30 Mart 2012 Cuma

bir bilmecem var

hangi masal kahramanını sevdiğini söyle sana kim olduğu söyleyeyim.

oz büyücüsü'ndeki aslan mı, yoksa korkuluk mu ya da kim?




pamuk prenses mi, yoksa somurtkan cüce mi?



külkedisi mi prens mi?



rapunzel mi?




güzel mi çirkin mi?






alaaddin mi yasemin mi?





kibritçi kız mı?




kurşun asker mi?






belki de bunlardan hiç biri!






ama hepimizin bir masal kahramanı vardır. söyle bakalım senin masal kahramanın kim?

28 Mart 2012 Çarşamba

bahar yorgunu

bugünlerde bir bezginlik hali üzerimde sormayın gitsin. akşamları iki satır okuyayım diyorum,ama hemencik uykum geliyor. geçen hafta hasta olup cuma günü evde yatınca uyuklamalarım arasında pozitif enerji gücü (jon gordon) kitabını okudum. bu kitaplar okurken iyi de bitti mi tam da bitip gidiyor. bu kitap bitince roman okumaya karar verip elime yeni hayat'ı aldım.ama onun için de hazır değilim gibi geldi. bir sayfa okudum bıraktım. iki gün önce d&r'a gittiğimde elim birden onca kitabın arasında zorba'ya gitti. zorba'yı ne zamandır merak ederdim,ama alayım da okuyayım diye hiç aklıma düşmezdi. bu kez, evet zorba zamanı, adaçayı, girit ve buram buram ege zamanı dedim kendime.

dün işten çıktığımda biraz keyifleneyim diye eve yürüyerek gitmeye karar verdim. fsm bulvarı boyunca yürürken içimdeki huzursuzluk azalacağına arttı. bu şekilde eve gitmemeliyim diyerek bir şeyler yemek için oturdum,karnımı doyurup tekrar yürüyüşüme başladım. yoldaki bir kırtasiyeden oğlum için silgi ve kalem aldım. evdeki 10. silgisi ve 50.kalemi oldu. hani oğlum okula başlayınca kalemini, silgisini okulda kaybeder, düşürür falan ben de stoktan yenisini veriririm ya da stok eriyor diye yeni kalem alışverişi yaparım diye umutlanıyrdum. nerdeeee!benim tertipli bıdığım ne silgisini ne de kalemini kaybediyor. dün akşam kalemini ve silgisini verince "anne biliyor musun sınıfta kırtasiye malzemesi olarak en zengin benim." dedi. o pofuduk yanaklarını yiyordum neredeyse. o senin güzelliğin oğlum dedim içimden ve kalemkutusundaki dört tane silgiyi çıkarıp yerine yeni aldığım gülen yüzlü üçgen silgiyi koyduk. dün akşam o film seyrederken ben de kitap okurum diyerek arabalar 2 filmini açtım.kanepenin üzerinde battaniye altına kıvrıldık.ben henüz kitap okumaya yeni başlamıştım ki sayfanın üzerinde bir el, gözlerimin içine bakan boncuk gözler.anne lütfen kitap okuma, filmi birlikte izleyelim.tamam dedim ve kapattım kitabımı. zorba'yla buluşmamız yine ertlendi.

27 Mart 2012 Salı

hayatınıza renk gelsin





evimizden işimize gidebileceğimiz böyle renkli bir bisiklet yolumuz olsa.


saçlarım bu kızınki gibi uzun ve sağlıklı olsa.


ayakkabıları benim olsa.


çantası da benim olsa.


biraz daha zayıf olsam ve o elbiseyi giyebilsem.


ben de onun gibi gülerdim.


şimdiyse dudaklarımı sarkıttım, ayağımın altında elektrikli soba,üzerimde siyah gömlek ve siyah pantalonla çalışmaya çalışıyorum.

21 Mart 2012 Çarşamba

bahar gelmiş duydun mu?



Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden
Çocuğum uzat ellerini

Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı
Duy böyle koşturan sevinci
Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor
Toprak ananın kalbi

Şöyle yanıbaşıma çimenlere uzan
Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın
Baharın gençliğin ve aşkın
Türküsünü söyliyelim bir ağızdan

Ataol Behramoğlu

nevruz'umuz kutlu olsun. kimsenin malı olmayan, tüm dünyadaki halklar tarafından kutlanan. kökeni doğayla bir olma inancı taşıyan şamanlara dayanan bahar bayramımız kutlu olsun. insan doğadan uzaklaştıkça daha çok yalnızlaşacaktır. çimenlere uzanıp doğa ananın kalp atışını duyamadığın için bunca kan, bunca göz yaşı. mülkiyet hırsıyla değil, sevgiyle avuçla toprağı, unutma topraktan yaratıldın ve toprağa döneceksin.sen toprağa sahip olamazsın sahibin olan o. isterse seni var eder, isterse yok eder.

20 Mart 2012 Salı

Akrep Gibisin Kardeşim

söylenip dururum hep, ama gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıveririm hemen. böyle zamanlarda hep bu şiir geliyor aklıma. kabahatin çoğu benim be!!!


19 Mart 2012 Pazartesi

bir de bu var



dünyada böyle güzellikler varken bir de benim yaptığım şu b.ktan işe bak!

işimden nefret edenler buraya



gelip de bu koltuğa oturdummu midem bulanmaya başlıyor. ensemden gözlerime ve tüm kafa bölgeme bir ağrı musallat oluyor. işler gözümde büyüyor büyüyor büyüyor. masamdaki kağıtların üzerine kusmak ve işimle ilgili olarak içimde büyüyen ifrazatı dışarı boşaltmak istiyorum. yaklaşık 15 gündür başım ağrıyor, ama sadece haftaiçi. sabah baş ağrısıyla kalkıyorum, akşam eve gidene kadar başım ağrıyor. hani işte kötü giden bir şey de yok, iş sadece kendisi üzerime yük gibi geliyor.



internetten yaşam koçluğu ya da diyet uzmanlığı gibi eğitimler bakıyorum. hani bu tarz bir şey yapsam daha mutlu olacağım sanki. kağıtlar, sayılar beni mutlu etmiyor. bunalıyorum. tembel desem tembel değilim, işten kaçmak da değil benimkisi. hani keyif almadığımdan bunalmam. şimdi insan düşünüyor, herkes işini çok mu seviyor diye. yok işte, bu benimki öyle bir şey değil. artık bardak taşmak üzere. baraj artık doluluk oranını çok aştı ve sınırlarını zorlayıp baş ağrısı yapıyor. üç gündür hiç bir şey yapmıyorum. bu üç günün işi de birikti. ne yapıyorsun dediklerinde bas bas paraları leyla'ya bi daha mı gelicez dünyaya diyip, öffff sıkıldım diyesim var.



bugün hava güzel, sabah yatak odama doğan güneş bile işimin gözüme güzel gözükmesini sağlamadı. yoğunluktan falan değil bunalmam, bu farklı bir şey. önümdeki işlere baktıkça kalbim mengeneyle sıkılıyor. sıkıp sıkıp suyumu çıkarıyorum.

15 Mart 2012 Perşembe

özlem



aç mıyım?

hayır, değilim.


peki nedir bu durmadan birşeyler yeme isteği?


en iyisi ağzımı ve midemi ıvır zıvırla dolduracağıma akşam eve giderken çiğdem alayım da çıtır çıtır çitleriz oğlumla.


simsiyah ve yağmurlu bir günü daha geride bırakıyoruz. havaya inat, bir ege kasabasında beyaz boyalı bir evin kapı önünde, akşamüstünde, çiğdem çitleyip, çiğdemden içimiz kavrulunca kesilip yenilecek karpuzu bekleyip sohbet eder gibi sohbet edeceğim oğlumla.

günlere not


günler gelip geçerken küçük notlar düşmek istiyorum yaşananlara dair. sabah yaşadıklarımı akşamına unutan garip bir hafızaya sahipken şimdi yazacaklarım aslında tam olarak olanlar mıdır? yoksa benim kurgularım mıdır?
-geçen pazartesi gününden beri hiç geçmeyen bir baş ağrım var. kafamın içinde sanki birileri davul çalıyor.
- bu aralar oğluma karşı çok sabırsızım ve çabuk bağırıyorum. o yüzden sakin olmak için akşam eve gelmeden önce iki kaşık passiflora içiyorum. akşam evde melek gibiyim. hoş çoğu zaman öyleyim zaten,ama bugünlerde sabrımın sınırları çok aşağılardaydı.
- işyeri durumum hala belirsiz. bir zaman bir yerlere gideceğim,ama ne tam olarak zaman ne de nereye gideceğim belli.
-cumartesi günü oğluşun saçlarını kestirdik. her zaman kuaföre itiraz etmeden giden çocuğu bu kez kapıdan içeri zorla soktuk. neyse ki sonradan derdini anladık.saçlarını kısa kestirmek istemiyormuş.hoplayıp zıplarken havalanması hoşuna gidiyormuş. biz de tam istediği gibi bir model kestirdik.
- pazartesi günü yatak odasındaki aynanın başında kendini inceliyor, işte beni gülmekten öldüre cümle :' anne yabancı ülke çocuklarına benzemişim.' çünkü saçının önüne kahkul kestirdik.keşke o kadar terlemese de ensesini de uzatabilsek.erkek çocukta kahkullü saç candır. :))
-bugün tsm koro çalışmasından geldiğimde bıdığım ağlamaklıydı. dedesi gittikten sonra döküldü. okulda yanında oturan arkadaşı her beslenme saati sonrası kusuyormuş. kusmuk temizlenmediği için de çok kötü kokuyormuş. bugün o kadar çok kusmuş ki kokudan oğlumun da midesi bulanmış, neredeyse o da kusacakmış.öğretmene de söylemişler,ama sınıf temizlenmemiş.zaten çocuk çok pismiş.hep yemeklerini yere döküyormuş, toplamıyormuş.artık onun yanında oturmak istemiyormuş. 1 aydır sabrediyormuş,ama artık çok yorulmuş.bunları anlatırken dokunsam ağlayacaktı. o kadar üzüldüm ki haline, hemen ben yarın öğretmenini ararım dedim.sonra düşündüm de bence öğretmeniyle ilk olarak kendisi konuşmalı. yarın tüm bunları öğretmenine anlat ve yerini değiştirmesini rica et anneciğim dedim. bakalım yarın öğretmeniyle konuşacak.
-eşim iş için antalya'da oralarda hava nasıl bilmiyorum,ama burası hala çok soğuk.dün poyraz beni dondurdu.uzun zamandır bu kadar üşümemiştim.iliklerim dondu.
-herşeyde oburum bugünlerde. yemekte, kitapta, evde, gezmede,almada. artık bahar gelsin. havalar ısınsın ve geç kararsın.
-birşeyler okuyorum ya da aklıma geliyor, bunu bloga yazayım diyorum.sonra üzerime bir tembellik çöküyor. homini gırtlak, tumba yatak günlerimde miyim neyim.evdeki faaliyetlerim bundan ibaret.
- bugün yatarken oğlum 'anne seni çok seviyorum' dedi.ben de seni çok seviyorum dedim. 'anne seni niye bu kadar çok seviyorum acaba?' diye sordu. sevmek için nedene ihtiyacımız yok dedim. ben oğlumu sadece o olduğu için seviyorum. keşke hepimiz diğer insanları sadece kendileri oldukları için sevebilsek.
- sevmekle ilgili yazınca aklıma geldi tekrar, sivas davasının düşmesine hiç şaşırmadım. hatta çok doğal geldi. polisin ve askerin sadece izlemekle yetindiği bir olayda kimi mahkum edeceklerde ki? maraş'ın hesabı soruldu mu ki sivas'ın sorulsun!
- sevmiyorum kötü haberleri, hayata olan inancımı, umudumu yitirmeme neden oluyorlar. o yüzden başka şeylere dönmek istiyorum. bursa'da kitap fuarı var. yaklaşık dört yıldır gitmiyorum. hatta daha bile uzun olabilir. en son gittiğimde her yerde sadece dini yayınevlerini görüp, bir daha da gelmem demiştim. ama bu yıl baktım da güzel görünüyor.artık tama anlamıyla bir kitap fuarı görünümü kazanmış. bu sefer de evdekileri gitmeye ikna edemiyorum. bakalım hafta sonu umarım gitmeye ikna ederim.çok kalabalık olurmuş hiçbir şey anlamazmışız.bu yüzden bizim bıdık pazara bile gitmiyor.kalabalık oluyormuş.avm'ler de kalabalık oluyor,oraya niye gidiyoruz diyorum. orası sıcakmış, bağırıp duran kimse yokmuş vb. bir sürü sebep üretiyor anında.
ooo aslında çok yazasım varmış.baksana bir sürü şey yazdım. çok başım ağrıyor, doktora mı gitsem? artık bahar gelsin,çiçekler açsın!!!

8 Mart 2012 Perşembe

cemre



ne güzel bir sonbahar geçirmiştik bu yıl. doğa bize tüm güzelliğini sunmuş ve bir kez daha bizi kendine hayran bırakmıştı. bekliyordum o yüzden böyle bir kışı. çünkü kış dediğin karlı olmalıydı, soğuk olmalıydı. ilkokulda yaptığımız mevsimler şeridinde bizler hep bereli, atkılarına sarınmış çocukları kardan adam yaparken ya da kızak kayarken resmetmemiş miydik? ne kadar üşüsem de bol bol oğlumla kartopu oynama fırsatı verdiği için sevdim ben bu sene kışı.


sonbahar gibi o da mutlu etti beni. artık bahar geliyor. cemrelerin üçü de düştü. oğluma 5 mart günü bugün cemre toprağa düşüyor dedim. cemre kim anne dedi? bazı şeyler öyle bilindiktir ki bizim için sorgulamadan kabul etmişizdir. cemre’nin anlamını o sorana kadar hiç düşünmemiştim. Cemrelerin düşmesi demek baharın gelmesi, çiçeklerin açmaya başlaması demekti benim için gerisini hiç merak etmemiştim. ‘cemre’ ne demekti gerçekten? Anadolu Türkçesindeki cemre sözcüğü işaret, belirti anlamlarına gelen ‘imre’ sözcüğünün benzetme yoluyla değişmiş haliymiş. Söylenceye göre cemre cini ilkbaharda görünüp titrek ışıklar saçarak göğe yükselir. Sonra buzların üzerine düşerek onları eritir. Oradan da yere iner. Bundan sonra ısınmış topraktan buhar yükselirmiş. Evet 5 mart günü son cemre toprağa düştü, o gün bulduğum bir ağaca sarılırken arkadaşlarım bana çok güldü, ama ben ağaçtan bedenime geçen enerjiyi hissettim. Öğle tatilinde yemekten dönerken mine çiçeklerini gördüm ve baharın müjdesini aldım. Geçen hafta hiçbir şey yokken, dün tomurcuklanmaya başlayan kırmızı eriklere şaştım kaldım. Bu yıl ilkbaharı da doyasıya yaşamaktır doğa anadan beklentim.

7 Mart 2012 Çarşamba

bir varmış bir yokmuş



Daralma

Sokaklar gökyüzü insin diyedir aşağı

Çocuklar oynasın diye

Sokaklar pencereler baksın diyedir birbirine

Dertleşsin diye

Önce yüzüyle eskir evler

Yavaş yavaş kaybeder beden ısısını

Sesi yetmez olur da odalara

Bahçelere zor atar kendini

Suskunlaşır kapılar, pencereler uykulu

Dört duvarın sohbetidir oda

Evler hâlâ konar göçer çadırı çoğumuzun

Ölümü büyüttüğümüz ipek kozalar

Öyle daralttık ki içimizi

Bir saksılık toprağa yer yok

Herkesin kendini gösteriyor pusulası

Ağaç kendi göğünü biliyor sadece

Ve tüm yolculukların sonunda

Oteller kolayca terkedilir de

peki ya evler...

Gonca Özmen / Çıkın Dergisi Haziran 2001 sayısı


evin içi bomboş kalır birden. gideni uğurlarsın bir kalabalık ve koşuşturmacayla. sonra herkes evine gider, kalırsın bir başına. gidenin kalbimizdeki yeri daha bir dolar da evde boşalan yeri, ilk günler anlamazsın. sanki kısa bir yolculuğa çıkmış da geliverecekmiş gibi gelir. beklersin, ama gelmez. fotoğraflar sana yüzünü unutturmaz, ama bir süre sonra mimikleri yavaş yavaş aklından silinmeye başlar. kendini zorlarsın hatırlamak için. belki de onu olmadığı gibi hatırlarsın. en acısı da belki zihninin içinde ona ait sesi yitirmek. sesi nasıldı? bu durumda ne derdi diye düşünüp de sesini hatırlayamamak acıtır seni.


aslında kötü birşeyler olduğunu seziyordum. çünkü sosyal medyayı aktif olarak kullanan, tabiri yerindeyse cıvıltılarıyla hayatımıza renk katan oip'imin birkaç gündür sesi soluğu çıkmıyordu. tahmin ediyordum, ama konduramıyordum. bu yazıyı okuduğumdaysa gözyaşlarıma hakim olamadım. hıçkıra hıçkıra, katılarak ağladım.


Sizin Hiç Babanız Öldü mü?


Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim bir kere öldü, kör oldum.

Yıkadılar, aldılar, götürdüler.

Babamdan ummazdım bunu kör oldum.

Siz hiç hamama gittiniz mi?

Ben gittim lambanın biri söndü

Gözümün biri söndü kör oldum.

Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak

Söylelemesine maviydi kör oldum

Taslara gelince hamam taslarına

Taslar pırıl pırıldı ayna gibiydi

Taslarda yüzümün yarısını gördüm

Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü

Yüzümden ummazdım bunu kör oldum

Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?
Cemal Süreya


dünden beri çok ağladım. oip'i çok sevdiğimden mi, çağan'ın, bora'nın gözyaşlarını, şakınlıklarını düşündüğümden mi yoksa bugün abimin doğum günü olduğundan mı bu kadar etkinlendim bilemiyorum. çok üzgünüm.

5 Mart 2012 Pazartesi

gölgelerin gücü adına

denizim gelir benim, belli bir süre deniz kenarında bulunmadım mı kötü hissederim kendimi. martı çığlıklarını duymam, iyot kokusunu içime çekmem,ruhumu iyileştirmem gerekir. uzun zamandır izmir'e gidemeyince, kardan kıştan mudanya'ya uğrayamayınca denize yoğun bir özlem duymaya başlamıştım. antalya gezisinden sonra uzun bir süre ordaki sahil keyfim beni idare etse de tam krize girecekken araya bir günlük enfes bir havada yapılan istanbul gezisi girmişti de deniz özlemem bir nebze olsun yatışmıştı. ama cemre suya ve havaya düşmüştü, toprağa da düşmeden illahaki deniz de deniz dedim ve cumartesi günkü yağmurlu ve puslu havadan sonra doğa ana sesimi duydu ve pazar günü güneşli bir gün verdi bize. biz de soluğu iyi ki var dediğimiz mudanya'da aldık. işte çekirdek ailemiz kıyıdaki deniz analarıyla ilgili bilimsel bir araştırma peşinde. :)

yaklaşık dört saat boyunca deniz kenarında güneş altında çay içip güneşlenen bünye bugün de güneşli bir güne uyanınca keyiflendi tabi. e ne de olsa cemre toprağa düşecekti ve sarılmak için güzel bir ağaç seçilip ağacın kulağına güzel sözler fısıldanacaktı. giyindim, süslendim, işe geldim geldim ki ne göreyim.klimalar bozuk. iş yeri buzdolabı, kötü haberse bugün elbise giymiş olmam ve şu an çok üşüyor olmam. pazartesi sendromu nedir görmek isteyen buyursun gelsin. eczaneden kendime passiflora istedim. o kadar üşüdüm ki burnumdan damlayan buz sarkıtlarını koparıp gölgelerin gücü adına diyerek heman'e dönüşüp elimdeki buzdan kılıcımı birilerine saplayabilirim.

güneş seni seviyorum. bak klimalar da bozuk sen bari bizi terk etme.

1 Mart 2012 Perşembe

suçluyum, razıyım cezama

Kitap okumaya gönüllü müsünüz?

Adamın biri içkiyi fazla kaçırmış. Çevresindekileri rahatsız edince mahkemelik olmuş. Hakim ona önce 15 gün hapis cezası vermiş. Sonra “iyi halini göz önüne alarak” hapisten vazgeçip kararını “bir ay boyunca her gün 1,5 saat okuma cezası”na dönüştürmüş.

Siz miş-mış dememe bakmayın; bu bir masal değil. 12 yıl önce Yozgat’ta olan bir olay. Kahramanı da Alpaslan Yiğit adında bir yurttaş. Kendisi gazetecilere şöyle demiş:

- Allah düşmanıma böyle ceza vermesin! Hakime “Kitap delikanlıyı bozar, normal ceza ver”, diye yalvardım. Çok utandım. Ha evde bulaşıkları yıkamışsın, ha kütüphanede kitap okumuşsun. Herkes bana kıs kıs güldü.

Her gün jandarma nezaretinde kitap okumak zorunda kalan Yiğit, bu duruma dayanamayarak kaçmış, ortadan kaybolmuş. Ama 6 ay sonra dönüp (kitaplara) “teslim olmak” zorunda kalmış.


Gerçi sonradan “okumanın o kadar da kötü bir şey olmadığını” söylüyor, ama çok da değişmiş görünmüyor:

- 15 gün nedir ki, aslanlar gibi yatar çıkardım, köy kahvesine girerken de başımı dik tutardım…

Daha sonradan bu “eğitici uygulama”, başka hafif suçlara da “ceza” oldu. “Kitap okumanın ceza olduğu bir ülkede yaşıyoruz” türü yorumlar da basından eksik olmadı.

* * *

Rusya lideri Vladimir Putin, seçim kampanyası sırasında ilginç bir tez ortaya attı:

- Eğitim sistemimiz kaliteli kitapların okunmasını yeterince özendirmiyor. Bazı Amerikan üniversiteleri öğrencilere 100 kitaplık bir okuma listesi verir. Bizim de okullarımızda böyle bir zorunlu liste uygulamamız yararlı olacaktır.

Ve tartışma başladı. “Kitap zorla mı okutulur?”dan tutun da, bu 100 kitabın seçilmesinin büyük ayrılıklar ve kavgalar yaratacağına kadar her şey söylendi. Kimisi “100 değil, 500 kitap olmalı!” buyurdu, kimisi “Mesele, sayıda değil, nitelikte!” diye haykırdı.

Anketler yapıldı. Birinin sonucuna göre, toplumun, okunmasında en fazla yarar gördüğü kitaplar şunlardı: Tolstoy’dan “Savaş ve Barış”, Bulgakov’dan “Usta ve Margarita”, Dostoyevski’den “Suç ve Ceza”, Puşkin’den “Yevgeniy Onegin”, Şolohov’dan “Durgun Akardı Don”. Bu arada Anayasa’yı, Ceza Yasası’nı, İncil’i, çeşitli pratik bilgi kitaplarını önerenler de az olmadı. Lenin’in eserleri listede yer almalı mı, ya da Soljenitsin’in “Gulag Takımadaları” uygun mu, diye keskin polemiklere girişildi.

Böylece yıllar sonra kitap okuma konusu hatırlanmış oldu. Okullarda, televizyonlarda, gazetelerde tartışmalar ve araştırmalar yapıldı. Sorular soruldu:

- Sizce çocuklar ne zaman okuma alışkanlığı kazanmaya başlamalıdır? Çocuğa en çok kim yardımcı olmalıdır? Nasıl?

Hatta yetişkin toplum, çocuklardan önce kendisini yokladı:

- Ne kadar sık kitap okursunuz? En son ne okudunuz? Sizi en çok etkileyen üç kitabı sıralayın.

Seçimlerden sonra “100 kitap” tartışmaları hatırlanır mı, fikir uygulanır mı, bilmem. Ama konunun açılması sanırım yararlı oldu.

* * *

Rusya’ya gidenleriniz bilir, Ruslar kitap okumayı severler. Metroda herhangi bir vagona girin; orada mutlaka kitap okuyan 3-5 kişi görürsünüz. Eskiden de böyleydi. Hatta Sovyet döneminde daha fazlaydı ve SSCB dünyanın en çok okuyan ülkesiydi.


Elimde birkaç yıl öncesinin bir araştırması var. Buna göre ortalama bir Hindistan yurttaşı, kitap okumaya haftada 10,7 saat ayırıyor. Rusya’da ise bu süre 7,1 saat, yani günde bir saatten biraz fazla. En çok okuyan ilk 10 ülke sıralaması şöyle:

- Hindistan, Tayland, Çin, Filipinler, Mısır, Çek Cumhuriyeti, Rusya, İsveç, Fransa, Macaristan.

Günde ortalama 4,5 saat televizyon izleyen Türkiye halkı ise kitap okumaya YILDA sadece 6 saat ayırıyor. Düzenli kitap okuyanların oranı Japonya’da yüzde 24, ABD’de yüzde 12, İngiltere ve Fransa’da yüzde 11 iken Türkiye’den binde 1 kişi. Bir Japonya yurttaşı yılda ortalama 25 kitap okurken bir Türkiye yurttaşı 10 yılda bir kitap bitiriyor. (Geçen yılki resmî bir açıklamada bu veriler reddediliyor, Türkiye’de ortalama yılda 7,2 kitap okunduğu, 7-14 yaş grubu için ortalamanın “ayda 1 kitap” olduğu savunuluyordu.)

2007’de Rusya’daki kütüphanelerde 739 milyon kitap varken, bu sayı Almanya’da 104 milyon, Bulgaristan’da 46 milyon, Türkiye’de ise 13 milyon idi. BMÖ İnsani Gelişim Raporu’ndaki kitap okuma sıralamasında Türkiye’nin yeri 86. basamakta. Türkiye’de kitap, genel ihtiyaç maddeleri sıralamasında 235. sırada yer alıyor.

İzninizle yazıyı tatsız ve banal bir alıntı ile bitireyim bu sefer. Okuma konusunda internette yapılan bir tartışmadan oldukça sıradan bir bölüm aktarayım:

- Ben kitap okumuyorum, zevk alamıyorum, sıkılıyorum İşin kolayına kaçıyorum: Aç televizyonda bir film izle. Aynı şey değil mi?

Hakan Aksay
gazetedeki bir köşe yazısı bu. devlet politikası olarak televizyon izlemek özendirilerek daha da az okumamız sağlanıyor. ülkemi seviyorum. :))

lütfen birileri de beni cezalandırsın ve bana kitap okuma cezası versin. can baba'nın dediği gibi;

Reis Bey dedim Reis Bey
Asın beni dedim dövün öldürün beni
Suçluyum dedim kahpenin soysuzun biriyim ben
Vatan hainiyim belki de
Çalmadım öldürmedim ama
Daha kötüsünü yaptım
N’aptım biliyor musunuz

Halim Beyin deposunda hamaldım geçen yıl
Kaçıncı balyaydı kimbilir
Kaçırmışım keçileri birara
Arabalar evler sokaklar alıp başını gitmiş
Bi ova bi ben bi gökyüzü
Sırtımda bir pamuk tarlası
Çıkmış üstüne güneş terter tepinir
Tek dur dedim güneşe
Hayvanlığın lüzumu yok
Baktım oralı değil
Yıktım oracığa pamuk tarlasını
Aldım ayağımın altına güneşi
Yer misin yemez misin
Neden sonra uyanmışım
Karanlıklar basmış geceler olmuş
Bir ayçiçeği açmış sağ elimde
Solumda yediveren yedi amele
Almışız denizi karşımıza
Çatır çatır dişimizde ayçiçekleri
Bi güzel ağlamışız

Adamın gözleri Reis Bey
adamın gözleri
Bir koltuk meyhanesiydi
İzmir’in Meyhane Boğazında
Bir dumandır uğruyor dışarı bir duman
Dumanın yanısıra bir kerih türkü
Gel dedi gel girdim içeri
Koluma yapıştı birden
Gördün mü dedi şu deyyusları
Köşede üç herif oturuyordu
Nedense çürük dişlerim geldi aklıma
O keçiler var ya dedi o namussuzlar
Onlar yedi benim başımı
Bigün bile yaşatmam o itleri ama
Şükretsinler gene kafakâğıdımı kaybettim
Ah bir kafa-kağıdım olsa
Ben bilirim yapacağımı
Adamın gözleri bir Bursa bıçağıydı
Çıkardım cebimden nüfus kâğıdımı
Tutuşturdum eline
Cıvıl cıvıldı gözleri
Yeni dağılmış bir ilkokul gibi
İşte böyle dedim Reis Bey
Başınızı ağrıtmayayım
Yoksa bunlara gelinceye dek daha ne haltlar karıştırmadım

Biliyorum suçluyum razıyım cezama
Çalmadım öldürmedim ama
Daha kötüsünü yaptım
Na’aptım biliyor musunuz Reis Bey
Tuttum insanları sevdim

suçluyum işte, o yüzden polis zoruyla günde 2 saat, yok yoooook bu suça iki saat yetmez en az 4 saat kitap okuma cezası istiyorum. kendim geldim teslim oluyorum. böylece belki yatak ucumda, oturma odasındaki kanepenin başında, salondaki masanın üzerinde ve tuvalette yer alan başlanmış ama bitirilememiş kırmızı kitap (engin geçtan), gohor (aşkın güngör), julıa (çizgi roman), iyi hissetmek (psikoloji), dört arketip (carl gustav jung), anna karanina, benek'in masalı 2. kitap (nihan sarı), rome ve julıet ve daha niceleri okunup yeni kitaplara başlanabilir.reis bey dedim reis bey, biliyorum suçluyum razıyım cezama.