26 Şubat 2013 Salı

yalan

"Çevremdeki insanların yalanlarına hala kanıyorum ya salağım ben. Ayrıca doğruyu söylemek bu kadar kolayken, insan neden zoru seçer ve yalan söyler? Hadi söyledi, nasıl geceleri rahat uyur? Benim kendi söylediğim yalanlar beni bazen çok huzursuz ediyor. Sonra diyorum ki yalan söylemiyorum aslında bükerek anlatıyorum. "

daha dün yazmıştım bu cümleyi ona. çok güvendiğim, inandığım birine.

akşam anladım ki bana gözümün içine bakarak yalan söylemiş. dünya gerçekten çok boktan bir yer. bana yalan söylediği gerçeğini içime sindirebilecek miyim? bilmiyorum.

15 Şubat 2013 Cuma

tembellik hakkı

“Çalışın işçiler, çalışın. Toplumsal serveti ve kendi yoksulluğunuzu artırmak için çalışın. Çalışın ki daha da yoksullaşıp daha çok çalışmak ve tekrar yoksullaşmak için bazı nedenleriniz olsun. İşte bu, kapitalist üretimin acımasız yasasıdır. Ekonomistlerin aldatıcı sözlerine kulak veren işçiler kendilerini canla başla çalışma tutkusuna adamışlardır. Onlar tüm toplumu ve toplumsal organizmayı baştan sona sarsan sanayideki aşırı üretimin buhranını içlerine atıyorlar. Hatta ürün çokluğu ve talep yokluğu yüzünden fabrikalar kapanıyor ve açlık işçi nüfusa adeta kırbaçla veryansın ediyor. Çalışma doğmasıyla şaşkına dönen işçilerin, sözde verimli dönemde başlarına bela aldıkları aşırı üretim, bugünkü yoksulluklarının nedenidir.”


Demiş Paul Lafargue Tembellik Hakkı kitabında, çalışmak tembel olmamak gerçekten bir erdem mi diye sorgulamadan edemiyor insan. Kimin için çalışıyoruz, başka insanlar bizim emeğimizle daha zengin olsun daha rahat yaşasın diye çalışmıyor muyuz? Yaptığımız işin kime faydası var allah aşkına. Toplumun güvenliğini sağlamıyoruz, sağlıkçı değiliz kimsenin hayatını kurtarmıyoruz, öğretmen değiliz insanları yetiştirmiyoruz, aşçı olsam başka insanların karnını doyururum, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için üretimin bir parçası değiliz. Yaptıkça daha anlamsız gelen bir işim var. Lafargue’nın yaşadığı dönemde kötü koşullarda çalışan işçiler gibi değil miyiz bu devirde, giderek daha da köleleşen beyaz yakalılar topluluğu. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte işlerimizi evimize taşıyan 7/24 hizmet beklenen insanlar. Boş zamanın, kendine ayıracağın dakikaların olmasın, sana laptop verdik, cep telefonu verdik her zaman hizmete hazır ol. Hep istesinler senden ve sen sorgusuz vermeye devam et. Sana verilenlerle yetin, daha fazlasını isteme, hiç kimse vazgeçilmez değil. Bir de iş yerinde kişiliksiz, birilerinin sırtına basarak bir yerlere gelmiş insanlarla uğraş. Bu değildi hayattan beklediğim diyorum. Babam polis olduğu için büyüdüğüm küçük ilçelerde hep memur çocuğu olarak farklıydım. Küçük bir ilçede herkes tarafından tanınmanı sağlayan bir ayrıcalık. Herkes babasını önemli görür eminim ama ben babamın hep saygın ve işe yarar bir mesleği olduğunu düşünmüşümdür. Yani polisler olmasaydı güvenlik nasıl sağlanırdı, katiller nasıl yakalanırdı. Çocuk aklımla kötü polisler de olabileceğini bilmiyordum tabi ki, polislerin aslında iyi insanlara kötülük yapabileceğini bilmiyordum. Öyleleri vardıysa da ben öylelerini tanımıyordum. Her işin başka insanlara faydası olmalıydı. Fırıncı ekmek yapardı, manav sebze meyve satardı. Ben ne yapıyorum? Yaptığım işi değersiz görmek çoğu zaman kendimi de değersiz hissettiriyor. İşimden ibaret değilim, ama büyük parçam ona ait. Eskiden işe ilk başladığım zamanları düşünüyorum. İnsan o zamanlar her şeyi değiştirip geliştirebileceğine inanıyor, sonra yaşadıkça görüyorsun yaptığın iş öylesine anlamsız ki sen de hevesini yitiriyorsun. Keşkeler ekleniyor hayatına hiç fark etmeden, Çok fazla” keşke” ve “ama” ekleniyor hayatına. “Ama” diyorsun çünkü bahaneye ihtiyacın var. Bölümüm değişip yeni bölüme ilk gittiğimde kendimi uzun süre sonra gerçekten işe yarar bir iş yapacak biri gibi hissetmiştim. Orada yapacağım iş önemli bir şeydi çünkü gözümde. Zamanla yaptığımız bu işi de değersizleştirip, yok aslında siz olsanız da olur olmasanız da dediler. Beni yaptığım işler ve yaşadığım ilişkilerde en çok tatmin eden şeyin anneliğim olduğunu düşünüyorum. Hayatına değer ve anlam kattığım tek insan oğlum. Ben gerçekten insanlar için bir şeyler yapan, değer yaratan biri olmak istiyorum. Başta kendi hayatım olmak üzere çevremdeki insanların hayatlarını daha mutlu daha yaşanılır kılmak istiyorum. Biraz uzun yazdım yine işim yok bugün, umarım okurken sıkılmamışsındır. Bir sonuca ulaşmadım yine yazarken, ama kendimi değersiz hissetmemin en önemli nedenlerinden biri işim sanırım. Başarılı olsam ne farkeder ki benim çok iyi, bilgili bir çalışan olmamın kime ne faydası var. Tek fayda galiba birlikte çalıştığım insanların benimle rahat çalışmaları olur, ama insanlar o kadar çıkarcı olmuş ki tek amaçları seni kullanmak. Bilmek, saygı duyulmayı ve sevilmeyi sağlamıyor.



11 Şubat 2013 Pazartesi

sound of the silence

bir şeyin yanlış olduğunu bile bile yine de neden yapmaya devam eder insan? üstelik bazen derin bir suçlulukla  bazen de yaramaz bir çocuğun aldığı hazla. yanlış diye tanımladıktan sonra bile sorguluyorum aslında neye göre kime göre yanlış? yanlışı sürdürme nedenim belki de bu aslında tam olarak yanlış olduğuna kendimi inandıramamam.

bir sabah uyanıyorum, güzel bir gün diyerek başlıyorum o ana, keyifle, umutla açıyorum gözlerimi. 1-2 saat sonra derin bir umutsuzluk ve pişmanlık doluyor yüreğime, vazgeç diyorum kendime. ihtiyacın olan bu değil. tam vazgeçmeye karar vermişken içimden başka bir ses ama buna ihtiyacın var diyor.

beynimin içinde çok sesli yurttan sesler korosu.

sussa tüm sesler tam bir sessizlik olsa. dingin bir huzur. ihtiyacım olan şey bu aslında. içimde derin bir sessizlik, o zaman yüreğimin sesini duyabileceğim.



içinden ne geçiyorsa o anda onu söylemek ne büyük lüks. ne zaman yitirdik bu lüksü? kibar olmak adına, başkasını kırmamak adına, elalem ne der diyerek kendimiz olmaktan ne zaman vazgeçtik?

beynimdeki sesler, annem, babam, arkadaşlarım, eşim, dostum, çevrem, toplumsal hafızam bir susun artık ben kim olduğumu duymak istiyorum. sizin değil kendimin sesini duymak istiyorum.