31 Aralık 2009 Perşembe

mutlu yıllar


2010'da
tum sevdiklerimizle;
saglikli bir beden ve ruh ile,
gunesli gunler, yaratici fikirler,
verimli calismalar,
bol kazanclar,
hosgorulu yaklasimlar,
haksizliklara dayanma gucu,
iyimser bakislar,
cesur girisimler,
renkli eglenceler,
yeni motivasyonlar,
benzersiz hediyeler,
parlak projeler,
bitmeyen sevgiler,
lezzetli yemekler,
heyecanli karsilasmalar,
guzel filmler,
olaganustu konserler,
onemli basarilar,
kibar suruculer,
samimi dostlar,
iyi uykular,
tatli ruyalar,
keyifli sabahlar,
gercek iltifatlar,
sıcacık sohbetler,
yararli bilgiler,
dogal guzellikler,
gulen yuzler,
upuzun geziler,
huzurlu gunler,
icten tesekkurler,
zevkli alisverisler,
hatir soran arkadaslar,
hos mesajlar,
bol kahkahalar,
yeni heyecanlar,

eglence ve tatlı surprizler,

nefis tatlılar,

guzel kahveler,

bulusmalar, kavusmalar,

saglik, nes'e, bol para, bol sans,

yani,
yasandigina degen mükemmel bir yil dilerim.

30 Aralık 2009 Çarşamba

hükümsüzdür

dört gecedir uyuyamıyorum.uykum kayboldu.hükümsüzdür.bulanların insaniyet namına bana göndermesi rica olunur.bugün de uyuyamazsam yeni yıla mosmor gözaltları ile gireceğim ya da saat onikiyi vurmadan sızıp kalacağım.

not:kocam izmir'deydi.annem zeytinyağlı yaprak sarması yapmış, yarın onunla gönderecekmiş.bu kadar becerikli annenin benim kadar beceriksiz bir kızı nasıl olur anlamıyorum yani.

huuu uykum oralarda mısın?lütfen çabuk gel.

2010 hoşgeldin.var mı bir dileğin?


Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. ..
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanın içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim..
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde ...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...

MEVLÂNA

yarın yoğun bir gün beni bekliyor.o yüzden şimdiden iyi yıllar.herkese ama önce kendime (dün bir dergide gördün bencil değil ama "ben"ci olun diyordu) sağlıklı ve huzurlu bir yıl diliyorum.allah'ım lütfen bana iç huzur ben.sonrası gelir zaten...

dün gece

bugün sabah erkenden kalktım.duşumu aldım.zaten dün gece de pek iyi uyuyamadım.önceki gecelerde uyuyamamanın suçunu suzan collins'e atıp.aman canım o da bu kadar heyecanlı bir kitap yazmasaymış.bitince bile etkisinden kurtulamadım,derin uykuya dalamadım demiştim.oysa ki dün öğleden sonra kahve falan içmedim,yorulayım diye eve yürüyerek gittim ve yatmadan önce sakin bir kitap okudum.ama yok.yine ram uykusu kısmına geçemedim.tüm gece uyur uyanık halde yatakta döndüm durdum.kocam olmadığı için iki gündür oğluşla sarılıp yatıyoruz.ondan mı uyuyamıyorum bilmem ki?nedenini bilmiyorum ama zihnim hiç dinlenmiyor,çok yorgun hissediyorum.belki kendime gelirim dedim duş aldım.üstümü giyinirken oğluş uyandı.o da heyecan yapmış bugün burger king'de yılbaşı partileri var.çok heyecanlıymış.dün tüm arkadaşları için birer boyama kitabı ve üzerlerine bağlamak için de kırmızı kurdele aldım.kurdeleleri o kesti ama iş bağlamaya gelince beceremiyorum diye ağlamaya başladı.ben anneciğim ben sana nasıl bağlanıyor öğreteyim dedikçe çığlığı bastı.ben de çok sinirlendim ve ona bağırdım.her zaman böyle yapıyor.ben ne zaman bir şey için özensam birlikte faaliyet yapmak istesem bir bahane bulup mızıldıyor.oysa oturt tvnin karşısına sesi soluğu çıkmasın faaliyet,kaliteli zaman senin neyine.dün akşam çok kızdırdı beni çok.ama yılmayacağım biz işten gelene kadar zaten yeterince tv izliyor,evde de birşeylerle meşgul olacak küçük bey.tembel teneke.hayır bu yapamıyorum diye hırslanıp ağlamak niye onu çözemiyorum.sanki herşeyi bilmek zorunda.neyse uykusuz ve yorgun gözlerimle masamdaki işler beni bekliyor.bana kolay gelsin.

29 Aralık 2009 Salı

kütüphane sorunsalı


"Odanın diğer kısımları ne kadar düzenli ve temiz olursa olsun, kitaplığınız dağınıksa, gözünüz yorulur. Öncelikle kitaplığınızda fazla olan kitap, defter, ajanda, evrak gibi artık işinize yaramayan ne varsa bir kenara ayırın. Atılacakları atın, istemediğiniz kitapları vermek için bir koliye kaldırın. Kalan kitaplarınızı öncelikle raflardan indirin. İkinci olarak, kitaplarınızı gruplayın. Kitap yerleştirmenin en temel prensiplerinden birisi; kategorilere ayırmaktır. Kitaplarınızı ilgi alanınıza göre klasikler, roman, psikoloji, hobi, tarih gibi gruplara ayırabilirsiniz. İsterseniz gruplamayı yazar, tür veya boylarına göre de yapabilirsiniz.Kitap düzenlemenin bir başka yolu, okuduklarınızı ve okumadıklarınızı birbirinden ayırmaktır. Tüm okumadığınız kitaplar birarada durursa, canınız istediğinde kitap seçmek çok daha kolay olur. Kitaplarınızı grupladıktan sonra raflarda kalan boşluklara, dekoratif eşyaları veya fotoğrafları koyabilirsiniz. Kitaplarınızı rafın ön kısmında ve aynı hizada dizin. Eğer rafın en arkasına kadar iterseniz, küçük kitaplar arada kaybolacaktır. Kitaplarınızı renklerine göre gruplayarak dizdiyseniz, her rafa o renge uyan bir obje koyarak hoş bir görüntü yakalayabilirsiniz. Örneğin rafın dörtte üçlük kısmına kitapları koyduysanız, kalan boşluğu bir vazo veya resim çerçevesi koyarak, dekoratif hale getirebilirsiniz.Sabah"

gazetedeki habere bak.ben şimdi anladım benim evin neden sürekli olarak darmadağınık göründüğünü.benim kocamın oraya buraya çıkardığı çorap ve kıyafetlerin,oğluşun oynayıp kaldırmadığı oyuncakların,katlanmamış çamaşırların,yıkanmamış bulaşıkların hiç suçu yok.tek sorun sıkış tepiş duran kitaplarım.benim zavallı kitaplarım kütüphanede üstüste sıkış tepiş duruyor.bir kitabı beğendiğimde acaba bende varmıydı diye uzun süre düşünmem gerekiyor.çünkü belki de var.ama ya vitrininin alt çekmecelerinde ya da kitaplığın arka taraflarında.benim kitaplarım ne zaman tek sıra halinde kütüphaneye yayılacak merak ediyorum.bazen içimden bir ses salondaki vitrinleri at yerine kocaman bir kütüphane al.bardaklar çanaklar sıkış tepiş dursun diyor.neyse, yapacağım.şu piyango bana bir çıksın...
not:kitaplarım haberdeki kütüphaneye de sığmaz.ben duvardan duvara birşey istiyorum.

çok yalnızım

Yalnızlık

Yalnızlık bir yağmura benzer,
Yükselir akşamlara denizlerden
Uzak, ıssız ovalardan eser,
Ağar gider göklere, her zaman göklerdedir
Ve kentin üstüne göklerden düşer.

Erselik saatlerde yağar yere
Yüzlerini sabaha döndürünce sokaklar,
Umduğunu bulamamış, üzgün yaslı
Ayrılınca birbirinden gövdeler;
Ve insanlar karşılıklı nefretler içinde
Yatarken aynı yatakta yan yana:

Akar, akar yalnızlık ırmaklarca.

Türkçesi:Behçet Necatigil

Rainer Maria Rilke

bugünlerde yine kendimi çok yalnız hissediyorum.çevrem kalabalık,ama ben yapayalnızım.ruhum ıssız bugünlerde.şiir de üstüne tuz biber oldu.

uyarı!!!

gözlerim acıyor,uykusuzum.iki gecedir doğru düzgün uyuyamıyorum.niye böyle sürükleyici kitaplara hafta sonu başlamıyorum ki?cuma ve cumartesi günü sabaha kadar oku işte.yok olmaz illlaha işyerinde sürüneceğim.ama dün akşam bitirdim.açlık oyunları'nın ikinci kitabı ateşi yakalamak'ı dün gece bitirdim.bitirdim ve huzura erdim mi?

hayır.

şimdi serinin üçüncü kitabının çıkmasını dört gözle bekliyorum.ondan sonra da yazarın yerlatında geçen başka bir serisi varmış.onun türkiye'de çıkmasını dört gözle bekleyeceğim.ama bu sefer cuma günü başlayarak.çoooook uykum var.

28 Aralık 2009 Pazartesi

yeni yıl dilekleri 6


kocamdan bunu ne kadar istesem de almaz biliyorum.ama çoook seviyorum.babama söylesem alır aslında.ama o zamanda kocamın çenesi durmaz.ama istiyorum ben bunu.yumuş yumuş.çok güzel.

bir film ve düşündürdükleri

derisi mavi olan bir ırk düşünün.ormanın derinliklerinde doğa anayla içiçe ve uyum içinde yaşayan.mutlu canlılar.mutlular çünkü doğayla,birbirleriyle ve kendileriyle barış içindeler.huzurlular,çünkü sahip olma,para kazanma,güçlü olma,başkalarını yönetme gibi hırsları yok.akıllılar,aynı zamanda da mutlular.ta ki kötüler gelip,ellerinde tek şeyi yaşam alanlarını ve o çok sevdikleri doğa anayı ellerinden almaya çalışana kadar.

bahsettiğim sahneler şirinler'den değil avatar'dan.ama sanki biraz da şirinleri çağrıştırıyor.bana çağrıştırdıkları sadece şirinler değil kızılderililer,aborjinler...doğal kaynakları ve toprakları yüzünden işkence gören ve yurtları ellerinden alınan ve adeta yok edilen tüm halklar.

uzun zamandır bir filmden bu kadar etkilenmemiştim.normalde çok kolay ağlayan ben, filmlerde pek ağlamam.hatta eşim benimle dalga geçer,ben ağlıyorum sen hiç ağlamıyorsun,taş kalplisin diye.ama filmde ağladım.yüreğim düğümlendi.nefesim kesildi.filmi üç boyutlu izledim.ama o gözlük yüzünden sahneler biraz karanlıktı.o yüzden bir kez de normal izlemek istiyorum.muhteşem bir görsel şölen.yeşilin her rengi,inanılmaz bir bitki örtüsü ve derin bir acı.




filmde pek çok gönderme var.anlayabilene.ama maalesef insanlar o kadar sığki film çıkışında önümde yürüyen iki kızın konuştuğu tek şey avatarın ne kadar yakışıklı olduğu,ufak poposu,kasları vb.bu mudur yani?onca şey anlatan filmden anladığınız bu mu?
filmden aldığım birkaç mesaj:
1-insanoğlu kendi çıkarları için "diğer" olan herşeyi yok edebilir.
2-doğa bizi duyar ve eğer kulak verirsek biz de onu duyup hissedebiliriz.
3-bir ağaç kesilirken canı acımayan birinin bir canlıyı öldürürken de canı acımaz.
4-eğer gerçekten istersen sahip olduklarını herşeye karşı koruyabilirsin.
5-hayatta her zaman yeni bir başlangıç için şansın vardır.
6-insan,doğa ana olmadan bir hiçtir.
7-canlı cansız herşeyin bir ruhu ve enerjisi vardır.
bir kez daha yeniliyorum,şaman olmayı çok isterdim.filmi izlerken anastasya kitabı aklıma geldi.anastasya'da bir şaman.o da doğanın gücüne inananlardan.biz insanlar doğaya hükmetmeye çalıştıkça ve onu incittikçe asıl yokolanın kendimiz olduğunu ne zaman fark edeceğiz acaba.
nadir sinemaya gidebilen birisi olarak bu filmi seçtiğim için çok memnunum.kesinlikle defalarca izlemek isteyeceğim bir film.çok etkilendim.filmden sonra uzun bir süre kendime gelemedim.insanlar nasıl bu kadar acımasız olabiliyor aklım almıyor.hiç bir zaman da anlayamayacağım.




25 Aralık 2009 Cuma

yeni yıl dilekleri 5


okuduğum,dinlediğim,öğrendiğim herşey aklımda kalsın.unutmayı unutmak istiyorum.iyi,güzel,acı,kötü herşeyi hatırlamak istiyorum.

yeni yıl dilekleri 4


2010 yılında ince,zayıf,selülitsiz,uzun boylu ve porselen cilde sahip kadınlar out;tombul,bodur,selülitli,göbekli,ay gibi yuvarlak kadınlar in olsun :)))
resim:dali

birdenbire


BİRDENBİRE
Her şey birdenbire oldu.
Birdenbire vurdu gün ışığı yere;
Gökyüzü birdenbire oldu;
Mavi birdenbire.
Herşey birdenbire oldu;
Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan
Filiz birdenbire oldu.
Tomurcuk birdenbire.
Yemiş birdenbire oldu.


Birdenbire,
Birdenbire
Her şey birdenbire oldu.
Kız birdenbire, oğlan birdenbire
Yollar, kırlar, kediler, insanlar...
Aşk birdenbire oldu.
Sevinç birdenbire.

Orhan Veli KANIK


birdenbire değişeverse dünya.hırslar,öfkeler,çıkar ilişkileri birdenbire yok olsa.herkes birdenbire iyi ve duyarlı olsa.para olmasa.ne bileyim işte, kötü hiçbirşey kalmasa...yeni yılda birdenbire tüm kötülükler gidip dünyayı yemyeşil,huzur dolu bir iyilik ışığı sarsa.pandoranın kutusu tekrar kapansa.


benim yüreğimde birdenbire huzurla dolsa.sevgi,umut olsa.hepsi birdenbire olsa.

23 Aralık 2009 Çarşamba

son söz

bugünde akşam oldu.evli evine köylü köyüne.ben yarın yoğum.iş için osmanlı imparatorluğu'nun kurulduğu küçük şirin ilçemize gidiyorum.bu kış şartlarında zor bir yolculuk beni bekliyor.hadi bana kolay gelsin anacııııım.

kendime not:en kısa zamanda araba sürmeyi öğren ve otobüslerde sürünmekten kurtul!!!

gitmek istiyorum


Iguazu Şelalesi
Arjantin-Brezilya sınırında yer alan Iguazu Şelalesi yaklaşık üç kilometre genişliği ile yeryüzündeki en geniş şelalerinden biri. Iguazu, iki yanında tropikal ormanlardan oluşan ulusal parkların arasında yer alıyor.
piyango biletimi aldım.inanıyorum.bu sefer bana çıkacak. :)
BAŞKALARININ GECESİ

Görünmeyeni görmenin azabı
İçimizde durmadan ödediğimiz
ne ruhumun ay ışığına yırtıcı hayvanlarla güreşen
yorgun bedenim
ihtiyar atlar gibi kapandım içime
yasını tutuyorum sonsuz bir kehanetin

Görünmeyeni görmenin azabı
Çılgınlar otu ağzımda
Kırların yırtığına takılmış karaca
Sıvası dökülmüş duvarlardaki
Donmuş halı zamanı
Çılgınlıklar otu ağzımda
Değişik kalibreli intiharlar denedim
Dipteki arayış boş kovan
Başkalarının gecesi bitmedi daha

Murathan Mungan

22 Aralık 2009 Salı

piyanist ben :)))


sabah sabah mail kutumu açınca ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.aldığım en güzel hediyelerden biri yukardaki resim.piyano çalan ben :))) küçüklüğümden beri hep piyano çalmak istemişimdir,ama şimdiye kadar hiç böyle bir şansım olmadı.ama hayalimden vazgeçmedimbir gün mutlaka öğreneceğim.geçenlerde göksu karaca (çizimlerine bayılıyorum,hepsi yüzümde kocaman bir gülümsemeye neden oluyor) kendini davul çalarken çizmiş,ben de beni de piyano çalarken çizmesini rica etmiştim.çizmiş,göndermiş.çooook teşekkür ederim.aynı ben valla.yüzümde de kocaman bir gülümseme.piyano çalıyorum ya çok mutluyum.

21 Aralık 2009 Pazartesi

manik anlar


dört günlük grip tatili sonrası işte geldim. işte geldim burdayım,ben bu işte ustayım diyerek işyerindeki masamın başındayım.cuma ve cumartesi günümü salya sümük ağlayarak kendime ve hayata kahrederek geçirdikten sonra okumaya başladığım debbie ford'un doğru sorular isimli kitabıyla birlikte kendimi hırpalama ve yerden yere vurma sürecine geçici bir süre için ara vermiş bulunuyorum.bu kitaplar uyuşturucu hap gibi.okuyorsun,bir süre iyisin, sonra etkisi geçince hooop en başa geri dönüyorsun.ama bu kitabı sevdim.hayatımızın her anı seçimlerle geçiyor ve yaptığımız ufacık bir seçim bile farkına varmasak da hayatımızın akış yönünü değiştirebiliyor.işte kitapta anlatılan tam da bu;seçimlerinin farkında ol ve seçim yapmadan önce kendine doğru sorular sor.ha bunu hayatın hır gürü içinde ne kadar uygulayabiliriz orası tartışılır.ama en azından geçici bir süre için de olsa kendimi iyi hissetmemi sağladı.sorulardan biri tam da bu aralar ki ruh halime uygun.
"bu seçimi kendimi sabote etmek için mi yoksa kendimi sevdiğim için mi yapıyorum?"
insanlığın temel sorunu bu galiba.ya da benimki bu olduğu için tüm insanlığa mal etmek istedim birden.kendini sevmek ve kendini tüm günahları ve sevaplarıyla olduğu gibi kabul etmek.evet ben mükemmel değilim,ama mükemmel olmadığım için hatalı da değilim.yanlış seçimler yapmış olabilirim,bu yalnış seçimler yüzünden istemediğim bir hayat yaşıyor olabilirim.ama kendimi hırpalayarak,yerden yere vurarak,kendimden nefret ederek nereye ulaşırım?yıllardır hiçbir yere ulaşamadım.küçük adımlarla tekrar yürümeyi öğrenmeliyim.kendime küçük hedefler koyarak.ilk hedefim erken kalkmak.21 gün kuralını uygulayacağım.ilk üç gün 7.00,sonraki üç gün 6.50,sonraki üç gün 6.40...derken 21 günün sonunda sabah 6.00'da kalkmaya başlayacağım.bu ne işe mi yarayacak.kış vakti hiç bir işe,ama havalar ısınmaya başlayınca yürüyüşe gitmeye.kışın da belki bir şeyler yazarım.kimbilir?her sabah içimdeki ses beni caydırmaya çalışacak,amaaan boşver sıcacık yatağından çıkıp da ne yapacaksın,yat uyu işte,zaten gece de iyi uyuyamadın yarım saatcik daha kestiriver falan diye beni dürteleyecek.biliyorum.eminim.ama bu sefer onu dinlemiyorum.kapadım kulaklarımı içimdeki çocuğa.çünkü artık bünyemdeki bu gelgitler beni çok yormaya başladı.

bu arada evde burun silme seanslarım arasında aslı erdoğan'ın kabuk adam'ını okudum.nasıl buldum.sıradan.belki öykü kitaplarını severim.ama kabuk adam benim üzerimde öyle çarpıcı bir etki bırakmadı.eğer kitabın kahramanı işi gücü bırakıp bir süre karayiplerde yaşasaydı,vay be derdim belki.elif şafak'ın aşk romanındaki kadın kahramana vay be dedim mesela.yaşamının tüm rahatını,tanıdık,bildik ve güvenli olan herşeyi geride bırakıp bilinmeyene gidiyor,hem de bunun kısa süreceğini bile bile.cesaret bu işte.yaşam da cesurları seviyor.benim de bugünlerdeki meydan okumam sabahları erken kalkmak.ama gülme!!! :))) dedim ya,ufak adımlarla diye...
not:resmi ben yaptım.güzel olmuş mu? :)))

okurken fenalık geldi :)))

bugün bana bir mail geldi.ben yatmaya gidiyorum artık :)))

"Akşam annemle babam televizyon seyrediyorlardı. Annem, 'Geç oldu,' dedi, 'zaten yorgunum, ben yatıyorum.' Annem kalktı, mutfağa gitti. Çerez-meyve tabaklarını çalkaladı kaldırdı. Sabaha hazır olsun diye çaydanlığı doldurdu, demliğe çay koydu. Şekerliğe baktı, dibinde az kalmış, üstüne ekledi. Kahvaltı için buzluktan ekmek çıkardı, akşam yemeği için çözülsün diye de eti aşağıya koydu. Kahvaltı masasını hazırlamak için masanın üstündekileri topladı. Telefonu şarja koydu, telefon defterini kapatıp yerine koydu. Sonra çamaşır makinesinden ıslak çamaşır ları çıkarıp astı ve makineyi tekrar doldurdu. Banyodaki çöp sepetini boşalttı. Islak bir havluyu kurusun diye duş perdesinin borusuna astı. Bir gömlek ütüledi, kopuk düğmesini dikti.Çiçekleri suladı. Esneyerek gerindi ve yatak odasının yolunu tuttu. Çalışma masasının yanından geçerken durdu, öğretmene tezkere yazdı, okul gezisi için para sayıp ayırdı, eğildi, sandalyenin altına girmiş ders kitabını aldı, masanın üstüne koydu. Kek tarifleri defterini çıkardı,arkadaşına söz verdiği tarifi bir kağıda yazdı, çantasına koydu. Bakkaldan alınacakları not etti, notu da çantasına koydu. Sonra gitti, 3'ü 1 arada temizleme losyonuyla yüzünü yıkadı,dişlerini fırçaladı. Gece kremini ve kırışık önleyici nemlendiricisini sürdü. Tırnaklarına baktı, törpüledi. İçeriden 'sen yatmaya gitmemiş mıydın' diye seslenen babama 'şimdi gidiyorum' deyip köpeğin su kabını doldurdu. Kapıları pencereleri kontrol etti, holdeki lambayı yaktı. Kardeşimin odasına gitti, oğlan uyumuş, lambasını söndürdü, bilgisayarını kapattı, gömleğini astı, yerdeki kirli çorapları toplayıp sepete attı. Bana geldi, 'haydi yat artık, biraz da yarın çalışırsın,' dedi. Kendi odasına gitti, saati kurdu, ertesi gün giyeceklerini hazırladı. 6 maddelik acil işler listesine 3 madde daha ekledi. Kendi kendine iyi geceler diledi, hayallerinin gerçekleştiğini gözünün önüne getirdi. İşte o sırada babam televizyonu kapattı, ortaya öylece bir 'ben yatıyorum' dedi ve gitti yattı. Sizce bu işte bir gariplik yok mu? Kadınların neden daha uzun yaşadığını merak etmiyor musunuz? ÇÜNKÜ BİZİM YAPIMIZ UZUN ÇEKİŞLİ (ve işimizi bitirmeden öyle çabuk çabuk ölemeyiz)! Şimdi bu yazıyı tanıdığınız olağanüstü kadınlara gönderin - emin olun, hepsi bayılacaktır. SONRA DA ARTIK YATIN ! "

19 Aralık 2009 Cumartesi

insan en çok kime kızar,kime öfkelenir ve kimden nefret eder.ben kendime kızıyorum,kendimden nefret ediyorum.sürekli olarak birşeyleri ertelediğim,kilo verememek için sürekli bahaneler yarattığım,kişisel bakımımı ihmal ettiğim,kabuğuma kapanıp kaldığım için kendimden nefret ediyorum.her şey için bir bahanem bir erteleme sebebim var.o kadar iyi bahaneler buluyorum ki kendimi çok güzel ikna ediyorum.en büyük düşmanım kendimim.bugün küçücük oğlum bile benimle şişman olduğum için dalga geçti.ama ben bunu hakediyorum.kendim için hiç bir şey yapmıyorum.hayatım için hiç bir şey yapmıyorum.akıntı beni sürüklesin diye öylece durmuş bekliyorum.ancak otur ağla sen.sanki ağlayınca bir şey değişiyor.kimsenin umurunda bile değilsin kızım sen.sen kendinin bile umurunda değilsin.

18 Aralık 2009 Cuma

yürek sızısı

zaman:19.12.1994
mekan:izmir'de bir ev

lise son sınıftaydım. o gün arkadaşıma gitmek istemiştim,ama annem izin vermemişti.ben de arkadaşımı bize çağırmıştım.soğuk bir kış günüydü,kuzineli sobamız yanıyordu,annem ıspanak pişirmişti.yakın bir aile dostumuzun üniversitede okuyan kızları da bizdeydi.abim yaklaşık on gündür gripti ve ben okuldan geldiğimde kanepede uyuyordu.hepimiz salonda oturuyorduk.sonra abim uykusunda üç kez "anne,anne,anne" diye seslendi.ben anne abim uykusunda da seni sayıklıyor diye dalga geçtim.yaklaşık 5-10 dakika sonra annem yerinden kalktı,abimin yanına gitti ve hayatım boyunca kulaklarımda çınlayacak o cümleyi söyledi "abin ölmüş kızım"...sonra baktım gerçekten de üzerine örtülü pike nefes alışverişiyle artık yukarı çıkıp inmiyor.sonra hatırladıklarım.annem bizi öbür odaya gönderdi.abim azraille giderken altına kaçırmış.annem onun üzerini değiştirdi.onu diğer kanepeye aldı.çenesini çattı,üzerine bir çarşaf örttü,sabun ve bıçak koydu.sonra babana ve dayına haber ver dedi ve oturdu ağlamaya başladı.ben ağlayamadım öylece kalakaldım.babam diyarbakır'da çalışıyordu.babamı aradım ve abimin öldüğünü söyledim.sonra dayımı aradım.hala ağlamıyordum.sonrasını akşama kadar hatırlamıyorum.babam geldi,memleketten akrabalar geldi ve biz abimi köyde defnetmek üzere ambulansla yola çıktık.ağlamadım.ama şimdi ağlıyorum.her yıl aralık ayının bu günü gizli gizli ağlıyorum.gözyaşlarım dışıma akmasa da yüreğime akıyor.bu en acısı aslında yüreğe akan gözyaşları insanın canını acıtıyor.

sizin hiç abiniz öldü mü?benim öldü.üstelik de en yakın arkadaşımdı.çünkü başka şansım yoktu.abim bebekken havale geçirmiş ve beyninde kas gelişimini yöneten merkez etkilenmiş.hastalığının tam adını bilmiyorum.ama 10 yaşında ,yani ergenliğe girdiği dönemde artık yürüyememeye başladı.yani kasları artık gelişmediği için kolları ve bacakları çekti.ben kendimi hep ona karşı sorumlu hissederdim.hemen hemen hiç sokağa çıkmaz evde hep onunla vakit geçirirdim.arkadaşlarımla gezmeye falan gittiğimde onu evde yalnız bıraktığım için suçluluk duyardım.arkadaşlarımdan abisi olan ve abisiyle gezip tozanları çok kıskanırdım.onlara ukteyle bakardım.bazen düşünürdüm.abim de sağlıklı olsaydı hayatımız nasıl olurdu,ne gibi farklılıklar olurdu diye hayaller kurardım.ama bir engelliyle birlikte yaşamayanlar o hayatın zorluğunu ve insanı nasıl acıttığını bilemezler.geçmiyor.insanın yüreğindeki yaralar zamanla geçmiyor.

bu konuyu uzun zamandır hiç konuşmamıştım.ama bu günlerde içim öyle bir daralıyor ki sanırım 19 aralığın ağırlığından.biraz hafiflemek istedim.gözyaşlarımı dışarı akıtmak.

16 Aralık 2009 Çarşamba

mim

7 odalı kocaman bir yüreği olan fatoş beni mimlemişti.hazır evde yalnızken ruh halim el verdiğince birşeyler yazayım.her ay aldığım bir dergide de ünlülere proust anketini yapıyorlar ve ben de her ay kendimde bu anketi yeniliyorum.bakalım şu anki ruh halimle parmaklarımdan klavyeye hangi cevaplar dökülecek.

Sizi en çok üzecek olay:

çözümü benim elimde olmayan bir problemle karşılaşmak,çaresizlik beni çok üzer.

Nerede yaşamak isterdiniz?

deniz kenarında,arkasında kocaman bir orman olan bir evde.hem deniz hem de çam kokusu duymak istiyorum.bahçemde mümkünse mutlaka nar ve limon ağacı olsun.

Yaşayabileceğiniz en mutlu an:

kendimle savaşmayı bırakıp,özbenliğimi ve kişiliğimi kabullendiğim an.

Hangi hataları hoşgörüyle karşılayabilirsiniz?

herşeyi.çünkü kimse mükemmel değil.affetmek iyi insanların zekatıdır.

En sevdiğiniz erkek karakter:

soru filmlere ilişkin karakterlerse, çok uzun zamandır ara kaçamaklar dışında pek film izleyemediğim için aklımda beni öyle çok etkileyen bir kararkter kalmamış.ama ismini hatırlamasam da hayat güzeldir'in başrol oyuncusunun hayata yaklaşımı ile yapay zeka'daki robot çocuk beni çok etkilemişti.

Tarihteki favori kahramanlarınız:

Mustafa Kemal Atatürk ,Malcolm X

Gerçek hayattaki favori kahramanınız:

pozitif ve olumlu insanlar.

En sevdiğiniz ressam:

kesinlikle salvador dali

En sevdiğiniz müzisyen :

herşeyi ve her haliyle sevdiğim iki kişi var sting ve candan erçetin.


Bir erkekte en çok beğendiğiniz özellik:

kendini bilen ve kadın duyarlılığına sahip,bilgili erkekler.

Bir kadında en çok beğendiğiniz özellik:

kendine güvenen,bilgili ve kadınca kıskançlıkları olmayan erdemli kadınlar.

En sevdiğiniz erdem:

samimiyet

Yapmaktan en mutlu olduğunuz iş:

beni ne mutlu ediyor bilmiyorum.bir an beni mutlu eden birşey bir süre sonra tüm anlamını yitirebiliyor.daha önce hiç önemli olmayan birşey birden dünyanın merkezi olabiliyor.o yüzden bu soruya ana göre değişir diye cevap verebilirim.

Kimin yerinde olmak isterdiniz?

çevremde bana örnek olabilecek birisi yok.ünlü kişileri de uzaktan en güzel yüzleriyle gördüğümüz ve iç yaşamlarını bilemediğimiz için onlardan birini de örnek alamam.kimin yerinde değil de nasıl biri olmak isterdim onu söyleyebilirim.kendimi daha çok sevmek ve saygı duymak isterdim.

Arkadaşlarınızda hangi özelliklerin olmasını isterdiniz?

samimiyet,sabır (benim sürekli söylenmeme katlanabilmek için sabırlı olmaları gerekir),empati ve dürüstlük.

Kendinizde gördüğünüz en temel eksiklik?

özsevgi ve özsaygı eksikliği paralelinde yaşanan manik depresif ruh halleri ve kronik mutsuzluk sendromu :)

Hayatınızın en büyük şanssızlığı?

şu anki mevcut işim.

En sevdiğiniz renk:

aslında kırmızı, ama oğluşum maviyi de en sevdiğim renk yapmam konusunda ısrarcı.

En sevdiğiniz çiçek:

şebboy.

En sevdiğiniz kuş:

serçe.çok tutarlı bir kuştur.öyle havalar soğudu diye yerini yurdunu bırakıp gitmez. bir de son zamanlarda izlediğim çizgifilmlerin etkisiyle baykuşlara sempati beslemeye başladım.bilge kuşlar.

En sevdiğiniz yazar:

orhan pamuk,balzac,remarque,ayşe kulin

En sevdiğiniz şair:

ahmet telli,ümit yaşar oğuzcan,nazım hikmet,orhan veli hiç birini ayıramayacağım.

Tarihte en sevmediğiniz karakter:

bir çok siyasetçi.siyaset zaten ikiyüzlülük demek.bir de sabanı bularak anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçişe sebep olan arkadaşları şiddetle kınıyorum.

En çok isteyeceğiniz özellik:

şaman olmak isterdim.

Nasıl ölmek isterdiniz?

yatağımda ve zamanı geldiğinde...

Hayattaki sloganınız?

bugünlerdeki sloganım

kardeşim sen düşünceden ibaretsin
geriye kalan et ve kemiksin
gül düşünürsen gülistan olursun
diken düşünürsen dikenlik olursun
mevlana

Şu anki ruh haliniz?
karmaşık

bugünkü ruh halimle 30 yaşında verdiğim cevaplar bunlar.eminim bir ay sonra başka şeyler yazarım.bu da bu fani dünyada benden bir iz olarak daha kalsın.bu mim de benden uçup eda'ya,mariposa'ya ve lirik depresif tuğba'ya gitsin.

bir okurun portresi

eşyalarımız bu dünyada sahip olduğumuz yegane şeyler.belki de bu yüzden onlara bağımlılığımız.kimisi paltosuna tutkuyla bağlıdır,kimisi ayakkabılarına,kimisi kalemine,kimisi arabasına,benim gibilerse sahip oldukları tek gerçekliklerine kitaplarına.hiç kitap okunmayan bir evde büyümeme rağmen kitaplara nasıl sevdalandım,ilk okuduğum kitap neydi tam hatırlamıyorum aslında.babam çok meşgul biriydi,evde onu az görürdük.evde olduğu zamanlarda da televizyon izlerdik diye hatırlıyorum.annemse üç çocuklu,bütün evin sorumluluğunu üzerine almış bir ev hanımı.onu da hiç kitap okurken görmedim.ilk okuma çalışmalarım trt'de büyükler için yayınlanan okuma yazma dersleriyle başladı galiba.her gün düzenli takip eder ve anlatılanları anlamaya çalışırdım.televizyonda düzenli olarak çıkan reklamlar,haberler gibi yazıları anneme sorar ve değişik şekillerin yanyana gelmesiyle oluşan bu kelimeleri zihnimde canlandırmaya çalışırdım.5 yaşımı doldurduğum kış okula gideceğim diye çok ağlamıştım.mecburen beni de kayıt yaptırmadan okula göndermek zorunda kalmışlardı.sonra bir gün sınıftan bir arkadaşım derste okudu.ben hala okuyamıyordum.o gün akşam eve gittim ve anneme "bugün mutlaka okumayı öğrenmem lazım" dedim.o gece saat kaça kadar çalıştık hatırlamıyorum,ama ertesi gün okulda ben de ilk hecelerimi okudum.ilk kitaplarım neydi,çok çocuk kitabı okudum mu hiç hatırlamıyorum.ilkokul günlerine dair hatırladığım tek kitap, küçük lord.evimizde pek kitap olmadığı daha doğrusu kutuların içinde dışları güllü kaplarla kaplanmış ve o kutulardan hiç çıkarılmayan kalın kitaplar dışında (daha sonra o kitapların 1980'lerde polis olan babamın evlerden topladıkları ve aslında imha etmesi gereken,ama yok edemediği sakıncalı kitaplar olduğunu öğrenecektim,nazım hikmet,aziz nesin,uğur mumcu kitapları) hiç kitabın olmadığı göz önünde bulundurulduğunda ortaokul yıllarının kütüphane ve okuma evinde geçirilmesi kaçınılmazdı benim için.sonra lise ve üniversite.aslına bakarsan bu dönemlerde de öyle çok kitap okumadım.yani şimdi düşünüyorum da o kadar vaktim varken daha iyi bir okuyucu olabilir mişim.ve sonunda işe başlamamla birlikte her ay düzenli kitap almaya başladım.ama gel gör ki bu kez de yoğun iş hayatı yüzünden eve ölü gibi geldiğimden hiç okuyamaz oldum.sonra yaşamda yaşadığım tatminsizlik duygusuyla kendimi kişisel gelişim kitaplarına verdim ve başka birşey okumaz oldum.kendimi bulma telaşı içerisinde insan manzaralarını okumayı çok özlediğimi farketmemişim.oysa en keyif aldığım kitaplar romanlar,özellikle de çok fazla kişinin olduğu ve bu kişilerin hayatlarının bir yerinde kesiştiği romanlar.bir anlatıcının ağzından ya da romanın baş karakteri tarafından anlatılan kitapları çok sevmiyorum.her karakter canlı olsun istiyorum.

kitap okumayı neden mi seviyorum.çünkü kitaplar sayesinde yaşamaya hiç cesaret edemediğim hayatları yaşıyorum.hepimiz tanrı'nın kurguladığı bir romanın kahramanları değil miyiz zaten?

bu da bir mim olsun o zaman.kitap okumayı neden seviyorsunuz?sevgili serap,aslı,fatoş,kunegound ve leylak dalı kendi romanınızın sayfasına not düşmek ister misiniz?

yüzünü dökme küçük kız

taşlar yerine otursun artık


Düşün... Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?

Kim mutlu edebilir seni,sen hazır değilsen?

Kim yıkar,yıpratır seni,sen izin vermezsen?

Kim sever seni,sen kendini sevmezsen?

Herşey sende başlar,sende biter...

Yeter ki yürekli ol,tükenme,tüketme,

Tükettirme içindeki yaşama sevgisini...

Hep hatırla "Çaresizseniz, Çare sizsiniz."


Behçet Necatigil.

aralık ayının cümlesi

HİÇ KİMSE İÇİNDEKİ COŞKUYU KAYBETMİŞ BİR İNSAN KADAR YAŞLI OLAMAZ.

değişim


yeni yılda eğer ben değişmezsem değişecek olan tek şey tarih.hayat yine eski monotonluğu ile devam edip gidecek,eğer ben değişmezsem.

kendimi rahatça değişimin içinde bulmak istiyorum.

kendimden çok sıkıldım.depresif ruh halimden,tembelliğimden,antisosyal yapımdan,dış görünüşümden...alıp kendimi denizlere atasım var.

15 Aralık 2009 Salı

bir sen eksiktin.

eğer psiklojik sağlığın iyi değilse fiziksel sağlığın da iyi olmuyormuş.öğrendim.

boğazım ağrıyor.heryerim dökülüyor.sanırım grip oldum :(((

akşam cnbc-e'de dick tracy'i izleyecektim,onu bile izleyemedim.uyuyakalmışım.hastayım hasta.gönlüm yasta.

niye kendimi bu kadar kötü hissettiğimi düşünüp dururken bugün bir demet fesleğen bloğunun sahibi eda'nın şeb-i aruz törenleri için konya'ya gittiğini okudum ve tink diye beynimde bir ışık yandı.evet ya, ben de bu hafta sonu orada olmak istemiştim,ama kocam izin vermemişti.şimdi anlıyorum kendimi neden bir mahkum gibi hissettiğimi.nasıl bir savunma mekanizmam varsa,böyle şeyleri öyle derinlere itiyor ki niye depresif olduğumu bile unutuyorum.işte yaklaşık bir haftadır kendimi berbat hissetmemin nedeni.kısıtlanmak...

14 Aralık 2009 Pazartesi

hayat bu



sevgili piyale madra içimi mi okuyor ne?

git kör şeytan :)))

"YENİ BİR AHİT
Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
Ve yer şekilsiz ve boştu ve derinliklerin yüzünde karanlık hüküm sürüyordu. Ve Şeytan, "Eh, bundan iyisi can sağlığı." dedi.
Ve Tanrı, "Işık olsun" dedi ve ışık oldu. Ve Tanrı, "Yeryüzü çimenler çıkarsın, otlar tohum versin ve meyve ağacı meyve versin" dedi ve Tanrı bunların güzel olduğunu gördü. Ve Şeytan, "Eyvah, çevre elden gidiyor." dedi.
Ve Tanrı, "İnsan'ı kendi suretimizde, bize benzer yaratalım ve o denizdeki balıklara, havadaki kuşlara ve yerdeki hayvanlara ve dünya üzerindeki her şeye ve yerde sürünen her sürüngene hâkim olsun" dedi. Ve böylece Tanrı İnsan'ı kendi suretinde yarattı; erkek ve kadın olarak onları O yarattı.
Ve Tanrı, Erkek ve Kadın'a baktı ve onların zayıf ve formda olduklarını gördü.
Ve Şeytan, "Hah, ben bu oyuna tekrar nasıl dahil olabileceğimi biliyorum" dedi.
Ve Tanrı dünyayı brokoli ve karnabahar ve ıspanak ve her cins yeşil ve sarı sebzeyle donattı ki Erkek ve Kadın uzun ve sağlıklı ömür sürsünler.
Ve Şeytan McHonald'ı yarattı. Ve McHonald bir buçuk milyona iki katlı çizburgeri çıkardı. Ve Şeytan Erkek'e, "Bununla patates kızartması da ister misin?" dedi. Ve Erkek, "Büyük boy olsun" dedi. Ve Erkek 3 kilo aldı.
Ve Tanrı sağlıklı yoğurdu yarattı, ta ki erkeğin o kadar güzel bulduğu kadın, vücudunun biçimini korusun. Ve Şeytan çukulatayı getirdi. Ve kadın 3 kilo aldı.
Ve Tanrı, "Çıtır çıtır taze salatamın tadına bir bakın" dedi.
Ve Şeytan Dond-gida'yı yarattı. Ve kadın 5 kilo aldı.
Ve Tanrı dedi ki, "Sizlere kalbinizin sağlığı için sebzeler gönderdim ve onları pişirmeniz için zeytin yağı."
Ve Şeytan derin tavada kızartılmış bifteği getirdi. Biftek o kadar çoktu ki kendine özel bir tabakla yenebiliyordu. Ve Erkek 5 kilo aldı ve kolestrolü ta arşa yükseldi.
Ve Tanrı spor ayakkabıları getirdi ve Erkek aldığı fazla kiloları vereceğine and içti.
Ve şeytan kablolu televizyonu ve uzaktan kumandayı getirdi, ta ki Erkek programdan programa geçerken enerji sarf etmesin.
Ve Erkek bir on kilo daha aldı.
Ve Tanrı, "Bahsi yükseltiyorsun Şeytan" dedi. Ve Tanrı patatesi getirdi. Bu doğal olarak besinle dolup taşan ve yağsız bir sebzeydi. Ve Şeytan sağlıklı kabuğu soydu, nişastalı merkezi kıymık kıymık kesti ve derin yağda kızarttı.
Ve Erkek uzaktan kumandasına sarıldı ve patates cipslerini yedi ve kolesterol içinde yüzdü.
Ve Şeytan bunu gördü ve "Güzel oldu" dedi. Ve Erkek kalp krizi geçirdi. Ve Tanrı içini çekti ve dörtlü baypas ameliyatını yarattı. Ve Şeytan Erkek'in sağlık sigortasını iptal etti.
Ve Tanrı Kadın'a tavuğun derisini nasıl çıkartacağını ve besleyici tam kepekli kahverengi pirinci nasıl pişireceğini gösterdi.
Ve Şeytan light birayı yarattı ki Erkek vücudunu alkolle zehirlerken ve bu sefer tatsız tuzsuz içkiden aynı keyfi almak için iki misli içerek doğru bir iş yaptığını sansın. Ve Erkek 5 kilo daha aldı.
Ve Tanrı hayat veren soyayı yarattı.
Ve Kadın cheese cake ve çikolata diyarına sefere çıktı ve döndüğünde Erkeğe sordu, "Şişman görünüyor muyum?"
Ve Şeytan, "Her zaman doğruyu söyle" dedi. Ve Erkek doğruyu söyledi.
Ve Kadın erkeğin huzurundan ayrıldı ve boşanma avukatının diyarına gitti."

yeni yıl dilekleri 3


kirazlar çiçek açtığı zaman japonya'da


bademler çiçek açtığı zaman datça'da olmayı diliyorum.

sebebim var...

evet sevgili günlük bir haftaya daha başladık.diğerlerinden pek farkı olmayan sıradan bir haftaya daha.cumartesi günü ev oturmasına arkadaşlar geldi.ev berbat.bir de ben üstüne hazır birşeyler ikram etmeyeceğim evde birşeyler yapacağım diye tutturunca tüm cumartesi temizlik ve pasta börek yapımıyla geçti.dr oetker’in un kurabiyesi karışımı ile un kurabiyesi,damla çikolatalı limonlu kek,ıspanaklı börek,kabaklı muffin olması gereken ancak muffin kıvamında değil ekmek kıvamında olduğu için tepsiye yayılarak kabaklı tuzlu kekten oluşan bir menu hazırladım.ama tüm günümü aldı.el becerisi yok ki kardeşim.yapmaya yapmaya insan yumurta kırmayı da unutacak.evet cumartesi arkadaşlar geldi,sevdiğim de insanlar, ama öyle içim kıpır kıpır olmadı.bir burukluk var yüreğimde.farkettim ki bu aralar hayatımdaki tek heyecan gelen kargolarım.alışverişe düşmemin nedenlerinden biri bu olsa gerek.geçen iki haftada hiç kargo almadım ve çok mutsuzdum.ama bu hafta bir sürü kargo bekliyorum.çünkü bir sürü alışveriş yaptım.nasıl ödeyeceğimi ise hiç sorma :((

burda günler hep bir diğerinin aynı.gençken hayat daha mı bir heyecanlıydı, yoksa heyecan ve tutku bizim içimizde mi vardı bilmiyorum.ama otobüste arkadaşlarla kikirdediğimiz zamanları çok özlüyorum.ben başkası olsam, benim gibi depresif ve negatif enerjili biriyle arkadaş olmak istemem.uzak durun,geliyooor,kaçııın,depresif ruh geliyor…ne kadar karamsarım bu günlerde.d&r da gezerken taş devri diyetini şöyle bir okudum da depresyon sebeplerinin hepsi bende mevcut.metobolik sendrom,hipetirodi,yalnızlık,şekerli gıdalar…hepsi, hepsi bende var.yani aslında hayatım çok mükemmel de ben fiziksel nedenler yüzünden depresyondayım.gel de inanma şimdi.bunun üstüne eklemek istediğim sadece şu şiir:


Anlar

Eger,yenıden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz,sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadıgım kadar,
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doguşu izler,
Daha çok dağa tırmanır,daha çok nehirde yüzerdim.
Görmedigim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım .
Yeniden başlayabilseydim eger,yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. yaşam budur zaten.
Anlar,sadece anlar.
Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında su,şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.

Yeniden başlayabilseydim eger ,hiçbir şey taşımazdım.
Eger yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder,güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım,bir şansım olsaydı eger.
Ama işte 85'indeyim ve biliyorum...
ÖLÜYORUM....

Arjantin-1985

Jorge Luis Borges

ben adam olmam

project 10 pan gitti çöpe. ama kendime yeni yıl hediyesi aldım.paket yapıp ağacın altına koyacağım.kimse bana hediye almazsa üzülmeyeyim diye. :))))

Huzur
Fatih Harbiye
Nü Peride
Ateşi Yakalamak
Kırılmadık Bir Şey Kalmadı

dizi ve düşündürdükleri

bugün akşam cnbc-e'de the prisoner isimli bir dizi izledim.daha önceden varmıydı yoksa ilk bölümümüydü bilmiyorum.kimsenin isminin olmadığı herkesin bir numarası olan idealleştirilmiş şirin mi şirin bir kasaba düşünün adı village (yani köy).burda insanlar mutlu mesut yaşayıp gidiyor.ama sonra 6 numaralı kişi bir terslik olduğunu düşünüp deşmeye başlıyor.evet yanılmadınız köy bir hapishane ve bu hapishanede herkesin beyni yıkanmış ve hatıraları silinmiş.dizi beni çok etkiledi.aynı etkiyi truman showu izleyince de yaşamıştım.baze ben de hayatımı böyle bir cenderenin içinde gibi hissediyorum.özgür ama bağımlı.benim hapishanem ev iş ve korupark üçgeni arasında gidip geliyor.dar bir alan yani.işte bu dar alan beni boğuyor.kaçıp gitme isteği uyandırıyor.bir hafta sonu daha bu dar alanın içinde geçti.yatcaz kalkcaz ve işe gideceğiz sonra akşam eve,sonra yatcaz kalkcaz yine işe,eve,işe,eve,işe ve ara sıra da alışveriş merkezlerine.hani sünger bob'da sünger bob'a direksiyon dersi veren bir bayan balık var.sinirlenince balon gibi şişiyor.ben de sıkıldıkça şişiyorum.korkarım yakında patlayacağım.bir de kendime kızıyorum.yediğin önünde yemediğin arkanda buldukça bunuyorsun diye.ama köy'de de insanların çok güzel ve idealize edilmiş bir hayatları var,ama hepsi mahkum.ben de kendimi prangalı hissediyorum.

11 Aralık 2009 Cuma

yeni yıl dilekleri 2

uğur böcüklü mouse.görüldüğü yerde alınacak :)))

yeni yıl dilekleri 1


bu renk bir ruj istiyorum.ama bursa'da inglot yok :(

tombul teyze

ramiz gökçe'nin tombul teyze ve sıska dayı isimli bir karikatür tiplemesi vardır bilmem bilir misiniz?tombul teyze uzun boylu, poposu ve göğüsleri kocaman,obez mi obez,ama bir o kadar da güzel bir hatundur.sıska dayı ise kısa boylu,sıska ve çok kibar bir beyefendidir ve tombul teyze'nin kocasıdır.gözümüzde farkı daha iyi canlandırmak için diyebiliriz ki tombul teyze bir balina sıska dayı ise hamsidir.işte ben bu iki tipe bayılırım.çocukken de bayılırdım.nerden bilirdim ki ilerde kendimi tombul teyzeye benzeteceğimi.efendim bu iki karakterin olduğu bir karikatürde tombul teyze bir yokuşu yürüyerek çıkmaya çalışmaktadır,sıska dayı ise tombul teyzeyi poposundan desteklemektedir ki daha kolay çıksın.bugün ben de metroya giderken çıktığım üst geçit merdivenlerinde aynen kendimi tombul teyze gibi hissettim.biri de beni popomdan desteklese ne süper olur dedim.

not:araştırdım taraştırdım ve sonunda tombul teyzeyi buldum.işte tombul teyze ve sıska dayı.


10 Aralık 2009 Perşembe

istiyorum

mavi zamanlar ajandasını istiyorum.

http://www.zamansizajanda.com/

bu ajandalardan kullanan oldu mu?kullanışlı mı yoksa sadece janjanlı mı merak ediyorum.

9 Aralık 2009 Çarşamba

:))

az önce evi aradım ve oğluşla aramızda geçen konuşma.(not:telefonla genelde konuşmaz)

-annecim ne yapıyorsun?
-yapboz.
-anneee,ben bugün okulda ıspanağımı bi de peynirli böreğimin hepsini yedim.
-aferim annecim sana.gelirken sana ne alıyım?
-lolipop.

neden aferim.çünkü mavi bıdık evde ıspanak yemiyor ve peynirin hiç bir çeşidini ağzına sürmüyor.

kırmızı pabuç almam lazım.


topuklarımı birbirine vurup "gezgin olmak istiyorum,gezgin olmak istiyorum,gezgin olmak istiyorum" desem olur muyum acaba?

saç mevzusu

iskoç tv sunucusu gail porter 2005 yılında saçkıran yüzünden bir gecede yukardaki gibi kel kalmış.ben de yakında kel kalacağım galiba.aslında depresyonumun ve kilolarımın asıl sebebi galiba aynadaki kendi görüntümü beğenmemem.yıllardır saç dökülmesiyle mücadele ediyorum.aslında annemin de saçları çok seyrek.herkes genetik olduğunu söylüyor.başka da bir sorun bulamıyorlar.stres ve genetik.ama annem dışında saçı dökülen kimse yok.denemediğim şey kalmadı.en son saç ektirmeye karar verdim.ama gittiğim merkezde bayanlarda saç ekiminin başarılı olmadığını söyleyip mezoterapi yapalım dediler.yaklaşık 6 ay kadar devam ettim.ama pek de faydası olmadı.bu konuyla ilgili psikolojik destek mi alsam?artık kabul etmeliyim.bir kadın için saç ne kadar değerliymiş meğer.yakında kel kalacağım.


geldin mi?


dün bütün paramı dergilere harcadım.sonrada tüm akşam amaçsızca dergi sayfalarını karıştırdım durdum.marie clear,formsante ve national geo. sayfalarında gezindim.newsweek'in yüzüne bile bakmadım.belki kafamı dağıtırım moralim yerine gelir dedim.önce marie clear.merak ediyorum acaba türkiye'de kaç kadın fiyatı 2.235 TL olan bir paltoyu giyebilir?ya da bir kreme 600-700 TL kim veriyor?ne lüzumsuz bir dergi,paramı çöpe atmışım gibi hissettim.formsante biraz daha iyi.en azından spor,beslenme vb.daha faydalı bilgiler var.ng ise her zamanki favorilerimden bu ayki sayısındaki fotoğraflara bayıldım.özellikle çadırdaki delikten bakan bir çift gözün fotoğrafı var ki çok etkileyici.


dün akşam farmville'de tarlamı hasat ettim,tam yeni ekim yapacağım internet bağlantısı gitti.


hiç keyfim yok uzun zamandır.iyiyim dersem anla yalandır.şarkısı çalıyor beynimde.bugün sabah uyuyukaldığım için duş alamadım.saçlarım pis.kendimi berbat hissediyorum.üstelik otobüs beni almadan durağı transit geçtiği için işe taksiyle gelmek zorunda kaldım.sabah sabah 7 TL'im boşu boşuna gitti.


herşey bana karşı.karşıyım karşı herşeye karşı şarkısı çalmaya başladı şimdi de zihnimde.


yüreğimi dağlayan bir hüzün bulutu var üzerimde.aslında şöyle bir hafta hiç evden çıkmadan yaşamak istiyorum.sadece yatmak,boş gözlerle tavana bakmak.


anlaşıldığı üzere blog sahibesi depresyondadır.resimdeki çikolataların hepsini yese bile depresyondan çıkamayabilir.

8 Aralık 2009 Salı

yorgun k"e"k


kendimi n'apıcam?

lise yıllarında bir arkadaşım "siyah gözlerinin içinde yıldızlar parlıyor,tıpkı evren gibi" demişti.şimdiyse aynaya baktığımda gördüğüm siyah,kocaman bir boşluk.içimden ağlamak geliyor.boşluk ve değersizlik duygularıyla doluyum.

7 Aralık 2009 Pazartesi

açlık oyunları

kelimeler çıkmaz dudaklarımdan,öylece takılıp kalır.zihnim o kadar karışık ki bildiklerim bir sıraya girip de anlamlı cümleler oluşturamaz.işte bugün de o günlerden biri.o yüzden de çalışamıyorum.raporumu yazmam gerkiyor.ama oraya buraya dağılmış kelimeleri toparlayıp bir düzene sokacak enerjim yok.bir çoban mı kiralasam ne yapsam?yok yok tembelim ben tembel.nefes alacak enerjim bile yok.yediğim,içtiğim çikolatalar da kar etmedi.geçen hafta eşim seyahatteydi.ondan önceki hafta ben izmir’deydim.oğluş babasını özlediği için geçen hafta her akşamı benim için bir kabusa çevirdi.babası cumartesi akşamı geldi.ama yarın yine seyahate gidiyor.zor bir hafta yine beni bekliyor.ev pis,dağınık.benimse hiç birşey yapasım yok.galiba yine depresif günlerimdeyim.yıkanacak çamaşırlar dağ gibi.evin her yeri toz içinde.bense bütün hafta sonu bulduğum her vakitte kitap okudum.cuma akşamı başladığım “açlık oyunları” nı dün akşam bitirdim.kitap çok sürükleyici,iyi kurgulanmış ve bir solukta okunan bir macera romanı.zihni yormayan bir kitap.tam bugünlerdeki ruh halime uydu.okudum bitti.üzerinde düşünmek ve kafa yormak istersen sorgulayacak şeyler var aslında.capitol’un 12 mıntıka üzerindeki sömürüsü,bir taraftaki lüks yaşam ve diğer tarafta açlıktan ölen insanlar.ama zihnim sorgulamak istemiyor.sadece kendime soruyorum.

zalim bir dünyada hayatta kalmamı sağlayacak hangi yeteneğim var?peki siz hiç düşündünüz mü elinizde hiç bir şey yokken bir ormana atılsanız ve hayatta kalmak için öldürmek zorunda olan 23 rakibiniz olsa hangi becerinizle hayatta kalırdınız?yaşama sizi bağlayan nedir?ölümü peşin peşin kabullenirmiydiniz,yoksa hiç ölmeyecekmiş gibi mi yaşardınız?ben mi?benim bu aralar nefes almaya bile enerjim yok…

nardugan bayramı


"ÇAM SÜSLEME GELENEĞİ

Hıristiyanların İsa'nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eskiTürklerin yeniden doğuş bayramıdır. Türklerin, tekTanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre,yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacıbulunuyor. Buna hayat ağacı diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizimbütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz. Türklerde güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerinkısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece gündüzle savaşıyor. Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor. İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyükşenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar. Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarakalgılanıyor.


Bayramın adı NARDUGAN (nar=güneş,tugan, dugan=doğan) Doğan güneş.


Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar. DualarıTanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar,dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dileklerdiliyorlar Tanrıdan. Bu bayram için,evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar.Yaşlılar,büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar. Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır,uğur gelirmiş. Akçam ağacı yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş.Filistin'de bu ağacı bilmezlermiş. Bu yüzden bu olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söyleniyor. İsa'nın doğumu ile hiç ilgisi yok. "Doğum,güneşin yeniden doğuşu"


Sümerolog

Muazzez İlmiye ÇIĞ"


güzel ülkemin güzel insanları müslüman olmadan önce de biz türktük.müslümanlıkla birlikte arap geleneklerini almaktan ne zaman vazgeçeceğiz.oysa ki türk geleneklerimiz ne güzel.islamiyet öncesi hangi türk kavminde kadın ikinci plandaymış?niye dini arap toplmundan olduğu gibi almışız ve türklüğümüzden vazgeçmişiz anlamıyorum.neden benim ülkemde bu kadar az bilim kadını var?kadınlarım neden ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor?niye yeni yılı kutladığım için gavur damgası yiyorum.böyle saçma sapan şeyler kafamı kurcalayan..lotodan para çıkmadı.bu yılda istediğim kadar hediye alamayacağım.oysa ne çok isterdim tanıdığım herkese yeni yıl hediyesi almayı.yeni yıl yeni umutlar.fakir insan malı az olan değil arzusu çok olandır demiş eskilerden biri.benim de arzum yeni yılda herkese yeni birşeyler hediye etmek.özellikle de kitap.evren duyuyorsun değil mi sesimi henüz vazgeçmedim bu hafta da sayısal loto,süper loto oynayacağım. :)))


akçam'ın altına hediyelerimi koyup,dallarına yeni yıla ait dileklerimi bağlayacağım.

yemek,içmek.

dün akşam home tv'de nagella'nın programının sonuna denk geldim.hatun kişi kendisi için mis gibi bir sıcak çikolata hazırladı.tarif şöyle.tencereye sütü koydu,içine biraz bal,bir tutam esmer şeker,bir kabuk tarçını ikiye böldü,sonra yarım kalıp bitter çikolata ve birazda rom.gecenin yarısı bir canım çekti ki sormayın gitsin.bugün öğlen dolaşmak için dışarı çıkınca markete şöyle bir uğradım ki ne göreyim droetker rom aroması çıkarmış.hemen attım sepete.bir kutu süt ve bir paket sıcak çikolata aldım.işyerinde sanırım tarçın vardı.şimdi çaycı ablaya bütün şirinliğimizi yaparak sıcak çikolata isteyelim ve içine azıcık rom aroması.hıııım.nefis.

kadınım,haklıyım,kazanacağım.

ben aslında bu başlığın altına başka şeyler yazmıştım.ama blogger yayınlamadı.vardır bir hayır diyor ve tekrar yazmıyorum.

4 Aralık 2009 Cuma

marilyn monroe


geçen gece bıdık erken uyuyunca ben de kanallarda zap yaparken tnt'de marilyn monroe'nun hayatını anlatan bir filme rastladım.elimdeki kitabı bırakıp filmi izlemeye başladım.daha önce mm'nin hayatı hakkında tek bildiğim kennedy ile ilişkisi ve fazla dozda ilaçtan öldüğüydü.ama filmi izleyince onun için gerçekten çok üzüldüm.çevresindeki herkes yeteneksiz olduğunu söylerken o çok çabalayarak ve pek çok fedakarlık yaparak ünlü bir aktris olmuş.peki nelerden vazgeçerek.öncelikle kendinden, norma jeane'den.hırsını ve azmini takdir ettim.ama bence yazık olmuş.keşke çevresinde ona gerçekten değer veren insanlar olsaymış.filmi izlerken çocuk norma'nın cinsel tacize uğraması beni çok üzdü.böyle şeylere içim dayanmıyor.güzel olmak hem en büyük şanssızlığı hem de en büyük şansı olmuş. atalarımız boşuna "allah çirkin şansı versin" dememiş.

hatıralar


dün akşam daha önce okuduğum kitapları düşündüm.aslında hiç birini öyle detaylı hatırlamıyorum.konusunu,kahramanlarını,kelimeleri hatırlamıyorum.hatırladığım okurken hissettiklerim.bende en yoğun duygusal izleri bırakan kitapları düşündüm ve aklıma ilk gelenler bir çırpıda hatırladıklarım:

kara kitap,

bülbülü öldürmek,

ana,

dönüşüm,

vadideki zambak,

al gözüm seyreyle salih.


bu kitapların hepsini lise çağlarında okumuştum.bendeki izleri hala geçmemiş.özellikle kara kitap ve al gözüm seyreyle salih'i tekrar okumak istiyorum.benim okuduğumda ikisi de can yayınlarındandı.şimdiyse başka bir yayın evi tarafından basılıyorlar.keşke o okuduğum baskılarını bulabilsem."eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağar" lafı benim gibi birine pek uygun değil.seviyorum ben kullanılmış kitapları.bursa'da 2.el kitap satan güzel bir kitapçı bilen var mı?
fotoğraf:mike shaw
not:yaşama dört elle sarılmak gerek.(fotoğrasfın düşündürdüğü)

3 Aralık 2009 Perşembe

bitirmeden almama procesi

açlık oyunları
allah'ın kızları
benim gözümden dünya
büyümenin türkçe tarihi
kabuk adam
bin muhteşem güneş
golyan devrimi
herşey su ile başladı
katre-i matem
son ada

hep makyaj bloglarında görüyorum "project 10 pan" gibi bir adı vardı galiba.onların bağımlılığı makyaj malzemesi benim ki kitap.ben de kendime yukardaki 10 kitap okunup bitene kadar yeni kitap almayı yasakladım.tamam kabul ediyorum ince kitaplar seçtim,ama ilerde belki sayfa adedi için de bir zihni sinir proce yaparım.allah'ım tez zamanda bana şans oyunlarından para,lütfeeenn...alışveriş diyetindeyim,o yüzden yememe diyetimi bozdum.ikisi bir arada çekilmiyor.bari akşamları evde oturup patlamış mısır falan yiyeyim.

buyur

"Bayram sabahı uyandım. Neşe içinde olmalıyım, cıvıl cıvıl, kıpır kıpır. Ama baktım, moralim limoni, nabzım tıp tıp melankolik atıyor. Sebepsiz, mantıksız, öylesine, birdenbire. Hava parçalı bulutlu. Ha yağdı ha yağacak. Battaniyeyi çekiverdim yüzüme. Kimseyi göresim yok, bir günlüğüne görünmez olsam keşke. Hiçbir yerde durasım yok; gün batana kadar göçebe olsam keşke. Hani kapıyı açıp yürümeye başlasam sanki hiç durmayacağım. Yürüye yürüye kendimi kutuplarda bulabilirim ben bu ruh haliyle. Oradan, üzerinde kutup ayıları resmi olan bir kartpostal satın alırım ve İstanbul'daki kendime postalarım. Derim ki:"Sevgili Ben, Merak ediyorum nereden kaynaklanıyor şu melankolik hallerin? Nasıl oluyor da hem aileni, dostlarını, arkadaşlarını, okurlarını ve ekseriya insanlığı bu kadar seviyor, sevebiliyor hem de zaman zaman böylesine had safhada asosyal ve münzevi olabiliyorsun? Bir bulabilsem dengeni... Bir anlayabilsem seni...."Bayram sabahı uyandım. Kutuplara gitmek yerine, evde kaldım. Kapı çaldı, açtım. Karşımda bir misafir. Tanıdık bir yüz, ta öteden.Çocukluğumdan beri zaman zaman beni yoklayan o dipsiz ve sebepsiz durgunluk ve kasvet, nam-ı diğer Melankolianım (Melankoli Hanım'ın hızla söylenmiş biçimi) bayram ziyaretine gelmiş. Elinde bir kutu çikolata. Tabii ki bitter. Nasıl kışkışlarım? Nasıl "Git" derim. Mecburen buyur ediyorum."Hoşgeldin Melankolianım... "Melankolianım siyah saçları sımsıkı topuz, ayağında ten rengi çorabı, üzerinde şık bir nefti döpiyes oturuyor salonda. İncecik, bir gıdım fazlası yok, her zamanki gibi. Yanına ilişiveriyorum. "Söylesene," diyorum. "Neden insanlar, bilhassa kadınlar kimi zaman ansızın melankoliye yakalanırlar? Biyolojik mi bunun sebebi? Kültürel mi? Mistik mi? Ekonomik mi? Hormonlarımız mı bunu yapan toplumsal koşullanmışlıklarımız mı? Nedir ansızın kadınlara gelen hüzün dalgalarının sebebi?"Diyor ki bana: "Erkek genellikle güneş gibidir. Ya batar, ya çıkar. İktidar peşinde, ya kazanır ya tepetaklak yuvarlanır. Net, berrak, sade ve yalın. Kadın ise ayın halleri gibidir. Parlarken bile bir yanı karanlıkta kalır. En görünür olduğu zamanlarda bile bir parçası bulutların ardında... Kadın muammadır.""E ne yapacağız peki?" diyorum sabırsızlıkla. "Nasıl çıkacağız bu hallerden?"Çıkarız elbet, yeter ki kendimize ve etrafımıza dürüst olalım, rol yapmayalım. Melankoliyi de benimseyip, seveceğiz. Ve onu bastırarak yok etmek yerine, üretken enerjiye çevireceğiz" diyor. "Melankoliyi görmezden gelmek çözüm değil. Onun yerine alıp hamur gibi yoğurup şekiller inşa edeceğiz. Hüzün dediğin yakışır insana, yakışır kadınlara. Hüznü sanatın, edebiyatın ve yaratıcılığın emrine vereceğiz." "
Elif Şafak

ben de bugünlerde aynen böyleyim.kimseyle konuşassım,hatta nefes alasım bile yok.melankolianım hoşgeldin sefa geldiiin.buyur otur.bugünlerde beni çok sık ziyaret eder oldun,ama madem misafirsin başımın üstünde yerin var.

2 Aralık 2009 Çarşamba

mim 2

sevgili eda beni mimlemiş.eda'nın bloğunu okumayı çok seviyorum.çok içten,samimi ve yalın.o yüzden eda diyorum.çünkü neden bilmem kendimi ona çok yakın hissediyorum.kitaplarla ilgili mimi daha önce cevaplamıştım.o yüzden ilk mime gecikmeli de olsa yazıyorum.



En son hangi ülke gündemiyle canını çok sıktın?
aslında gündemi çok fazla takip etmiyorum.çünkü hepsi çok can sıkıcı.şu güzelim ülkede hiç mi güzel birşey olmaz.gazetelerde ağırlıklı olarak köşe yazarlarını okuyorum.zaten bizim evde tv'de sadece çizgi film izlendiği için haber de izlemiyorum.gündemdeki herşey çok iç karartıcı.hepsine canım sıkılıyor.hangi birini sayayım.en iyisi tekrar hatırlayıp canımı sıkmamak.

En son hangi şarkıdan nefret ettin?
nefret,yoğun yaşadığım bir duygu değil.o yüzden sanırım hiç bir şarkıdan.

En son hangi fast food ürününden tiksindin?
subaru'nun pizzasından.vıcık vıcık yağdı.

En son hangi sakatatı yedin ?
aslında sakatat sevmem.ama bursa'da susurluk kokoreççisi diye bir yer var.oranın kokoreç'ini seviyorum.en son orda bol acılı kokoreç yemiştim.

En son hangi yerli şarkıyı beğendin?
büyük insan

En son hangi yabancı sözlü şarkıyı beğendin?
beyonce,single ladies...bu şarkıya bayılıyorum.çok eğlenceli bir şarkı.

En son hangi yerli filmi beğendin?
ulak.aslında çağan ırmak'ın bütün filmleri güzel.en son izlediğim türk filmi ise nefes.onu da çok beğendim.

En son hangi yabancı filmi beğendin?
benjamin button'ın tuhaf hikayesi.o kadar etkilendim ki gece uyuyamadım.

En son hangi kitabı okudun?
bir varmış bir yokumuş-ayşe kulin

En son hangi bilgisayar oyununu oynadın?
farmville.tarlam büyüdü.en son enginar,buğday ve pamuk ektim :)

En son hangi mizah dergisini okudun?
sanırım leman.ben almam da eşim yolculuklarda mizah dergisi alır.onu okumuştum galiba.mizah dergilerini pek komik bulmuyorum.ben piyale madra'nın karikatürlerine bayılıyorum.bir de garfield'e çok gülerim.

En son neyden korktun?
rüyamda eve hırsız girmişti.gerçek gibiydi.en son ondan korktum.

En son kime veya neye küfrettin?
küfür etmem.

En son neyden kaçtın (opsiyonel: koşarak ta olabilir)?
değişimden.

En sevdiğin 5 film?
amelie,hayat güzeldir,münir özkul ve adile naşit'li büyük aile filmlerinin hepsi,selvi boylum al yazmalım,sultan.

En sevdiğin 5 şarkı?
kıraç-zaman,sezen aksu-farkındayım,zeki müren,zekai tunca-gülü susuz seni aşksız bırakmam,sabahat akkiraz,sting-desert rose.

En sevdiğin 5 yemek?
balık,mantı,brokoli,etli kuru bamya,zeytinyağlı pırasa.

En sevdiğin 5 isim?
deniz,ada,can,ali,elif.

En sevdiğin 5 oyun (herhangi)?
oğlumla araba sürmek bir de bu nedir oynamak.

En büyük korkun nedir?
sevdiklerimi kaybetmek.. sevdiklerimin hayal kırıklığına uğratması, güvendiğim dağlara kar yağması..

En nefret ettiğin 5 klişe nedir?
nefret,bir düşüneyim.galiba en nefret ettiğim klişe "o erkek"
eee ne yapalım erkekse, ben de kadınım.
başka
"anneler boşuna mı yaşlanıyor"
niye ki.yaşlanmak için mi anne olduk?
bir de
"evlilik de ben olmaz biz olur"
ben olmazsa biz olmuyor maalesef.
karşıyım karşı tüm bu laflara karşıyım
not:tüm bu laflar kayınvalideme aittir.anlaşıldığı üzere kendisiylen ayrı dünyaların insanlarıyız.

eda'cığım oğlum anıtkabir'i görmek istiyor.ilkbahar'da ankara'ya gelmeyi planlıyorum.belki seninle de tanışırız.sevgiler.

ordan burdan




sağım solum belli olmaz benim.kararsızın biriyim işte.o an aklıma ne eserse ya da canım ne yapmak isterse onu yaparım.bunları okuyup da başına buyruk biri olduğumu sanmayın.tam tersi kuralları yıkmaktan çok korkarım,ama bir o kadar da hoşlanmam kurallardan.bunları niye mi yazdım.hani kurtlarla koşan kadınlara başlayacaktım ya.başlamadım.onun yerine ayşe kulin'in bir gün isimli kitabını okuyorum.kaymakam kızı nevra ile aşiret kızı zeliha(zelha)'nın çocuk ruhlarını paylaşmaları ve yıllar sonra bir hapishanede biri mahkum biri gazeteci olarak karşılaşmalarını anlatıyor kitap.henüz yeni başladım,ama çok hızlı ilerliyor.ayşe kulin nasıl bir yazardır,anlamıyorum.tüm kitapları su gibi akıp gidiyor.insanı yormadan,sıkmadan,bir sonraki sayfayı merak ederek okuyorsunuz.kısacası çok keyifli bir kitap daha.




dün akşam benim tembel bıdığın heyheyleri üzerindeydi.teacher'ı(ingilizce öğretmene böyle hitap ediyor) iki tane boyama ödevi vermiş.azıcık boyadı,ben yoruldum,bana yardım et dedi.ben de o zaman dinlen,sonra boyamaya devam edersin,bu boyamayı tek başına yapabilirsin benim yardımıma ihtiyacın yok dedim.tembel bıdık tam 1 saat ağzını ayıra ayıra ağladı.ne o ne de ben boyamayı yapmadık.sonra evde biraz sohbet ettik ve eğer hatasını kabul eder ve gece yatmadan önce perilerden dilek dilerse belki perilerin gece ona yardımcı olabileceğini söyledim.benim realist oğlum hemen lafı yapıştırdı.peri diye birşey yoktur.ben de sen bir dile belki olur dedim.2 dk sonra hani gelmediler dedi.ben de gece gelirler,biz onları göremeyiz dedim.sonra o uyuduktan sonra boyamanın bir kısmını boyadım.ama hepsini değil.sabah uyandı ve boyamaları görünce tepkisi çok şekerdi.




anne periler bana yardım etmiş... :)))




peri diye birşey var :))) iyilik perileri.tinkırbell.




1 Aralık 2009 Salı

seyir defteri:1


kaptanın seyir defteri uzay yılı 2009;


ev gemisindeki mürettebatın büyük kısmı hasta.izmir semalarına doğru yapılan,oradan da memlekete kanat açılan seyirde mürettebat kara kitap izmir'e varışının sabahında gözünü acil serviste açtı.bursa'da 40 derece ateşle kocasını kayınvalidesine emanet etmenin verdiği vicdan azabıyla mı yoksa günlerdir umursamadığı karın ağrılarının bir sonucu mudur bilinmez ama korkunç bir mide bulantısı ve bir tabur asker tarafından dövülmüşçesine korkunç eklem ağrılarıyla bir an önce müdahele edilmesi isteğiyle izmir'de bir özel hasteneye gidildi.fakat o da nesi izmir'de cumartesi günü özel hastanede de sadece nöbetçi doktor varmış.nasıl yani?olamaz! surat ifadeleriyle perdeleri sapsarı,yerlerde kan lekeleri olan özel hasteneye bir tomar para ödenerek eve dönüldü.ve ilk defa bursa'nın izmir'den üstün bir yanı bulundu.doktorun verdiği ilaçla bir miktar göz açılınca mürettebatın babasının yönetimindeki bir başka araçla memleket denilen gezegene doğru yola çıkıldı.bu seyahata gidilmek zorundaydı çünkü 1 yıl önce elim bir iş kazasyla öbür aleme yolcu eden gencecik bir fidanın senei devriyesi için verilecek yemeğe gidilecekti.hoş mürettebat kara kitap sürüne sürüne de olsa dedesinin evinde bir kanepeye kapağı attı atmasına ama,o akşam ilçedeki devlet hastanesine gidip ağrı kesici ve ateş düşürücü bir iğneyi de popusundan yemeyi de ihmal etmedi.


mürettebat koca bursa'da, mürettebat kara kitap memleket gezegeninde hasta...sevindirici tek şey mürettebat mavi bıdık...o sağlıklı maşallah.


bugün eve ve işe dönüş.ama halen bir tabur asker tarafından tekmelenmiş gibi hissediyorum.bugün işe sürünerek geldim.daha fazla yazamayacağım.klavyeye dokunan parmak uçlarım acıyor.

20 Kasım 2009 Cuma

şehrime gidiyorum :)


bugün hiç yazasım yok.akşama mavi bıdık'la birlikte izmir yolcusuyuz. :)


bekle bizi izmir biz geliyoruuuuz!

19 Kasım 2009 Perşembe

iç sıkıntısı ve hayal

allah’ım ben yarın izne çıkıyorum ve elimdeki işleri bitirmem lazım.peki ben ne yapıyorum?sabahtan beri okumadığım blog kalmadı.kendi günlüğüme de bir şeyler yazdım.biraz sanal alışveriş yaptım ve sepetime birkaç kitap daha attım.ama almayacağım.en az evdeki kitaplardan 10 tanesini okuyup bitirene kadar kitap almayacağım.bu arada şu internette gezinme işinden vazgeçip de bildiğiniz para kazandığım işime konsantre olsam çok iyi olacak.eve ekmek de götürmeli başka türlü dönmüyor hayat(bu cümle uzağa giden kadına ait,işyerimde çalışmam gerektiğini bana hatırlatsın diye başucuma astım.faydası var mı?benim inatçı bünyeme yok.istemiyorum.).keyif almadığım bir işi yapmak is-te-mi-yo-rum.işyerinde sıkıcı,hiç sohbet edemediğim kişilerle çalışıyorum.müdürüm ve bir arkadaş hariç.ama sırf müdürümü seviyorum diye de kendimi işe veremiyorum.öf ya ben ne yapacağım?okulu bitirdim gözümü bu iş yerinde açtım.ama dokuz yıl oldu ve çok sıkıldım.işim çok anlamsız ve yararsız gelmeye başladı.keşke annemi dinleseydim ve öğretmen olsaydım.işim beni ne duygusal ne de maddi olarak tatmin ediyor.ama başka bir iş bulamayacağımdan korktuğum için de işimi değiştirmeye cesaret edemiyorum.aslında benim başka bir hayalim var.

kütüphaneci olmak istiyorum ya da bir kitapçı açmak .hayalimi bir ara detaylı olarak yazarım.tüm kişisel gelişim kitapları böyle demiyor mu zaten.hayalinizi detaylı olarak yazın.ben şimdiye kadar hep anlattım.söz uçar yazı kalır diye boşuna dememiş atalarımız.evet evet en kısa zamanda hayalimi detaylı olarak yazmalıyım.bak birden içime bir neşe doldu.hayal kurmak insana enerji veriyor.

deli deli kulakları küpeli



okuyorum okuyorum ,yine okuyorum.ben bunu hep yapıyorum.hali hazırda başucumda olan ve zaman zaman okunan kitaplar.

aile geçmişinizi iyileştirmek.

geçmişin gölgeleri

içimizdeki çocuk

bir cadı masalı

okunmuş,hatta 2. -3.kez okunmuş pek çok kitap.kişisel gelişim kitabı yazarları sayemde zengin oldu.bunları okumayı bırakıp da dünya klasiklerine dönsem öz saygım ve özsevgim artar mı acaba?

18 Kasım 2009 Çarşamba

merak


newsweek'de yazan ev hanımına ne oldu?üç haftadır yazmıyor?bu arada lütfen newsweek 15 günde bir çıksın.bir haftada hepsini okuyamıyorum.

barış labirenti (kuzey irlanda)

labirent sever misiniz?ben çok severim.oğlum da çok seviyor.hayallerime bir yenisi daha eklendi.

aşağıdaki labirente girmek. :)


doğru söze ne denir?

Bekir Coşkun
Bedelli...
18.11.2009
BİLGİSAYARIMA gökten “bedelliye evet” mesajları yağıyor, akıl alacak gibi değil...Bu iyi bir şey:Gençlerin sesi çıktı...Ne tesettürÇankaya’ya çıkıp oturduğunda bu kadar mesaj gelmişti ey Türk gençliğinden...Ne imamların vali kaymakam- yargıç-savcı olması kararı alındığında...Üniversiteler türbana teslim edildiğinde de, AnayasaMahkemesi’nin “irticai faaliyetlerin merkezi” saydığı bir iktidar Türkiye’yi yönetmeye devam ettiğinde de böylesine sesi çıkmamıştı ey Türk gençliğinin...AKP kömür-nohut dağıtarak oy toplarken...Din-iman siyasete alet edilirken... İktidarın çocukları köşeyi dönerken...Ama işsizlik kimsesiz gençleri ağlatırken...Günahsız aydınlar iddianamesiz hapishanelere doldurulurken...Türkiye bir korkuya-baskıya esir olurken...Medya susturulurken, Cumhuriyet din devletine dönüştürülürken...İnsanlar çağdaşlıkaydınlık umutlarını yitirirken...Türkiye, Arabistan‘a dönerken...Türk gençliği bir satır olsun yazıp tepki göstermediydi...Ama “bedelli” için......Doğrusunu isterseniz, gençlerin en verimli çağlarını böyle verimsiz kışlalarda geçirmelerini ben de istemem.Ama bu olanlar bir başka şeyi anlatır bize:Bu mudur Türk gençliği?..Yoksulların çocukları dağlardaki çukurlarda ölümle karşılaşmayı beklerken, sadece askerlikten yırtma için mi ayağa kalkar Türk gençliği?..Böyle kolaycı...Böyle bencil...Yok eğer “bedelli askerlik” isteyenler, haksızlığa uğramışlarsa ve mağdur olduklarını düşünüyorlarsa...Ne yapacaksınız...Böyle “gençlik” olmanın bedelidir...

yine mi?


buraya bugünün tarihini not düşüyorum ve kendime uzun bir süre kitap almayı yasaklıyorum.yine kitap aldım ya!!!


bir gün

dewey (kitapyurdu'nda yazarın imzalı kitapları satılıyor.kedisever bir arkadaşıma hediye olarak aldım.o yüzden sayılmaz.)

kadere karşı koy a.ş.

kabuk adam


allah'ım beni tez zamanda ya ıslah et ya da piyango kazanacak bir bilet almamı nasip et.gelirimin çok üstünde harcıyorum.hoş gelirim de zaten refah sınırının çok altında,ama neyse ki açlık sınırını geçiyorum.bu da bir teselli :(

bul beni


bir arkadaşım bugün aşağıdaki e-posta'yı yollamış.kime ait bilmiyorum.tek bildiğim içimi derin bir hüznün kapladığı.


> Ne zaman üniversitelere konuşma yapmaya gittiysem ya da ne zaman benden daha
> genç biri benim ondan daha fazla bir şey bildiğimi sanarak bana sorduysa "bu işin olurunu", dedim ki:
> Üniversiteyi bitirince hemen çalışmaya başlama.
(başladım.hem de mezun olduğum bölümle hiç alakası olmayan sırf artık para kazanayım aileme yük olmayayım diye başladım bu işe.parlak bir bölümden mezun olan,büyük hayalleri olan,ama sıradan ve gelişimime hiç katkısı olmayan bir işim var.maddi olarak da az kazanıyorum.)
> Git, dolaş, ülkeler gez, aç kal, meteliğe kurşun at, ama ne yap et,
> koşturmaya başlamadan önce biraz amaçsız yürü.
(hiç bir zaman böyle biri olamadım,ama içimdeki huzursuzluk hep bu yüzden diye düşünüyorum.)
> Maceraya çık, bedeli ne olursa olsun bunu yap. Çünkü...
> Çünkü hayat, onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü.
> Bir şeyi vaktinde yaşamadan geçersen, çok sonra, seni rezil etme pahasına,
> sana yaşatır o eksik bıraktığın bölümü.
> Âşık mı olmadın on altı yaşında? Gelir seni kırk beşinde bulur, en olmaz zamanda.
(aşık oldum mu olmadım bilmiyorum.aslında oldum galiba ama öyle yıkıcı,sarsıcı,yoğun bir duygu hiç yaşamadım)
> Maceraya mı çıkmadın yirminde? Sürükleye sürükleye götürür seni otuz beşinde.
(yirmiyi geç otuzumdayım hayatımı hep ayaklarımı yere sağlam basarak yaşadım.)
> Yırtık kot, yer bezinden hallice bir kazak giyip, nasıl göründüğüne
> aldırmadan geçiremedinse öğrencilik yıllarını mesela, elli yaşında, artık
> kalabalıkların gözleri seni hiç de öyle görmeyi beklemezken, sana giydirir o kot pantolonu.
> Hayatı sakın erkenden yaşama, sonradan çok fena komik eder adamı.
> Serserilik ederek geçirmeli insan serserilik edilecek yaşları.
(herkesin takdir ettiği o olgun gençlerdendim ben :(( )
> Zira atlayıp geçtiğin ne varsa dönüp dolaşıp bulur insanın yakasını.
> Kendini yaşatıncaya kadar yapışıp kalır.


atlayıp geçtiklerim beni ne zaman bulacak?

17 Kasım 2009 Salı

zamanla yarışan kadınlar (elif şafak)

Yap-boz 'puzzle' gibi bazı kadınların hayatı. Parçalar bir bütüne tamamlanıyor elbet ama parçalı kalma hali hiç değişmiyor. Bazen kendimi aynı anda havada sekiz top çevirmeye çalışan bir akrobat gibi hissediyorum. Öyle zamanlar oluyor ki toplar uyum içinde dönüyor, muazzam bir dengede, ahenkle. "Vay be," diyorum kendi kendime, "aynı anda ne çok iş yapabiliyorum". Öyle zamanlar oluyor ki bütün toplar sözleşmiş gibi çıkıyor yörüngeden, hepsi paldır küldür kafama iniyor. Hiçbir şey beceremiyorum. Hiçbir şeyi tam yapamıyorum.Sabahın bir saati evden çıkmışım. Yapacak o kadar çok iş var ki, nereden başlayacağımı kestiremiyorum. Gün yirmi dört saat değil, otuz altı saat olsa keşke. Sakız gibi sündürebilsek ellerimizde. Evin işleri, seyahatler, çocukların koşturmacası, biriken emailler, edilecek telefonlar, imza günleri, okuma etkinlikleri, önceden verilmiş sözler, sorumluluklar, randevular ve özgürce yazı yazmak arasında bölünmüşüm gene. Kendimden en az altı adet klonlamak istiyorum. Sonra her birimizi bir başka yöne gönderirim. Birimiz çocuklara bakarken, birimiz roman yazar; birimiz yurtdışında edebiyat festivallerine katılırken, birimiz süpermarkette domates, portakal seçer. En "sıradan" gibi görünen işleri de, en "sanatsal" gibi görünenleri de yan yana yürütürüz böylelikle. Anneme sitem dolu bir mesaj yolluyorum cep telefonundan, "Altız doğursaydın ya beni!" Kadıncağızdan gelen mesaj şöyle: "Senden altız doğursaydım, altı kat hızlı yaşlanırdım." Ardından bir mesaj da Eyüp'e yolluyorum. "Gene yetişemiyorum hiçbir işe. Altız olsaydım fena mı olurdu?" Eyüp'den gelen cevap iki kelime: "Allah korusun."Yap-boz 'puzzle' gibi bazı kadınların hayatı. Parçalar bir bütüne tamamlanıyor elbet ama parçalı kalma hali hiç değişmiyor. Bazen kendimi aynı anda havada sekiz top çevirmeye çalışan bir akrobat gibi hissediyorum. Öyle zamanlar oluyor ki toplar uyum içinde dönüyor, muazzam bir dengede, ahenkle. "Vay be," diyorum kendi kendime, "aynı anda ne çok iş yapabiliyorum". Öyle zamanlar oluyor ki bütün toplar sözleşmiş gibi çıkıyor yörüngeden, hepsi paldır küldür kafama iniyor. Hiçbir şey beceremiyorum. Hiçbir şeyi tam yapamıyorum.Aynı anda birden fazla yere yetişme, birden fazla insan olma hallerini erkekler tam olarak bilmiyor. Kadınlara has bir meziyet bu. Hem meziyet hem eziyet. En çok kadınlar bölünüyor. İş, ev, aile, birey, toplum... arasında. Kadın, çok kazanan bir iş kadını da olsa, daha mütevazı şartlarda yaşayan bir memur da olsa aynı bölünmüşlük duygusunu taşıyor içinde. İşteyken aklımız evde, evdeyken aklımız işte. Sofraya konan yemeğin kalitesinden, dolapta diyet kola olup olmamasından kendimizi sorumlu tutuyoruz. Kadınlık karnelerimiz ellerimizde, habire kendimize not veriyoruz. Üstelik notumuz da kıt. "Evi çekip çevirme: Orta. Temizlik ve Titizlik: Orta. Düzenli ve Planlama Olma: Kırık."Bütün gün dışarda çalışsak da bu "evcimen sorumluluk duygusu" değişmiyor nedense. Üstelik ev işleri o kadar "görünmez" faaliyetler ki, siz saatlerce çalışıp didinebilirsiniz, her şeye yetişmek için ter dökebilirsiniz, gene de akşam eşinizin gözüne bütün gün hiçbir şey yapmamış gibi görünebilirsiniz. Ne ikramiyesi var ev işlerinin, ne fazla mesaisi. Ne bonus biriktiriyorsunuz, ne bir yere işleniyor fazla puanlarınız. Miles & Miles kartı yok ev kadınlığının. Senelerce durmadan çalışsanız bile, hiçbir yere bedava uçurmuyorlar ödül olsun diye.Zaman yetmiyor bize. Adeta koşarcasına, bir yangından kendimizi kaçırırcasına, telaşla yaşıyoruz bazen. Aynı anda birden fazla kimliğe bürünüyoruz. Kadınların bir günü erkeklerin üç gününe denk belki de. Biz bir güne üç günün işini sıkıştırıyoruz. Bu yüzden onlardan daha çabuk yaşlanıyoruz. Hiçbir kırışıklık kremi, hiçbir botoks yetmiyor kadınların bölünmüşlüğünü düzeltmeye...Ahmet Hamdi Tanpmar Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde Doğu ile Batı'nın "eşyaya ve zamana tasarruf etme" tarzlarının farklı olduğunu söyler. Belki de bu hususta sadece Şark ile Garp arasında değil, erkek ile kadın arasında da derin farklar var. Zaman tek bir kelime ama tek bir şekilde yaşanmıyor işte. "Zaman" başka, "vakit" başka, "an" başka, "dem" başka, "dehr" başka. Halbuki biz unutuyoruz bu ayrımları. Zamana odaklanmaktan "an"ı yaşamaya fırsat bulamıyoruz ki. Hayatımız ya geleceği planlamakla geçiyor, ya geçmişi hatırlamakla. En az yaşadığımız hakikat, "şu an"ın hakikatidir aslında. Bir kapısı geçmişe, bir kapısı geleceğe açılan "an"ın ismi ise "dem". İçinde önceki ve sonraki zamanın olasılıklarını taşıyor. Bu yüzden dervişler tekrar eder durmadan, "dem bu demdir dem bu dem... " Peki ya dehr? Kesintisiz bir şekilde uzayıp giden, dolayısıyla dilim dilim ayrılmayan o sonsuz bütünün adıdır dehr. Kimi alimler der ki: "İnsanın zamanına 'zaman' deriz, Tanrının zamanına ise 'dehr'."Peki ya biz kadınların zamansal bölünmüşlüğüne ne ad vereceğiz? "Dantel Zaman". Çünkü el emeği göz nuru dantel dantel örüyoruz zamanı, arada bazı ilmikleri kaçırsak bile...

seviyorum ben bu kadını :)))