31 Aralık 2010 Cuma

2011'e bakış


İnsanın kalbinde olanı gözleri açıkça belli eder.
Gözler kötü bir şeyi asla gizleyemezler.
İnsanın içinde doğruluk varsa gözleri de aydınlıktır.
Eğer doğruluk yoksa gözler de donuktur.
Birisi seninle konuşurken gözlerine bak.



Noel Baba Demre'den iyi yıllar diler.
Hoh hoh hoooo.....

30 Aralık 2010 Perşembe

kendimi sevgiyle kucaklıyorum


Bir zamandır 2010 yılının muhasebesini tutuyorum içimde. Zamandan aldıklarım ve zamana verdiklerimi düşünüyorum. Bu yıl nasıl geçti benim için diye düşünüyorum. Benim için çok farklı bir yıl oldu, çünkü bir psikoloğa gitmeye başladım. Her görüşmemizde kendimle ilgili bilmediğim, görmezden geldiğim pek çok şey öğrendim. Yıllardır kitaplardan okuduğum şeyleri neden biri canlı kanlı karşımda oturup söyleyince gerçekliğe büründü bilmiyorum, ama bu görüşmeler bana iyi geldi. Bir de blogum ve buraya yazdıklarım. Çoğu zaman bir kahve molasında buraya uğrasam da burası benim nefes almamı sağladı. Daha sabırlı olmayı öğrendim. Eşimle, ailemle, işimle aramdaki sorunlara farklı bir bakış açısıyla baktım. Hala çok başarılı olmasam da kendime dışardan bakmaya çalıştım. Oğlum biraz daha büyüdü, değişti. Onun bebeklikten çocukluğa geçişini gördüm. Tüm yıl boyunca işle ilgili sürekli sorun yaşayan, bu nedenle iş dışında hiçbir şey düşünmeyen, işkolik olan ve hayattaki tek hobisi işi olan eşim işten ayrılmak zorunda bırakıldı. Çok sevdiğim dedemi kaybettim. Blog sayesinde yeni ve çok sevdiğim insanlarla tanıştım ve aslında bir uzaylı olmadığımı, dünyada bana benzeyen insanlar da olduğunu gördüm. Genel olarak tatmin olduğum bir yıldı.


2011 yılı hedeflerimi ve dileklerimi düşünürken yaptığım bir yanlışı farkettim geçen gün. Kendime hedefler koymak. Hedef, ulaşılacak bir nokta demek, peki o noktaya ulaşınca ne olacak? Hedefe ulaşma süreci uzadıkça kendimi hırpalamam ya da o hedefe ulaşamadığım için kendimi eleştirmem de cabası. Bu nedenle 2011 yılı için hedeflerim yok. Hedef odaklı yaşamanın yarattığı stresten sıyrılıp hayatımı karar alarak sürdürmeye karar verdim. Çünkü en kötü karar bile kararsızlıktan iyidir.

Tanrım doğru kararlar almak ve bunları uygulamak için bana yardımcı ol diyerek yeni yıl kararlarımdan bazılarını aşağıya yazıyorum.

- Her ay biri edebiyat, biri edebiyat dışı ve biri çocuk kitabı olmak üzere üç kitap okumak.
- Ayda bir mutlaka sinemada ya da DVD’de bir film izlemek.
- Araba kullanmaya başlamak.
- Stoklamayı bırakıp, mümkün olduğunca az alışveriş yapmak, ancak ayda bir ihtiyacım olmasa da beğendiğim bir şeyi almak.
- Saat 9’da TV’yi kapatmak.
- Oğluma karşı daha sabırlı, eşime karşı daha sevecen olmak.
- Dans etmek için zaman yaratmak.
- Üşenme, erteleme, vazgeçme cümlesini her an kendime tekrarlamak.
- Mutlu anlar ajandası tutmak.
- Her akşam yatmadan once dua etmek ve şükretmek.
- Öncelikle kendimi olmak üzere daha çok affetmek, affetme konusunda özel olarak çalışmak.
- Sorunları gözümde büyütmeyip, kendime acımak yerine onlarla nasıl başa çıkacağım konusuna yoğunlaşmak.
- Mutsuzluğu seçmek kolaydır, zor olan mutlu ve tatminkar olmak. Yaşamımın sorumluluğunu alıp, zor olanı seçmek.
- Geçmişteki olayları değiştiremeyeceğimi kabul edip, üzerimdeki etkilerini değiştirmek.
- Kaderimi seçimlerim doğrultusunda belirleme gücünün bende olduğunu unutmamak.
- Herkes hata yapar. Hatalar hayat okulunda bizim öğretmenlerimiz. İyi bir öğrenci olmak ya da egomun esiri olmak; seçim benim.
- Onaylanmak, sevilmek, kabul görmek uğruna kendim olmaktan vazgeçmemek.
- Kendimin farkında olmak, kendimi tanımak.
- Mutlu olmak için neden arama, nedensiz mutlu ol.
- Hatalarını haklı göstermeye çalışma, hatalarını bil ve kendini affet.
- Birşeyden vazgeçtiğimiz an, genellikle kendi doğrumuzu seçtiğimiz için değil, mücadeleyi sürdürecek gücü kendimizde bulamadığımız içindir. Unutma güç senin içinde, istediğin şeylerden asla vazgeçme.
- Mutluluk yaşamı aydınlatır. Mutluluğun aydınlığında yaşamak için geçmişin (suçluluk, kızgınlık, nefret, utanç, öfke) ve geleceğin (evham, endişe, korku) gölgelerinden sıyrılmayı bilmemiz gerekiyor. Gölgelerimden sıyrılmak için çaba harcamak.
- Değişim farkındalıkla başlar. Duygularımın ve tepkilerimin nedenlerinin farkında olmadığım sürece geleceğim de pek farklı olmayacaktır. Anın farkına vararak yaşa.
- Bugün değişik bir gün. Geri kalan yaşamımın ilk günü. Her sabah uyandığımda bunu hatırlamak.
- Düşüncelerimi ve yaşamımı kendimi tanımaya odaklamak. İyi ve kötü yanlarımla bir bütün olduğumu kabul etmek.

Yine uzun bir liste olmuş. Karar vermek en zoru, karar sonrası devamı gelecek. Ben en zor olan kısmı başardım.

Herkese yaşamımızın sorumluluğunu aldığımız bir yıl diliyorum. Sağlık, mutluluk, huzur hepsi bununla birlikte gelecek.
Ben kocaman bir şatoyum, başkalarının kötü olarak nitelediği ya da görmek istemediği odaları yıllar içinde kilitleyip, unuttuğum ve kendimi iyi olduğuna inandığım iki odada yaşamaya mahkum ettiğim bir şatoyum. Önce o kilitli odaların yerlerini bulup, sonra da kapılarını ardına kadar açacağım ki tekrar ihtişamlı bir şato olayım.
Kendinin farkında olmak bu mu? Unuttuğun kilitli odaları iyi veya kötü diye yargılamadan olduğu gibi kabul etmek.

29 Aralık 2010 Çarşamba

kurabiye


Pazartesi akşamı, haftasonu yaşanan bıdık, baba ve anne üçgenindeki çatışma sonrası bıdığın uyku moduna geçebilmesi amacıyla televizyonun saat 9'da kapatılmasına karar verdim ve bu kararımı uyguladım. Eşim internetin başındayken biz oğlumla kelime oyunu oynadık. biri bir kelime söylüyor diğeri de o kelimenin son harfinden yeni bir kelime türetiyor. Oğluşun türettiği kıymık, kıkırdak, çember gibi bazı kelimelere çok şaşırdım. Yaklaşık bir saat bu oyunu oynadık, hiç zorlanmadan hemen bir kelime türetebildi. Şaştım kaldım doğrusu. Yatağa doğru yol alınca yatmamak için çeşitli bahaneler üretip Sünger Bob dergisi okumamı istedi ve dergide Patrick'in kurabiye yediği resmi görünce "canım çok fena kurabiye çekti" dedi. Ben de bu saatte ne kurabiyesi, yarın yaparız dedim, öptüm ve iyi geceler diledim. Söz ağızdan çıkar dedim ve hiç kurabiye pişirmemiş olan biri olarak dün Leylak Dalı'nın kurabiyelerini de görüp yapabilir dedim ve akşam evdeki yemek kitaplarından birinden basit bir kurabiye tarifi seçtim.


Malzemeler:


250 gr yumuşak margarin

1 çay bardağı süt

1 yumurta

Kabartma tozu

1 su bardağı şeker

Evde olduğu için ceviz ve kimsenin yüzüne bakmadığı beyaz toblerone çikolata

Aldığı kadar un.


İşte burası dananın kuyruğunun koptuğu nokta. Sevgili Oktay Usta sen bari yapma dedim. Ne demek aldığı kadar un. Net konuş benimle. Neyse giriştim bir kere, önce yemek programlarındaki gibi malzemeleri hazırladım koydum tabaklara.Cevizi ve çikolatayı bızztladım. (Kedili Mutfaklar'dan Oya Hn. seviyorum sizi:)) Margarini koydum hamur leğenine, üzerine iki bardak un ve diğer malzemeleri boşalttım, başladım yoğurmaya, hamur oldu yapış yapış, iki elim de hamur içinde, anladım ki bu hamur daha un alır, alır da unu benim hangi elim alır onu bilemedim. Neyse un paketini kollarımın arasına alarak döktüm az az ve aldığı kadar un olayını çözdüm. Aldığı kadar un, hamur ele yapışmayana kadar demek. :)) Hamur kıvama gelince içine ceviz, çikolata ve sevgimi de kattım. Hamuru yoğurdum koydum dolaba yarım saat dinlendi. Sonra açtım merdaneyle, çağırdım oğluşu bisküvi gibi mi olsun kurabiye gibi mi diye sordum. Kurabiye dedi ve kalıplarımızla dondurma, otobüs, tavşan, kare, ok şeklinde kurabilyeler yaptık, attık 180 derece fırına.Üzerleri hafif kızarınca aldım fırından. Tadına bakmadık.Bugün bakacağız. Gerçi tadı hiç önemli değil. Oğluşun gözlerindeki o mutluluk ve yaparkenki heyecanı dünyanın en güzel tadı zaten. Bir çocuğun gözlerindeki değer verildiğini hisseden ışıltı dünyalara bedel.


Tüm bloglarda 2010 değerlendirmeleri ve 2011 hedeflerine ilişkin yazılar var. Ben de henüz yazıya dökmedim, ama aklımdan şeritler halinde geçen koca bir yıl var. Yağmurlu bir hava ve bulutlar insanın düşünmesi için çok uygun bir hava var Bursa'da. Düşünme hisset...
Sevgi neydi? Sevgi bir kurabiye belki de. Sizin için özel olarak pişirildiğini bildiğiniz. Hazırlarken elinize değen küçük oğlunuzun eli ve pişerken fırını gözleyen kocaman gözleri.

28 Aralık 2010 Salı

ne güzeldir yollarda olmak şimdi

Hiç beklemediğin bir anda karşına çıkıveren bir dost gibi şu an kulağımdaki şarkı. Varlığını unuttuğum, ama deli gibi sevdiğim.

Geldiğimizde otlar yemyeşildi
Ve kuzeyde de Güneş

Diye başlayan, basılan her notanın beni üniversite yıllarında Ankara’da geçirdiğim birkaç güne kendimin hiç bilmediğim yönlerini gördüğüm, kendime, cesaretime, dirayetime, hep içe dönük ve zor arkadaş edinir olarak nitelediğim kendimin aslında çok kolay arkadaş edinen biri olduğunu görüp şaşıp kaldığım birkaç güne. Batıkent’te bir öğrenci evine…O gün o evde bu şarkı çalınmamıştı, hiç dile alınmamıştı, ama bu şarkıyı her duyduğumda o iki gece gelir hatırıma. Mamak’a sonbahar geldi diyor şarkının bir yerinde, sonbaharda değil de bir Aralık gününde Ankara’daydım. Mevsimde değil bu şarkıyı o günle eşleştirmemin sebebi. Şarkılarla, kokularla, renklerle anıları eşleştiren zihin ne büyük bir labirent.

Kulağımda Yeni Türkü’den Samsun Asfaltı Şarkısı…

“Ne güzeldir yollarda olmak şimdi.” Cümlesiyle bitiyor. Yollarda olmayı seviyorum ben de.Cama yüzümü yaslayıp geçip gittiğim yollara, yol kenarlarındaki evlere bakmayı, o evlerde nasıl hayatların yaşandığını düşlemeyi seviyorum. Balkonda asılı olan bir çocuk çorabının top oynarken mi kirlendiğini merak ediyorum. O evde kaç kişinin yaşadığını, bacası tüten evde akşam sofrada kaç kişi olacağını, yemekte ne olacağını, cıvıldayan çocuk sesleri olup olmadığını merak ediyorum. En çok da sonbahar ve kış yolculuklarını seviyorum. Otobüsle birlikte ilerleyen bulutları seyretmeyi, birden bastırıveren yağmuru, biraz ilerde yağmura inat ışıldayan güneşi ve onlara eşlik eden gökkuşağını. Yörüklük var ya serde, göçebe bir ruh içimdeki. O yüzden içimdeki alıp başımı gitme isteği. Uzun sure aynı yerde olmak, yerleşik olmak boğuyor beni. Genetik geçmiş dedikleri tam da bu olsa gerek.

Şirin mi şirin gecekondu evleri
Samsun asfaltında otomobiller
Ne güzeldir yollarda olmak şimdi.

27 Aralık 2010 Pazartesi

gecikmeli mim

Güneş ışığım Leylak Dalı “Şimdi sizden anılarınızla, anılarınızın değeriyle ve onları yüklediğiniz eşyalarla ilgili bir yazı yazmanızı istiyorum." diye gelen mim'i bana da paslamıştı uzun zaman once.Bu mim’e nasıl bir şeyler yazacağımı düşündüm durdum, benim için önemli olan eşyalar genellikle benim kendi aldığım şeyler değil de hediye gelen ya da birilerinden kalan eşyalardır. Maddeye bağımlı biriyim ben, eşyalarımı öyle kolay atamam, giyisilerim hariç kolay kolay veremem. Biblolarım, kitaplarım, dergilerim kıyamam hiç birine. Geçen gün bu konuyla ilgili düşündüm hatta. Dergilere ilişkin yeni bir depolama çözümü bulmam gerekiyor. Bu vesileyle size de sorayım dergilerinizi, sureli yayınlarınızı nasıl saklıyorsunuz?

Takılarım mesela, öyle pahada değerli şeyler değildir, ama hepsinin benim için özel bir anlamı vardır. Takılarımı düşününce anneme babaannesi tarafından hediye edilen, ona da kayınvalidesinin hediye ettiğini öğrendiğim tek sıra mercan kolye geldi once aklıma, ondan mı bahsetsem dedim. Salonumda serili olan kardeşimle yaşıt 25 yıllık halının görüp geçirdiklerini mi yazsam dedim . Evet bu eşyalar hayatımda gerçekten uzun zamandır var, ama daha özel birşey olmalı diye düşündüm. Düşündüm de aslında daha çok kişisel eşyalarımı seviyorum ben. Hani bir tabak, bir tencere, bir koltuk değişebilir, vazgeçilebilir benim için, ama küçük bir not, minik bir kolye ucu, üzerine not yazılmış bir kağıt para, üzerinde inek resmi olan bir kupa, yani sadece bana ait olan şeyler benim kıymetlilerim. Bu düşüncelerin kafamdan geçtiği hafta dolapları karıştırırken aşağıdakiler geçti elime ve evet dedim bunu yazmalıyım.


Bunları tanıdınız değil mi? 1980’li yıllarda Milliyet gazetesinin verdiği Red Kit dergileri. Benim için çok kıymetliler çünkü abimden kalan tek hatıra. Babam bu dergileri alır bize getirirdi, abimle birlikte sırayla okur ve haklarında uzun uzun konuşurduk. Hatta bir keresinde tüm Şubat tatilini evden hiç çıkmadan Red Kit okuyup televizyonda çizgi film izleyerek geçirmiştim. Hafızam o kadar kötü ki niye bilmiyorum çocukluğuma dair çok az şey hatırlıyorum. Hatta bu konuyla ilgili geçen gün Hipnoz’a falan mı gitsem diye düşündüm. Çünkü kendimi ne kadar zorlasam da görüntüler bir türlü gözümde canlanmıyor. İşte o 15 tatil de hatırladığım nadir zamanlardan biri. Düşünüyorum da o tatil çok eğlenmiştim. Hayatınıma böylesine dokunan bir insandan neredeyse unuttuğum anılarım dışında kalan tek şey işte bu Red Kit’ler. Küçük, ama çok değerliler.
Bu mimi kime paslasam bilemedim, yapmayan kim var ki? Evet ya Hayal Kahvem eminim bu mim için güzel bir hasbihal yazar bize ve Yedinci Oda’dan kendi çektiği güzel bir fotoğraf eşliğinde bir yazı okuruz belki. Mim postalandı, bu yazı da burda kapandı.

23 Aralık 2010 Perşembe

kanaviçe



Yaşam işlenmiş kanaviçeye benzer.


Bir insan yaşamının birinci yarısında kanaviçenin


ön yüzünü görür, ikinci yarısında arkasını.


Arka yüz pek güzel değildir ama daha öğreticidir


çünkü ipliklerin birbirine nasıl bağlandığı görülür.




Arthur Schopenhauer

yine de iyimserlik


Kardeşim
sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana
uçak sağ salim inebilsin meydana
doktor gülerek çıksın ameliyattan
kör çocuğun açılsın gözleri

delikanlı kurtarılsın kurşuna dizilirken
birbirine kavuşsun yavuklular
düğün dernek yapılsın hem de

susuzluk da suya kavuşsun
ekmek de hürriyete

kardeşim
sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana
onların dedikleri çıkacak
eninde de sonunda da…


Nazım Hikmet

22 Aralık 2010 Çarşamba

derinlerdeki


Önce elektrikli süpürgeyle her yeri süpürdüm, sonra yerleri sildim, evdeki tüm aynaları sildim, lavabo ve tuvaletleri temizledim. Yorgunluktan bitmiş halde biraz dinleneyim diye oturmaya yeltendim ki balkonları yıkadın mı diye sordu annem. Hayır, çok yoruldum onu da sen yapıver diyecek oldum, hemen söylenmeye başladı. Bir işi yapacaksan tam yap ya da hiç yapma, balkonları yıkamadıktan sonra temizlik mi olur. Sen ne biçim iş yapıyorsun, şimdi baksam yerleri de hiç iyi süpürmemişsindir… Ben de anneme cevap verdim, rüyamda bayağı bir tartıştık. Uyandığımda hala çok öfkeliydim.


Dün gece gerçekten de temizlik yaptım. Temizlikten sonra da evi üzerlikle tütsüledim. 21 Aralık gecesi, ay dolunayken temizlik yapmak iyi olur diye düşündüm. İş günü akşam saatinde temizlik yapmak da beni yordu. Bu yorgunluğun üstüne bir de rüyamda şiddetli bir çatışma görünce bugün bir hayli yorgun hissediyorum, hem bedenen hem ruhen.


Eleştirel ve hiç bir şeyi beğenmeyen bir annenin mükemmel olmak zorunda hisseden ve eğer çok iyi olmayacaksa, en iyiyi yapamayacaksan hiç yapma düşüncesi kafasında yankılanıp durduğu için pek çok şeyi yapmaktan korkan ve hiç denemeyen kızı. Ne ironi…

21 Aralık 2010 Salı

ben tutulması



“Bugün 21 Aralık 2010 yılın son tutulmasını deneyimliyoruz. İkizler burcunda tam Ay tutulması….Oldukça güçlü ve etkili bir tutulma bu, ki bir süredir etkisi altındayız.


Hüzün var içimizde, zaman zaman acı , korku var belki de öfke var. Kendimize şaşırıyor olabiliriz bir süredir…Tutulma enerjileri kaynamaktaydı içimizde çünkü.


Ay okyanusların gelgitlerini yönettiği, denizlerin seviyelerini yükseltip alçalttığı gibi bizlere de benzer şekilde etki ediyor. Bizim de çok büyük oranımız su…


21 Aralık zaten kendi başına çok önemli bir gün. Bu gece en uzun geceyi deneyimliyoruz, yani karanlık aydınlıktan daha güçlü. Bir döngü kapanıyor 2010’un son tutulmasıyla ve yeni bir döngü açılıyor 21 Aralık Gündönümü ile.


Yapamadığımız her ne varsa, kendi kendimizi sınırladığımız için.


Neden kendimizi sınırlıyoruz bu kadar?


Çünkü öğrendiğimizi gerçekleştiriyoruz sadece…


Gecede 7-8 saat uyumamız gerektiği ve bütün bir gece uyumadan ertesi güne devam edemeyeceğimiz öğretilmiş. 3 öğün yemek yememiz gerektiği öğretilmiş. İlla et, süt, peynir, yumurta yememiz gerektiği öğretilmiş örneğin. Süt içmezse nerden kalsiyum alacak çocuğumuz? gibi endişeler zihinlerimizde…İnandığımız için üzerimizde etki sahibi bu bilgiler. Sistemin parmağı devamlı zihin gözümüzün önünde.”



Zor zamanlar geçiriyorum ben de bugünlerde. Eşimin işsiz kalması hayatımızı altüst etti. Bir yol ayrımında yeni kararlar alma sürecindeyiz. Aralık ayı hem hüzün hem de yeni umutlar demek benim için. 19 Aralık abimin ölümü ve benim hayatımdaki en önemli dönüm noktalarından biri. Böyle bir dönemdeyken geçen hafta dedemi kaybetmem ve çocukluğuma giden kapılardan birinin daha hiç açılmamak üzere kapanması beni fazlasıyla yaraladı. İçimdeki derin bir hüzün var, üzgünüm ve üzgün olma hakkımı kullanıyorum. Abim öldüğünde yasımı yok saymıştım, yasını tam olarak tutmaz ve yıllarca içinde taşırsan senin için hep bir engel oluyor. Bu kez yasımı tutacağım.




Yukardaki yazıyı okuyunca düşündüm de Ay tutulması nedeniyle yaşanan bu gelgitler de belki beni etkiliyordur kimbilir.



Bu üzüntülü günlerin içinde yüzümü güldüren şeyler de yok değil. Leylak Dalı’nın önderlik ettiği yeni yıl kartı postalama etkinliğiyle ilgili kartlarım gelmeye başladı. Gelen ilk kartlar özlemlerimin şehri İzmir’den sevgili Nihan ve Müge’den, dün de üç tane daha kartım geldi. Her zarfla birlikte içim kıpır kıpır oluyor. Kalbimin böcüü canlanıyor. İçimdeki yeni yıl çoşkusu tekrar hareketleniyor. Ben de kartlarımı yazdım ve bugün eşimden postalamasını rica ettim. Aslında evde oğlumla birlikte hazırlamayı, el yapımı kartlar postalamayı düşünmüştüm, ama her zaman istediklerimizi yapamıyoruz. Henüz Pino’nun hazırladığı dilek listesini doldurmadım. Ben de Sardunya gibi yapacağım şeyleri değil de yapmayacaklarımı mı yazsam. Yeni yılda maddi hiçbir şey istemiyorum. Hayatımızda huzur diliyorum ve kendimi daha iyi anlamayı, kendimi daha az yargılayıp daha çok sevmeyi istiyorum. Üzerimdeki ağırlık kalk git artık 2011 benim yılım olsun. Evdeki nazarı atmak için her yeri sirkeli suyla silip bir de üzerlik tütsüsü yapacağım. Yeni yıl hazırlıklarında ilk işim bu olsun.



Zihnimdeki yazılım, zihin hapishanem sana sesleniyorum. Sen bilmiyorsun belki, ama öğren.



Ben istediğim her şeyi yapabilirim.

16 Aralık 2010 Perşembe

hayat

sabah evden pazar günü neler yapacağım düşüncesiyle çıktım. pazar günü abimin 16. ölüm yıldönümü ben de aşure yapıp arkadaşları çağırmayı düşünüyordum. yanına neler yapsam diye kafamdan menü oluşturmaya çalışıyordum.bugün menüyü oluşturup alışveriş yapayım diye plan yapıyordum.

saat 9'da babam aradı. dedem ölmüş.denizli'ye gidiyorum.

hayat asla plan yapmamıza izin vermiyor.

pamuk dedem, iyi yürekli, güleç yüzlü dedem. çektiği acıları içine atıp, unutmayı seçen dedem. eskiden çaldığın bağlaman, söylediğin türkülerle bizi başına toplardın. şimdi son kez bizleri başına topla dedem.

15 Aralık 2010 Çarşamba

düşünme, hisset


Herkes hata yapabilir, kimse mükemmel değil.


Sahi mükemmel ne?


Hangi kalıplar, hangi ön yargılar ve tanımlamalar belirliyor mükemmelliğin sınırlarını.


Gelenekle gelen, ailemiz ve çevremiz tarafından bize öğretilen, reklamlarla, okuduğumuz kitaplarla bize empoze edilen iyi ve doğru, gerçek iyi ve doğrular mı?


İyiliğimi sorguluyorum dünden beri. Çevremdeki herkese karşı bu kadar toleranslı ve tahamülüm yüksekken niye eşime karşı bu kadar tahammülsüzüm diye soruyorum kendime. Kendime karşı tahammülsüzlüğüm, kendimi aşırı yargılamam da bu yüzden. Şişkin bir ego benimkisi. Ben mükemmel olmak zorundayım, mükemmel olmak zorunda olduğum için seçip evlendiğim eşim de mükemmel olmak zorunda.


Oysa ki hepimiz Tanrı’nın yeryüzündeki yansımaları olduğumuza göre hepimiz Tanrısal varlıklarsak deneyimlediğimiz hayatlardaki anlar gerçekten hata mıdır?


İyilik yapmak, yardım etmek adına kozasından çıkmaya çalışan bir kelebeğin kozasını yırtar ve kozadan erken çıkmasını sağlarsak kelebek gelişimini tamamlamamış olur ya da yavru kaplumbağaları elimizle denize götürüp koyarsak denize ulaşma yolunda kazandıkları deneyimlerden onları yoksun bırakırız.


Benim kafamdaki iyi, doğru, mükemmel, harika, olması gereken kalıpları neler? Çok fazla düşünüyorsun ve fazla kontrollüsün diyor psikoloğum. Kalbinin sesini dinle ve sezgilerine güven diyor. Hep doğru olanı yapmaya çalışmaktan yaşamayı ıskalıyorum.


Düşünceler, “olmalı” lar, standartlar, kalıplar aklıma doluştuğunda derin bir nefes alıp kendime şunu söylemeliymişim:


“Bi sus kadın, hisset!”

14 Aralık 2010 Salı

anlatamıyorum


Seni anlamıyorum, anlayamıyorum diyor bana.


Düşünüyorum.


Anlamıyor mu, anlamak mı istemiyor?


Tam hayatımla ilgili bir karar almaya karar vermişken, kendimle ilgili düşünmeyi ertelemek için bir sebep, eşimin işten ayrılması.


Bir insan yıllarca işten ayrılma korkusu yaşar ve son zamanlarda bu durum daha belirgin bir hal alır da nasıl hazır bir özgeçmişi olmaz.


Planlı programlı yaşamayı sevmiyorum, akışına göre yaşamayı seviyorum diyor bana, sürekli her şeyi erteliyor. Beklediği; yapması gerekenleri benim onun için yapmam. CV’sini hazırlasam, firmalara göndersem, hatta onun yerine de işe gidip çalışsam çok mutlu olacak. Ama bunları yapmak istemediğim, bunu açıkça da söyleyemediğim, öfleyip püflediğim, konuşurken sesimi yükselttiğim için de anlayamıyor beni. Bilgisayarın başına oturuyorum ve yazmaya başlıyorum. Adeta sekreter gibiyim. Bir taraftan da tepeme dikilip oraya onu yazma, hayır o öyle olmayacak, yanlış yapıyorsun gibi komutlar veriyor. Nefes alıp vermem hızlanıyor, her şeyi biliyorsun madem niye tüm gün hiçbir şey yapmadın diye haykırmak geçiyor içimden, susuyorum. Öfke bu; bastırılmıyor, sen bir taraftan kafasını bastırsan da olmadık yerden çıkıyor. Bağırıyor bana, hiç yardımcı olmuyormuşum ona, bir taraftan da gözlerinden yaşlar süzülüyor. Öyle çaresiz, öylesine beceriksiz ki bana söylediği onca lafa rağmen geçiyorum bilgisayarın karşısına ve bir türlü beceremediği şeyi yapıp bir firmaya gönderiyorum ingilizce özgeçmişini. Firmanın kendi internet sitesinden exelde hazırladığım özgeçmişi gönderiyorum.Yazdıklarım birbirne karışıyor, umarım doğru ve okunaklı gider karşı tarafa diye endişeleniyorum, ama endişemi ona belli etmiyorum. Çünkü o zaten yeterince endişeli. Genlerimden gelen, erkeğin güçlü ve başarılı olması gerek, senden daha bilgili olması, koruyucu, kollayıcı olması gerek yazılımına içimden gülüyorum. Onun bu kabul etmediği, kabul etmediği için de hırsını benden aldığı aciziyeti beni öfkelendiren. İnsan eşine hayranlık duymak istiyor, oysa o benden bir çocuğa gösterilecek şefkat ve ilgiyi bekliyor.


Sen anlıyor musun beni?

13 Aralık 2010 Pazartesi

yazmak


aldığım bu süslü püslü defter daha iyi yazmamı sağlamayacak.o kadar güzel ki içine çok iyi ve ustaca şeyler yazmak için gelecekte bir güne saklayacağım onu belki de. bu kalem ne kadar güzel yazıyor, yazarken yumuşacık, ucu hiç kırılmıyor. ben en çok kurşunkalem severim. ince uçlu 0,5 kalemleri. bugünlerde 0,7 kalemleri de sevmeye başladım. bu kalemi güzel defterime özel şeyler için yazmak için kullanmalıyım diye saklayacağım.ikisini de kaldırıyorum, yatağımın başucundaki komidinin çekmecesinde saklıyorum. bazı geceler tamam bugün o gün diyerek çıkarıyorum çekmeceden, uzun uzun bakıyorum ikisine de, sonra yazacaklarımın o kalemle o deftere yazacak kadar iyi olmadığına karar verip kaldırıyorum çekmecedeki yerlerine. kelimeler zihnimde uçuşup duruyor, benim kendi düşüncelerim, saçma ve değersiz göründüğü için gözüme kayıt altına almaya gerek duymuyor ve onlarla güzelim defterlerimi kirletmek istemiyorum. başka bir gün öncekinden daha güzel bir defter, yeni yıl için bir ajanda alıyorum. her gün bu ajandaya yazacağım, o güne dair notlar düşeceğim diyorum kendime. o ajandaya yakışacak bir de kalem alıyorum. ilk günlerde bir iki satır not düşüyorum güne dair, ama her gün devam edemiyorum.üşeniyorum yazmaya. ben yazmadıkça kalem de küsüyor bana. önceden elimin altında kuğu gibi süzülen kalem, birden direnmeye, sert yazmaya ve zihnimin hızına yetişememeye başlıyor. bu kalem artık hiç iyi yazmıyor diyip atıyorum kenara. hep yazmak isteyip de yazamamanın suçunu kaleme deftere atan bir zihniyet benimkisi. oysa aziz nesin nerde müsvette kağıt var onu bulup yazarmış yazılarını. ben de onun gibi güzel defterlere yazmaya kıyamıyorum, sonra da unutuyorum yazmayı. kendi kelimelerini küçümsemek benimkisi. defterlerim ve kalemlerim sizi seviyorum, ama kelimelerimi daha çok seviyorum. hem ne düşünüyorum biliyor musunuz galiba boş bir defter mutsuz bir defterdir. içine karabasanlar, kabuslar bile yazılsa kullanılan bir defter kendini daha mutlu hisseder diye düşünüyorum. çünkü yazanın sıkıntısını bir miktar almıştır. okuyup durduğum psikoloji, kişisel gelişim kitaplarında bile şunu yazın, bunu yazın, gelecekte kendinizi nerde görmek istediğinizi yazın, sizi huzursuz eden şeyi yazın diyip duruyor. yazının bir hikmeti olmalı!

9 Aralık 2010 Perşembe

mahkeme


Mahkemenin önünde bir görevli durur. Bu görevliye, ülkeden bir adam gelir ve ona mahkeme önüne çıkıp çıkamayacağını sorar.Ama görevli, o anda kendisini kabul edemeyeceğini söyler. Adam bir an düşünür ve bunun daha sonradan kabul edilebileceği anlamına mı geldiğini sorar. “Olabilir,” der görevli, “ama şu anda değil”.


Mahkemelere giden kapı , her zamanki gibi açık olduğundan ve görevli kenara çekildiğinden, adam kapıdan içeriye bakmak için eğilir.Görevli bunu gördüğünde güler ve şöyle der: “Eğer bu kadar çok istiyorsan, benim yasaklamama rağmen girmeye çalış. Ama dikkat et: Ben güçlüyüm. Ve ben, sadece en baştaki görevliyim. Bir holden diğerlerine geçişte, başka görevliler karşına çıkacak. Hepsi de bir öncekinden daha güçlü olacak. Üçüncünün sadece görünüşü bile, benim kaldırabileceğimden fazla.”


Ülkeden gelen adam bu kadar zorlukla karşılaşmayı beklemiyordur. O, mahkemelerin herkese, her an açık olduğunu zannetmiştir; ama şimdi kalın paltosu içindeki görevliye, büyük , sivri burnuna, uzun, siyah sakalına daha yakından bakınca, giriş izni alana kadar beklemenin daha iyi olduğuna karar verir. Görevli ona bir tabure uzatır, ve kapının yanında oturmasına izin verir.


Adam , orada günler ve yıllar boyunca oturur. İçeriye kabul edilmek için bir çok girişimde bulunur ve görevliyi yalvarışlarıyla yorar.Görevli, sıklıkla onu, küçük sorgulamalara tabi tutar, evi ve başka konular hakkında sorular sorar; ama bunlar hep, rütbe sahibi kişilerin sordukları gibi, kişisel olmayan sorulardır. Bu sorgulamalar, her seferinde görevlinin, içeriye henüz alınamayacağını belirtmesiyle sona erer.


Yolculuğu için kendini iyi donatmış adam, sahip olduğu her şeyi, ne kadar değerli olursa olsun, görevliye rüşvet vermek için kullanır. Görevli, verilen her şeyi kabul eder ama bunu yaparken de, “Bunları sadece, denemediğin bir yol kaldığını düşünmeyesin diye kabul ediyorum” der. Uzun yıllar boyunca, adam görevliyi , neredeyse aralıksız biçimde gözlemler. Diğer görevlileri unutur ve bu ilk görevliyi, mahkemelere kabul edilmesini engelleyen tek mani olarak görmeye başlar. İlk yıllarda, talihsizliğine sertçe ve yüksek sesle lanet okur; daha sonra , yaşlandıkça sadece kendisi için şikayet etmeye başlar.Giderek çocuksulaşır ve görevliyi uzun uzun incelediği için, kalın kürk paltosundaki pireleri bile keşfedip, bu pirelere bile, görevlinin fikrini değiştirmesine yardım etmeleri için yalvarır. En sonunda gözleri zayıflamaya başlar . Etrafın gerçekten karardığına mı yoksa, gözlerinin artık kendisini yanılttığına mı karar veremez. Ama o hala, gerçekten de mahkeme kapısından, hiç sönmeyen bir ışığın sızdığını anlayabiliyordur. Şimdi artık fazla ömrü kalmamıştır.


Ölümünden önce , uzun yılların bütün deneyimleri aklında toplanır ve o zamana kadar görevliye sormadığı bir soru oluşur kafasında. Artık katılaşmış vücudunu hareket ettiremediği için, görevliyi eliyle çağırır. Görevlinin artık eğilmesi gerekir, çünkü aralarındaki boy farkı, adamın aleyhine bir hayli açılmıştır. “Hala neyi bilmek istiyorsun?” diye sorar görevli, “sen doymak bilmiyorsun.” “Tabii ki herkes mahkemeye ulaşmayı arzular” der adam, “ama nasıl oldu da, bunca yıldır, benden başka kimse içeriye girmek istemedi?”.Görevli adamın artık son dakikalarını yaşadığını anlar ve zayıflamış kulaklarına sesini duyurmak için eğilip yüksek sesle konuşur:


“Buraya senden başka hiç kimse kabul edilemezdi, çünkü bu giriş sadece senin için açılmıştı. Şimdi burayı kapatacağım”.


Franz Kafka
benim için ana fikir: eğer henüz görmediğin zorluklardan korkarsan senin için açılmış olan kapılardan girmez ve fırsatları kaçırırsın.

8 Aralık 2010 Çarşamba

hemen yap!


döne döne uyumak iyi birşey değil aslında.çünkü her dönüşünüzde uyanıyorsunuz. ne demek istediğimi hamileler çok iyi anlar. e benim göbek de hamile bir bayandan aşağı kalır değil. o yüzden dönmek bazen işkence olabiliyor. hele ki değişklik olsun diye eşimle yatakta yerimizi değiştirdikten sonra gece uykuları dönüp durmakla geçiyor. dün gece rüyamda yere düşmüşüm bacağımın üzerinde bir ağırlık, bacağımı çekmeye çalışıyorum çekemiyorum. yoğun uğraş harcamama rağmen bir türlü bacağımı kurtarıp kalkamadım yerden, sonra bir uyandım ki dönmeye çalışıyorum, ama dönemiyorum çünkü sağ bacağımın üzerine eşim bacağını atmış ve ben bacağımı kurtarıp sol tarafa dönemiyorum.neyse zor da olsa kurtardım bacağımı da uyumaya devam ettim.


bugün bir arkadaşım halimi hatırımı sordu.o da eşinden, eşinin ilgisizliğinden yana dertli. yazışırken aşağıdakileri yazdım ona, buraya da ekleyeyim de güne not olarak kalsın.


"en kötüsü,nasılsa anlamayacak diye konuşmamak.şimdi yazacaklarımı kendimden biliyorum da ahkam kesiyorum.küçük bir örnek,pazartesi akşamı CV’le ilgili gayet detaylı bir açıklama yapıyorum,hayır öyle değil diye benimle iddialaşıyor.defalarca gayet sakin açıklamama rağmen anlamamakta direniyor. sonra ben anlatmaktan yorulup sinirleniyorum.özel hayatla ilgili de aynı şeyi yaşıyoruz.ben nasılsa anlamayacak diyip içimden konuşuyorum.sonra o iç konuşmalar bir süre sonra bende söylenmeye dönüşüyor,o söylenmeler öfkeye,sonunda da her yaptığı gözüne batan,iğreti bir adama dönüşüyor gözümde.hani nefes alıp verişine,yemek yiyişine,evin içindeki dolaşmasına bile sinir oluyorum.çünkü ufacık şeyleri bile zamanında konuşamadığınız için birikip devleşiyor.iletişimsizlik en önemli problemimiz.bazen karşımdaki duvara anlatsam anlayacak gibi geliyor,ama o beni hiç anlamıyor.hatta bir ara yok bende bir sorun var,ben kendimi ifade edemiyorum diye düşünüyordum.psikoloğum ben leb demeden leblebiyi anlıyor.tamam onun işi bu,ama ben de kendimi iyi ifade ediyor olmalıyım ki adam beni anlıyor diye düşünüyorum.yani sorun galiba kocalarımızın kafasındaki önyargıları aşamamamız.ben suç tamamen onlarda demiyorum,ama dışarıdan bakan işin ehli bir göz hatalarımızı görüp söylerse belki onu dinlerler,çünkü bize karşı tamamen kapalılar ve anlamamakta direniyorlar. daha dün akşam boşanmaya karar verip,sabah vazgeçtim.ben akşam orda bir çaba çift kişilik yorgana çarşaf geçirmeye çalışıyorum,sesleniyorum duymuyor.bir baktım gece 11’de yemek yiyor.sonra da bağırınca, bağırıp durma diye bana bağırıyor. ben mi çok şey bekliyorum bilmiyorum.tek bildiğim yoğun bir iletişim problemimiz olduğu.ev işleriyle ilgili ben artık birlikte yaparızı dile bile getirmiyorum.çünkü yapmıyor.önümde iki seçenek var ya ev işi ya çocuğumla, kendimle geçireceğim vakit.ben uzun zamandır ikinciyi seçiyorum.hatta dün akşam yorganları çok zor buldum.çünkü kadın kaldırmıştı,hangi hurcun içine koyduğunu bilmediğimden hepsini indirdim.yani ben de evi otel olarak kullanıyorum.bir de yemek-bulaşık derdi olmasa tam olacak. kocası ev işlerinde yardımcı olan,çocukla ilgilenen kadınların da başka dertleri vardır diyerek kendimi avutuyorum.kimsenin evliliği mükemmel değil,sadece bazıları öyleymiş gibi davranıyor."


evet dün akşam yine sıkıntılı bir akşamdı,ama öfleyip püflemedim bu sabah.tamam dün akşam bir kaç çikolatalı kurabiye yemiş olabilirim, ama kendime verdiğim zararın hepsi bu. dün akşamdan beri beynimde dönen düşünce:bazı şeyleri zamanında yapmayıp sürekli ertelediğimiz için şimdi sıkılıyoruz.


eşim iki gündür kariyer.net'ten özgeçmiş oluşturmaya çalışıyor,bense onun bilgisayarı bu kadar zor algılamasına ve bir cv'yi iki gündür hazırlayamamasına,yazarken kurduğu düşük cümlelere ve yaptığı tapaj hatalarına şaşıp kalıyorum. anladım ki her çalışanın mutlaka hazır bir cv'si olmalı.şu iş bir bitsin ben de kendime bir cv yazacağım.bir de ingilizce cv yazalım dedik,ama ben de ingilizce'yi çok unutmuşum.bir türlü kelimeleri toparlayıp cümle kuramadım.kızdım kendime.ruhsal gelişimim için uğraşıp dururken işle ilgili konularda kendime yatırım yapmadığım için kızdım.geçen haftalarda ben işimden ayrılmaya karar verip sonra 15 yılımı doldurunca emekli olabilme ihtimalini duyup 5 yıl daha sabretme kararı almıştım.ama dün öğrendim ki emekliliğe hak kazanabilmek için toplam 20 yıl çalışmam gerekiyormuş. o yüzden 1-2 yıl içerisinde kendimle ilgili gerekli yatırımları yapıp burdan ayrılmam gerek.çünkü artık gelişimime hiç bir katkı sağlamayan bir işte üç kuruş paraya sırf firma sağlam ve iş güvencesi var diye çalışmak istemiyorum. koca bey bir işe girer girmez hemen kendim üzerinde çalışmaya başlamalıyım.ilk olarak da kilo vermeliyim.çünkü biliyorum dünya ye kürküm ye dünyası ve dış görünüş maalesef çok önemli. bir de ingilizce meselesi çok canımı sıktı, bir cv bile yazamadım. iyice unutmuşum.




7 Aralık 2010 Salı

yatılı misafir

kediyi evin içine bırakırsanız gidip evin enerji akışının en iyi ve pozitif olduğu noktayı bulup oraya yatarmış. ayrıca da insandaki negatif enerjiyi alırlarmış.



sen bakma benim öyle durmadan sızlanıp durduğuma,
hayata lanetler okuduğuma.
çok da karanlık bir kişi değilim ben aslında.
kara kitap ismini vermemin nedenlerinden biri de
içimdeki zehiri akıtmaktı bu satırlara
kendimin yolcusuyum ben bu dünyada.
fırtınaları, hayatın bana attığı kazıkları
yazıyorum hep diye
güzellikleri görmüyorum sanma.
bundan sonra sırtımı ısıtan güneşi,
masmavi gökyüzünü,
o gün duyduğum güzel bir sesi,
ve sevinçleri de yazacağım sana.
hatta olmayan şeyleri varmış gibi de yazacağım.
istemeyi tekrar hatırlayacağım
çünkü tanrı eğer vermeyecek olsaydı
yüreğimize isteme duygusu koymazdı.

6 Aralık 2010 Pazartesi

sıkıntı


dün sabah uyandığımda yağmur yağıyordu.gözlerim kapalı yatakta yatıp yağmuru dinledim biraz.bıdık uyanana kadar kalkmayacağım dedim kendime.şu olursa şunu yapacağım gibi saçma şeylerim vardır bazen.mesela geçen hafta psikoloğumun önünden geçerken hep dedim ki eğer ışığı yanıyor olursa yarın için randevu alacağım,kendi kendimi iyileştirme çabamı bırakacağım.hep ışıkları kapalıydı.bu cumartesi rutin görüşmemiz var.bir hafta daha sabredebilirim herhalde.bağımlı olmaya çok yakın bir bünyem var,bu aralar bunu da iyice anlamış bulunuyorum.zayıf karakter,zayıf irade mi demeli buna bilmiyorum.son 2 haftadır neredeyse her akşam bir bardak votka-limonlu şiveps içiyorum.sinirlerimi çok güzel gevşetiyor ve super uyuyorum.kafamı yastığa koyar koymaz uykudayım.dün bütün gün evdeydik.tüm gün hiçbirşey yapmadım desem yeridir. geçen hafta elif şafak’ın firarperest kitabını kitapçıda görür görmez öncelikle kapağına vurularak almıştım.belki aklım dağılır diye az az onu okuyayım dedim. okudukça yazılar çok tanıdık geldi.meğer habertürk’teki yazılarının toplamasıymış.ben o yazıları takip ettiğim için yeni birşey bulamamanın hayal kırıklığını yaşadım. neyse yazılar kütüphanedeki yerini aldı,ama keşke yeni şeyler olsaydı.kirpinin zarafetini okumaya başladım,henüz çok başlardayım.kafamı verip bir okuyabilsem belki rahatlarım.bu dünyadan gitmek istiyorum.kaçmak en kolay,ama kalıp direnmeliyim. kendimi bomboş,işe yaramaz hissettiğim günlerden birindeyim.

2 Aralık 2010 Perşembe


içimdeki sıkıntıdan ve kafama doluşup duran saçma sapan olumsuz düşüncelerden kurtulmak için ilgimi başka yöne çekeyim.define adası blogu tarafından en sevdiğim kitaplardan biri olan lal masallar eşliğinde bana gönderilmiş olan bir mim var.şöyle ki:

"Kitaplığınızın karşına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin. Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız ya da hediye gelmişte olabilir anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın. Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu! 55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu bloğunuza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplaması için gönderin."

bir de kuralı falan var mimin ha,ama ben kuralları yazmıyorum.bu işler gönül işi öyle kuralla falan olmaz.

evet geçtim oturma odasındaki kütüphanenin karşısına,yumdum gözümü alt raflara doğru eğildim ve elimi uzattım.gelen kitap 1995 baskılı "yılmaz güney selimiye mektupları".yılmaz güney'in selmimiye hapishanesinden eşi fatoş güney'e yazdığı mektuplar.kitabı 21.01.1997'de ankara'dan almışım.nerden aldığımı inanın hiç hatırlamıyorum.bazı mektuplarını tekrar tekrar okuduğum bir kitaptır.severim mektup okumayı.aslında çok güzel mektuplar var bu kitapta,ama mim gereği açtım 55.sayfayı ve işte aşağıdaki mektup vardı.


"24 Ağustos 1972

Sevgili,

Yazın soluğu kesildi. Hapishanemiz eskisi gibi sıcak olmuyor. Eylülle birlikte, güz aylarının o insanın içine işleyen solgunluğu başlayacak.Sonra kış, ilkbahar, yaz ve güz.

Dünyayı değiştiren, yenileyen her gün, bizim payımıza düşenleri de usul usul biriktiriyor. Geleceğin eylülleri, ekimleri nasıl olacak?Sıradan bir çarşambası,cuması?

Daha iyi olacak Sevgili,çok daha iyi olacak.Oğlumuz güzel bir dünyada yaşayacak.Bizim sıkıntılarımız ve acılarımızı çekmeyecek.

Neyi özlüyorum biliyor musun Sevgili?

Oğlumla uçurtma uçurmayı;geniş,sonsuz bir kırda.Gelinciklerin, papatyaların bol olduğu bir akşamüstü kırında oğlumla.
Sen neredesin o zaman?Evde akşam sofrasını mı hazırlıyorsun,sık sık pencereden bakıp geciktiğimiz için söyleniyor musun yoksa?Oğlumla ne zaman çıksak hep gecikiyor muyuz böyle?Şikayetçi misin bu konuda?

Artık geç kalmayacağız Sevgili, hiç geç kalmayacağız. Bir daha uçurtma uçurmaya gidersek seni de götüreceğiz.

Hepinizi öperim."

evet bu mimi üç kişiye göndermem gerekiyor. kimler yazmadı bilmiyorum,bloglarına mesaj olarak da bırakmayacağım,o yüzden

eğer okuyorsanız ve bu görevi kabul ederseniz o güzel kütüphanesinden hangi kitabın çıkacağını merak ettiğim 7.oda, belki şansımıza caponca bir kitap ya da go eğitim kitabı çıkar diye frambuazlı ruh pastası ve belki bir uykusuz cildi çeker de bir uğur gürsoy karikatürünü kutukafaya uyarlar diye oip mimi cevaplamak göreviniz.eğer bu görevi yerine getirirken olurda kimliğiniz açığa çıkarsa arkanızdayım sizi satmam.bu mesaj ilerleyen günlerde yazılacak postlarla gerilerde kalacağı için bir iki gün içinde okundu okundu sonrası bu mim ömrünü burda tamamlar.

lütfen bu yazıyı okuyor olun.lütfeeeeen!!!mimin kuralına uyup haber vermedim.korkuyorum.blog dünyasının mimci başısı kim ki?beni cezalandırmasın?

1 Aralık 2010 Çarşamba

ağulu hüzün


çok üzgünüm be blog.içim acıyor.anlamıyorum ben insanları.kişiliğini,değerlerini para ve güç uğruna satanları anlamıyorum.atalarımız bir kahvenin kırk yıl hatırı var derken yıllarca yanyana çalıştığın insanı amir olunca satmayı,arkadan vurmayı,dürüst çalışan birini sırf yalaka olmadığı için,doğruya doğru yanlışa yanlış dediği için böylesine yıkıp geçmeyi anlamıyorum.nerde iş ahlakı,nerde arkadaşlık.dünyada bu kadar kötülük,insanın içinde böylesine nefret olduğu için çok üzgünüm.eşimin işsiz kalmasından çok beni üzen bunlar.içim almıyor,kaldıramıyorum.


hamdım,pişmeye çalışıyorum.dünya çiğ insanlarla dolu.ben de oturdum ağlıyorum.böyle bir dünyada anne olmak çok zor be blog. dünyada yoğun bir kötülük var. canıma acıtan işte bu.


"vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,

değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.

değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,

değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,

değil mi ki ayaklar altında insan onuru,

o kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,

ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,

ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,

değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,

değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,

doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,

değil mi ki kötüler kadı olmuş yemen’e,

vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,

seni yalnız komak var, o koyuyor adama."


bu kadar kolay yıkılma ne varki diyorum,kızıyorum kendime.beni yıkan bizim yaşadıklarımız değil aslında, böyle insanların varlığını görmek,insanın özünde iyi olduğuna olan inancımı yitirmek. anlamıyor çevremdeki insanlar.onlara da kızıyorum. boynunu eğen dolu başaklar ayaklar altında eziliyor,ezip geçense para ve konum uğruna kişiliğini satmış beş para etmez ciğersizler.

pencereyi kapama



pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun ağışını mı

pencereyi kapama
kuş dolabilir içeri
sen neyi taşıyabilirsin
kırık bir dalın yükünü mü

pencereyi aç
soluğun çıksın dışarı
sen büyütmedin mi ciğerinde onu
kokusu hayatı yıkasın diye

pencereyi aç
sesin sarsın dünyayı
duyulur elbet ta ötelerden
yürek kendini tanır
---------------------------------------------
Beni Ağlatırsan Yoluna Ağlat
Beni Negah Yere Ağlatma Yar Yar
Beni Çağlatırsan Deryanda Çağlat
Kuru Çaylarında Çağlatma Yar Yar
Bir Derde Düşürdün Dermanı Beter
Gün Be Gün Gönlümün Efkarı Artar
Bunca Ettiklerin Bu Cana Yeter
Ya Güldür Ya Öldür Ağlatma Yar Yar
Giriftar Eyledin Beni Bu Derde
Bu Senede Bu Aylarda
Bu Derde Yüzbin Derman Versen Almam
Bu Derde Yaramı Ellere Bağlatma Yar Yar