25 Temmuz 2012 Çarşamba

değil efendi'nin renk ve ve korku meselleri


renkleri görmemek nasıl olurdu diye düşünüyorum.

denizin mavi olduğunu, çınarın o güzel yapraklarının yeşil olduğunu bilmemek. çileğin o güzel rengini bilmesek çilek dudaklı dermiydik sevgiliye? sadece beyaz olsa, beyazın olmadığı yerde de siyah.

saman sarısı diye bir renk hiç olmamış olsa mesela. erik yeşilini, şeftali rengini, leylak rengini hiç bilmesen. leylak rengi dendiğinde leylağın kokusu gelir mi burnuna ya da vişne rengi dendiğinde şöyle kıvamında bir vişne reçeli çeker mi canın? en kötüsü de herkes renkleri görürken senin görmemen olurdu herhalde.

değil efendi'nin anlattığı meselde işte tam da böyle bir kahraman var. renkleri göremeyen bir şair. ülkemizdeki pek çok sanatçı, düşünce adamı gibi bir kaçak. polisten kaçarken kendini ığdır'da bulan bir şair. masalsı bir mekanda renkleri göremeyen şairimiz renklerle konuşan nuh'la karşılaşır ve nuh'un yaptığı bir resme bakarken birden resimdeki nesneler renge bürünür.

ığdır'da geceleri insanlara saldıran bir vampir, paranayok bir polis...

şair korkmaktadır. hayır, hayır...ne vampirden ne de polisten. en büyük korkusu yıllar sonra tekrar bulduğu renkleri kaybetmektir.

"korkmamak öğrenilebilir miydi? herhangi bir şeyi hissetmemek öğrenilebilir miydi?"

"kaybedeceklerimiz nispetinde korkuyoruz." diyordu kitapta. iskender sof da kaybedecekleri için korkuyordu. bazen tam sınırı geçerken vurulup ölmekten, ama en çok da renkleri tekrar kaybetmekten.

"bazı hayatların ne kadar pürüzsüz, su gibi akıp gittiğini düşündü. sıkıntısız, kedersiz, doğdukları evde ölen, basit gönül meselelerini hayatlarının en büyük derdi haline getiren insanları hayal etti. bir de kendi yaşadığı çalkantılı, engebeli hayatı düşündü."

karışıktı hayatı şairin. onu ele veren en güvendikleri, başta karısıydı. insan güvenini kaybederse yaşamak nasıl katlanılır olurdu.

kendi hayatımı düşündüm ben de. çok pürüzsüz değil belki, ama yine de düz bir hayatım var. basit, yarın ne olacağı çoğu zaman bilinen. iyi bir şey bu galiba!

Meğer ki insanlıkta dost hayatı yaşamışım geçerken
rengarenk bir nehirden
Şimdi ezberimde iki girişi olan binalar kaldı sadece
o muazzam şehirden

diyordu yüreğinde aldatılmanın ıstırabını taşıyan şair iskender sof.

"ıstırabı dindirmek için onu anlamak elzemdir. bir şeyi anlamak için onun tersine vakıf olmak şarttır. tersini bilmediğimiz hiçbir şeyi tam manasıyla anlama şansımız bulunmaz. kainatta ya Hiç vardır ya da Şey. Hiç ve Şey birbirinin tersi haldedir. birini tanımak için öbürünü bilmek şarttı!"

korkunun tersi cesaret miydi peki? hayır değildi tabiki cesaret korkuyla birlikte gelir. peki neydi korkunun tersi? henüz bilmiyorum.çünkü kitabı bitiremedim. güzel bir kitap elimde neden bu kadar süründü bilmiyorum. sıcaklar beni pek iyi etkilemiyor.klimalı ortamlar,ordan sıcak ortamlara geçiş,çok uykulu günler geçiriyorum. bakalım korkunun tersini öğrenebilecek miyim?kente korku salan vampir yakalanabilecek mi?iskender sof sınırı aşıp rusya'ya gidebilicek mi?nuh resim yapmaya devam edecek mi?değil efendi anlatacak ben okuyacağım.

1 yorum: