31 Ocak 2011 Pazartesi

parti fikirleri aranıyor

Cumartesi günü oğlumun doğum günü ve ben ona 6. doğum gününde çok güzel, unutamayacağı bir parti vermek istiyorum.

Yardıma ihtiyacım var. Parti fikirleri istiyorum. Haydi lütfen bana yaratıcı fikirler verin.

Unutulmaz bir 6. doğum günü partisi yapalım.

28 Ocak 2011 Cuma

akıl akıl, gel peşime takıl

Akıl, önündeki en büyük engeldir.

Efendi akıl olduğunda seni yönetir.

Duygu ve düşüncelerinde yanılsamalar başlar.

Egon sürekli bahaneler üretir.

27 Ocak 2011 Perşembe

ne olmuş yani?


Garip bir kayıtsızlık ve hazır olma hali içindeyim. Şu hayattaki hiçbir şey beni şaşırtamaz sanki.


Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz lafı yankılanıyor dün akşamdan beri zihnimde.


Herkesten herşey beklenebilir.

Farklı bir bakış aşısı mı yaptırsam?

26 Ocak 2011 Çarşamba

ocak 2011


Dünyayı sadece kendi dar penceremizden algılarsak olduğumuz gibi görürüz, olduğu gibi değil.

25 Ocak 2011 Salı

kitaplara ev


-Turuncu boya kalemimi aldım elime,üzerinde turuncu bir zürafa resmi var. Önümdeki kağıda güzel bir uçurtma çizdim, yanına dört tane turuncu balon.Hepsi de gökyüzünde, mavi boya kalemimi alıp birazdan masmaviye boyayacağım balonların uçtuğu yeri, siyahlı grili yağmurlu gökyüzüne inat.
-İyi bir endokrinoloji uzmanı arıyorum Bursa’da. Triod, inüsilin direnci vb konularında uzman biri.Doktorumu değiştirme kararı aldım. İnsan doktorlar konusunda kime güveneceğini bilmiyor. Doktoruna güvenmeyince de tedaviye de inanmıyorsun.Belki de plasebo etkisi gerçektir.
-Cumartesi günü canım deli gibi Türk filmi izlemek istedi, Türkan Şoray, Ediz Hun, Hülya Koçyiğit, Engin Çağlar, Göksel Arsoy, Tarık Akan’ın oynadığı bir film bulurum gülerim oynarım, biraz ağlarım, hüzünlenirim diyerek tüm kanalları gezdim, şansıma bir tane bile çıkmadı. Bilgisayardan izlerim dedim, daha açar açmaz poposuyla beni yan yan bilgisayarın başından itip, koltuğa yerleşen ve hemen oyun sitesi açan 116 cm boyunda bir ev cini tarafından sabote edildim. Eski Türk filmleri bana çocukluğumun huzurlu zamanlarını hatırlatıyor, o huzura sığınmak istedim belki de.
-Pazar akşamı sevgili Leylak Dalı’nın hediyesi Firüzan’ın Sevda Dolu Bir Yaz kitabına başladım. Bu kitap benim eski Türk filmi izleme arzuma evrenin bir yanıtıydı sanki.Okurken sanki yazarın kelimeleri canlanıyor ve bahçesiyle, balkonuyla, kahramanların kıyafetleriyle o benim sevdiğim Türk filmlerindeki köşk dekoru, eski dönem insanları, şarkılar gözümde canlanıyor, mimoza ağçalarının kokusu, beyaz sabun ve lavanta kokusu burnuma doluyor.
-Dün akşam once ev ciniyle Çılgın Dostlar 2’yi izledik. Ailecek gülmekten yerlere yattık. Ben özellikle ayının yer halısı olduğu sahneye bayıldım. Film bitince oğluş biraz bilgisayarda oyun oynamak istedi, ben de şirinliğine dayanamayıp izin verdim. Kanallar arası dolanırken Kanaltürk’te Monte Cristo Kontu filmine rastladık. Uzun zamandır televizyonda keyifli bir film izlememiş biri olarak dur dedim eşime, izleyelim. Filmin kahramanının hapishanede olduğu bölümdeydi, filmin devamını ve sonunu bilmemize rağmen keyifle izledik. Filmi izlerken küçükken okuduğum kitap gözümde canlandı. Koyu yeşil bir çerçevesi olan ciltli bir kitaptı. Üzerinde bir tekneyle denizden kıyıya çıkmaya çalışan bir adam resmi vardı. Monte Cristo Kontu’nu çocukken okumayan kimse var mıdır? Diye geçirdim aklımdan. Filmi izlerken çocukluğumun pazar günlerinin o sıcak huzuruyla doldum.
-Tüm gün ev işi yapmanın yorgunluğu ve temizlik nedeniyle oturmaya gelmek isteyen arkadaşımı kabul etmemenin verdiği sıkıntıyla yatağıma girdim dün gece, kendi sıkıntılarımı çok düşünüp abarttığımı, bu kadar kendime dönük olduğum için bencil olduğumu düşündüm sonra. Bugün beyin ameliyatı olacak biri için dua ettim sonra. Yağmur yağarken gök kapıları daha açık olurmuş diye duymuştum bir zamanlar. Dışarda şakır şakır yağmur yağarken, Allah’tan onu ailesine bağışlamasını diledim. Sonra da eşim için hayırlı bir iş ve tekrar Firuzan’ın o çocuk kahramanların gözüyle anlattığı sevda dolu yazların içine daldım.
-Bugün sabah işe eşim bıraktı, öğle yemeğini yanımda getirdim. Yemek poşetiydi, oğluşun çantasıydı derken çantamı evde unutmuşum.Eşim lazım olur diye para verdi.Çantasız eksik hissettim kendimi, cüzdan,telefon hepsi evde. Biraz da özgür hissettim telefonsuz. Cep telefonu bence insanın mahremiyetini elinden alan birşey.Her an ulaşılabilir olmak çok iyi değil bence.
-Aburcuburlara veda etmiştim ya, hala yakamı bırakmamakta direniyorlar. Dostça ayrılalım diyorum ben, ama beni ayartmak için olanca güçlerini harcıyorlar. Dün Çılgın Dostlar’daki vahşi hayatı seçen evcil kopeğin kopek kurabiyeleri için kendiyle yaptığı savaş gibi ben de bazen direncimi yitiriyorum. Ama nerde görülmüş güzel şeylere acı çekmeden ulaşılabildiği. Bu arada üzerimdeki fazla 20 kilonun sahibi kimse beni daha fazla delirtmeden geri alsın lütfen.
-Dün bir arkadaşla hayatın kısır döngüsü, anlamsızlığı, aynılığı, monotonluğu üzerine konuşurken kediciğin bu yazısını okudum. Telepatiye iyice inanır oldum. Ya da gökyüzünden sıkılhanlık mı yağıyor bugünlerde?
-Finansal göstergelermiş,analiz raporlarıymış, firma dereceleriymiş miş de miş…Bense kafayı kitaplar, kalemler, yazmak, okumak, güzel kokulu çaylar, kekler ve açmak istediğim kitapeviyle bozmuş durumdayım. Bugünlerde gözüm açıkken de hayal görür oldum.Bu iyi birşey,ama koca işsizken ben de bir uyarı falan almasam iyi olur. Biraz da işinle ilgili şeyler oku be cancağızım. Ama işimizde yetkin olmalıyız değil mi? Para kazanıyoruz burdan.
-Analitik bünyeye böyle madde madde yazmak iyi geliyor.Karmaşık düşünceler asker misali sıralanmış gibi.

21 Ocak 2011 Cuma

sevda ne yana düşer?


Yeraltından Notlar'ı okumaya çalışıyorum. Çalışıyorum dedim, çünkü okuduğum bir cümleyi anlayabilmek için dönüp tekrar tekrar okumam gerekiyor. Cümleler arası ilişki kuramıyorum. Ya gerçekten Dostoyevski bu kitabını çok karışık ve anlamsız yazmış ya da çeviren arkadaş pek başarılı çevirememiş. Uzun ve karışık cümleleri anlamakta zorlanıyorum. Zaten kitapta baskı hataları da var, başka bir yayınevinden mi alıp okusam. Bilemedim şimdi, bir de elimde Bedende Kıpırdanmalar diye bir kitap var, bir de Faust ama hepsi ağır geldi. Hiç ilerleyemiyorum.


Atilla Atalay'ın Kalbin Böcüü adlı öykü kitabını okudum. Sıdıka zaten başucu kitaplarımdan biridir. Canımın çok sıkkın olduğu günlerde açarım Sıdıka'nın rastgele bir sayfasını o masum dünyaya dalıveririm. Bayılıyorum Sıdıka'nın annesine :)) .İnternetten dizi, film izleyen biri değilim, açıkçası pek vaktim de olmuyor.Yalnız ara sıra Sıdıka ve 7.Numara'nın eski bölümlerini bulup izliyorum. Kendimi iyi hissettiriyor. Sıdıka'yla annesinin diyaloğu, Vahit Amca, sırtını Aksaray'a verip İstanbul'da yön bulan Recep...Seviyorum, şimdilerde böylesine keyif alarak izlediğim hiçbir program yok. Belki sadece Sıdıka bana yettiği için Atilla Atalay'ın başka kitabını okuma ihtiyacı duymamıştım hiç. Ta ki bir Atilla Atalay fanatiğini tanıyana kadar. Hemen Kalbin Böcüü'nü edindim tabi. Şimdi o da Sıdıka'nın yanında yerini aldı. Oğluş da bayıldı, kitabın adı salça ekmekli kitap. Üzerinde Latif Demirci'nin çok hoş bir çizimi var. Akşamları ısrarla salçalı kitaptan okumamı istiyor. Ben de onun anlayabileceği şekilde kısaltmalar yaparak öyküleri parça parça okuyorum. Bu kitabı nasıl anlatmalı bilmiyorum, herşey var aslında. Gülmece, gözyaşı, hiciv, hayatın içinden kareler. En çok hangi öyküyü sevdin dersen hepsini, ama Fabriga'da çok ağladım, Ağlama Dolabı'nda yüreğim burkuldu, Dup Dup Çedene, Öpücük Balığı... Hangisini sayayım, dedim ya Sıdıka'nın yanında yerini aldı, canım tatlı tatlı öykü okumak mı istediğinde, aç oku. Atilla Atalay'ın son kitabı Mecnun Kuleleri de çıkmış. Onu ne zaman okumaya başlamalı bilmem ki?


Elimdeki kitaplar pek psikolojime uygun değil galiba. En iyisi evde tekrar bir kitap seçimi yapmalı. Öykümsü, masalımsı kitap okuyasım var. Leylak Dalı'cım canımcım Firuzan ruh halime denk düşer mi ne dersin? Denk düşer diyince aklıma Zülfü'nün Çırak aranıyor şarkısı geldi. Müzik eklemeyi bilseydim eklerdim, sözleriyle idare edeyim. :))


Elim sanata düşer usta

Dilim küfre, yüreğim acıya

Ölüm hep bana

Bana mı düşer usta?


Sevda ne yana düşer usta

Hicran ne yana

Yalnızlık hep bana

Bana mı düşer usta?


Gurbet ne yana düşer usta

Sıla ne yana

Hasret hep bana

Bana mı düşer usta?

şimşekleri severim

Küçük bir kasabaya taşınmışız. Eşimin işi içi taşınmışız, ama o sonra o işten de ayrılmış. Ev sahibimizin de aynı binada yaşadığı bahçeli, üç katlı bir binaya taşınmışız. Ben güleryüzlü tonton ev sahibiyle sohbet ederken diğer kiracı kadın geliyor. Üç çocuklu, güleryüzlü çok tatlı bir kadın. İki kız çocuğu, 10-12 yaşlarında; en küçük çocuk da oğlan, benim oğlumla yaşıt. Çocuklar birden kaynaşıveriyorlar ve bahçede oynamaya başlıyorlar. Ben aklımdan bahçenin dış kapısı olsa bıdığı rahatça aşağıya gönderebilirim diye geçirirken ev sahibi “amcan da buraya kapı siparişi vermeye gitti, ne güzel çocuklar bahçede güvenle oynayacaklar” diyor. Sonra eve çıkıyorum, evin içinde benim olmayan, ama çok beğendiğim eşyalar var. Fırın, ocak ve bulaşık makinası mutfakta zaten varmış, “kendi eşyalarınızı kurmanıza gerek yok” diyor tonton ev sahibi, sonra oturma odasına geçiyorum, gözlerime inanamıyorum bir duvar boydan boya kütüphane, üstelik de içi kitaplarla dolu, benim kitaplarımı da boşlatıp yerleştirmişler. Odanın diğer duvarı boydan boya cam, dışarıdan deniz görünüyor. Hava bulutlu, ama ılık. Ev sahibi “deniz kenarına gideceğiz hadi siz de gelin” diyor. Oğluşu da alıp deniz kenarına atılmış masalarda sohbet eden insanların yanına gidiyoruz. Gökyüzü rengarenk, gri, mor, kırmızı, beyaz, siyah, ama deniz berrak.Sonra birden bire şimşekler çakmaya başlıyor, hayranlıkla izliyoruz,ilerde biryerlerde havai fişek gösterisi başlıyor, bir kutlama var sanki. Şimşekler ve havai fişekler içiçe geçiyor. İçimi yoğun bir huzur ve mutluluk kaplıyor.


20 Ocak 2011 Perşembe

bu bir veda havasıdır


Vakit tamam!.. seni terk ediyorum
O bütün alışkanlıklardan
Ve bütün sıradanlıklardan öteye
Sağlıklı bir hayatı seçiyorum
Doyamadım inan
Kanamadım çikolatalara

Ağzıma kocaman bir kurabiye atar gibi
Kebapçının önünde
Hayallere dalar gibi;
Bir çıtırtı gelecek dolaptan
Bir yeşil elma, hayallerimdeki
gofretler gibi

Çerez yemek artık bitti
Bisküvileri ise hiç düşünme
Bul kendini salatada, hadi dal
bu kadar kilo yapmasaydın
seninle mutlu olabilirdik
Hoşça kal aburcuburlarım
Hoşça kal

Vakit tamam!.. seni terk ediyorum
Bu, kırık ve incecik
Bir veda havasıdır
Büyüyen göbeğimden
Kalçalarıma doluşan yağlardan
İncinen bir bedenin yarasıdır

Kalmayacak bıraktığın kilolar vücudumda
Gözümden bir damla yaş
Sızıp gofret paketlerine aktığında;
Bir yer bulabilsem keşke
Bir yer, seni hatırlatmayan;
Şu zalim tüketim toplumunda

Diyet yapmaktan korktun
Spordan hep kaçtın
Vur kendini korkularda, hadi al
Sen bir reddediştin
Sen bir kaçıştın
Hoşça kal şişko bedenim
Hoşça kal
yusuf hayaloğlu ve ahmet kaya'dan özür diliyorum, ama bugün sabah tartıldıktan ve 87'yi gördükten sonra aklımdan geçen bu şarkıydı. :))) en iyisi dostça ayrılmak.

18 Ocak 2011 Salı

evham



Kendimi çok hırpalanmış, incinmiş hissediyorum bazen. Beni böyle hırpalaması, canımı acıtması kalbimi kırıyor. Görüşmeye gitmeden once çok heyecanlı oluyorum. Ona neler anlatacağımı düşünüyorum. Oturup bir liste yapmayı bile düşünüyorum, anlatmak istediklerimi unutmamak için, eksik birşey kalmasın istiyorum. Sohbetini özlüyorum çoğu zaman, iyiyim bak ben demek istiyorum,hem de istiyorum ki beni iyi görsün. Her seferinde ağlayacak birşey buluyorum, ağlamamak için rimel sürüp gidiyorum. Sonunda simsiyah gözlerim oluyor. Merak ediyorum, bu görüşmede neler öğreneceğim diye, benimle ilgili benim görmediğim neleri gösterecek bana. Bu onun işi biliyorum, ama o kadar müşterisi varken aylar once yaptığımız bir görüşmede söylediğim ve benim bile unuttuğum bir ayrıntıyı hatırlaması hoşuma gidiyor. Ona anlatırken heyecanlanıyorum, sanki içimi görüyor gibi, karşısında çırılçıplak kalıyormuşum gibi. Bu iyi birşey mi, yoksa onunla konuşmak bir bağımlılığa mı dönüşüyor bilmiyorum. Sırf bu yüzden kendimi çok kötü hissetsem de kendi kendime atlatmaya çalışıyorum. Ayda bir gideceğim dedim kendime, ama birşey olduğunda ilk anlatmak istediğim insan o. Yargılamadan, anlamaya çalışarak dinliyor ya beni, yani gerçekten dinliyor. Bu iyi mi kötü mü? Kafam karmakarışık.



Geçen haftadan beri ağlamaklı bir halim var zaten, yaklaşık 15 gün geciken reglimin de bunda etkisi çok diye düşünüyorum. Geçen hafta kızlar çok ısrar etti test yaptık, tekrar anne olmuyorum. Ben zaten emindim de onlar çok ısrar etti. Dokunsan ağlayacak gibiyim. Eşimle yakın olmak, konuşmak istiyorum. Bana anlatsın istiyorum, hissettiklerini, düşündüklerini… Onun yaptığıysa bulmaca çözmek, çekirdek yemek. Hiç durmadan çekirdek yiyor, stresine iyi geliyormuş. İyi ya da kötü hiç konuşmuyoruz. Geçen akşam yok böyle dans’ta arjantin tangosu yaptılar. Ben de gayet sevimli bir ses tonuyla biz de tango öğrenelim hayatım dedim. Aldığım cevap tersleyen bir ses tonuyla benim derdim ne senin derdin ne oldu?



Enerji vampiri nedir biliyor musun? Ben biliyorum.Onlardan biriyle yaşıyorum. Ondan sonra da psikoloğumla sohbet etmeyi özlüyorum. Her gün terapiye gitsem beni anca keser.

16 Ocak 2011 Pazar

ayna


aynaya baktım,
gördüğüm kimdi?
aynadaki aksim hiç tanımadığım biri.
saçları, dudakları, elleri ben,
gözleri ben.
bakışları bir başkasınınki.
bana ait,
benim bilmediğim...
görüp de görmezden geldiğim.

aynadaki ben,
karanlıktaki aksim.

bakışlarında öfkeli şimşekler çakıyor,
fettan kadınlar gibi gülümsüyor,
gel diyor, göreceklerine inanamayacaksın.

bana uzattığı eli tutabilsem
aynanın ardına geçebilsem
bilmediğim benin peşine takılıp
beni götüreceği yere gidebilsem

sahi o kadar cesur muyum ben?

nbk

işte bu şiir benim :))

14 Ocak 2011 Cuma

sound of silence


Sessizliğin Sesi


Eski dostum karanlık merhaba.
Tekrar konuşmak için geldim seninle.
Çünkü bir ilham hafif hafif yaklaşıp
Ben uyurken tohumlarını bıraktı zihnime.
Ki hala oradalar
Sessizliğin Sesinde.


Bitmek bilmez o rüyalarda,
Dar Arnavut kaldırımlarda
Sokak lambalarının halesi altında yürüdüm.
Yakamı doğrultup soğuğa ve neme,
Gözlerim geceyi bölen
Neon ışığıyla süngülenmişken
Dokundum Sesizliğin Sesine.

O çıplak ışıkta binlerce
Belki de daha fazla insan gördüm.
Söylemeden konuşan,
Dinlemeden duyan o insanlar
Seslendirilmemiş şarkılar yazarlar ki
Rahatsız etmezler asla
Sessizliğin Sesini.


‘Aptallar’ dedim, “
Bilmiyorsunuz
Kanser gibi yayılan sessizliği.
Kulak verin sözlerime öğreteyim,
Tutun kollarımdan ki geleyim.”

Fakat sessiz yağmur damlaları misali
Düştü ve yankılandı sözlerim
Kuyularında Sessizliğin.


Ve insanlar eğilip dualar ettiler
Kendi yaptıkları neondan Tanrılarına.
Ve işaret kelimelere dönüşüp
Açıkladı mesajını.
Dedi ki: “Sözleri Peygamberlerin
Metro duvarlarında,
Ucuz apartman salonlarında yazılı.”

Ve fısıldanmıştır içine
Sessizliğin Sesinin..
çok içim sıkılıyor hayırlara gele...

12 Ocak 2011 Çarşamba

bir gece


Bir çamaşırhane işleticisinin en temel görevi nedir? Tabi ki çamaşır katlamak. Ben de dün akşam görevimi yerine getirmek üzere kurutma odasına, evin salonu, geçtim. Elimde kumanda çamaşır katlama seansına uygun bir arka fon aramak için kanallar arası gezinirken Mezzo’da bir piyano resitaline denk geldim. Sanatçının parmakları piyanonun tuşlarında düşsel bir yolculuk yaparken benim ellerimde çamaşır katlasın bari diyerek melodinin peşine takılıp katlama faaliyetine başladım. Kazaklar, iç çamaşırları, pantalonlar derken geldik çoraplara, birbirinin eşi olan çorapları bir araya getirip katlamak hep mutlu etmiştir beni. Sanki o anda ayrı kalmış birbirinin diğer yarısı olan ve gerçek hayatta çok az rastlanan sevgilileri kavuşturuyormuşum gibi önemli hissederim kendimi. Çorap erosu…


Çamaşırhane faaliyetlerimle birlikte piyano resitali de bitti ve ben hazır oğlum ve eşim öbür oda da çizgi film seyrediyorken belki güzel bir program izleyebilirim diye kanallar arası tekrar gezinmeye başladım.


Sonra gözüme NTV’de bir program ilişti Grup Çığ’ın solisti Mustafa Özarslan vardı. Dur bakiyim ne konuşuyorlar dedim, hay demez olaydım, kulaklarım duyduklarımı duymayaydı. Kıvırcık Ali bir trafik kazasında ölmüş. Sanki yüreğimin billur sarayının bir odası daha yıkıldı. Kalbime batan kırıklar gözyaşlarımla bile yıkanmadı. Genç olması, sevdiğim bir sanatçı olması, bir baba olmasıydı beni bunca yıkan. Öylece kalakaldım televizyon karşısında ne konuşulanları duydum ne de söylenen türküyü. Kaza anında neler geçti acaba kafasından, ölüm birdenbire mi geldi yoksa acı çekti mi? Eşi, çocukları, annesi, babası ölüm haberini alınca neler hissetti diye düşündüm ve acılarını acımmış gibi hissettim, ciğerim yandı bir an. Sonra oğlum geldi öbür odadan anlamsızca baktı yüzüme.Sildim gözyaşlarımı ve gülümsedim,kanalı değiştirdim.

Diğer kanalda Can Dündar’ın programında bir AKP’li bir CHP’li alkollü içkilere ilişkin olarak yapılan değişiklikleri tartışıyorlardı. Alkol satınalma yaşı 24’e çıkarılmış, maksat gençliği alkolle ne kadar genç tanıştırırsak o kadar iyi düşüncesiymiş. Yani üniversite gençliği artık evlerde bira şişelerinden değişik sanatsal çalışmalar yapamayacak. İsim hafızam çok kötü olduğu için isimlerini hatırlamıyorum ama CHP’li olanın kurduğu son cümle çok iyiydi. Yani 18 yaşındaki biri silah alabilir, ama içki alamaz diyorsunuz. Evet 18 yaşına gelmişseniz silah alabilirsiniz ama gidip bir bira alamazsınız.


“ Yoruldum, patron. Yollarda yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan yoruldum. Yanımda hiç arkadaş olmamasından bıktım. Nereye gideceğimizi, nereden geldiğimizi söyleyecek biri. İnsanların birbirine kötü davranmasından bıktım. Her gün dünyada hissettiğim ve duyduğum acılardan bıktım. Çok fazla var, sanki her an için kafama cam parçaları batıyor. Anlıyor musun?
Karanlıktan korkuyorum patron lütfen ışığı kapatma…” Yeşil Yol


Yorgun hissettim bir an kendimi, hayat çok ağır geldi. Sonra oğlumun yanına gittim, en iyisi çizgi film izlemek dedim. Benim bıdık çizgi filmi bırakmış, babasıyla Canlı Para izlemeye başlamışlar. Seviyor böyle yarışma programlarını. Bir taraftan da soruları tahmin etmeye çalışıyor. Eşim izlerken nasılsa evdeyim bari ben de katılayım Canlı Para’ya dedi.


Bıdık-Ama yarışmaya iki kişi katılınıyor.
Ben- Tamam ben buldum. Arkadaşım Y.çok bilgili ve süper bir hafızası var, baban onunla birlikte katılır.
Bıdık-…….sessizlik ve bozulmuş bir tavır
Bıdık- Ama benim de kafam kocaman
Gülmekten yıkılan bir anne. Espriyi anlamayan ve anlamsızca tv’ye bakmayı sürdüren bir baba.
Ben-Evet annecim haklısın ama bu yarışmaya çocuklar katılamıyor.
Hayalleri suya düşmüş koca kafalı, zeka küpü bir bıdık. :)


Evet hayat çok ağır, ama bu ağırlığı kaldıran ve nefes almamızı sağlayan güzel şeyler de var.

10 Ocak 2011 Pazartesi

yalnızlığın ayrıkotları


Toprağı nasıl kavrarsa ayrıkotları
ve nasıl çölleştirirse usul usul
öylece sarmış seni yanlışlar
çürütmüş yüreğindeki öfkenin
dayanıksız tohumlarını
çorak bir toprağa döndürmüş içini

Zehirli sütleğenler sürülmüş ökselere
sinsi bekleyişler gibi yapışkan
iğrenç gülücükler serpiştirilmiş
belli ki sen
konacaksın acemi sekişlerle
yalnızlığın bu hayın ökselerine

Ve şimdi uysal bir kedi gibi sokuluyorsun
gergefini sessizce işleyen gecenin koynuna
Usulca okşuyorsun yalnızlığını
usulca ve sessizce yaşamak diyorsun buna
oysa hayat
açılmamış bir yumak gibi duruyor ellerinde



Ah yalnız kuş
belli ki sen bilemeyeceksin uçmayı

Ahmet Telli




9 Ocak 2011 Pazar

köle isaura

Evde kalmak demek yorgunluk ve bütün gün ev işi yapmak demek. O yüzden sevmiyorum evde olmayı, geçen haftasonu yeni yıl kutlamaları nedeniyle evde hiç birşey yapayınca, bütün hafta da eşim evde olunca ev dönmüş panayır yerine. Panayırdan arta kalanları toplamaksa bana yani köle isauraya düştü yine. Yaptığımsa sadece şöyle bir toparlamak, ama şu an korkunç bir bel ağrısı çekiyorum. Birazdan gidip bıdığı televizyon karşısından zorla kaldırıp yatıracağım. Bense çamaşır makinesinin durmasını bekleyip askıdaki çamaşırları toplayıp yenilerini asacağım. Ev değil çamaşırhane mübarek. Bugünkü iki makinayı da sayarsak tüm hafta toplam beş makina çamaşır yıkandı.Çamaşır makinasını icat eden arkadaştan Allah razı olsun, ama bir de asmak, toplamak, katlamak, ütülemek derdi olmasa. Eşim iş görüşmesi için Antalya'ya gitti, umarım hayırlı haberlerle döner. Ben de bugünlerde çok gergin hissediyorum kendimi, bıdık da bana iyice düştü, iki dakika yalnız bırakmıyor, şimdi Bakugan başladı da biraz nefes aldım. Televizyon izlerken bile yanında oturmamı istiyor. Babası evde olunca biraz üzerimdeki baskısı azalır diye düşünmüştüm, ama tam tersine bana iyice düştü. O televizyon izlerken ben de yanında kitap okuyayım diyorum, ona bile izin vermiyor, kitabı elimden itiyor. Neyse bunlar bahane değil tabi ki diyor ve aldığım kararlar doğrultusunda Ocak ayında okuyacağım kitapları yazıyorum:

- Kalbin Böcüü (Atilla Atalay),
- Bedende Kıpırdanmalar (Gülnur Elik, Tuğba B.Özenç)
- Faust (Goethe),
çocuk kitabı olarak da hile yapıyor ve oğluma okuyacağım kitapları sayıyorum.
- Canım Annemin Doğum Günü (Aytül Akal, Resimleyen Pınar Büyükgüral)
- Kartanesi (Janey Loise Jones, Resimleyen Veronica Vasylenko)

Elimde %100 Kendiniz Olun diye bir kitap var, bitmek üzere. O bitince bunlara başlayacağım. Gerçi bu hafta işyerinde yoğun bir hafta beni bekliyor, işten yorgun gelip evde de çalışınca yastığa kafamı zor koyuyorum.

Bahane mekanizması beni kandıramazsın, başladın yine çalışmaya.

Evet oğlum geldi, köle isaura iş başına...

7 Ocak 2011 Cuma

hür adammış peh!

Son günlerde, Said-i Nursi’nin hayatını anlatan “Hür Adam” filmi nedeniyle bir Said-i Nursi tartışması başladı. “İşte Hür Adam’ın Gerçek Öyküsü” başlıklı yazımla ben de bu tartışmaya katıldım. Yazımda özetle; Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı’nda “dişe dokunur” herhangi bir katkısının olmadığını belirterek, Said-i Nursi’nin önce Alman etkisine, sonra Amerikan etkisine ve son olarak da Demokrat Parti etkisine girdiğini belgeleriyle ortaya koydum. Bu nedenle de Said-i Nursi’nin “Hür Adam” değil, olsa olsa ancak “Güdümlü Adam” olacağını ileri sürdüm.[1]
Son günlerdeki Said-i Nursi tartışmalarında konunun neredeyse bütün detayları tartışılmasına karşın, konunun “özünün” gözden kaçırıldığını gördüm. “Said-i Nursi Atatürk’e mektup yazdı mı yazamadı mı? Said-i Nursi Atatürk’le görüştü mü görüşmedi mi? Said-i Nursi Atatürk’ün yanında bacak bacak üstüne attı mı atmadı mı? Said-i Nursi parmağını Atatürk’e doğru uzatarak ‘Paşa Paşa namaz kılmayan haindir’ dedi mi demedi mi? ve daha birçok ayrıntı dile getirilip üzerinde saatlerce konuşuldu; ama işin özü, Said-i Nursi’nin, namı değer “Hür Adam”ın Kurtuluş Savaşı’na, “Hürriyet Savaşı”na nasıl bir katkıda bulunduğu, bu savaşa hangi maddi veya manevi desteği verdiği, bu savaşa katılıp katılmadığı ve dahası bu savaş sırasında nerede ne yaptığı hiç gündeme getirilmedi, hiç tartışılmadı. Ben geçen yazımda bu konuya değinmiş olmama rağmen, “işin özü” burası olduğu için, bu yazımda da “Said-i Nursi Kurtuluş Savaşı sırasında neredeydi ve neler yapıyordu?” sorusuna biraz daha geniş biçimde yanıt vermeye çalışacağım. Çünkü bir adamın “Hür Adam” olup olmadığını anlamak için o adamın yaşadığı dönemdeki “Hürriyet Savaşı”nda neler yaptığına bakmak gerekir.

HÜR ADAM BOĞAZ’DA ÇAMLICA’DA OTURUYORDU
Said-i Nursi, I. Dünya Savaşı sonlarında Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı günlerde, 1918 yılında İstanbul’a geldi.[2] Mütareke İstanbul’unda Boğaz’da Çamlıca’da oturan Said-i Nursi, evini, sekreteri olarak görev yapan yeğeni Abdurrahman ile paylaşıyordu.[3]
Kasım 1918’den itibaren Anadolu İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Ermeniler ve Yunanlılar tarafından işgal edilmeye başlandı.
15 Mayıs 1919’da İngiliz-Fransız destekli Yunan ordusu İzmir’i çok kanlı bir şekilde işgal etti. İzmir ve civarında “Türklerin katledilmeleri” üzerine Anadolu’nun değişik yerlerinde direniş cemiyetleri kurulmaya, yerel kongreler toplanmaya ve işgali kınayan mitingler yapılmaya başlandı.

HÜR ADAM İŞGALİ KINAYAN MİTİNGLERDE NEREDEYDİ?
Kadınların ve Darülfünun hocalarıyla öğrencilerinin de katıldığı mitinglerde, kanlı Yunan işgalleri kınandı. Fatih mitinginde Halide Edip Hanım, İstanbul Darülfünunun öğretim üyesi Selahattin Bey, Üsküdar mitinginde Sabahat Hanım, Kadıköy mitinginde Darülfünun öğrencisi Münevver Saime Hanım “işgali kınayan” çok coşkulu konuşmalar yaptı. Münevver Saime Hanım konuşmasının bir yerinde ellerini semaya doğru açarak kendisini dinleyen kalabalığa aynen şöyle seslendi:
“Yarabbi! Ben kardeşlerime değil ilk önce sana sesleniyorum. Vatanın felaketi karşısında bir genç kızın feryadını dinle. Bu ağlayan anneler şehitlerin annesi. Bu boynu bükük genç kadınlar fedakarların genç zevcesi, şu hıçkıran yavrular askerlerin yetimleri değil mi?Böyle necip bir kavme gözyaşı döktürmekte hikmet ne?… Ben kendi bağımsızlığı gasp edilmiş bir milletin kızı olarak bağımsızlığıma nasıl yürüyeceğimi söyleyeceğim.Bu beyanatım, kollarımızı bağlamak isteyenler için dikkate şayan olmalı..”[4]
Halide Edip’in, Selahattin Bey’in, Sabahat Hanım’ın ve Saime Hanım’ın işgali kınayan konuşmalar yaptıkları o İstanbul mitinglerinde Said-i Nursi yoktu. Said-i Nursi o sırada Nakşibendi tarikatına mensup İngiliz yanlısı Derviş Vahdeti ile birlikte siyasal İslamcı İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’ni kurmakla meşguldü. Cemiyetin kuruluşu nedeniyle 3 Nisan 1919’da Ayasofya camiinde mevlit okutulmuştu.[5]

ANADOLU’DA GERÇEK DİN ADAMLARI DİRENİŞ HAZIRLIKLARI YAPARKEN HÜR ADAM NEREDEYDİ?
Anadolu’nun işgali üzerine “gerçek din adamları” ya silaha sarılarak ya da cami cami dolaşarak halkı “kurtuluş için” harekete geçirmeye çalışmıştır. Hatta birçok din adamı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurarak bölgesinde silahlı direniş başlatmıştır. Kurtuluş Savaşı başlarında kurulan 47 Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde 84 din adamı yönetici durumundadır. Ayrıca bu 47 Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin 16’sının başkanı din adamıdır.[6] Ankara’da Müftü Rıfat Börekçi, Afyon’da Müftü Sait Efendi, Amasya’da Müftü Hacı Tevfik Efendi, Bilecik’te Müftü Mehmet Şükrü Efendi, Bolu’da Müderris Kürtzade Mehmet Sıtkı Efendi, Çankırı’da Müftü Bekirzade Ata Efendi, Denizli’de Ahmet Hulusi Efendi, Erzurum’da Hoca Raif Efendi, Hakkari’de Müftü Ziyaeddin Efendi, Isparta’da Şeyh Ali Efendi canla başla Mustafa Kemal’e ve Türk Kurtuluş Savaşı’na destek olurken, Said-i Nursi yine ortalarda yoktur. Bu sırada Said-i Nursi, İstanbul’da, Kürdistan Teali Cemiyeti’ni ve Kürt Neşriyat Cemiyeti’ni kurmakla meşguldür.[7] İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın Bağdat’tan yazılan gizli raporunda, Kürtleri Türklere karşı kışkırtarak ayaklandırmak amacıyla kurulmuş olan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurucuları arasında Said-i Kürdi (Nursi)’nin de adı vardır.[8]
“Kuvvacı din adamları” birçok yerel kongrenin de aktif katılımcılarıdır. Örneğin, 26-30 Temmuz 1919 tarihleri arasındaki Balıkesir Kongresi’ne katılan 48 delegenin 13’ü, mahalli müftü ve müderrislerden oluşmaktadır.[9] 10-23 Mart 1920 tarihleri arasında toplanan V. Balıkesir Kongresi’ne katılan 60 delegenin yarıya yakını, müftü, vaiz ve müderrislerden oluşmaktadır.16-25 Ağustos 1919 tarihleri arasında toplanan Alaşehir Kongresi’ne katılan 45 delegenin 9’u müftü ve müderristir.[10] 6-9 Ağustos 1919, 19 Eylül 1919 ve 6 Ekim 1919 tarihleri arasında toplanan Nazilli Kongresi’ne Eşme Müftüsü Nazif Efendi, Isparta Müftüsü Hacı Hüseyin Hüsnü Efendi, Karacasu Müftüsü Mustafa Hulusi Efendi, Bozdoğan Müftüsü Mehmet Efendi, Sarayköy Müftüsü Ahmet Şükrü Efendi, Isparta’dan müderris Ali Efendi, Tavas’tan Bektaşi Dedesi Mazlum Baba gibi birçok din adamı katılmıştır. 18 Ağustos 1919’da toplanan Muğla Kongresi’ne ise başta Müftü Zeki Efendi ve Hafız Emin Efendi olmak üzere çok sayıda din adamı katılmıştır. 5 Ağustos 1920 ve 8 Ekim 1920 tarihleri arasında toplanan Pozantı Kongresi’nde de din adamlarının çokluğu dikkat çekicidir. Ayrıca Erzurum ve Sivas Kongreleri’ne de çok sayıda din adamı katılmıştır.
Kuvvacı din adamları, işgallere karşı halkı örgütlemek için düzenlenen yerel kongrelere katılırken Said-i Nursi nerededir? O günlerde Said-i Nursi İstanbul’da Kurtuluş Savaşı’yla ilgisi olmayan Müderrisler Cemiyeti (Teali İslam Cemiyeti), Yeşilay Cemiyeti ve Darül Hikmet’ül İslam gibi örgütlerde, kuruluşlarda yer almıştır.

ANADOLU’DA MUSTAFA KEMAL GERÇEK DİN ADAMLARINCA KARŞILANIRKEN HÜR ADAM NEREDEYDİ?
Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan birkaç gün sonra Havza’ya geçmiştir. Mustafa Kemal Havza’da 6 Haziran 1919’da İzmir şehitleri için bir mevlit okutulmasını ve Cuma namazından sonrada işgali kınayan bir miting düzenlenmesini istemiştir. Mustafa Kemal’in isteği doğrultusunda mevlit okutulmuş ve mitingi düzenlemiştir. Ancak bölgenin en saygın ve tanınmış din adamlarından Sıtkı Hoca’nın mitinge katılamamış olması nedeniyle Mustafa Kemal, mitingin Sıtkı Hoca’nın da katılımıyla tekrarlanmasını istemiştir. İkinci miting, yine bir Cuma günü Cuma namazı çıkışı düzenlenmiştir.[11] Mitingde Sıtkı Hoca şunları söylemiştir:
“Ey cemaat düşmana karşı koymak için elde sopa lazımdır. En gücü yetmeyen en hakir Müslüman Türk bile bugünden tezi yok birer sopa olsun edinmelidir. Buna da iktidarım yok diyebilen kimse var mı?Varsa o da evinde kazmayı, keseri, bıçağı, o da yoksa yumruğunu hazırlasın. Artık zamanı gelmiştir. Hz. Allah’ta, Peygamber Efendimiz de böyle emrediyor.”[12]
Mustafa Kemal daha sonra Amasya’ya geçmiştir. Amasya’da onu karşılayanlar arasında Amasya Müftüsü Hacı Hafız Tevfik Efendi de vardır. Hacı Tevfik Efendi, Mustafa Kemal’i: “Çanakkale’den sonra şimdi de vatanı ikinci defa kurtarmayı ahdettiniz. Her anı endişeler içindeki yurda kurtuluşu nasip kılacak himmete eriştiniz. Hoş geldiniz, Safalar getirdiniz. Himmetiniz payidar olsun” diyerek karşılamıştır.[13]
Mustafa Kemal Paşa Amasya’da, 12 Haziran 1919’da hükümet konağında bir konuşma yapmış ve ülkenin içinde bulunduğu durumu ve yapılması gerekenleri anlatmıştır. Konuşma sırasında orada bulunan vaaz Abdurrahman Kamil Efendi, Mustafa Kemal Paşa’nın konuşmasında “ayet ve hadisleri” çok ustaca ve yerli yerinde kullandığını görünce, “Bu paşa başka paşa…Bu paşa bildiğimiz paşalardan değil” diyerek hayranlığını ve şaşkınlığını dile getirmiştir. Kurtuluş Savaşı’nın önemini çok çabuk kavrayan bu din adamına Mustafa Kemal de çok özel bir ilgi göstermiştir.[14] O gün Mustafa Kemal ve heyeti konaklamak için Saray Düzü kışlasına hareket etmiştir. Burada Mustafa Kemal, Sultan Beyazid Camii Vaizi Abdurrahman Kamil Efendi’den ertesi günkü Cuma hutbesinde Kurtuluş Savaşı’nın öneminden söz etmesini istemiştir. Gecenin ilerleyen saatlerinde Abdurrahman Kamil Efendi, yarınki Cuma hutbesine hazırlanması gerektiğini belirterek Mustafa Kemal’den müsaade istemiştir. Bunun üzerine Mustafa Kemal ayağa kalkarak: “Yanınıza bir adam katayım, karanlıktır” deyince Abdurrahman Kamil Efendi, Mustafa Kemal’in gözlerinin içine bakarak: “Gözlerinizin ışığı beni götürür paşam…” demiştir. Bu söz üzerine biraz duygulanan ve düşünen Mustafa Kemal, hocaya: “Baba! Bu işte muvaffak olmak da var, olmamak da… İnşallah muvaffak olacağız. Eğer olamazsak bizi asarlar. Kelle gider! Ne dersin?” diye sorunca, Hoca Kamil Efendi, yine Mustafa Kemal’in o derin mavi gözlerinin içine bakarak: “Oğul! Sen ki genç yaşta başını vatan millet uğruna feda etmişsin, benim bu ihtiyar kelleyi de koy senin uğruna feda olsun” demiştir.[15]
Ertesi gün Cuma namazı için Sultan Beyazid Camii’ne gelen Mustafa Kemal, avluda Kamil Efendi’yi görünce: “Baba hazırlandın mı?” diye sormuş, Kamil Efendi de kendinden emin: “Tamamdır oğul, tamamdır…” yanıtını vermiştir.
Amasya’da 13 Haziran 1919’da, Abdurrahman Kamil Efendi, Sultan Beyazit Camii’ndeki vaazında halka şöyle seslenmiştir:
“Muhterem evlatlarım! Türk milletinin, Türk hakimiyetinin artık kıymeti mevcudiyeti kalmamıştır. Madem ki milletimizin, şerefi, haysiyeti, istiklali tehlikeye düşmüştür. Artık bu hükümetten iyilik ummak bence abestir. Şu andan itibaren padişah olsun, isim ve unvanı ne olursa olsun, hiçbir şahsın ve makamın hikmeti mevcudiyeti kalmamıştır. Yegane çare-i halas (kurtuluş yolu) halkımızın doğrudan doğruya hakimiyetini ele alması ve iradesini kullanmasıdır..”[16]Vaazdan çok memnun kalan Mustafa Kemal, namaz çıkışı avluda Abdurrahman Kamil Efendi’ye teşekkür etmiştir.[17]
Özetle Mustafa Kemal, Anadolu’ya ayak bastıktan sonra neredeyse her adımında bağımsızlığın kıymetini bilen, “gerçek” din adamlarınca karşılanmış ve desteklenmiştir. Erzurum’da Hoca Raif Efendi ve Şiran Müftüsü Hasan Fahri Efendi, Sivas’ta, Müfttü Abdurrauf Efendi, Hacı Bektaş’ta Çelebi Cemalletin Efendi, Ankara’da Rıfat Börekçi Hoca ve daha başka birçok gerçek din adamı hep Mustafa Kemal’in yanında olmuşlardır.[18]
Bu “Kuvvacı din adamları” Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’le birlikte “Ya istiklal ya ölüm” parolası doğrultusunda “vatan ve namus” mücadelesi verirken Said-i Nursi nerededir? O günlerde Said-i Nursi “Sunuhat” (1920), “Hakikat Çekirdekleri” (1920), “Nokta” (1921), “Rumuz” (1922) gibi risaleler (küçük kitaplar) kaleme almakla meşguldü.[19]

GERÇEK DİN ADAMLARI CEPHEDE SAVAŞIRKEN HÜR ADAM NEREDEYDİ?
Bazı “Kuvvacı din adamları” da Kurtuluş Savaşı yıllarında elde silah düşmanla savaşmıştır. Afyonlu din adamı Müderris İsmail Şükrü Hoca, “Çelikalay” adlı milis kuvvetiyle, Kütahya-Eskişehir Savaşı’na katılmış ve 1934’te Soyadı Kanunu çıktığında kendisine Çelikalay soyadı verilmiştir. İspartalı din adamı İbrahim Efendi ise Isprata Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurmuş, meclis üyesi iken izin alıp cepheye gitmiş, “Demiralay”ı kurarak savaşa katılmıştır. Soyadı Kanunu çıkınca da kendisine Demiralay soyadı verilmiştir.
İsmail Şükrü Hoca ve İbrahim Efendi, Çelikalay ve Demiralay adlı birliklerle düşmanla savaşırken, Said-i Nursi nerededir? O günlerde Said-i Nursi, İstanbul’da “Darül-Hikmet’ül İslamiye” adlı kurumda görev yapmaktadır. “Said-i Nursi bunun son derece mutlu bir dönemi olduğunu belirtmektedir”.[20] 1916 yılında Doğu cephesinde yerel milislerle bölgede Ruslarla çarpışmalara katıldığı, (Bitlis savunması) iddia edilen[21] Said-i Nursi bu “milislik tecrübesinden” Türk milletinin ölüm kalım savaşı olan Kurtuluş Savaşı’nda da yararlanamaz mıydı?

LİBYALI ŞEYH AHMET SUNUSİ GÜNEYDOĞU’DA CAMİ CAMİ GEZERKEN HÜR ADAM NEREDEYDİ?
Kurtuluş Savaşı’na destek veren sadece Türk din adamları değildir, bazı yabancı Müslüman din adamları da Kurtuluş Savaşı’na destek vermiştir. Örneğin, Iraklı Uceymi Paşa, Hindistanlı Muhammed Ali ve Libyalı Şeyh Ahmet Sunisi bu din adamlarından ve Müslüman önderlerden birkaçıdır.
Özellikle Libyalı Şeyh Ahmet Sunisi’nin Kurtuluş Savaşı’na verdiği destek çok önemlidir. Mustafa Kemal, İngilizlerin ve Fransızların, Kürtleri Türklere ve Milli Harekete karşı kışkırtmalarını önlemek, İngiliz ajanlarının Kürt bölgelerindeki ayrılıkçı faaliyetlerine engel olmak ve Kürtleri Milli Hareket’e kazandırmak için gerek Güneydoğu Anadolu’da gerekse Kuzey Irak’ta çok iyi tanınan Şeyh Ahmet Sünusi’yi görevlendirmiştir.[22]
Kurtuluş Savaşı başladığı sırada Bursa’da bulunan Şeyh Ahmet Sünusi’ye bir mektup yazan Mustafa Kemal, onu Ankara’ya davet etmiştir:“Şeyh Sunusi Hazretlerinin Milli mücadeleye yardım hususunda gösterdikleri hassasiyete şükran arz eylerim. Hilafet makamının fiilen işgali faciası karşısında Şeyh Hazretlerinin duydukları infial hissinin İslam alemine tebliği pek ziyade lazım ve faydalı olacaktır. Bu konuda icab eden görüşünüzü ayrıca arz ederiz.. Şeyh Hazretlerinin Ankara’da bulunmalarını arz ederiz.”[23]
Mustafa Kemal’in bu mektubunu alan Şeyh Ahmet Sunüsi, 15 Kasım 1920’de Ankara’ya gelmiştir. Mustafa Kemal, 23 Kasım 1920’de Anakara’da TBMM’de Şeyh Ahmet Sunisi’nin onuruna bir yemek vermiştir. (Said-i Nursi 1922’de Ankara’ya gelince kendisinin özel olarak karşılandığını söyleyerek, bu karşılamadan Said-i Nursi’ye paye çıkarmak isteyenler, Şeyh Ahmet Sunusi’nin çok daha özel karşılandığını bilsinler..)
Şeyh Ahmet Sunusi burada yaptığı Arapça konuşmada. “İslamiyetin yok olmasının muhakkak görüleceği bir halin meydana çıkması üzerine Müslümanların ümitleri kesildiği bir sırada Mustafa Kemal Paşa hazretleri arkadaşlarıyla beraber din uğruna savaşmaya başladılar. Ve siz de beraber savaştınız. Cihat ettiniz. Bu hizmet bütün İslam aleminin devamına İslam aleminin kurtuluşuna ait mukaddes bir vazifedir.” demiştir.[24]Mustafa Kemal cevabi konuşmasında Sunusilerden ve Şeyh Ahmet Sunusi’den övgüyle söz etmiştir: “Sunusi teşkilatı, diğer teşkilatlar gibi sadece bir tarikat değildir. İslamiyetin saadet yolunda yürümeye yönelik esaslı bir teşkilattır. Bu gece huzurlarıyla müşerref olduğunuz zat, İslam aleminde büyük bir esasa dayanan mukaddes bir teşkilatın başında bulunan yüce bir zattır… Dolayısıyla bundan sonra kendilerinin İslam alemine yapacakları hizmetler, şimdiye kadar olan hizmetlerini taçlandıracaktır. Ve bu sayede Türkiye devletinin bütün İslam cihanının dayanak merkezi olan Türkiye devletinin de sağlamlaştırılmasına hizmet etmiş olacaklardır. Seyyid Ahmet Şerif Sunusi Hazretlerinin gelecekteki hizmetlerine şimdiden gerek şahsım ve gerek TBMM namına teşekkür eylerim.”[25]
Mustafa Kemal, Şeyh Ahmet Sünusi’ye “aynı amaca yönelik” üç ayrı görev vermiştir.
İslam dünyasındaki antiemperyalist hareketleri Ankara’nın etkisi altına almak ve bu hareketlerden Türk Kurtuluş Savaşı’na destek sağlamak. Arap dünyasında, özellikle Irak ve Suriye’de Hilafet propagandası yaparak bölgedeki Arapları İngiltere ve Fransa’ya karşı harekete geçirmek, böylece hem Musul-Kerkük bölgesindeki hem de Güney Anadolu’daki İngiliz-Fransız etkisini kırmak. Türkiye içinde özellikle Güney Doğu Anadolu’daki Kürt bölgelerinde Milli harekete katılımı arttırmak.
Mustafa Kemal, Şeyh Ahmet Sunusi’yi “genel vaaz” olarak görevlendirmiştir. Sunusi, Mustafa Kemal’den aldığı bu görevle, özellikle Güneydoğu Anadolu’da çeşitli illerde camilerde vaazlar vererek, Kürtleri, Milli Hareketi desteklemeye çağırmıştır. Her gittiği yerde beyazlara sarılmış olarak verdiği vaazlar ve hutbeler çok etkili olmuş, önde gelen Kürt aşiret reisleri Milli Harekete katılmaya başlamıştır. Ahmet Sunusi, Urfa, Diyarbakır, Mardin’de cami cami, köy köy gezerek halkı Mustafa Kemal’in arkasında Milli Hareketi desteklemeye çağırmıştır. Sunusi her adımını telgrafla Mustafa Kemal’e bildirmiş, Mustafa Kemal’den aldığı talimatları birebir uygulamıştır.[26]Mustafa Kemal, Milli Mücadele sırasında İslam dinine çok büyük bir önem vermiştir. İşgalci Hıristiyan işgal edilen Müslüman olunca “İslam”, ister istemez en önemli “savunma aracı” haline gelmiştir. Türk toplumunun ve İslam dünyasının bütün gerçeklerini çok iyi kavramış olan Mustafa Kemal, içte ve dışta Milli Harekete destek sağlamak için, İslama vurgu yapmıştır: İslam dünyasına yönelik bildiriler, İslami söylemler, TBMM’nin tekbir ve dualarla açılması, cami ve cem evi ziyaretleri hep Kurtuluş Savaşı sırasındaki “İslami Meşruiyet Politikası” ile ilgilidir. Kurtuluş Savaşı’nın başarısı açısından bu politika çok büyük bir önem taşımaktadır. Nitekim İslam dinin en temel özelliklerinden biri de “düşmana karşı direniş” göstermek, yani cihat anlayışıdır. İslama göre işgal altında bir ülkede (Dar-ül Harp) İslamı yaşamak dinen caiz değildir. İslamı yaşamak için öncelikle bağımsız olmak gereklidir. İşte İslamın bu temel ilkesinden hareket eden Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı yıllarında “gerçek” din adamlarına çok ihtiyaç duymuştur. Ve “gerçek” din adamları da hep Mustafa Kemal’in yanında yer almıştır. Şeyh Ahmet Sunusi bu bakımdan çok önemli işler görmüştür.
Bir taraftan Güneydoğu’yu gezerek Kürtleri Milli Harekete katılmaya çağırmış, diğer taraftan Irak’ta ve Suriye’deki Arap Müslümanları Türk Kurtuluş Savaşı’na destek olmaya davet etmiştir. Dahası Mustafa Kemal’in isteğiyle Sivas’ta bir İslam Kongresi düzenlemiştir.
18 Şubat 1921’de Sivas’ta Camii-i Kebir’de toplanan “İttihadı İslam Kongresi”ne Şeyh Ahmet Sunusi başkanlık etmiştir.[27]
Bu kongreye dünyadaki bir çok Müslüman lider katılmıştır. Kongre başkanı Şeyh Ahmet Sunusi, aynı gün Ulu Camii’de bir de hutbe okumuştur. Şeyh’in hutbe metni Ankara’da çıkarılan Sebilürreşad dergisinin 31 Mart 1921 tarihli sayısında yayınlanmıştır. Sunusi hutbesinde, Kurtuluş Savaşı’nı “cihat” olarak adlandırarak: “Müslüman, ecnebi tahakkümünde yaşayamaz, esaret altına giremez. Ecnebi hilelerine kapılmayınız, yaldızlı sözlerine inanmayınız.” demiştir.[28]
Sunusi’nin, Mustafa Kemal’in isteği doğrultusundaki bu çalışmaları, İngiliz istihbaratının dikkatini çekmiştir. İngiliz istihbaratı, Sunusi’nin adım adım Anadolu’yu gezdiğini Londra’ya rapor etmiştir. İngilizler, Sunusi’nin etkisinin Irak, Suriye ve hatta Hicaz’a kadar yayılmasından endişelenmişlerdir.[29]
İşte Libyalı Şeyh Ahmet Sünüsi’nin Kurtuluş Savaşı’na katkıları… Sunusi, Mustafa Kemal’in “İslam politikasını” hem içte hem de dışta başarıyla uygulamasında çok önemli bir role sahiptir. Bu toprakların havasını soluyan Dürrizade Abdullah, Mustafa Sabri gibi hain ve satılmış din adamlarına karşı Libyalı Ahmet Sunusi, Allah adına, İslam adına, Müslüman Türk ulusunun Mustafa Kemal önderliğindeki haklı davasında canını dişine takarak ve hiçbir karşılık beklemeden Türk Kurtuluş Savaşı’nın başarısı için çalışmıştır.
O günlerde, Şeyh Ahmet Sunusi, Selahhaddin Eyyübi ve Mustafa Kemal’i, Kuran’ı Kerim kuşanmış bir şekilde gösteren bir resim Anadolu’da elden ele dolaşmıştır.[30]
Şeyh Ahmet Sunusi’nin Anadolu’da il il cami cami dolaşarak halkı Kurtuluş Savaşı’na katılmaya çağırdığı o günlerde Said-i Nursi nerededir? O günlerde Said-i Nursi İstanbul’da ruhsal değişimler, dönüşümler geçirmektedir. Kendi ifadesiyle, “yakın arkadaşlarından birinin hiç beklenmedik bir ihaneti sonucunda” artık gençlik dönemini geride bıraktığı gerçeğini kavramış ve ruhsal yönden değişmeye başlamıştır! Said-i Nursi, yaşadığı bu ruhsal değişimleri, 1921 yılında Arapça yayımlanan Lemalar adlı bir dizi broşürde anlatmıştır. (Lema’lar, 104)[31]

HÜR ADAM RAHATINI BOZMAK İSTEMEDİ
Said-i Nursi’nin İstanbul Çamlıca’daki evinde kendi kendisiyle hesaplaştığı o işgal günlerinde Mustafa Kemal, Doğu Anadolu’da, Kuzey Irak’ta ve Suriye’de İslamı anlatacak, insanları Kurtuluş Savaşı’na katılmaya çağıracak din adamlarına ihtiyaç duymaktaydı ve bu nedenle Said-i Nursi’yi (Kürt bölgelerinde tanınmış olduğu için) Güney Doğu Anadolu’ya “vaaz” olarak göndermek istemişti. (Nitekim Said-i Nursi de, Emirdağ Lahikası’nın bir pasajında Mustafa Kemal’in kendisinden, Sunusi liderlerin Libya’da yaptıklarına benzer bir görevi yerine getirmesini, yani dini bir ittifak odağı oluşturulmasıyla halkın bu odak etrafında birleştirilmesini istediğini belirtmektedir)[32]. Ama Said-i Nursi, bir türlü İstanbul’daki “rahatını” ve “ruh hesaplaşmalarını” bırakıp Anadolu’ya geçmeye yanaşmamıştı; ta ki savaş bitip, galip belli oluncaya kadar! Bu durumda Mustafa Kemal de Libyalı Şeyh Ahmet Sunusi’den yardım almak zorunda kalmıştı. Evet, Sunusi Türk değildi; ama “bağımsızlığın önemini” bilen cesur bir Müslümandı. İşte, Kurtuluş Savaşı’na katılan birçok din adamı gibi o da gerçek bir Hür Adam’dı.

İŞTE HÜR ADAM’IN KURTULUŞ SAVAŞI’NA KATKISI
Said-i Nursi Kurtuluş Savaşı sırasındaki Kürt İsyanlarını bastırmak için de dişe dokunur bir adım atmamıştır. Tam terinse Kürdistan Teali Cemiyeti’nde yer almıştır.
Said-i Nursi, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını gıyaben yargılayıp idama mahkum eden Kürt Nemrut Mustafa Mahkemesi’ne de ses çıkarmamıştır.
Said-i Nursi, işgal altında bir şehirde, İstanbul’da dini işlerle uğraşmanın, ibadet etmenin dinen caiz olmadığını bilmiyor muydu yoksa?
Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı’na tek katkısı, o da katkı sayılırsa- işgalci İngiliz politikasına karşı bir risale yazması ve Hain Damat Ferit’in isteğiyle ve İngilizlerin desteğiyle İstanbul Müftüsü Dürrizde’nin hazırladığı, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını “dinsiz” ve “zındık” ilan eden hıyanet fetvasına karşı, “bu fetvanın ilmen geçersiz olduğunu” beyan eden “Hutuvat-ı Sitte” adlı bir bildiri hazırlamasıdır.[33] İyi de Mustafa Kemal Paşa ve Ankara Hükümeti, İstanbul Hükümeti’nin bu “hıyanet fetvasına” karşı Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi’nin başkanlığında 5 müftü, 9 müderris ve 6 ilmiye mensubundan oluşan toplam 20 kişilik bir grupla karşı fetva hazırlamıştır. Hazırlanan bu fetvada Anadolu’daki Milli Hareket’in dinen meşru olduğu, padişah ve halifenin düşman elinde esir bulunduğu, esir halifeye zor ve baskıyla fetva yayınlattırıldığı belirtilerek fetvanın geçersiz olduğu vurgulanmıştır. 83 müftünün imzaladığı ve 64 müftünün onayladığı bu karşı fetva ile “düşmana karşı mücadele etmenin din gereği olduğu” duyurulmuştur.[34] Yani, Said-i Nursi’den önce onlarca din adamının onayladığı bir “karşı fetva” yayınlanmıştır zaten.

HÜR ADAM’IN ÇAMLICA SEFASI VE ANKARA YOLCULUĞU
Tekrar soruyorum: “Türk’ün ateşle imtihan edildiği 1918-1922 arasında Said-i Nursi nerededir?”Bu soruya en güzel yanıtı “Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktrinleri” adlı bir kitap yazan Seyfi Güzeldere vermiştir.
İşte o yanıt:
“Molla (Said-i Nursi) İstanbul’a geldiği vakit Mütareke olmuştu. Müslüman-Türk toptan tutsak gitmemek için yer yer birleşip tedbir arıyordu. O hemen, kardeşinin oğlu Abdurrahman’ın Çamlıca’daki köşküne yerleşti. Kitap dediği uyduruk serisini bütünlemeğe başladı. Molla, bu işlerle uğraşırken, Anadolu bağımsızlık savaşının kan ve ateşi içinde idi. Bir dergi, Molla’nın bağımsızlık savaşına katıldığını yazıyor. Doğru değil. O savaşın gazilerinden binlercesi bugün yaşamdadır. Yalnız benim tanıdığım 200 var. Biri diyebilir mi ki bu insan, değil silahla fikir yoluyla olsun bu savaşa katılmıştır.
Önce kendi diyor ki, ‘Tutsaklıktan döndüm, İstanbul’da üç ay kaldım. 1918’in ortasından 1921’in ortasına gelelim. Sonbaharda ayrıldığını söylüyor. Demek 1922 olmaktadır. O zaman Molla’nın İstanbul’da beklemesinin açık gerekçesi oydu ki; Halife kazanırsa, zaten Halifeli, Türk ulusu kazanırsa Türk ola! Halifenin artık çöktüğünü görünce Ankara’dan geçip Van’a gitmiştir. (1922). (Zöhretunnur, sayfa 57)”[35]
Peki Said-i Nursi, 1922 sonlarında neden Ankara’ya gitti? Bu sorunun yanıtını da uzun yıllar Said-i Nursi üzerinde çalışan ve “Bediüzzaman Said-i Nursi Olayı” adlı bir kitap yazan Prof. Dr. Şerif Mardin’den alalım:“(İstanbul’da) kendini herkes tarafından terkedilmiş hissetti; yeğeni ve katibi Abdurrahman yanından ayrılmıştı. Gerçi sonunda ondan bir haber alabilmişti; ama Abdurrahman bundan kısa bir süre sonra öldü. Bu kayıp Said-i Nursi’yi derinden sarstı. Belirttiğine göre özel dünyasının yarısı annesinin ölümüyle kaybolup gitmişti. Abdurrahman’ın ölümü ise özel evreninin diğer yarısının da yok olması anlamına geliyordu. Buna rağmen Abdurrahman’ın ölümüyle ortaya çıkan kayıp kısa bir süre sonra, kendisini Said-i Nursi’nin hizmetine ve yazılarının propagandasına adayan bir başka genç tarafından telafi edilecekti. (Lem’alar, 232)”[36]
Anlaşıldığı kadarıyla Said-i Nursi, işgal İstanbul’unda ülkenin dertleriyle değil, kendi dertleriyle dertlenmektedir. Bazı kayıplar nedeniyle ruhsal bunalımlar yaşamaktadır. Özetle kafası ve ruhu karmakarışıktır. Ayrıca, Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Ankara’da Mustafa Kemal’in önderliğinde yeni bir devlet kurulmuştur. Yani, İstanbul ve Sultan-Halife kaybetmiş, Ankara ve TBMM kazanmıştır. Bu durumda Said-i Nursi, kazananın yanında yer almak, dini plan ve programlarını kazanan sayesinde hayata geçirmek için, 1922’de Ankara’ya gitmiştir. Ancak Ankara’da umduğunu bulamamıştır. Mustafa Kemal’in kuracağı yeni devletin, “aklı ve bilimi” esas alan “çağdaş bir devlet” olacağını anlamıştır. Ancak Ankara’da bulunduğu kısa sürede yine de şansını denemiş, Mecliste “dinsiz bir atmosfer” gördüğünü belirterek(!) “Namaza Çağrı” bildirileri dağıtmıştır. Aslında Mustafa Kemal’in hem yapacağı “dinsel eksenli devrimler” (halifeliğin kaldırılması gibi) için hem de “dinde öze dönüş hareketi” (din dilinin Türkçeleştirilmesi çalışmaları) için gerçek din adamlarına ihtiyacı vardır. Bu anlamda Said-i Nursi’den de yararlanmak istemiş olması olasıdır. Ancak Said-i Nursi’nin Ankara’daki “bazı davranışları” üzerine Mustafa Kemal, kuracağı yeni devletin “çağdaş din adamı” kadrosunda Said-i Nursi’ye yer olmadığına karar vermiştir. Mustafa Kemal’in yanında, cumhuriyet döneminde Rıfat Börekçi, Şemsettin Günaltay, İsmail Hakkı İzmirli, Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi Yazır, Hafız Yaşar Okur gibi daha birçok gerçek din adamı vardır. Bilindiği gibi Mustafa Kemal, Elmalılı Hamdi Yazır’a “Kuran’ın Türkçe Tefsir ve Tercümesi”ni yaptırmış, Kamil Miras Hoca’ya da Buhari’nin Hadis Kaynağını tercüme ettirmiştir. Atatürk’ün isteğiyle tefsir ve tercüme edilen bu eserler, binlerce takım bastırılarak Türkiye’nin “dört bir yanına” ücretsiz dağıtılmıştır.

HÜR ADAM’IN SANSÜRCÜLÜĞÜ
Geçtiğimiz günlerde, Said-i Nursi’nin, 23 Kasım 1922′de Mustafa Kemal’e yazdığı bir mektup ortaya çıktı. Bu mektupta Mustafa Kemal’e: “İslam âlemi kahramanı Paşa Hazretleri” diye hitap eden Said-i Nursi, Atatürk öldükten sonra kaleme aldığı anılarında da bu mektuptan söz etmiştir; ama mektubun girişindeki Mustafa Kemal’e yönelik “saygı ve övgü dolu” ifadelerini sansürlemiştir. 1922’de Mustafa Kemal’e “İslam aleminin kahramanı Paşa hazretleri” diye methiyeler dizen Said-i Nursi, Atatürk’ün ölümünden sonra kaleme aldığı anılarında ve yazılarında Atatürk’e “deccal ve süfyan” demekten çekinmemiştir: Said-i Nursi Redoks’ta, Ankara’ya ikinci kez çağrıldığında neden gitmediğini açıklarken “…Ben Beşinci Şua aslının verdiği haberin bir kısmını orada bir adamda (Atatürk) gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım” diyerek 5. Şua’daki “Süfyan”ın Atatürk olduğunu ima etmiş ve “SÜFYAN ve bir İslam DECCALİNİN Mustafa Kemal olduğu Beşinci Şua’da anlaşılıyor”[37] diyerek de açıkça Atatürk’e süfyan ve deccal demiştir.

Görüldüğü gibi Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı’na “büyük bir katkısı” hatta “bir katkısı” yoktur. Hürriyet mücadelesi sırasında işgal altındaki bir şehirde, İstanbul-Çamlıca’da bir evde bazı kitaplar yazan, bazı cemiyetlere üye olan ve bazı ruhsal değişimler, dönüşümler yaşayan Said-i Nursi’ye “Hür Adam” demek, Kurtuluş Savaşı’nın gerçek “Hür Adam”larına saygısızlıktan başka bir şey değildir.

Kurtuluş Savaşı’na sadece din adamları katkı sağlamış değildir, ayrıca Kurtuluş Savaşı’na karşı, İngiliz yanlısı “hain din adamları” da vardır. Kurtuluş Savaşı’na destek olan sol gruplar, farklı etnik unsurlar da vardır. Bütün bunları bu yazı kapsamında anlatmak mümkün değildir tabi…

Sinan Meydan

[1] http://www.ilk-kursun.com/2011/01/hur-adam-mi-gudumlu-adam-mi/[2] Şerif Mardin, Bediüzzaman Said-i Nursi Olayı, “Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim”, İletişim Yay, 4.bs, İstanbul, 1994, s.145.[3] Mardin, age, s.148.[4] Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, İnkılap Yay, İstanbul, 2010, s.191.[5] Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul, 2007, s.60.[6] Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine üye olan o 16 din adamı şunlardır: Ankara’da Müftü Rıfat Börekçi, Afyon’da Müftü Sait Efendi, Amasya’da Müftü Hacı Tevfik Efendi, Bilecik’te Müftü Mehmet Şükrü Efendi, Bolu’da Müderris Kürtzade Mehmet Sıtkı Efendi, Çankırı’da Müftü Bekirzade Ata Efendi, Denizli’de Ahmet Hulusi Efendi, Erzurum’da Hoca Raif Efendi, Hakkari’de Müftü Ziyaeddin Efendi, Isparta’da Şeyh Ali Efendi, Kırşehir’de Müftü Halil Hilmi Efendi, Konya’da Ali Kemal’i Efendi, Sivas’ta Müftü Abdurrauf Efendi,Van’da Müftü Şeyh Masun Efendi, Yozgat’ta Müftü Mehmet Hulusi Efendi, Zonguldak’ta Müftü İbrahim Efendi. Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, İnkılap Yay, 3.bs, İstanbul, 2010, s.326, dipnot: 590.[7] Mustafa Yıldırım, Meczup Yaratmak, Ankara, 2006, s.73,74; Mardin, age, s. 147.[8] Yıldırım, age, s.32,33.[9] Mustafa Çalışkan, Kurtuluş Savaşı Sırasında Din Faktörü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1991, s.122; Meydan, age, s. 335.[10] Çalışkan, age, s.123; Meydan, age, s.335.[11] Yakın Tarihimiz, C.I, S.12,17, Mayıs, 1967, s.359; Meydan, age, s. 327.[12] Recep Çelik, “Milli Mücadele Döneminde Atatürk ve Din Adamları”, Atatürk’ün İslama Bakışı, Belgeler, ve Görüşler, Ankara, 2005, s.78.[13] Hüseyin Menç, Her Yönüyle Amasya, Amasya, 1997, s.202.[14] Hüseyin Menç, Milli Mücadele Yıllarında Amasya, Ankara, 1972, s.36,37; Meydan, age, s. 329.[15] Çelik, age, s.83; Meydan, age, s. 330.[16] Menç, age, s.202; Meydan, age, s.330.[17] Ahmet Emin Yetkin, “Abdurrahman Kamil Efendi’nin Oğlu İle Yapılan Roportaj”, Uğraşı dergisi, Yıl 1, S.7, 15 Haziran 1969: Menç, Milli Mücadele Yıllarında Amasya, s. 38; Çelik, age, s.26 (dipnot 25) Meydan, age, s. 330.[18] Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, s.331 vd.[19] Mardin, age, s.145,146.[20] Mardin, age, s.148.[21] Mardin, age, s. 144, 145.[22] Meydan, age, s.452.[23] Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.7, s.171.[24] Celal Bayar, Ben de Yazdım, , C.2, İstanbul, 1997, s. 490,491.[25] Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.10, s. 117-119.[26] Meydan, age, s.455,456.[27] Mustafa Oral, “Şeyh Sunusi’nin Kemalist Misyonu”, Toplumsal Tarih, Ağustos, 2005, S.140, s.70.[28] A. Necip Günaydın, “Milli Mücadele’de Şeyh Sunusi’nin Sivas’taki İttihad-ı İslam Kongresi ve Ulucamii’deki Hutbesi”, Tarih ve Düşünce, Aralık, 2003, Ocak, 2004, s.45; Meydan, age, s.397.[29] Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, C.3, s. 279.[30] Meydan, age, s.457.[31] Mardin, age, s.149.[32] Emirdağ Lahikası, 1959, 10; Mardin, age, s.153.[33] Mardin, age, s.153.[34] ATASE, KI, 525, D, 129, F.2; Alemdar, 5 Mayıs 1336, Hakimiyet-i Milliye, 5 Mayıs 1336, İrade-i Milliye, 22 Nisan 1920, Meydan, age, s.361.[35] Seyfi Güzeldere, Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktirnleri, İstanbul, 1966, s.132,133.[36] Mardin, age, s.153.[37] Şualar, Redoks, s.417.

aynı ben




kurabiyelere en çok yakışan şekil ne biliyor musunuz?işte benim kahramanım kurabiye canavarından bir kurabiye değerlendirmesi :)))

6 Ocak 2011 Perşembe

postacı geldi

Bugün söylendim ya kendime acıdım ya biraz, ama mutlu olmayı seçtim ve bu seçimim yanıtsız kalmadı tam 6 tane daha yeni yıl kartım geldi, kaldı 13 :))

- Şuşu benim için bir yeni yıl perisi göndermiş, dileklerimi gerçekleştirsin diye,
- Serrose ayı Vini'yle bal gibi bir yıl geçirmemi dilemiş,
- Favori çizgi film kahramanım Ratatuy (böyle yazılmıyor biliyorum) Zeren bana bir noel baba göndermiş,
- Ben planlar yaparken hayatın karşıma çıkardığı insanlardan Burcu kendi elleriyle yaptığı bir kardan adam yollamış, neyse ki yolda erimemiş,
- Pofidik şeker'den bol kalpli, şekerli bir kutlama gelmiş,
- Mavi Balon'un sarı zarflı kartı odama güneş gibi girmiş,

bu tutmuş, bu pişirmiş, bu yemiş. Bu günlüğün yazarı az önce kocaman bir simiti beyaz peynir ve çay eşliğinde hüpletmiş.

kendime acıma seansı-yazdım bitti


Aynadaki aksimden nefret ediyorum. Dün akşam öylesine sinirli, öylesine gergindim ki kendimi aynada görmeye dayanamadım. Öfkemi içimi atıp bastırmak ya da oğluma, eşime bağırıp durmak yerine yorulana kadar yastığımı yumrukladım, sonra da hüngür hüngür ağladım. Ağlarken uyumuşum. Elimde iki kitap biri Kredi Derecelendirmesi ve Finans diğeri İnsan Ruhuna Yöneliş okumak istediğim ve ilgimi çeken İnsan Ruhuna Yöneliş, okumam gerekense Kredi Derecelendirmesi ve Finans kitabı. Rüyamda yine psikoloğumu gördüm, gideyim de biraz dinlesin beni. Sabah kalktığımda kendime sordum bugün neyi seçiyorsun mutlu olmayı mı yoksa tüm gün somurtup kendine acımayı mı? İçimdeki ses mutlu olmayı dedi. O yüzden şimdi buraya yazıp zehirimi akıtıyorum, sonra gülümsüyorum. Mutluyum aynaya bakmadığım sürece. Yaklaşık 10 gün once saçlarımı kestirdim, kuaför o kadar iğrenç kesti ki diplerinin açıklığı tamamen ortaya çıktı, dün akşam makası elime alıp aralardan yol yol kesesim geldi. Zaten tuttuğunda eline pek saç gelmiyor o kadar kısa yani. Bir ara tamamen kazıtayım da kurtulayım diye geçirdim içimden. Doktorlar herhangi bir hormonal sorun bulamazken niye ben giderek kelleşiyorum. Nil Gün’ün Geçmişin Gölgeleri kitabında saç dökülmesi sorunu yaşayan bir kadınla ilgili şöyle bir yorumu var. Kadın kendini kadın olarak hissetmek istemediği ve kadınlığından utandığı için kadınlığın simgesi olan saçları dökülüyor. Benim de saçlarım üniversite döneminde dökülmeye başladı, ama oğlumun doğumundan sonra çok arttı. Bugünlerde yastığın üzerinde yine çok sayıda saç var.

Mavi yazma tez solar aney, ciğerimi dağlama çalıyor şu anda. Ağlama yar diyor. Ağlıyorum kendime, kendi güzellik algıma. Beynim saç ya da kilo önemli değil, sen güzel bir kadınsın derken yüreğim aynadaki aksimden tiksiniyor. Tartılmaya korkar oldum, kısacık saçlarım ve aydede gibi tostoparlak yüzümle yeni yılda çekilen fotoğraflarda 50 yaşın üzeri yaşamdan yılmış klasik ev kadınları görünümüm var. Neredeyse üniforma gibi üzerimdeki kıyafetler kirlenene kadar aynı şeyleri giyiyorum. Hiç makyaj yapmıyorum, oje sürmüyorum.Sabahları nemlendiricimi bile sürmeye üşenir oldum. Ciddi ciddi peruk almayı düşünüyorum. Dün dünya kadar abur cubur yedim. Sözde dikkat edecektim, ama moralimi bozacak en ufak olayda kendimi bir gofret paketini açarken ya da kuruyemiş yerken buluyorum. Eşim hala bir iş bulamadı, ailesininin baskısı nedeniyle sıkıntı içinde, 6 yaşındaki oğlum nedeni ruhsal sıkıntı olan gül hastalığı olmuş. Dün akşam evde küçük çaplı bir öfke patlaması yaşadım. Herkesin benim ilgime ihtiyacı var, bense… Öf ya yazmayacağım artık.Bugün akşam kuaföre gidip kaşlarımı aldırayım bari.

5 Ocak 2011 Çarşamba

kartpostal kardeşliği

Kartpostal etkinliğimizle ilgili durum raporu bildiriyorum sayın seyirciler,
İlk elime ulaşan kartlar İzmir’den Nihan’ın kendi elceğiziyle yaptığı kardan adam ve Müge’den gelen ışıl ışıl yeni yıl süslerinden oluşan bir Unicef kartı, sonrakilerse şöyle,
- İçinde misler gibi kokan bir sabunla Mine Hanım’ın kartı,
- Marmaris’ten kalkıp gelen yine el emeği göz nuru hem de süpriz hediyeli Buğday Tanesi’nin kartı,
- Bursa’dan gelen el emeği bir kitap ayıracı şeklinde Elifinelizi’nin kartı
- Kafama yağıp duran sıkıntı yağmurlarından beni korusun diye üzerine şemsiyeler yapıştırılmış Leylak Dalı’nın kartı,
- Lale’nin Bahçesi’nden gelen eski İstanbul kartı,
- Define Adası’nın sahibi hazine gibi insan Defne’den gelen çam ağaçlı Unicef kartı,
- Zeynep’ten gelen yine el yapımı ve zenginliğin simgesi mor renkli kart,
- Mihriban Hanım’dan gelen eski İstanbul kartı,
- Serap’tan gelen simli mimli elinde dürbünü bana bakan bir noel baba kartı,
- Sinem’den gelen sırtına olanca hediyeyi yüklenmiş simle kaplanmış bir noel baba kartı,
- Taaa Singapur’dan gelen ve iş yerindeki arkadaşlarımın şaşkın bakışlarına neden olan A-H’nin kartı
Toplamda 13 kart, ben 32 kart postaladığıma göre PTT senden 19 kart alacağım var. E hadi ama…

Bu fotoyu da 27 Aralık'da çekmiştim.Bazı kartlar fotoğrafta yok. Noel Baba şeklindeki kaktüsüm nasıl?



farkındayım


Dün akşam incesaz’da André Rieu’nun muhteşem Toronto konserinden bir bölümü izlerken farkettim:

Ben konserdeki tüm sanatçılara hayranlık duyuyorum. Müzisyenlere, buz pateni yapanlara, dansçılara, ses sanatçılarına hepsine hayranlık duyuyorum, ama kimi kıskandım biliyor musun? André Rieu’yu mu, buz pateni yapanları mı, vals yapan güzel kızları ya da gökyüzünde süzülen meleği mi dersin? Hiç birini, ben o konseri organize eden, planlayan, sahnenin kurulumunda çalışan ekibi yöneten kişinin yerinde olmak istedim. Yaşadığım hayatın beni tatmin etmeme sebeplerinden biri de bu, ben organizasyon yapmayı, proje insanı olmayı seviyorum. Hoş neden bilmem uzun zamandır bu tarz şeylerden kaçıyorum. Mükemmel olmaması, başarız olmak, beğenilmemesi, onaylanmamak gibi nedenlerle kendimi bu tarz şeylerden uzak tutuyorum.

1999 yılındaki depremdeki yoğun organizasyon eksikliğini, yardım için gönderilen şeylerin ortalıklara atıldığını gördüğüm haber programlarında aklımdan geçen, ben olsaydım neler yapardım olmuştu.

Bu duyguyu tam olarak kelimelerle ifade etmekte güçlük çekiyorum, ama birşeyi hem çok sevip hem de ondan uzak durmak tam olarak yaptığım. Elimi taşın altına koyma cesaretini yıllardır gösteremedim. Bugün sabah bu konu hakkında düşünürken bir karar aldım. İlk küçük organizasyonumu oğlumun doğumgününde bir ev partisi yaparak gerçekleştirmeye karar verdim. Küçük detaylarla oğlum için güzel bir 6 yaş partisi planlayacağım.

4 Ocak 2011 Salı

mutluyum ben


Evvet kıskançlığım işe yaradı. :)) Nihan'ım burdaki çizimini bana uyarlayıp banner olarak göndermiş, ben de yeni yılda yeni tema diyerek içimi en kıpır kıpır eden, beni neşelendiren rengi seçip temamı değiştirdim. Kararlıyım bu yıl, mutlu olmayı seçiyorum.
Sabahtan beri internet berbat olsa da, hiç bir blog doğru düzgün açılmasa da açılanlara yorum yazılmasa da dışarda simsiyah bir gökyüzü ve delice yağan bir yağmur olsa da sabah uyanamayıp işe geç kalsam da yılbaşı akşamı arkadaş Leylak Dalı'nın Pino'ya imzalatıp gönderdiği kitabın da içinde bulunduğu oğlumun hediyeleri olan poşete bir bardak kırmızı şarabı dökse de minik bıdığım gül hastalığı olsa da eşim dün cep telefonunu çaldırsa ve ailesiyle tartışsa da evimin heryeri her yerde olsa da ben bir türlü ders çalışmaya başlayamasam da yine de mutluyum.

Mutluyum ben, gönlümün yaşadığı şehirde hiç görmesem de yüreğime dokunan bir dostum olduğu için. Mutluyum ben, içimde inanılmaz bir huzurla başladım bu yıla ve ilk defa bu kadar sevgi dolu hissediyorum kendimi.

İnce ruhlu Leylak Dalı da ayıracımı yapacak, biraz terbiyesizliğim için azarladı örtmenim ama kıyamadı bana. :)) Kartpostal etkinliğimizdeki kartlarım da geliyor, ama bir çoğu henüz elime ulaşmadı. Kartpostallarım için çikolata kutusunu kaplayıp bir kutu yaptım kendime, açıp açıp ara ara gelenleri seviyorum. İçim mutlulukla doluyor.

Eeee Şuşu, Pino ve Göksu bekliyorum ama! İsteyenin bir yüzü kara vermeyen zenci.

3 Ocak 2011 Pazartesi

sırıtan kedi


Evlendiğimizden beri bu yıl ilk kez eşimin ailesiyle yılbaşı kutlamadık. Daha önceleri benim bu tarz taleplerim olmuş, ancak eşim tarafından uygun karşılanmamıştı. Bu yılsa arkadaşlarla konuşup yeni yılı birlikte kutlamaya karar verdik, ancak eşim arkadaşla konuşup mümkünse bizim onlara gitmemizi istedi. Kayınvalidelerle aynı binada oturmanın sakıncaları. Neyse sonuçta iki bayanda çalışıyoruz, birlikte birşeyler hazırlarız dedik. Ben bir gece öncesinden hazırlıklarımı tamamladım. Mercimekli börek, kabak mücveri, kereviz salatası, börülce salatası ve mercimek köftesi hazırladım. Eşim de evde olduğu için tavuğu pişirdi, erzağımızı toplayıp gittik arkadaşlara. İki aile gayet güzel eğlendik. Ben aslında şarap ve rakı severim, her ikisi de içerken iyi, ama sonrasında mideme çok dokunuyor. Bu kez değişiklik yapıp votka içeyim dedim. İyi ki de öyle yapmışım, çok keyifli saatler geçirdim, gecem mide bulantısıyla kabusa dönmedi. Bu arada çok güzel bir karışım keşfettim. Votka, kahve likörü,süt ve buzla yapılan bir kokteyl. Belki bir ismi vardır, ama ben ilk kez içtim ve çok beğendim.Saat sabah 5’te eh artık yatalım dedik, gözümü bıdığımın sesiyle açtığımda saat 11 olmuştu.

Tüm ev ahalisi ışıl ışıl bir sabaha uyandık.Gayet keyifli bir kahvaltı sonrası benim bu güzel havayı evde geçirmeyelim söylemlerimle hazırlanıp Nilüfer Belediyesi tarafından Ekim ayı gibi açılan Japon Çay Bahçesi’ne gittik. Hava biraz ayaz olmasına rağmen, güneşin altında oturup çiçek açan çaylarımızı içtik. Top şeklinde kapalı, üzerinde kırmızı bir çiçeği olan çay sıcak suya atılınca çiçek gibi açılıyor. Hafif bir tadı var, üstüne de güzel bir kahve içip biraz sohbet, biraz gazete okumakla akşam üstünü ettik. Sonrasında tekrar arkadaşlara döndük.

Sabahtan konuşup, akşama da film gecesi yapalım “Avatar” ı izleyelim diye kararlaştırmıştık. Ben daha once filmi sinemada üç boyutlu olarak izlemiştim, ama 3D filmlerdeki o ekranı karartan koyu renk gözlük nedeniyle filmdeki muhteşem renkleri tam olarak göremediğimi düşüdüğümden filmi evde de izlemeyi istiyordum. Arkadaşın muhteşem Sony televizyonu ve blu-ray Avatar ile gece saat 12’ye kadar ilk izlediğimde de çok beğendiğim bu görsel şöleni tekar izledim. Neredeyse iki tam günü dışarda ve çok keyifli bir şekilde geçirmiş olarak evimize döndük.

Pazar günü de evde biraz ev işi biraz miskinlikle geçti. Yapmam gereken temizliği yine ilerleyen günlere erteleyerek biraz gazete okuyup biraz nezle olan ve burnu çeşme gibi akan oğluma sarılıp yatarak günü geçirdim.

Yeni yılın ilk iki günü gayet keyifli geçti. Bugün de D&R’a gidip kendime kedili bir Giller takvimi ve tavşanlı bir anahtarlık aldım. 2011 yılı Çin Takvimi’ne göre tavşan yılıymış, eşim de tavşan burcu. Umarım bu yıl onun ve tüm ailemiz için iyi bir yıl olur. Ben de tavşan yılını bana hatırlatsın diye kendim için minik tavşan objeler almaya karar verdim. Çünkü kendimle ilgili de yapacağım iç yolculukta şansa ihtiyacım olacak.

2010 yılının son günlerinde iş yoğunluğumun da azalmasıyla birlikte iki haftaya toplam dört kitap sığdırarak kendimi aştım. Beni gerçekten çok etkileyen “İyi İnsanlar Neden Kötü Şeyler Yaparlar?”, hemen ardından Mutluluk Projesi ve Işığı Arayanların Karanlık Yanı ile Şah ve Sultan okuduğum kitaplar. Hepsi de birbirinden güzel ve beni çok etkileyen kitapalr oldu. Mutluluk Projesi’ni bilmeyen yoktur herhalde, o yüzden onunla ilgili pek birşey söylemeye gerek yok. Şah ve Sultan’sa İskender Pala’nın şiirsel anlatımıyla Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail arasında iktidar mücadelesinin sevgi deseniyle süslenmiş tarihsel bir roman. Şah ve Sultan hakkında daha sonra yazacağım, ama öncesinde Reha Çamuroğlu’nun İsmail kitabını da okumak istiyorum. Diğer iki kitapsa analitik psikolojinin kurucularından Jung’un gölge kurama üzerine yazılmış kitaplar. Her iki kitabında temel söylemi kendinizi iyi olmak için zorlamayın, öfkeliyseniz öfkenize sahip çıkın ve doğru kanileze edin, kıskanıyorsanız bu duygunuzu kötü olmamak adına bastırmayın ve kabul edin. Erdemli olmak uğruna kötü duygularımızı yok saymamalı ve bastırmamalıyız. Varlıklarını kabul edip, doğru kanalize etmeliyiz. Kısaca anafikir bu, ama özellikle ilk kitap çok daha derinlikli analiz edilmesi gereken düşüncelerle dolu.

Ben de bu kapsamda kıskançlık duygumu doğru kanalize etmek istiyorum. Sevgili Leylak Dalı; Pino, Şuşu, Oip ve Zero için yaptığın keçeleri deli gibi kıskandım. Yılbaşı hediyelerimi ve kartımı da çok beğendim. Ama ben de tavşan yılına atfen üzerinde tavşan deseni olan keçeden bir kitap ayracı istiyorum.

Ve takip ettiğim, yeteneklerine saygı duyduğum, bayıldığım muhteşem kadınlar, Pino, Şuşu, Oip, Göksuk, Nihan, yeni yıla ilişkin bannerlarınızı da çok kıskandım, ceza olarak hepiniz benim için bir tane hazırlayıp bana göndereceksiniz. Çok kıskandım çooook…











Tam da şu anda harika birşey gerçekleştiğine inanan nbk :)))