30 Kasım 2012 Cuma

mutluluk kaynağı

mutluluğumuz niye başkalarına bağlı? niye mutlu olmak için hayatımızda bize değer veren, bizi önemseyen insanların varlığına ihtiyaç duyuyoruz? küçük bir mutluluk bile bizi daha mutlu edip bu mutluluğumuzun  kaynağı olmayan insanları bile bizim mutluluğumuzdan mutlu etmeye yetiyor. peki bizi mutlu eden kişiyi mutlu eden şey ya da kişi kim? bazılarının mutluluğu kendi içinden mi geliyor? eğer öyleyse benim mutluluğum niye kendimden kaynaklı olamıyor? mutlu olmama neden olan kişi yanımda olmadığı için bu mutluluğun yüzümde yarattığı gülümsemeyi göremiyorken bile acaba hissedip mutlu olabiliyor mu? akan bir nehrin kaynağı çok uzaklarda bile olsa o nehir bizim yanımızdan geçerken susuzluğumu gideriyorsa kaynak ne kadar önemli? peki o kaynak neden o kadar uzak? niye benim içimde böyle bir kaynak yok?

22 Kasım 2012 Perşembe

günün sorusu

Bir şeyi gerçekten yapıp yapmamayı istediğimizi nasıl belirleyeceğiz? Yani o şeyi yapmayı ya da yapmamayı istemek bizim toplumsal hafızamızın bir yönlendirmesi mi yoksa gerçekten bizim istediğimiz bir şey mi nasıl ayırt edeceğiz? Ben dediğimiz şey nerde başalayıp nerde bitiyor?

20 Kasım 2012 Salı

dng

EVREN ÖNGÖRÜLEBİLİR BİR BİÇİMDE DENGESİZDİR.

18 Kasım 2012 Pazar

günlere not

- yoktan zaman yaratıp bulut atlası'nı izlemeye gittim, gösterimden kaklmış. e o zaman skyfall'ı izleyeyim dedim, film 2,5 saat sürüyormuş, o kadar zamanım olmadığı için mecburen evim sensin'i izledim. özcan deniz filmi bol bol klark çekmek için çekmiş, fahriye evcen çok tatlı, saf bir kızı oynamış. ön koltukta oturan 17 yaşlarındaki iki kız ağlarken katıldı, benim hiç ağlayasım gelmedi. duygusuz muyum neyim.
- bugünlerde okuduğum kitaplar grinin elli tonu, yunus emre, sanayileşmenin gizli tarihi. biri yatak odasında ikisi oturma odasında. dikkat bozukluğu ve odaklanma sorunum olduğunu düşünmeye başladım. nasıl bu kadar alakasız kitapları aynı anda okuma isteği duyuyorum bilmiyorum.

- türkan şoray'ın gözlerinin hastasıyım. ne güzel bakan bir kadın.bu fotoya bayıldım. can yücel'in dizelerine de.
- kendi kulağıma şiir okumak da keyifli oluyor, kendimi oyalamayı ve mutlu etmeyi öğreniyorum artık.
- beklentisiz olmak benim için iyi de beklentisiz olduğum insan iyice bir gıcık olmaya başlıyor, artık kendisini takmadığımı anladığı için.
- niye durmadan devrik cümleler kuruyorum?
- genel olarak çatışmaktan kaçtığımı düşünürdüm, ama dişime göre birini bulunca ve karşımdaki kişi adam gibi tartışmayı bilince çatışma inanılmaz keyif verici bir şeymiş.
- insanın beden yaşı değil ruh yaşı önemliymiş. yaşlanan ruhumu tekrar gençleştirme çalışmaları yapıyorum.
- tekrar gençleşmenin yolu hayal kurmaya kendini zorlamak. düşünmek ve hayal kurmak için zaman ayırmak.
- bir de tembellikten vazgeçsem tam olacak.

14 Kasım 2012 Çarşamba

anlat bakalım

Bugün e-posta kutuma gelen bir reklam postasında “sevgiyi en iyi pırlanta anlatır” diyordu. Birden kendime sordum, “sevgiyi en iyi ne anlatır?”


Sevgiyi en iyi ne anlatır:

- Konuşurken dikkatle dinlemek ve o konuşmaya ilişkin detayları sonraki bir zamanda bile hatırlamak,

- Onun için önemli olan şeylere önem vermek,

- Onun hayallerine saygı göstermek ve desteklemek,

- Bir şarkıda, gökyüzündeki bir bulutta, tattığın bir yemekte onu hatırlayıp, bunu onunla paylaşmak,

- Onu heyecanlandıran bir durumda bu heyecanı onunla paylaşmak,

- Ona değerli olduğunu hissettirmek,

- Sarılmak, sıkı sıkı sarılıp o bırakmadan bırakmamak,

- Kokusunu derin derin içine çekmek,

- Mutsuz, üzgün olduğunda soru sormadan, sorgulamadan yanında olup, ağlayabileceği bir omuz olmak,

düşünmeden ilk aklıma gelenler bunlar. sizce sevgiyi en iyi ne anlatır?

7 Kasım 2012 Çarşamba

zaman

sevdiğin birine yazarken, kelimeler zihninden parmaklarına geçerken zaman nasıl da hızlı akıyor ya da keyifle sohbet ederken ya da hiç konuşmayıp sadece yan yana otururken bile bazen zaman hızla geçiyor. senin 10 dk sandığın zaman meğer 2 saatmiş. bazen de sanıyorsun ki saatlerdir oradasın, ama daha 5 dk bile olmamış. bulunduğun oda daralıyor daralıyor, dilinde kesif ekşi bir tad, burnunda küf kokusuyla kalkıp yerinden yelkovanı elinle ilerletmek geçiyor içinden.

zaman ne garip şey.

4 Kasım 2012 Pazar

cehennem

günahın özüyse seni sevmek cezam cehennem olsun.

beni yakaladın

sabah 5.30 sularında uyandım, su içtim ve tekrar yattım. normalde tekrar uyurum, ama bu sabah bedenim artık uyandık hadi kalk, beynim de bari gün doğumunu izleyelim dedi ben de oturma odasında aldım soluğu gün doğana kadar kitap okuyup biraz müzik dinledim gün doğumuna yakın dışarı baktığımda çiseleyen bir gök ve yorgan gibi yeryüzünü örten kalın bir sis tabakasıyla karşılaştım. güneşi görmek mümkün olmadı ama saat 7 gibi giyinip yürüyüşe çıktım.evimin yakınlarında olan ziraat parkına gitmeye karar verdim. kulaklıktan gelen müzikle kendime bomboş yollara vurdum. ziraat parkına vardığımda parkın tamamen sisle kaplı ve bomboş olduğunu gördüm. sokaklar bomboştu, biraz ürktüm açıkçası ben de hadi dedim fsm bulvarına yürü. kulağımda rammstein şarkıları sisler içinde yürürken saçlarıma çiğ yağdı.sokaklar bomboştu, saatler ilerledikçe tek tük insanlar çıkmaya başladı karşıma. yol üstündeki ağaçlara tek tek dokundum, derin derin nefes aldım. gün içinde insanlarla kirlenen sokakların boşken ne kadar güzel olduğunu fark ettim. çok güzel başlayan bir sabahtı, ama gün boyu evden hiç çıkmayınca çok uzun bir pazar oldu. bu yürüyüşleri daha sık yapmalı.

3 Kasım 2012 Cumartesi

normal



hayat bir oyun. bize verilen karakteri, bedeni değiştirme şansımız olmayan, o yüzden sürekli maskeler takarak renk katmaya ya da bulunduğumuz sahneyi terk edemediğimiz için mutlu olmasak bile mutluymuş gibi yaparak katlanılır kılmaya çalıştığımız bir oyun. oturuyorum, elimde kahvem yan masadaki çifti izliyorum birbirlerinin yüzüne bile bakmadan yan yana ama bir arada olmadan oturuyorlar. belki de diyorum 1 ay önce yüzlerinde aşk maskesiyle el ele gördüğüm ve gerçekten de birbirlerini önemsiyorlar diye özendiğim çift bunlar. aşkta mutluluk olur mu sahi? sadece senin olduğunu sandığın birini ailesiyle, arkadaşlarıyla, çocuğunla paylaşmaya başladığında anlıyorsun birinin sadece sana ait olmadığını. sonra alışkanlıklar başlıyor. yolda gördüğün 60 yaşlarındaki çift birbirinin elini alışkanlıkla mı, belli bir yaşa gelmenin getirdiği kaybetme korkusuyla mı yoksa sıcacık bir sevgiyle mi tutuyor acaba diye düşünürken önden önden yürüyen eşinin elini tutuyorsun biraz da öykünerek. 10 m ya gidiyorsunuz gitmiyorsunuz elini bırakıp tek başına yürümeye başlıyor. evliliklerde dokunabilme özgürlüğü olduğundan mı kaçamak dokunuşlar unutulup el ele tutuşmanın heyecanı kayboluyor? su bolken kıymetini bilmediğimiz, ancak susuz kaldığımızda damla damla suyu kana kana içtiğimiz gibi. sevgi en büyük maske, istediğini elde etmek için verebileceğin en ucuz rüşvet. o kadar hasret ki insanlar sevilmeye birileri istedikleri başka şeyler için önümüze biraz sevgi kırıntısı atıyorlar ve biz de inanıyoruz. kendimizi sevmeyi bilmediğimizden belki başka biri bizi severse varlığımızı anlamlı buluyoruz. "biri nasıl yapılacağını göstermeyince kendini sevmek çok zor değil mi?" diyordu izlediğim bir filmde. kimse gerçekte kimseyi sevmiyor aslında, sevilmek için seviyormuş gibi rol yapıyor. bazı oyuncular bu oyunda başarılı, iyi bir sahne çıkarıyorlar, bazılarıysa benim gibi tökezliyor, repliğini unutuyor, elini kolunu koyacak yer bulamıyor sahnede. diğerleri tarafından oraya ait olmadığı için dışlandığını hissediyor bazen. sevgi neydi sahi? tam kalbinin olduğu yerde sanki bir kelebeğin kanat çırpışını hissetmek mi ya da gözlerine baktığında gördüğün sıcak gülümseme mi?nedir sahi sevgi, gününün nasıl geçtiğiyle ilgilenilmesi ya da kanepede uyuyup kaldığında üstüne bir battaniye örtüp saçını sevgiyle okşaması, yanağına kondurulan küçük bir öpücük mü? hasta olacaksın niye ince giyindin diye eleştirmek yerine çıkarıp ceketini omuzuna vermesi mi sevgi? şefkatin ardından gelen arzu mu iki insan arasındaki sevginin tanımı. arzu olmadan sevgi olmuyor mu? bu çağda olmuyor galiba. sonu yatakta bitmeyecekse birine dokunmanın ne anlamı var diye mi düşünüyor insanlar? evliysen zaten elinin altında her zaman hazır olan biri var, ona kur yapmaya, masanın üzerinde öylece duran elini durup dururken tutmaya, güzel bir müzik çaldığında gözlerinin içine bakıp sıcacık gülümsemeye ne gerek var. bulunduğum sahnede herkes rolünü hakkıyla oynuyorken aykırı olup düzeni bozmak beni daha da mutsuz ediyor sadece. farkındayım oynanan oyunun ve onun parçası olmaya çalıyorum.