Birden bire başladı. İnce ince, dokunmaya
korkar gibi, incitmekten sakınır gibi, okşarcasına düştü yere minik lekeler
bırakarak. Baktı ki özlenmişti, dokunuşları reddedilmedi toprak tarafından,
hızlandı. İçini boşaltırcasına, yoğunluğunu artırarak, özlemle kavuştu
toprağına. Sıkı sıkı sarıldılar birbirlerine yağmur ve toprak. İnsanlar sığınacak
bir saçak altı arayarak koşuşurken yağmurun telaşından, aşklarına yeşilden
turuncuya çalan yapraklar, bu kucaklaşmada aradan çekilmeleri gerektiğini
bildikleri için kaçışan martıların gölgeleri tanıklık etti. Saklandığı
saçak altında öylece durup yağmuru izlerken saçlarından süzülen damlalar,
bedeninin kıvrımlarından akıp ayakuçlarına değdiğinde yerdeki su birikintisine takıldı
bakışları. Öne doğru bir adım attı, başını geriye doğru eğip gökyüzüne baktı
yağmur damlalarına meydan okurcasına. Bu kadarcıktı işte dünyadaki varlığı. Bir
yağmur tanesi baştan aşağıya saniyeler içinde yol alabiliyordu ufalmış bedeninde.
Arkasını dönüp dükkanın vitrinine baktığında ışık oyunlarıyla oluşan görüntüler
arasında gördüğü sarı benizli, düşük sağ omuzuyla asimetrik bedenli, şişmiş
gözleri ve karmakarışık saçları olan kendi sureti mi yoksa bir korkuluk mu
karar veremedi. İlk defa görmüş gibi dikkatle bakarak bir iki adım yaklaştı
vitrine doğru. Yüzüne dokunmak istercesine vitrindeki aksine dokundu. “Kimsin
sen?” Duyduğu boğuk sesten irkildi. Kendi sesine bir benzerlik aradı.
Boğazındaki boğumlardan çıkan her bir harfin ses tellerine değip kulaklarına
doğru yol aldığı o an, sonsuz bir uzunlukta geldi. Bedeni, sesi, ruhu sanki
hepsi kendinden uzakta, kendinin dışındaydı. Bu sızı gelip onu bulduğundan beri
bedeni korkunç bir dönüşüm geçirmişti. Kimilerini yeniden yaratan, varlığına
anlam katan şey onun kalbini acıtıyordu. Bir kemik vardı kalbinin tam orta
yerinde zamanlı zamansız etine saplanan. “Unut artık, unut artık, seni düşünmek
istemiyorum.” Sırtını dükkânın vitrinine dayayıp elleriyle kulaklarını kapadı,
kendine yabancı sesini duymak istemeyerek yere çöktü. Gözlerini de sıkı sıkı
kapadı, rüzgârla yüzüne çarpar yağmur damlaları içini ürpertti. Birden yanı
başında bir sıcaklık hissetti, onun nefesiydi sanki. Gözünü açmaya korkuyordu.
Bir masal gibi başlayan ve serap gibi yok olup giden, yerine hastalıklı bir hasret
bırakan, dışında olup da aslında tamamen ondan ibaret olan sevdayı bulamamaktan
korkuyordu. Korktuğu zamanlarda şiir okurdu içinden, mırıl mırıl kendini
sakinleştirmeye çalıştı.
“Damla düştü toprağa cemre misali
En büyüleyici pırıltısıyla dün akşam,
Mis gibi kokusuyla büyüleyen etrafı
Eksikliğini hissettiğimiz ama söyleyemediğimiz,
Tek tek ama beraberce kardeşcesine
Göl gibi derler ya işte öyle durgun ve sessiz
Üzüntülülerini paylaşırlar sevinçleri paylaştıkları gibi ,
Lisanlarıyla sevgiden bahsederler hep
Esintisinde bir samyelinin bir ömür boyu,
Rahatlatıyor tüm sevgiye muhtaçları şu yağmur taneleri.
Murathan Mungan”
Ayağa kalktı, tekrar yağmura doğru bir adım
attı. Tüm bedeni baştan aşağı yıkandı yağmurla, içinde hiç nefes kalmayıncaya
dek bağırdı çığlıklarını yağmur damlalarına hapsetmek istercesine, gözyaşlarını
yağmura kattı. Yağmur bir süre sonra veda etti kokusunu bırakarak toprakta,
"yine geleceğim" dedi. Toprak biliyordu geleceğini, çünkü artık yağmurun
zamanıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder