3 Ocak 2018 Çarşamba

YAĞMUR


Birden bire başladı. İnce ince, dokunmaya korkar gibi, incitmekten sakınır gibi, okşarcasına düştü yere minik lekeler bırakarak. Baktı ki özlenmişti, dokunuşları reddedilmedi toprak tarafından, hızlandı. İçini boşaltırcasına, yoğunluğunu artırarak, özlemle kavuştu toprağına. Sıkı sıkı sarıldılar birbirlerine yağmur ve toprak. İnsanlar sığınacak bir saçak altı arayarak koşuşurken yağmurun telaşından, aşklarına yeşilden turuncuya çalan yapraklar, bu kucaklaşmada aradan çekilmeleri gerektiğini bildikleri için kaçışan martıların gölgeleri tanıklık etti. Saklandığı saçak altında öylece durup yağmuru izlerken saçlarından süzülen damlalar, bedeninin kıvrımlarından akıp ayakuçlarına değdiğinde yerdeki su birikintisine takıldı bakışları. Öne doğru bir adım attı, başını geriye doğru eğip gökyüzüne baktı yağmur damlalarına meydan okurcasına. Bu kadarcıktı işte dünyadaki varlığı. Bir yağmur tanesi baştan aşağıya saniyeler içinde yol alabiliyordu ufalmış bedeninde. Arkasını dönüp dükkanın vitrinine baktığında ışık oyunlarıyla oluşan görüntüler arasında gördüğü sarı benizli, düşük sağ omuzuyla asimetrik bedenli, şişmiş gözleri ve karmakarışık saçları olan kendi sureti mi yoksa bir korkuluk mu karar veremedi. İlk defa görmüş gibi dikkatle bakarak bir iki adım yaklaştı vitrine doğru. Yüzüne dokunmak istercesine vitrindeki aksine dokundu. “Kimsin sen?” Duyduğu boğuk sesten irkildi. Kendi sesine bir benzerlik aradı. Boğazındaki boğumlardan çıkan her bir harfin ses tellerine değip kulaklarına doğru yol aldığı o an, sonsuz bir uzunlukta geldi. Bedeni, sesi, ruhu sanki hepsi kendinden uzakta, kendinin dışındaydı. Bu sızı gelip onu bulduğundan beri bedeni korkunç bir dönüşüm geçirmişti. Kimilerini yeniden yaratan, varlığına anlam katan şey onun kalbini acıtıyordu. Bir kemik vardı kalbinin tam orta yerinde zamanlı zamansız etine saplanan. “Unut artık, unut artık, seni düşünmek istemiyorum.” Sırtını dükkânın vitrinine dayayıp elleriyle kulaklarını kapadı, kendine yabancı sesini duymak istemeyerek yere çöktü. Gözlerini de sıkı sıkı kapadı, rüzgârla yüzüne çarpar yağmur damlaları içini ürpertti. Birden yanı başında bir sıcaklık hissetti, onun nefesiydi sanki. Gözünü açmaya korkuyordu. Bir masal gibi başlayan ve serap gibi yok olup giden, yerine hastalıklı bir hasret bırakan, dışında olup da aslında tamamen ondan ibaret olan sevdayı bulamamaktan korkuyordu. Korktuğu zamanlarda şiir okurdu içinden, mırıl mırıl kendini sakinleştirmeye çalıştı. 

“Damla düştü toprağa cemre misali
En büyüleyici pırıltısıyla dün akşam,
Mis gibi kokusuyla büyüleyen etrafı
Eksikliğini hissettiğimiz ama söyleyemediğimiz,
Tek tek ama beraberce kardeşcesine
Göl gibi derler ya işte öyle durgun ve sessiz
Üzüntülülerini paylaşırlar sevinçleri paylaştıkları gibi ,
Lisanlarıyla sevgiden bahsederler hep
Esintisinde bir samyelinin bir ömür boyu,
Rahatlatıyor tüm sevgiye muhtaçları şu yağmur taneleri.

Murathan Mungan”

Ayağa kalktı, tekrar yağmura doğru bir adım attı. Tüm bedeni baştan aşağı yıkandı yağmurla, içinde hiç nefes kalmayıncaya dek bağırdı çığlıklarını yağmur damlalarına hapsetmek istercesine, gözyaşlarını yağmura kattı. Yağmur bir süre sonra veda etti kokusunu bırakarak toprakta, "yine geleceğim" dedi. Toprak biliyordu geleceğini, çünkü artık yağmurun zamanıydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder