarttığımızda ağlamaya başlarlardı" diye anlatıyor. Radyasyon alan insanlardaki ilk belirti, koku alma duyularını yitirmeleri oldu. Bitkindiler, öğrenciler dersin ortasında sıra üzerine yığılır ve bilinçlerini kaybederlerdi. Herkes mutsuz ve asık suratlıydı. Anneler günlük giydikleri giysileri hergün neden yıkamak zorunda olduklarını anlamamışlardı. Onlar için kir; mürekkep, çamur veya yağ lekesiydi, kısa ömürlü izotoplar değil. Bahçelerinde yetişen güzelim yiyecekleri, domatesleri, salatalıkları neden iki yıl boyunca yiyemeyeceklerini de anlamamışlardı. İnsanlar bazı şeylerini radyasyon ölçtürmek için getirirlerdi. Ama herşey limitlerin o kadar üstündeydi ki sonradan vazgeçtiler.
“... Nükleer Fizik Enstitüsü’yle, gönderdiğimiz toprak örneklerini test etsinler diye anlaşmıştık. Çim, siyah toprak örnekleri alıp Minsk’e gittiler. Analizler yaptılar. Ardından bana telefon ettiler: “Lütfen toprak numunelerini almak için bir araba gönderin.” “Şaka mı yapıyorsunuz? Minsk’e 400 km uzaktayız.” Ahize elimden düşecekti. “Toprağı buraya geri mi getireceğiz?” Yanıtları şöyle oldu: “Hayır şaka yapmıyoruz. Aslında bu numunelerin özel kaplar içinde beton ve metalden yapılma yeraltı kapları içine gömülmesi gerekir. Ama Belarus’un dört bir yanından numune yağıyor ve bir ay içinde bütün atık depomuz doldu.” Duyuyor musunuz? Aynı toprağı ekip biçiyorduk. Et ve süt planlarını yerine getirmemiz gerekiyordu. Buğday’dan votka yaptık. Elmalar, armutlar, vişneler meyve suyu olmaya gitti. Çocuklarımız o toprağın üzerinde oynadı…”
Vladimir Mateyeviç IvanovSlavgorad Parti Komitesi eski genel sekreteri
bugün çernobil felaketinin 25.yılı.hala etkileri silenmemiş bir felaket.
dün çernobil, bugün japonya böyle giderse yarın türkiye olacak. yazımda fotoğraf yok, fotoğraf koymaya içim elvermedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder