28 Şubat 2011 Pazartesi

cemre


Kadın bütün haftasonu ev işine dair hiçbir şey yapmamış. Ev dağınıkmış, yemek yokmuş, bulaşıklar lavaboda yığılmış umursamamış.Zaten bu günlerde yoğun bir umursamazlık ve yabancılaşma varmış üzerinde. Pazar sabahı psikoloğuyla yaptığı 3 saatlik görüşme hayat sahnesinde karışık olan renkleri bir fırçayla daha karıştırmış. Eve gelirken poyraz kulağına deli gibi üflemiş, üflemiş…Kadın anlamamış rüzgarın kulağına bağırdığını. Garfield izleyip lazanyayı merak eden oğluna lazanya pişirme sözü varmış, eve gelince bakmış herkes miskin miskin yatıyor,almış üzerine bir battaniye o da uzanmış televizyon karşısındaki yerine. Uyumamış aslında gözlerini kapatıp uyur gibi yapmış. Yummuş gözlerini kendi kendine birazdan gözlerimi açacağım aydınlık güneşli güzel bir gün olacak, evim derli toplu, sıcacık yemekler pişmiş olacak, eşim güleryüzlü sevgi dolu olacak, evim hayalimdeki gibi huzur kokacak demiş, demiş, tekrar etmiş içinden. Gözünü açtığında göreceklerinden korktuğu için 1,5 saat uyumadan gözleri kapalı öylece yatmış. Gözlerini açtığında eşi tarafından yapılmış, içine olanca tuz atılmış kıymalı lazanya takliti yapan yemeği görmüş. Oğlu yemiş, hayal kırıklığı ve bu çok tuzlu diyerek. Kadın üzülmüş, keşke yatmayıp oğluma adam gibi bir lazanya yapsaydım diye keşke hanesine bir cümle daha eklemiş.

Çocuk cumartesi sabahı yine geç kalkmış. Çok severmiş uyandıktan sonra yatakta keyif yapıp, odasının duvarlarına bakınıp, kangurusunu okşayıp parmak emmeyi. Annesi merak edermiş o sabah keyfi anlarında neler düşündüğünü, ama kapıdan o görmeden sessizce onu izlemeyi de sevdiğinden odaya girip bozmaşmış oğlunun sabah keyfini.Beklermiş “anneeee” diye seslenmesini. Bütün miskinliğiyle kalkmış çocuk,annesi okuldaki etkinliğe gitmek isteyip istemediğini sormuş. Okula gitmek istememiş çocuk. Baba saate bakmış 11, evde ekmek yok, peynir yok, yumurta yok, domates yok , hadi sizi kahvaltıya götüreyim demiş. Çocuk çok sevinmiş ve kahvaltıya nereye gidileceğini her zamanki gibi o belirlemiş. Zaten anne ve babası o nereye gitmek isterse oraya giderlermiş. Hemen kahvaltı sonrası oynamak için oyuncak seçilmiş ve kocaman lego kutusu çantaya sıkış tepiş sığdırılmaya çalışılmış. İtirazsız tüm kahvaltısını bitirmiş, e ne de olsa o istemişmiş kahvaltıya gelmeyi. Sonra anne ve babası gazetelerini okusun diye kendi kendine oyun oynamaya başlamış. Ne güzel şeymiş tüm ailenin bir arada olması, ara sıra oyundan kafasını kaldırıp anne babasına bakmış. Hiç konuşmadan gazetelerini okuyan ve çaylarını içen anne ve babasına. Annesi tutturmuş pazara gidelim sebze meyve alalım diye. O sevmiyormuş pazarı, pazar kalabalığını; tutturmuş gitmem de gitmem diye. Babası yine onun dediğini yapmış tabi ki, zaten babası hep onun tarafındaymış, annesi karşı tarafta. Alışveriş için yakındaki bir markete gitmişler. Sebze, meyve, peynir, ekmek derken süt reyonunda belli bir tutarda süt alana sirk bileti hediye edildiğini görmüşler. Gidelim gidelim demiş çocuk ve iki kişilik bilet alabilecek kadar süt almışlar. Pazar günü uyandığında annesi yokmuş, babasının hazırladığı kahvaltıyı istememiş, zaten kahvaltı etmeyi de pek sevmiyormuş. Annesi dışardan geldiğinde diğer kanepeye de o uzanmış. Çocuk babasıyla aynı kanepede üzerinde battaniye yatıyormuş, baba horluyor çocuk çizgi film izliyormuş. Sonra babanın yaptığı lazanyayı yemiş, bu muymuş lazanya demiş. Akşam da babasıyla birlikte sirke gitmişler. Sirk eskiymiş koltuklar gıcırdıyormuş, palyaçolar hiç komik değilmiş, kaplanlar kedi gibi, hayvanlar mutsuzmuş. Sirkin ilk yarısı bittiğinde çıkmışlar ve ikinci yarıyı izlememişler. Sirki sevmemiş çocuk. Annesi neden diye sorduğunda, sevmedim işte demiş.

Erkek susmuş, somurtmuş, oturduğu yerde uyuklamış, bulmaca çözmüş.

2.cemre’de suya düşmüş, bir hafta daha, şubat’ın son haftası da bitmiş. İyi olmuş bittiği Şubat’ın, Mart ayında güzel günler göreceğine inanıyor kadın, rüyasında yakalamaya çalıştığı o çok güzel fil yavruları, başka bir rüyada gördüğü oğluyla beraber denize girdiği o tertemiz koy… Hepsinin bir anlamı olmalı diyor.

Umut biterse yaşamın anlamı kalmıyor biliyor. Umutlu olmaya çalışıyor, umutlu kalmaya çalışıyor.

25 Şubat 2011 Cuma

kadınlar benzerdir

Kendi hayatına sahip olmak için evlenmek!.. Hayat kitabının 238.sayfası.

Ayşe Kulin'in de benimle aynı hatayı yaptığını okumak şaşırtıcı.

24 Şubat 2011 Perşembe

bir büyücü olmak istiyorum


Bedenen yorgunum belki, ama ruhum daha yorgun. Kendimi ne kadar zorlasam da dudaklarıma bir gülümseme yerleştiremiyorum. Kırgınlığım geçmiyor, kırgınım hayata. Bana uygun gördükleri için kırgınım. Önlenemez egom diyor ki bunu haketmiyorum. Hep okuduğum ve savunduğum şey, hayatımızı kendimiz şekillendiririz görüşü. Galiba ben hayatı kendim şekillendiremediğim için akışına bırakıp, ondan sonra da azgın akan bir nehirde oraya buraya çarparak ilerleyen bir sal gibi parçalanıyorum.


Pazartesi günü endokrinoloji uzmanına gittim. 2,5 yıldır boşu boşuna tiroid ilacı içiyormuşum. Triodle ilgili hiç bir problemim yokmuş.Tespit edilen tek sorun inisülün direnci. Onunla ilgili de herhangi bir ilaç vermedi. Diyet ve egzersizle halledebileceğimi söyledi. Çok kızdım kendime. Yiyerek yıllardır kendime verdiğim zarar için çok kızdım. Hoş ne olacak yine unutacağım bu günleri. Şimdi yediklerime dikkat ediyorum. Haftanın iki günü platese başladım. Geçen gün de şehir fırsatlarındaki indirimlerden faydalanıp 12 seans powerplate aldım. Pazartesi, Çarşamba, Cuma saat 8, Salı, Perşembe saat 9’da evde olacağım. Dün eşime söyleyince “istersen eve hiç gelme” dedi. Sesimi çıkarmadım.


Oğlumla ilgili ciddi bir disiplin sorunu yaşıyorum. Benden başka kimse şöyle yap demediği için ben evin kötüsüyüm. Dişlerini fırçala, hadi artık bilgisayarı kapat, yatma saati vb. şeyleri ben söylediğim için ben kötüyüm. Üstelik sözümü de dinlemiyor. Dün akşam yine bir yatma krizi yaşadık. Ben hadi yatma saati dedim o da yatmayacağım dedi. Ben de kızıp tamam sen bilirsin bundan sonra ben de sana şöyle yap demeyeceğim nasılsa sözümü dinlemiyorsun dedim. Anne, akşamları çok sinirli oluyorsun şeklinde bir cevap sonrası, eşim müdahale etti. Ondan sonra da “yok çocuk benden ilgi bekliyormuş, ben onunla ilgilenmiyormuşum, hemen kitabın başına koşuyormuşum, çocuk benim emir erimmiymiş, durmadan emir verip duruyormuşum” bir dünya bağrındı.Ben de sabrettim, sabrettim ve en son bir iki çift laf da ben ettim. Tüm bu tartışmalar oğlumun yanında oluyor. En sonunda o yattı zıbardı ben oğlumu alıp, yatağına götürdüm. Uyurken gözünden yaşlar akarak uyudu meleğim. Kızıyorum kendime, ona uyduğum, cevap verdiğim ve sesimi yükselttiğim için kızıyorum.


Suçlamak ne kolay, ilgisiz, düşüncesiz anne olarak etiketlemek işine geliyor. Olay benim kendime zaman ayırmam. Kadının öyle bir hakkı olamaz çünkü.Kadın çocuğu, evi ve eşi için yaşamak zorundadır. Eğer kendi için birşeyler yapıyorsa bencil olur, ilgisiz olur, kötü anne olur.
Mutsuz değilim, öfkeli değilim, küskünüm sadece, kırgın.


Çok güçsüz hissediyorum kendimi, yaşama enerjim kalmamış gibi. Sonra diyorum ki direnmelisin, güçlü olmalı ve yaşamına sahip çıkmak için savaşmalısın.


Yılma bu kadar çabuk, sen savaşmazsan kim senin için savaşır.

23 Şubat 2011 Çarşamba

bisiklete binmek özgürlük müdür?


Kötü şey ne demek tam, onu da anlayamıyorum.


Hep baskı diyorum- toplum diyorum, ama galiba yine öyle toplum baskısı bu!


Tamam, bir ara hatalar yapmış olabilirim- kötü biri de olabilirim. Ama artık değilim. Sonra, ben büyüdüm artık, kendi kararlarımı verebilirim.


Benim için en iyisinin ne olduğunu en iyi ben bilmez miyim? Artık o kadar da olgunlaşmadım mı?


Baskı altında yaşamak istemiyorum ben artık! Kimsenin bana baskı yapmasını istemiyorum.


Özgür olmak istiyorum, tamamen.


Bazen cam bir fanusta yaşadığımı ve her hareketimin gözlemlendiğini hissediyorum, rahatsız oluyorum. Sürekli birilerinin eleştirel gözlerle bana bakması, hayata farklı pencerelerden baktığımız için beni anlamaması ve yargılaması beni huzursuz ediyor.


Kendimi kısıtlanmış ve onların istediği gibi yaşamaya zorlanmış gibi hissediyorum.Beni özgür bıraksınlar istiyorum. Kendim de kendimi özgür bırakmak istiyorum.


Her zaman iyi olunur mu ki? Hem nedir ki her zaman iyi olmak? Bazen kötü de olabilirsin, ben bazen biri hakkında konuşuyorum mesela - iyi yorum yapmıyorum, kendimi kötü mü hissetmeliyim- ya da bazen biri beni üzmüş diyelim, ondan öcümü almak istiyorum, kötü mü oluyorum?


Ne yaparsam, ne söylersem, ne yazarsam yazayım o hep ben olmuyor muyum?


Ben sadece bir insanım.Ama eğer ailemi bu kadar çok düşünüyorsam, onları seviyorsam ve onlara vakit ayırıyorsam. Göstermelik değil, içten ve gerçek sevip sayıyorsam onları. Ya da doğru bulmadıklarımı söylüyorsam, yapmacıksız duygularımı belli ediyorsam, isteklerimi açık ve net söylüyorsam. En ufak bir şeyden etkileniyor, sokak çocuklarını gördüğümde etkileniyor, kalbim en ufak bir şeyde yumuşuyorsa. Bir gün elimden gelirse yardıma muhtaç kişilere yardım etmek istiyorsam, ama bunu başarmak için önce kendimin başarması gerekliliğini biliyorsam ve bunun için uğraşıyor, çalışıyorsam. İyi ve kötünün savaşında iyi kazanınca etkileniyor ve gözlerim doluyorsa; yoksulluk ve haksızlık üzerine bir şey izleyince ağlıyorsam, kötüleri izleyince de hep onların da bir hikâyesi vardır, kötü olmalarının bir nedeni vardır, diyebiliyorsam. Ben insanım diyorum kendime. Sadece insanım.


İnsan sadece kendine zarar veriyor, çevresindekilere zarar vermiyorsa kötü değildir. Kötü olduğunu düşünüyor ve kendine zarar veriyordur.


Zaten acıdan korkmamak gerekir- acı çekmek kötü bir şey değil ki! Kendine güvenmek ve inanmak gerekiyor. Çünkü sen kendinden emin olunca, yanlış yapmış olmuyorsun.


Başkalarına göre belki yanlışlarım var, ama bu onlara göre yanlış bana göre doğru, benim anladığım evlilikle ailelerimizin anladığı evlilik aynı değil. Benim istediğim hayatla onların veya senin benim için istediğin hayat aynı değil.


Niye herkes kendi doğrusunun başkasının da doğrusu olmasını ister?


Evlilik bu mu demek? Bence hayır.


Ben yalnız başımayken de başkalarıyla birlikteyken veya kontrol altındayken de hep aynı olmak istiyorum, hep aynı kalmak istiyorum. O zaman her şey çok güzel oluyor, çok doğru oluyor.


Benim sorumluluğum başta kendime, hiç kimseye değil ki.İnsan için en önemli şey özgür kalabilmekmiş; şimdi anlıyorum özgürlüğün tam olarak ne olduğunu.


Ve bir kez daha anlıyorum; hayat ve yaşamak aslında ne kadar gizemli, çünkü hep yeni bir şeyler öğreniyorsun, keşfediyorsun,değişiyorsun…


Eğer istersen!..

renk partisi

Yeşil tişörtü ve yeşil eşortman altı hala üzerinde,

-Anneciğim nasıl geçti renk partisi,

Suratını sarkıtarak,

-Kötü.
-Neden?
-Çünkü elim terledi, balonun üzerindeki ismim silindi ve balonumu kaybettim.
-Aaaa tüh kötü olmuş.
- D.nin de balonu patladı.
-Kankalar balonsuz kaldınız yani...
Birden gülüyor,
-Ama balonlarımız olmadığı için çok rahat dans edebildik.

22 Şubat 2011 Salı

bağırasım var!!!


Hava kurşun gibi ağır!

Bağır bağır bağır bağırıyorum.

Koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum...

O diyor ki bana

Sen kendi sesinle kül olursun ey!

Kerem gibi yana yana

"Deeeert çok, hem dert yok"

Yüreklerin kulakları sağır...

Hava kurşun gibi ağır...
Ben diyorum ki ona:

-Kül olayım Kerem gibi yana yana.

Ben yanmasam, sen yanmazsan

biz yanmazsak,nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...

Hava toprak gibi gebe,

Hava toprak gibi ağır,

Bağır bağır bağır bağırıyorum.

Koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum...


Nâzım Hikmet (1930 Mayıs)

21 Şubat 2011 Pazartesi

orda mısın?

incindim, incitildim derinden
terkettim kendimi
tesadüfen karşılaştım içimde
kendimle yeniden

bir minicik kız çocuğu bak
duruyor orada hâlâ
anlatamam gördüklerimi
o neşeli çocuğa

artık beni asla yaralayamaz
hayat eğer istemezsem
yıllar beni kolay yakalayamaz
ben durup beklemezsem

siz yine de incelikli davranın
benim kadar değilse de
ben bu yüzden, incelikler yüzünden
belki daha çok üzüldüm

Bazen diyorum ki ruhum da bedenim gibi kalın olsa bu kadar çok incinmezdim. :)))

Canım çooook fena bisküvi çekiyor, ama Buda Size Yemeğe Gelse (Hale Sofıa Schatz)'yi yeni bitirmişken kendime böyle birşey yapmamalıyım değil mi?

Son iki hafta içinde üç kitap okudum. Evde İnsanın Anlam Arayışı'nı okuyordum. İzinden döndüğüm gün masamda bir kargo paketi gördüm, zaten çok kötü bir psikolojiyle girmiştim ofise kargoyu açıp içindeki güzel kitapları görünce koyuverdim gözyaşlarımı. Hayal Kahvem telepatik olduğuma inandığım insanlardan biri. Kargonun içinden üç güzel kitap çıktı.Hemen Ece Temelkuran'ın İçeriden kitabını okumaya başladım kitap "Büyük Firar" yazısıyla başlıyordu. Geçen haftaki yoğun duygularıma merhem oldu kitap ve artık başucu kitabım. Kitaptan beni çok iyi anlattığına inandığım bir bölüm:

"Bu hayatta kadınlarla ilgili en derinden kahrolduğum bir mesele varsa o da budur: Kadınların kendilerini yavaş yavaş yok etmeleri. Gelenekten, mecburiyetten veya genellikle olduğu üzere bir erkekten dolayı kendi ışıklarını söndüren kadınlardır. Orada müthiş bir trajedi var, müthiş bir haksızlık.

Kanıtlanamayacak bir cinayet sanki, ağır ağır işlenen…

12 yaşındayken içlerinde koşmaya başlayan o vahşi atı hemen nasıl da yakalıyorlar? Nasıl korkup dizginliyorlar? Ya da tam olarak nedir bu cinayetin sebebi?

Haklılar bu cinayeti işlemekte ya da işletmekte kadına kendi kendine. Çünkü eğer kadınların ışıkları sönmezse müthiş olabilirler. Müthiş. Dünyayı ele geçirebilirler. Hakikaten!

Keşke sevmeye ve sevilmeye bu kadar ihtiyacımız olmasa, o ihtiyaç bizi uysal, evcil atlara dönüştürmese…

Ece Temelkuran"

İçeriden bitince uzun yıllardır başlayıp başlayıp 10-15 sayfa okuyup bıraktığım Buda Size Yemeğe Gelse kitabına başladım ve vücudumuzun ritmine göre beslenmemizi salık veren bu kitabı da 3 günde okuyup bitirdim.

İnsanın Anlam Arayışı ise Victor E.Frankl'in İkinci Dünya Savaşı sırasında bir toplama kampında yaşadıkları eşliğinde hayatın amacı ve anlamı nedir sorularına verdiği çok basit ve şaşırtıcı yanıta ilişkin bir kitap.

Bir uğrayıp kaçayım dedim, hayatımın "tıp" dönemindeyim. O yüzden kısacık yazıp gidiyorum. İçimdeki kız çocuğuyla sohbet etmekteyim.

17 Şubat 2011 Perşembe

aman doktor

Bugün kadın hastalıkları uzmanına gittim. 2 aydır adet görmediğim için bir takım testler istemişti. Onun sonuçlarına göre reçete yazacaktı. Hemen tanıyı koydu sağolsun.Polikistik Over Sendromu. Diana 35 ve Glokofaj yazdı. Glokofaj istemem dedim,çünkü etken maddesi olan metformin bana çok fazla yan etki yapıyor.Yarattığı mide bulantısı hayatımı zehir ediyor,üstelik yan etkisi de geçmiyor.Daha önce kullandım biliyorum, istemem dedim.O da Avendia isimli bir ilaç yazdı.Gittim eczaneye, eczacı dedi, Avendia 1,5 yıl önce piyasadan kaldırıldı.Onun yerine Rosvel diye bir ilaç verdi, kurumum da ödemiyormuş 25 TL bayıldım ilaca.İşyerime gelince açtım ilacın prospektüsünü okudum,bir dünya yan etkisi var. Sonra internetten araştırdım.İlaç kalp yetmezliğine neden olduğu için Avrupa'da kullanılmıyormuş.

Sinir oldum, doktoru aradım, ulaşamadım.Bana geri dönsün diye mesaj bıraktım,arayan soran yok.

Şerefli çalışan, işindeki gelişmeleri iyi takip eden, bilgili, insan hayatına değer veren doktor arıyorum.

Bursa'da bir kadın hastalıkları uzmanı ve bir endokrinoloji uzmanı aranıyor. Bir kaç isim aldım gerçi, ama kime güveneceğimi bilemiyorum. Muayene ücretleri de 200-300 TL .Bu kadar parayı bayılıp bir de saçma sapan ilaçlarla daha beter hasta olmak var.

iyi ki doğurmuşum

oğluşumun doğumgününde hazırladığım yiyecekler:

- mercimekli börek
- ıspanaklı börek
- zeytinli poğaça
- peynirli poğaça
- mercimek köftesi
- patates salatası
- rus salatası
- bonibonlu kurabiye
- elmalı kurabiye
- damla çikolatalı topkek
-veeee aşağıdaki çiçekler


oğlum arkadaşlarına keyifle gösterdi. baaak bu çiçeklerin çiçek ve sapı dışında her yeri yeniyor biliyor musun diyerek.

doğumgünü partisi etkinlikleri:

- yüz boyama,
- pinyata (ben yaptım, ben yaptım :)))
- balon patlatmaca,
- patlayan balonlardaki pusulaları bularak evin içinde hazine aramaca,
- gecenin ilerleyen saatlerinde makarna partisi.

oğlum ve diğer çocuklar çok eğlendi. ben ve annem yorgunluktan öldük, ama bitanem için unutulmayacak bir gün oldu. bir daha yapar mıyım? Bu kadar çok pasta börek hazırlamadan yine yaparım. Kalan yiyecekleri bir hafta boyunca yedik. Tarif vermeyeceğim zaten tarifler internetten.

Oğlumun ikinci süt dişi de düştü. Geçen hafta izinli olduğum için o da şubat tatili yaptı. Birlikte Ayı Yogi'yi izledik ve Kahraman Karınca isimli tiyatro oyununa gittik. Ayı Yogi güzeldi ama "Efeeem" diye konuşması gerekmiyor muydu? Tiyatro oyunu ise "Bir Böceğin Yaşamı" adlı filmden esinlenilmişti sanki. Oğluş bile izlerken anne bu karıncalı filme benziyor dedi. Tiyatro'nun başlangıç saatini beklerken koca bir simit yedi, iştahsız oğlum beni çok şaşırttı. Otobüsle eve dönerken de tüm yol boyunca konuştu. Ne anlattığını inan hatırlamıyorum, eminim otobüstekilerin başı şişmiştir. Bazen çocuklar nefes almadan saatlerce konuşabiliyor. Bir kez de İzmir'den dönerken beş saat boyunca hiç durmadan konuşmuştu.

Bir kadını en çok kızdıran şeylerden biri anneliğine laf söylenmesi, bazen ben de unutuyorum ve söylenenlere sinirleniyorum, ama ben iyi bir anneyim.

16 Şubat 2011 Çarşamba

yeni bir şeyler söylemek lazım cancağızım


Seninle bir daha aynı yolda yürümem

Seninle yürüyene yolda tuzakların var

Bir daha asla dokunmam tenine

Senin teninden önce duvarların var

Ben o duvarlara çarpa çarpa

Nasır tuttum

Ağlaya ağlaya

Yosun tuttum

Derin bir nefes alır gibi batıyoruz

Yükümüz ağır

Yeni bir söz söylemek için

Ölmek mi gerekir

Hadi bir cesaret

Sen de taşın altına koy elini

inadına inadına bağır çağır

ne istediğini.

15 Şubat 2011 Salı

ışık


İki kırmızı gül, üç lilyum ve çok sayıda şebboydan oluşan koca bir buketle, üzerinde canım anneme notu olan küçük bir frezya buketi getirdi dün çiçekçi. Koca buketi alıp çöpe atmak geçti içimden, kıyamadım çiçeklere,koydum masamın kenarına. Canım anneme notu olan frezyaların kokusunu derin derin içime çektim, gidip küçük bir vazoya koydum.Vazonun içini suyla doldurmak için çeşmeyi açtığımda gözyaşı çeşmem de açıldı. Hıçkırıklarıma hakim olamadım. Yeter mi bir buket çiçek, hem de hiç bir not yazılmamış bir buket çiçek, can kırıklarını tamir etmeye. Şebboyun kokusu temizler mi içimdeki küf kokusunu. Lilyum’un balı yapıştırıp tamir eder mi paramparça olmuş inancımı. Gülün dikeninin acısı hafifletir mi acımı…Kıyamadım onlara da, neydi çiçeklerin suçu, özür için mi yoksa sevgililer gününde görev savmak için mi gönderildiği belli olmayan bu gariban çiçeklerin suçu neydi. Açtım buketi, yerleştirdim güzel bir vazoya koydum masamın arkasına, yaşananları da arkama atıp görmezden gelsem, ama unutmasam, bu kez hafızam sakın unutma. Unutma sana yapılanı, unutma ki güçlü ol, indirme gardını, kendin olmaktan vazgeçme, oldu zaten olan, daha kötüsü ne olabilir? Frezyalar gözümün önünde, oğlumun masumiyetini hatırlatan mis kokulu beyaz frezyalar.

Akşam eve gittiğimde kayınvalidemler bizde değildi. Şaşırdım doğrusu, akşam yemeklerini hep birlikte yiyoruz. Ben öyle istemesem, ben ısrarla ben yemek hazırlarım, gerek yok onlarla yememize dememe rağmen, eşimin talebi üzerine kayınvalidem yemek hazırlıyor, birlikte yiyoruz. Ben hafta sonu yemek hazırlasam da pazartesi yine onları bizde bulurdum. Ama dün yoklardı, çok şaşırdım. Eve geldim, eşim makarna pişirmiş, ben de pazar günü börülce pişirmiştim. Bir aile gibi oturup yedik yemeğimizi. Bana hediye olarak inci bir küpe, kolye takımı ve yüzük almış. Ben de ona Nilüfer’in yeni CD’sini almıştım. Onu verdim, kutladık sevgililer gününü. Oğluşum bilgisayarda oyun oynarken, o televizyon izlerken ben sofrayı topladım, bulaşıkları yıkadım, çamaşır topladım katladım. Benim için bir de kumkuat ağacı almışlar onun saksısını sildim temizledim, salonda ağacıma yer açtım. Soğuktan balkonda ölen limon ağacım gibi olsun istemedim sonu. Artık ondan hiçbir şey beklememe ve istememe kararı almış biri olarak nasıl yaşamak istiyorsam o hayatı kendim yaratacağım. O var, ama yokmuş gibi… Sonra hadi dedim annenlerin kandilini kutlamaya inelim, gerek yok dedi. Sen gelmezsen gelme ben iniyorum diyince o da geldi arkamdan. 5 dk kandil kutlayıp çıktık evimize. TRT’de Şevval Sam’ın Pazar Ertesi isimli programını açtım, misafirleri Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu ve Tuncel Kurtiz’di. Türkülü, şiirli, keyifli bir programdı. Sohbet açısından kısır bir program olsa da kulaklarımın pası silindi, onlarla birlikte türkü söyledim, melodiler kulaklarımdan girip içimdeki tortuları aldı götürdü sanki. İş çıkışı eve giderken de cep telefonumdan radyo dinlemiş ve kulağımdaki türküye yol ortasında yüksek sesle eşlik ettiğimi farkedince once şöyle bir çevreme bakmış, sonra da bırak deli desinler, canın eşlik etmiyorsa eşlik et demiştim.

Kendimi sınırlamaktan, sınırlanmaktan bıkmışım. Niye bir kadın özgür olamaz? Önce anne babanın güdümündesindir, kendi başına karar veremezsin. Dışarı çıkmak için izin istersin, birşey almak için izin istersin. Sonra evlenirsin, daha özgür olacağını, artık gerçek anlamda bir birey olabileceğini düşürsün. Oysa anlarsın ki baba evi, koca evinden daha özgür bir hapishaneymiş. Baba evine izin alarak 12’de gelme hakkın vardır. Oysa koca evine giriş saati 10’dur. Yine kendi kararlarını alma hakkın yoktur, evlilik biz demektir ya ve o bizin nedense %80’i erkek, %20’si kadındır. Arkadaşlarınla dışarı çıkarsın kocan izin verirse, tatile gidersin kocan izin verirse, sen bir birey olmak istersin, o bana sormadan yapamazsın, ben hayır dersem yapamazsın dedikçe kendini giden arabadan dışarı atmak istersin, tıpkı hapishaneden kaçmak istediğin gibi. Çileden çıkarsın, sinir krizi geçirircesine çılgınca çığlıklar atarsın, çığlıkların duvara çarpıp suratında patlar. Kadın doğulmaz, kadın rolümüz toplum tarafından bize öğretilir. Öğrenmeye direnirsen acı çekersin, hırpalanırsın. Tıpkı erkek rolünün de öğretildiği gibi. Eşimin oynadığı rol, öğretilen erkeklik rolü. Benim tüm sorumluluğum onda, o benim mutluluğumun mutsuzluğumun sorumlusu, bu sorumluluk karşısında sahip olması gereken, benim ödemem gereken bedelse benim üzerimde otokontrol. Oysa benim ondan öyle bir talebim yok. Hayatımın sorumlusu benim, kontrolü de benim elimde olmalı.

Bir buket çiçek, kolye, küpe…Bunlar özgürlüğümü, birey olma hakkımı satın alabilir mi?

Göğsüm sıkışıyor, sadece iki seçenek yok diyorum kendime, ama diğer seçenekleri göremiyorum. Dün akşam bol bol dua ettim. Allah’a yalvardım, Allah hepimizi özel ve tek olarak yarattıysa niye başkaları bizi hükümdarlığı altına almaya çalışıyor? Sonra psikoloğumla “hikmet” hakkında yaptığımız konuşmayı düşündüm. Allah’a yalvardım, günahlarımı bağışlaması, bana doğru yolu göstermesi için. Allah’ım bana bu yaşadıklarımı unutturma, affetmemi sağla, ama unutturma.

14 Şubat 2011 Pazartesi

aslan geliyor kaplan geliyor,TIP!

Hayatı hep aynı bedenle, aynı kafayla sürdürmek mecburiyetinin sıkıcılığı yetmiyormuş gibi bir de dublör kullanma hakkı vermiyorlar insana. Halbuki bazı kalp ağrısı durumları dublörün üzerine yıkası geliyor insanın. Sevgili terk edilecek mesela ya da patronla son derece sıkıcı bir konuşma yapılacak. Çağır dublörü. "Action!" ve film devam etsin. Bazı sahneler senin yokluğunda devam etsin. Bakın, taşeronlaştırma da olabilir mesela. Hayatınızın bazı sıkıcı bölümlerini taşerona verebilmelisiniz. Hayatın angaryasını para karşılığı almalı biri sizden. Faturaların ödenmesi, bazı şeylerin akılda tutulması, kimlere nasıl davranılacağının hesap edilmesi, akrabalara nezaket telefonlarının açılması... "Maddi - manevi her işinize bakılır!" gibisinden mesela.

"Hayat menajerliği"
Acaba hayatın her bir noktasını parasal bir değere tahvil edebilen bu düzende niye kimsenin aklına mesela "hayat menajerliği" gibi bir iş kurmak gelmiyor? Bu sehpa nereye konulacak? Hangi ayakkabıyı almak daha "havalı" olur? İşyerindekilere nasıl davranırsan başın belaya girmez? Nasıl bir stilde giyinirsen "imajın" cilalı olur? Karizmanın korunması için ne yapmak lazım? Maaş pazarlığında insan kendini nasıl ağırdan satar? İnsanlığın bütün bu bayağı kurallarıyla ilgili bölümlerini biri sizin yerinize düşünüp bir strateji belirlese mesela. Hatta acaba "hayat değiş tokuşu" nasıl olur? Öyle ya, sorunlarınız zaaflarınızdan kaynaklanıyorsa bir başkasının öyle zaafları olmadığı için sizin hayatınızdaki sorunları daha kolay çözebilecektir. Karşılığında siz de bir süreliğine onun hayatına bakacaksınız tabii. Canınız sıkılınca yine geri vereceksiniz hayatı veya değişim ilişkisine yeni insanlar sokacaksınız. Neşenizi bulacaksınız.
Devre mülk hayat! Hayatlar evler gibi olabilse keşke. Kapısına kilidi vurup biraz dışarı çıkabilseniz. Selam veren tanıdıklara "Kusura bakmayın. Ben bir süreliğine ben değilim. Kendim de tatildeyim" diyebilseniz. Hatta ev gibi olan hayatlar sonra da "devre mülk" olabilse... Aynı hayatı birkaç kişi toplanıp yaşasanız. Öyle tartışa tartışa, beraber karar vererek mesela. İnsanın kendinde canı sıkılıyor sadece kendiyle! Keşke birileri daha olsa insanın içinde. Akıl danışabileceği, kritik zamanlarda kendini şöyle masanın üzerinde koyup "Ben şimdi ne yapacağız?" diye tartışabileceği...

"Çok karışır işler. Girmeyelim böyle olaylara" diyorsanız o vakit mesela "Tıp! Müessesesi" diye bir şey olsa. Hayatın bir yerinde, tatile gidecek bile takati olmayanlar, yani artık o derece olaylara katılmak istemeyenler "Tıp! Müessesesi"ni kullansa. Bir tür "Durma Hakkı". Öylece, olduğun yerde durma hakkı. Hiçbir şey yapmadan ve her şey yanı başından sana ihtiyaç duymadan akıp giderken. Durmak isteyince "Aslan geliyor! Kaplan geliyor! Tıp!" desen o eski çocuk oyunundaki gibi. Konuşan yansa. Sana ilişen yansa bu oyunda. Sen hiç yanmasan. Bir değişiklik olarak sen yanmasan bu sefer! Son derece mantıklı olan, aslında herkese de pekala iyi gelecek bu öneriler yine kabul edilmeyecek. İnsanlık böyle tuhaf bir şey işte. Herkes illa kendinde kalacak, kendine sahip olacak, kendine yapışacak, "kendi olacak". Ne demekse? İnsan, kalabalık bir şeydir oysa. Bazı kalpler ana - baba günü...

Ece Temelkuran

hiçlik

Konuşasım, yazasım, okuyasım, paylaşasım yok hiç bir şeyi. İstiridye gibi kabuğumun içinde saklanmak istiyorum. Son iki haftada ne çok şey oldu.
- Defne öldü, bu ölümle sanki içimdeki bir parça da öldü,
- Oğluma çok güzel bir doğumgünü partisi yaptım, eşim ve ailesinin misafir gibi katıldığı ,annem babam ve benimse deli gibi çalıştığı bir parti,
- Annem, babam, işsiz koca üçgeninde evde çileden çıktım,
- Cuma günü hayatımda hiç yaşayacağımı düşünmediğim birşey yaşadım ve eşim hiç olmadığı kadar çirkin bir hal aldı. Yaşananlar sonrası hemen psikoloğumun yanına gittim, gittiğimde hala deli gibi ağlıyordum. Şimdiyse hissiz gibiyim. Ben ne yapacağım?
- Hayatımla ilgili çok ciddi kararlar alıp, adımlar atmam gerekiyor.

Şu aşağıda arkadaşıyla birlikte yeni oyuncağıyla oynayan sarı hırkalı madenci yer cücesi kararımı zorlaştıran, yoksa alıp valizimi gitmek öyle kolay ki.



Erkek ırkı sizden nefret ediyorum. Sizi böyle yetiştiren toplumdan da...

2 Şubat 2011 Çarşamba

:(((

Defne Joy ölmüş.

Şoktayım.

Çok çok üzüldüm.Çok sevdiğim biriydi.

Yaşam ne kadar boş. Oğlu Can nasıl güzel bir anneyi kaybetti.

:(((((((((

1 Şubat 2011 Salı

ruh üşütücü ve ısıtıcılar

isteksiz, heyecansız bir güne başlamıştım. dün gece benim evdeki kazma sapı yine oğluşun doğum günü hazırlıklarına ilişkin olarak duyduğum heyecanı öldürmüştü. zaten ne zaman beni heyecanlandıran birşey olsa ya bir lafıyla ya da bir davranışıyla benim hevesimi kırar. böyle zamanlarda üşürüm.ruhum üşür sanki.

ruhumu ısıtan birşey oldu bu sabah. teşekkürler nihan :

robotununun yaydığı gün ışığı bursa'da yaşayan bu yalnız kadını bile ısıttı. şimdi toparlanmalı ve parti hazırlıklarına devam etmeliyim.

psikolojisi sevdiğim blogları okuyarak biraz toparlanmış biri olarak tekrar yazıyorum ve güne notlarımı düşüyorum.

dün leylak dalı'nın doğum günüydü, oğluşumdan beş gün önce doğmuş.onun kutlu mutlu doğum haftasıyla oğlumunki aynı günlere dek geliyor. :))) canım ablam melek annen iyi ki seni doğurmuş. kitabımı bitirdim, kerim ali abi ölünce çok üzüldüm. nedense bana kendi abimi ve senin dayını hatırlattı. iki gece önce kitabı bitirip yattım,ama sabaha kadar gözüme uyku girmedi. kitap beni çok etkiledi.

blog başlığım nasıl bu arada? utanmaz insan olarak istemiştim ve sevgili şuşu çizip göndermişti.ben de şubat ayında kullanırım diye çeyizime koymuştum. aslında arka planda yağan karlar da çizip göndermiş, ama ben bir türlü becerip de arka planı ekleyemedim. blogger nasıl kullanılır konusunda canlı bir ders almam gerek. kinesitetik öğrenen biri olarak birinin bana canlı canlı anlatması gerek.

ajanda dergisinin şubat sayısını okudum biraz önce, her ayki gibi çok beğendim. kendimi iyi hissetmemi sağladı. evet sanat kesinlikle bünyeme iyi geliyor. :)) arşivime kaydettim. siz de okumak isterseniz tık tık. üstelik kahve hediyeli. şuşu yine çok güzel çizimler yapmış.hem de pinoyla yaptığı röportaj da var. pino'cum şu meraklı minik ve bilim çocuk'tan hediye olarak aldığımız kartlar için bir saklama çözümü isteğimi yineliyorum.

sabah diplerde sürünen ben şimdi iyiyim. hepinizi çok seviyorum. enerjiniz bana enerji veriyor. :)))