3 Kasım 2012 Cumartesi

normal



hayat bir oyun. bize verilen karakteri, bedeni değiştirme şansımız olmayan, o yüzden sürekli maskeler takarak renk katmaya ya da bulunduğumuz sahneyi terk edemediğimiz için mutlu olmasak bile mutluymuş gibi yaparak katlanılır kılmaya çalıştığımız bir oyun. oturuyorum, elimde kahvem yan masadaki çifti izliyorum birbirlerinin yüzüne bile bakmadan yan yana ama bir arada olmadan oturuyorlar. belki de diyorum 1 ay önce yüzlerinde aşk maskesiyle el ele gördüğüm ve gerçekten de birbirlerini önemsiyorlar diye özendiğim çift bunlar. aşkta mutluluk olur mu sahi? sadece senin olduğunu sandığın birini ailesiyle, arkadaşlarıyla, çocuğunla paylaşmaya başladığında anlıyorsun birinin sadece sana ait olmadığını. sonra alışkanlıklar başlıyor. yolda gördüğün 60 yaşlarındaki çift birbirinin elini alışkanlıkla mı, belli bir yaşa gelmenin getirdiği kaybetme korkusuyla mı yoksa sıcacık bir sevgiyle mi tutuyor acaba diye düşünürken önden önden yürüyen eşinin elini tutuyorsun biraz da öykünerek. 10 m ya gidiyorsunuz gitmiyorsunuz elini bırakıp tek başına yürümeye başlıyor. evliliklerde dokunabilme özgürlüğü olduğundan mı kaçamak dokunuşlar unutulup el ele tutuşmanın heyecanı kayboluyor? su bolken kıymetini bilmediğimiz, ancak susuz kaldığımızda damla damla suyu kana kana içtiğimiz gibi. sevgi en büyük maske, istediğini elde etmek için verebileceğin en ucuz rüşvet. o kadar hasret ki insanlar sevilmeye birileri istedikleri başka şeyler için önümüze biraz sevgi kırıntısı atıyorlar ve biz de inanıyoruz. kendimizi sevmeyi bilmediğimizden belki başka biri bizi severse varlığımızı anlamlı buluyoruz. "biri nasıl yapılacağını göstermeyince kendini sevmek çok zor değil mi?" diyordu izlediğim bir filmde. kimse gerçekte kimseyi sevmiyor aslında, sevilmek için seviyormuş gibi rol yapıyor. bazı oyuncular bu oyunda başarılı, iyi bir sahne çıkarıyorlar, bazılarıysa benim gibi tökezliyor, repliğini unutuyor, elini kolunu koyacak yer bulamıyor sahnede. diğerleri tarafından oraya ait olmadığı için dışlandığını hissediyor bazen. sevgi neydi sahi? tam kalbinin olduğu yerde sanki bir kelebeğin kanat çırpışını hissetmek mi ya da gözlerine baktığında gördüğün sıcak gülümseme mi?nedir sahi sevgi, gününün nasıl geçtiğiyle ilgilenilmesi ya da kanepede uyuyup kaldığında üstüne bir battaniye örtüp saçını sevgiyle okşaması, yanağına kondurulan küçük bir öpücük mü? hasta olacaksın niye ince giyindin diye eleştirmek yerine çıkarıp ceketini omuzuna vermesi mi sevgi? şefkatin ardından gelen arzu mu iki insan arasındaki sevginin tanımı. arzu olmadan sevgi olmuyor mu? bu çağda olmuyor galiba. sonu yatakta bitmeyecekse birine dokunmanın ne anlamı var diye mi düşünüyor insanlar? evliysen zaten elinin altında her zaman hazır olan biri var, ona kur yapmaya, masanın üzerinde öylece duran elini durup dururken tutmaya, güzel bir müzik çaldığında gözlerinin içine bakıp sıcacık gülümsemeye ne gerek var. bulunduğum sahnede herkes rolünü hakkıyla oynuyorken aykırı olup düzeni bozmak beni daha da mutsuz ediyor sadece. farkındayım oynanan oyunun ve onun parçası olmaya çalıyorum.

1 yorum:

  1. Kara Kitap ne diyorum biliyor musun, galiba ne zaman ki karşılıksız sevmeyi öğrenmeye başlıyoruz, işte o zaman artık üzülmüyoruz.

    Bazan, beni hak etmiyor diye dertlenir ya hani, hiç anlamıyorum biliyor musun böyle vaziyetleri.
    Sanırım ben Nazım Hikmet gibi hissediyorum. Anlarsın ya Tahir ile Zühre şiirindeki gibi.

    "Bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte yani yürekte."

    "Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir"

    "Yani sen elmayı seviyorsun diye
    Elmanın da seni sevmesi şart mı?
    Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
    Yahut hiç sevmeseydi
    Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?"

    "Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da" Kara Kitap. Senin beklediklerini yapmaması ayıp değil. Senin böyle düşünmen de ayıp değil.
    Mühim olan sevgiyi kaybetmemek ve karşılık beklemeden tüm yüreğinle sevmek. Sadece sevmek. Yani herşey yürekte:) İnan bana sadece yürekte:))

    YanıtlaSil