İki kırmızı gül, üç lilyum ve çok sayıda şebboydan oluşan koca bir buketle, üzerinde canım anneme notu olan küçük bir frezya buketi getirdi dün çiçekçi. Koca buketi alıp çöpe atmak geçti içimden, kıyamadım çiçeklere,koydum masamın kenarına. Canım anneme notu olan frezyaların kokusunu derin derin içime çektim, gidip küçük bir vazoya koydum.Vazonun içini suyla doldurmak için çeşmeyi açtığımda gözyaşı çeşmem de açıldı. Hıçkırıklarıma hakim olamadım. Yeter mi bir buket çiçek, hem de hiç bir not yazılmamış bir buket çiçek, can kırıklarını tamir etmeye. Şebboyun kokusu temizler mi içimdeki küf kokusunu. Lilyum’un balı yapıştırıp tamir eder mi paramparça olmuş inancımı. Gülün dikeninin acısı hafifletir mi acımı…Kıyamadım onlara da, neydi çiçeklerin suçu, özür için mi yoksa sevgililer gününde görev savmak için mi gönderildiği belli olmayan bu gariban çiçeklerin suçu neydi. Açtım buketi, yerleştirdim güzel bir vazoya koydum masamın arkasına, yaşananları da arkama atıp görmezden gelsem, ama unutmasam, bu kez hafızam sakın unutma. Unutma sana yapılanı, unutma ki güçlü ol, indirme gardını, kendin olmaktan vazgeçme, oldu zaten olan, daha kötüsü ne olabilir? Frezyalar gözümün önünde, oğlumun masumiyetini hatırlatan mis kokulu beyaz frezyalar.
Akşam eve gittiğimde kayınvalidemler bizde değildi. Şaşırdım doğrusu, akşam yemeklerini hep birlikte yiyoruz. Ben öyle istemesem, ben ısrarla ben yemek hazırlarım, gerek yok onlarla yememize dememe rağmen, eşimin talebi üzerine kayınvalidem yemek hazırlıyor, birlikte yiyoruz. Ben hafta sonu yemek hazırlasam da pazartesi yine onları bizde bulurdum. Ama dün yoklardı, çok şaşırdım. Eve geldim, eşim makarna pişirmiş, ben de pazar günü börülce pişirmiştim. Bir aile gibi oturup yedik yemeğimizi. Bana hediye olarak inci bir küpe, kolye takımı ve yüzük almış. Ben de ona Nilüfer’in yeni CD’sini almıştım. Onu verdim, kutladık sevgililer gününü. Oğluşum bilgisayarda oyun oynarken, o televizyon izlerken ben sofrayı topladım, bulaşıkları yıkadım, çamaşır topladım katladım. Benim için bir de kumkuat ağacı almışlar onun saksısını sildim temizledim, salonda ağacıma yer açtım. Soğuktan balkonda ölen limon ağacım gibi olsun istemedim sonu. Artık ondan hiçbir şey beklememe ve istememe kararı almış biri olarak nasıl yaşamak istiyorsam o hayatı kendim yaratacağım. O var, ama yokmuş gibi… Sonra hadi dedim annenlerin kandilini kutlamaya inelim, gerek yok dedi. Sen gelmezsen gelme ben iniyorum diyince o da geldi arkamdan. 5 dk kandil kutlayıp çıktık evimize. TRT’de Şevval Sam’ın Pazar Ertesi isimli programını açtım, misafirleri Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu ve Tuncel Kurtiz’di. Türkülü, şiirli, keyifli bir programdı. Sohbet açısından kısır bir program olsa da kulaklarımın pası silindi, onlarla birlikte türkü söyledim, melodiler kulaklarımdan girip içimdeki tortuları aldı götürdü sanki. İş çıkışı eve giderken de cep telefonumdan radyo dinlemiş ve kulağımdaki türküye yol ortasında yüksek sesle eşlik ettiğimi farkedince once şöyle bir çevreme bakmış, sonra da bırak deli desinler, canın eşlik etmiyorsa eşlik et demiştim.
Kendimi sınırlamaktan, sınırlanmaktan bıkmışım. Niye bir kadın özgür olamaz? Önce anne babanın güdümündesindir, kendi başına karar veremezsin. Dışarı çıkmak için izin istersin, birşey almak için izin istersin. Sonra evlenirsin, daha özgür olacağını, artık gerçek anlamda bir birey olabileceğini düşürsün. Oysa anlarsın ki baba evi, koca evinden daha özgür bir hapishaneymiş. Baba evine izin alarak 12’de gelme hakkın vardır. Oysa koca evine giriş saati 10’dur. Yine kendi kararlarını alma hakkın yoktur, evlilik biz demektir ya ve o bizin nedense %80’i erkek, %20’si kadındır. Arkadaşlarınla dışarı çıkarsın kocan izin verirse, tatile gidersin kocan izin verirse, sen bir birey olmak istersin, o bana sormadan yapamazsın, ben hayır dersem yapamazsın dedikçe kendini giden arabadan dışarı atmak istersin, tıpkı hapishaneden kaçmak istediğin gibi. Çileden çıkarsın, sinir krizi geçirircesine çılgınca çığlıklar atarsın, çığlıkların duvara çarpıp suratında patlar. Kadın doğulmaz, kadın rolümüz toplum tarafından bize öğretilir. Öğrenmeye direnirsen acı çekersin, hırpalanırsın. Tıpkı erkek rolünün de öğretildiği gibi. Eşimin oynadığı rol, öğretilen erkeklik rolü. Benim tüm sorumluluğum onda, o benim mutluluğumun mutsuzluğumun sorumlusu, bu sorumluluk karşısında sahip olması gereken, benim ödemem gereken bedelse benim üzerimde otokontrol. Oysa benim ondan öyle bir talebim yok. Hayatımın sorumlusu benim, kontrolü de benim elimde olmalı.
Bir buket çiçek, kolye, küpe…Bunlar özgürlüğümü, birey olma hakkımı satın alabilir mi?
Göğsüm sıkışıyor, sadece iki seçenek yok diyorum kendime, ama diğer seçenekleri göremiyorum. Dün akşam bol bol dua ettim. Allah’a yalvardım, Allah hepimizi özel ve tek olarak yarattıysa niye başkaları bizi hükümdarlığı altına almaya çalışıyor? Sonra psikoloğumla “hikmet” hakkında yaptığımız konuşmayı düşündüm. Allah’a yalvardım, günahlarımı bağışlaması, bana doğru yolu göstermesi için. Allah’ım bana bu yaşadıklarımı unutturma, affetmemi sağla, ama unutturma.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder