29 Ocak 2010 Cuma

içimizdeki şaman

"Duygularım yoktu sanki benim.Duygularımı tek tek edinmek,öğrenmek zorunda kaldım yaşamım boyunca.
Ama utanç hep vardı.Ezelden beri vardı.Duygularımın ilkiydi herhalde.Sevmekten,sevilmekten bile önceydi utancın gelip yakama yapışması."
Tolga Meriç

okudum ve öylece kalakaldım.ben niye kendimi böyle ifade edemiyorum?ortaokulda üniversiteye giden bir aile dostumuzun kızı beni bir gün gezmeye okuluna götürmüştü.ilk pizzamı yedirmişti.ben o güne kadar hiç pizza yemediğim için sadece peynirli pizza istemiştim.sinemaya falan gitmiştik.günün akşamında karşılıklı yattığımızda bana hiç unutamadığım o cümleyi söylemişti.

"sanki duyguların donmuş gibi,bugün hiç mi eğlenmedin ya da hiç mi sıkılmadın?niye böyle tepkisizsin."

duygularımı tek tek edinmeye,öğrenmeye çalışıyorum.bu çabamda bana en iyi gelen kitaplardan biri nil gün'ün içimizdeki şaman oldu.çok zor duygularını tanımak ve onları doğru yönlendirmek.

destek


yemek blogları lütfen ben diyet yaparken çikolatalı pastalar,muffinler,kurabiyeler,havuçlu kekler yapıp durmayın.burnuma çikolatalı pasta kokusu geliyor vallahi.hadi bakiyim aslanlarım benim hep beraber salata,sebze yemekleri,fırında hafif et yemekleri tarifleri veriyoruz.destek istedik,köstek değil.lütfeeeeen!!!bloo gibi oldu :)))

diyet dünlüğü 28.01.2010

07.30-1 bardak yarım yağlı süt
08.30-2 dilim çavdar ekmeği,üç dilim peynir,yarım domates,yarım biber,maydanoz,yeşil çay
10.00-1 küçük ayva
12.30-1 kepçe tavuk suyu çorba,kuru fasulye,yeşil salata,1 dilim ekmek
15.00-1 bardak ayran
16.00-1 elma
17.00-1/2 paket tahıllı eti form yeşilçay
19.15-6 yk pırasa,marul salatası
20.30-1 armut
21.00-1/2 paket eti form,yeşil çay
spor:0

bu son olsun

gazete okumaktan korkar oldum artık.okuduğum her haberle yüreğimin üzerindeki ağırlık biraz daha artıyor.genelde canımı sıkan haberlere sadece şöyle bir göz gezdiriyorum.sabah sabah yine moralim bozuldu.ingiltere'de bir kadın 3 yaşındaki oğlu ve 18 aylık kızını öldürüp arabasının bagajına koymuş,ondan sonra da polise teslim olmuş.nasıl bir psikoloji kendi çocuklarını öldürebilir aklım almıyor.çocuklara üzülüyorum,sonra da diyorum ki böyle bir anneyle yaşayıp onlar da psikopat olacaklarına kurtulmuşlar diyorum.kim kimin yaşama hakkını alabilir?doğumuna karar veren allah iken bir insanın ölümüne nasıl sebep olur bir insan.hele ki bu senin çocuğunsa.çocuk ölümleri beni çok üzüyor.çünkü onlar öylesine masum ki nasıl bir zihniyet bir çocuğu öldürmek isteyebilir.

bu arada durgun don'a da sinir oluyorum.önce adam kendi öz kızına tecavüz etti.şimdi de erkek kardeşi kocasından ayrılan ablasını taciz ediyor.yuh artık be yuh...

cem karaca'nın çok sevdiğim şarkısıyla sözlerimi bitiriyorum.

ne yalnızlık ne de yalan üzmesin seniii.
doğarken ağladı insan
bu son olsun bu son.

28 Ocak 2010 Perşembe

çiko

giller masa takviminin 29 ocak güzeli çiko...

seni kucağıma alıp mıncırmak istiyorum.

diyet dünlüğü 27.01.2010

07.30-1 bardak yarım yağlı süt
08.30-2 dilim çavdar ekmeği,üç dilim peynir,yarım domates,yarım biber,maydanoz,yeşil çay
10.00-1 küçük ayva
12.30-1 kepçe mercimek çorbası,4 izmir köfte,yeşil salata,1 dilim ekmek
15.00-1 bardak ayran
16.00-1 elma
17.00-1/2 paket tahıllı eti form yeşilçay
19.15-6 yk ıspanak,1 yk yoğurt,maydanoz salatası
20.30-1 elma
21.00-1/2 paket eti form,yeşil çay
spor:0
15 dk göbekte çalkalama kemeri

dergi dergi ne ki derdi?

"Üç ayda bir çıkacak edebiyat dergisi “Roman Kahramanları” piyasaya çıktı.

Derginin genel yayın yönetmeni Irmak Zileli ilk yazısında şunları kaleme aldı:

MERHABA…

Onlar ikinci bir hayatın kahramanları. Hem gerçek yaşamın içinden çıkan, hem de o yaşamın “rutin”, “sıkıcı”, “günlük” edimlerinden uzak, ama daha çok seçilmiş olayların, seçilmiş hikâyelerin, seçilmiş ruhsal ve duygusal hallerin içinde yaşayan kişiler; roman kahramanları. Hem bizden birileri, hem değil… Hem çok tanıdık, hem biraz yabancı… Hem alabildiğine gerçek, hem olağanüstü…
Gerçek yaşamda hiç kimse birbirini bu denli derinlemesine tanımaya, anlamaya ve çözümlemeye çalışmazken, kâğıt üzerinde karşımıza çıkan bu kişileri keşif yolculuğunun böylesine cezp edici olması belki de bu saydığımız karşıtlıklardan!
Onlar hakkında söylenecek her sözün, kurulacak her cümlenin, birinden ötekine geçerken değişeceğini biliyoruz. Raskolnikov hakkında söylenecekler ile Anna Karanina için söylenecekler kuşkusuz farklı. Tıpkı gerçek yaşamda insan ve ruh çeşitliliğinin sayılamayacak denli çok olması ve her biri için yapacağımız yorumların değişkenliği gibi. O yüzden her roman kahramanı, yeni bir insanın ruh dünyasının kapılarını açacaktır önümüzde. Roman kahramanları üzerine ortaya atılacak genel geçer önermeler, bir yerde mutlaka tökezleyecektir. Belki de bu nedenle yapılabilecek en iyi şey, her bir roman kahramanı hakkında derinlemesine konuşmayı, yazmayı, düşünmeyi ve tartışmayı başarabilmek olmalı. Genel ve kuramsal sonuçlara da böylesi bir sürecin ardından varılmalı.
İşte, dünya edebiyat tarihinin uçsuz bucaksız derinliğinde tanıdığımız o kahramanlar hakkında bir dergi çıkarma hikâyemiz bu düşüncelerle başladı. Her sayımızda iki yerli, iki yabancı roman kahramanı üzerine dosyalar hazırlamak fikri hemen ardından doğdu. Yazıların yalnızca edebiyatın penceresinden yaklaşmaması gerektiğini düşündük sonra. Roman kahramanı dediğimiz, insan ruhunun bir suretiydi madem, ona psikolojiden felsefeye, edebiyattan tarihe, hukuktan antropolojiye insan bilimlerinin farklı dallarının bakış açılarıyla yaklaşmak daha anlamlı olacaktı… Bu ilk sayıda yoğun olarak edebiyatçıların kalem oynattığının farkındayız, ancak gelecek sayılarda sözünü ettiğimiz farklı yaklaşımlara yer vereceğimizi şimdiden duyuralım…
Roman Kahramanları’nın sonraki sayılarında, akademik yazılara yer verdiğimiz kadar, deneysel ve edebi ürünlerin de bulunmasını istiyoruz. Sınırlarımızı ve ufkumuzu geniş tutuyoruz. Ocak sayımız yeni doğan bir bebeğin ilk adımları sayılırsa, önümüzdeki aylarda tüm okurlarımızın, edebiyatçılarımızın ve bilim insanlarımızın katkılarıyla adımlarımızı büyütmeyi ve sağlamlaştırmayı umuyoruz…
Bu ilk sayıya katkıda bulunan herkese teşekkürlerimizle…

Irmak Zileli"


güzel bir edebiyat dergisi arıyorum.usta okuyucu olmayan çömez bir okuyucunun anlayabileceği cinsten.bugün araştırırken bu dergiyi gördüm yeni yayınlanmaya başlanmış.dergi okumayı çok seviyorum.her ay kendime birkaç çeşit dergi alırım,ama şöyle gönlüme göre bir edebiyat dergisi bulamadım.her çeşit dergiyi seviyorum.eskiden popüler tarih diye bir dergi vardı ona aboneydim.şimdi galiba çıkmıyor.bir ara bilim teknik'e abone olmuştum.şimdi formsante'ye üyeyim.dönem dönem değişen psikolojime göre her yıl bir tane dergiye abone oluyorum,ama yine de her ay başka dergiler alıyorum.food and travel'ı seviyorum bu aralar.içime gezgin kaçtı ya :))) .bir de her ay aldığımız meraklı minik'i ben oğluştan daha zevkle okuyorum.bu ay ne yapacaklar diye heyecanla bekliyorum.güzel ve anlaşılır bir ekonomi-finans dergisi bulmam lazım bir de.malum işle ilgili.ama çok sıkılıyorum ekonomi ve finans haberlerini okurken.işimi eğlenceli hale getirmeliyim,ama nasıl?

düşüş


dün gazete okurken akşam tnt'de babel filminin olduğunu gördüm ve cep telefonumun hatırlatmasını kurdum,çünkü unutacağımdan emindim.bugün gazeteyi okurken aklıma geldi.telefonumu çantamda bıraktığım için alarmı duymadım ve unuttuğum için de filmi izleyemedim.

dün akşam uzun zaman sonra çalkalama kemerimi çıkarıp göbeğime taktıp.spor yapmıyorum bari göbeğime pasif hareket yaptırsın dedim ve niye kanepenin altına kaldırdığımı birden hatırlayıverdim.kemer çalışırken benim bıdıkta gelip yanağını kemere dayıyor ve yanağının sallantısı hoşuna gittiği için de otomatik çalışma süresi bitene kadar kafasını kemerden kaldırmıyor.neyse kemerle işimiz bitince biraz yap boz yaptık,tarlamızı hasat ettik,"kilere giren gelinci" ve "kaplumbağa ile tavşan" kitaplarını okuduk ve yattık.bu arada bu iki kitabı oğluşuma yeni yıl hediyesi olarak gönderen fatoş'a (7.oda) çok teşekkürler.ben onca kitap almama rağmen evde sadece arabalar'ı okuyorduk ve bana her akşam aynı kitabı okumaktan fenalık gelmişti.bu kitapları ise ince olmalarına rağmen (genelde ince kitap okumamı istemiyor,kitap ince olunca çabuk bitiyormuş hemen yatması gerekiyormuş küçük beyin)her gece okumamı istiyor.oğluş saat 10'da uyuyunca ben de bir boşlukta hissettim kendimi.uzun süre zincirli kalıpta tasması salınmış köpek gibi oraya buraya koşup ne yapacağımı şaşırdım.tırnaklarıma bakım mı yapsam,kitap mı okusam,tv mi izlesem,film mi izlesem bilemedim.,

en sonunda uzun zamandır izlemek istediğim the fall (düşüş) filmini izlemeye karar verdim.eşime de dedim gel birlikte film izleyelim,tamam dedi oturduk televizyonun karşısına.film beni daha ilk sahnesinden vurdu.suyun içinden çıkan bir erkek ve muhteşem bir müzik.filmin renkleri çok güzeldi.benim amelie'de de çok sevdiğim sanki alt tonlarda hep bir yeşil varmış gibi bir rengi vardı filmin.belki sinema dilinde teknik bir adı vardır,ama ben böyle isimlendiriyorum.parlak,canlı renkler,masalsı bir anlatım,hele bir nikah sahnesi vardı,gözlerimi ayıramadım.küçük kızın oyunculuğu ise muhteşemdi.dişlerini,yanaklarını yerim ben onun.:))) bu arada eşim filmin konusunu anlamadı,bir de ona açıklama yapmak zorunda kaldım.neyse o filmde sıkıldı ve kitap okumaya başladı (durgun don'un 4.cildini okuyor).ben sanki kendi rüyalarımdan birini izliyormuşum gibi filmi izliyorum.herşey çok çok güzeldi.müziği,görüntüler,küçük kız.yalnız keşke film altayazılı olsaymış dedim.seslendirme de biraz sorun var gibi geldi.orjinal sesiyle izleseydim daha iyi olacaktı.film saat oniki gibi bitti ve ben zihnimde beni çok etkileyen birkaç sahneyi tekrar canlandırarak yatağıma gittim.çok güzel sahneler vardı,mistiğin ve kölenin ölüm sahneleri çok güzel kurgulanmış ve çok etkileyiciydi.

27 Ocak 2010 Çarşamba

matbaanın keşfi


şubat ayında türkiye'de 10.000 adet dijital kitap yayınlanacakmış,işin öncülüğünü de idefix yapıyormuş ve ıpod tarzı dijital kitap cihazları satılmaya başlanacakmış.belki bu sayede her yeni modelde telefonunu değiştiren teknoloji sapığı tipler birbirine hava atmak için bu cihazlardan alıp,okuma yarışı içine girerler.kimbilir :)))

gezgin

internette gezinirken en çok kimleri kıskanıyorum biliyor musun?gezginleri.bugün http://ozlem-pansiyon.blogspot.com/2010/01/seyahat-bloglar-gezi-siteleri.html yazısını okuyunca içim bir garip burkuldu.bense kendimi bir ağaç gibi hissediyorum.köklerim öyle derinlerdeki yerimden kımıldamam imkansız sanki.duvarıma bir dünya haritası asıp gittiğim yerlerin üzerine kırmızı kalemle bir çarpı atmak ve bir süre sonra haritamın kırmızıya çalmasını hayal ediyorum.sanırım içime bir gezgin kaçtı.yüzüklerin efendisi'ndeki ağaçlar (isimleri aklıma gelmedi) gibi ben de köklerimi topraktan çıkarsam ve yürümeye başlasam ne süper olur.ama bunun için hem para hem de daha az sorumluluk gerekiyor.üniversite yıllarımı ne kadar boş ve anlamsız geçirmişim.sanırım yaşamadan öleceğim.piyangodan da para çıkmıyor ki işi gücü bırakıp alıp başımı gideyim.

2004 yılı haziran ayında karadeniz turuna çıkmıştım.yaşadığım en güzel 1 haftaydı.bir daha da öyle güzel tatil yapmadım.koca bey ben öyle sabahın körü kalkıp yollara düşemem diyerek benimle gelmemişti.yeni yerler görmek,yeni şeyler öğrenmek...işte benim tatil anlayışım.o tatil dönüşü hamile olduğumu öğrenmiştim.yani sümele manastırına falan tırmanırken benim bıdış içimdeymiş.şimdi oğlum biraz büyüsün onunla birlikte tekrar karadenize gitmek istiyorum.karadeniz turu,lykia turu,gap turu...önce türkiye,sonra da italya.evet yurt dışında gitmek istediğim ilk ülke italya,sonra da paris'i görmek istiyorum.sonra japonya.gezi yazılarını,kitaplarını okuyorum,ama görmek istiyorum,oraların havasını,yemeklerini koklamak istiyorum.

diyet dünlüğü 26.01.2010

07.30-1 bardak yarım yağlı süt
08.30-2 dilim çavdar ekmeği,üç dilim peynir,yarım domates,yarım biber,maydanoz,dereotu,yeşil çay
10.00-1 küçük ayva
12.30-1 kepçe domates çorbası,6 yk ıspanak,yoğurt,1 dilim ekmek
15.00-1 bardak ayran
16.00-1 elma
17.00-1/2 paket tahıllı eti form yeşilçay
19.15-3 yk karnıbahar yemeği,lahana,brokoli,pırasa ve domatesten oluşan salata
20.30-1 portakal
21.00-1/2 paket eti form,yeşil çay

spor:0
1 gün daha sağlıklı beslendim.aferin bana :))) akşam için yaptığım salata çok güzel oldu.lahanayı ve 1 tane pırasyı doğradım,içine 1 tane de domates ekledim.haşlanmış brokoliyi de elimle içine didikledim.sonra üzerine çok az zeytinyağı,sirke ve limon ekledim.tuz özellikle koymadım.gayet lezzetliydi.kayınvalidem de sağolsun oğlu da diyet yapmaya karar verince akşamları sebze pişirmeye başladı.şimdi tek sorun benim bıdık.ıspanak,karnıbahar,pırasa ve lahana yemiyor kendisi.okulda yermiş sadece,evde yemezmiş.ben de gidip okuldaki aşçının yanında staj yapacağım.

26 Ocak 2010 Salı

heyooo!!!

çok mutluyum çoook.az önce yeni kitap siparişi verdim.yakında uzun zamandır istediğim bir kitap elimde olacak.biliyorum durgun don'a başladım ve ağır aksak ilerliyorum,ama ne yapayım onu da araya ufak ufak sıkıştırırım.zaten öykü kitabı.kitapçıda beğenmiştim ve çok pahalı diye almamıştım.bir baktım kitapyurdu'nda bayağı indirimli hemen aldım.yine de pek ucuz sayılmaz ama ne yapalım artık.

durgun don'un ilk cildindeyim henüz 110 sayfa falan okudum.ilk defa şolohov okuyorum,keyifli bir yazar,tabii tasvirleri seviyorsanız.dün akşam okuduğum bir paragrafı çok beğendim,aksinya'nın duygularını tarladaki ekinlere benzetmesi çok etkileyiciydi.evde ve yalnız olduğum bir gün mutlaka o paragrafı buraya yazmalıyım.

kitabı okurken bir taraftan da kızıyorum,köpürüyorum.kadının ikinci sınıf insan olarak görüldüğü,alınıp satıldığı,değer verilmediği bir toplummuş kazaklar.bize ne çok benziyorlar.kitabın henüz başlarında olduğum için tam yerinde bir yorum olmayabilir,ama aksinya şimdilik favori kahramanım,bir de bir erkek kahraman var-her zamanki gibi adı aklıma gelmiyor-kavga edenleri ayırıp duran iri yarı bir kazak. bir de onu seviyorum.uzun bir destanın henüz başındaymışım gibi geliyor.uzun bir yolculuk.isimlerini telafuz etmekte zorlansam da (melekoflar'dı galiba) don nehri kenarında yaşayan bir kazak ailesinin öyküsü şimdilik.devamını okudukça yazarım.unutmamak için.çok unutkanım çooook.

not:bu arada heyecanla beklediğim kitap kafka'nın bütün öyküleri.

diyet dünlüğü 25.01.2010

7.30-1 bardak yarım yağlı süt
8.30-üç dilim beyaz peynir,1 domates,1 biber,maydanoz,dereotu,2 dilim tam buğday ekmeği,yeşil çay
10.00-1 ayva
12.30-1 kepçe ezogelin çorbası,tonbalıklı roka salatası,2 dilim ekmek
15.00-1 armut
16.00-1/2 paket etiform
19.30-6 yemek kaşığı kabak yemeği,1 kase haşlanmış brokoli,2 yemek kaşığı yoğurt
20.45-1 elma
21.00-1/2 paket limonlu eti form+yeşil çay

spor:0

kendime kocaman bir alkış.dün öğle yemeğinden sonra bir tane form çay içtim.çay çok fena midemi bulandırdı,sanırım tansiyonumu düşürdü.artık içmeyeceğim.gün içinde işyerinde aklıma pek abur cubur gelmiyor,ama evde ağzıma yediği çikolatalardan tıkıştıran bir bıdış olunca sağlıklı beslenmek biraz zor.paylaşımcı oğlum beniiim. :)))

sevgili eda (bir demet fesleğen bloğunun sahibi şeker insan) beni en ilginç 7 özelliğimi yazmam konusunda mimlemiş.mimi aldım.ilginç birşeyler bulunca yazacağım.ben sıradan bir kadınım, ne ilginçliği?

25 Ocak 2010 Pazartesi

niye ben?

kilo aldırıcı osmanlı iksiri varmış.nasıl yani???!!!sağlık problemleri olanları tenzi edirek söylemek isterim ki yiyecek bu kadar güzel ve zararlı şey varken insan nasıl kilo alamaz.ver bak benim yanıma o kilo almak isteyenleri 2 ayda en az 5 kilo garanti. :)))

kilo almak istiyorum ama alamıyorum diyenlere uyuz oluyorum.nasıl alamazsın kardeşim?akşamları tv karşısında 2-3 paket çeşitli aromalarda cips,koca bir kase patlamış mısır,bir kase çerez veya çekirdek,1 paket gofreti ye bak nasıl kilo alıyorsun.gün içinde sıkı sık ve çok çok besleneceksin.zavallı bense sık sık ve az.üstelikte tadı güzel ve zararlı olan şeylerin hepsi yasak.şu an evde yalnızım ve bu satırları yazmasam elim hemen masanın üzerinde duran hanımeller çokodamlalıya gidecek biliyorum.bisküvisi kıtır kıtıt,içindeki çikolata taneleri ise ağızda eriyor.mmmm....yo yooo şeytan beni kandırmazsın.geçecek bu günler biliyorum.atacağım tüm o zararlı kilolarımı.o zamana kadar çevremde zayıf ve her istediğini yiyen yine de kilo almıyorum diyen kimseyi görmek istemiyorum.yok efenim 1 kilo ekmek kadayıfını bir oturuşta yermiş de yine de hiç kilo almazmış.neden herkese şapır şupur da ben gibi kullarına yarabbi şükür?

kitaplar faydalıdır.



seviyorum bu kediyi :))))

kardan kızdan haberler

dışarıda hava buz gibi,bizim işyerinde de öyle.çünkü klimalarımız çalışmıyor.hangi akllı şahsiyet bursa gibi bir yerde koca binanın klimayla ısınabileceğini düşünmüşse kendisine burda yılın gerzeği ödülünü vermek istiyorum.akşama eve kardan kız olarak gideceğim galiba.keşke yanımda havuç da getirseydim. sessizliğim diyetten,şekerli gıdalar gitmeyen beynim ilk şoku henüz atlatamamışken bir de üstüne bugün işyerimin buzdolabı hali eklenince sesim soluğum çıkmaz oldu.beynimin algı kapasitesi diplerde.hafta sonu kitabımı bile okuyamadım.dün hepi topu 20 sayfacık okudum.durgun don, durgun gidiyor vallahi.üzerine poposu ağır biri mi geldi ne oldu?cumartesi günü bıdığın okuluna karne törenine gittik.bizim için bir şarkı hazırlamışlar.çok şekerdi hepsi.oğluşum bulut olmuş.sabahtan erkenden kalktı(saat 9) babasına 1 saat saçlarını yaptırdı.hani horoz ibiği gibi ortada dikiyorlar, saçlarını öyle istiyormuş.sonra dışarı çıktık,kar yağıyor.saçı bozulur diye beyefendi şapka giymedi.okuldan çıknca da gitmezsek hatırı kalacağı için korupark’a gittik.cumartesi akşamı eve geldiğimde yorgunluktan öldüm.pazar günüyse tüm gün evdeydim.eşim yine rahatsızlandı,tansiyonu yükseldiği için evde tembellik yapmaya karar verdik.bir ara bıdık babasıyla kartopu oynamaya dışarı çıktı,ben evde yemek yaptım,çamaşır astım,tam oturdum kitap okuyacağım geldiler.dün akşam yıldız savaşları’nın ilk filmini izledim,yine evde küçük bir kriz yaşandı.oğluş yatmak istemedi.neymiş efendim ben niye yatmıyormuşum.benim kıza ihtiyacım yok,oğluş benim kumam.işi gücü benimle uğraşmak.farmvillede bile babasının tarlası benimkinden güzel olmalı.ben bir level yukarda olsam evde kıyametler kopuyor.eşim de diyor geln yatıver sen de.hayııııır diye bağrındım ben de.10 gündür evde söyleyip duruyorum.24 ocak’ta yıldız savaşları var,izlemek istiyorum diye.bu kadarcık,ufacık keyifleri de çok görmeyin bana yahu!bir haftasonu da böyle geldi geçti.aslında sıkıntılıyım.ne olacak bu kocanın iş durumları?

22 Ocak 2010 Cuma

bizim çocuklarımız

Öğretmen Rıfat Ilgaz'ın 1943 'Çocuklarım' adlı şiiri
Çocuklarım

Yoklama defterinden öğrenmedim sizi,
benim haylaz çocuklarım!
Sınıfın en devamsızını
bir sinema dönüşü tanıdım,
koltuğunda satılmamış gazeteler...
Dumanlı bir salonda
kendime göre karşılarken akşamı,
naneşekeri uzattı en tembeliniz...
Götürmek istedi küfesinde
elimdeki ıspanak demetini
en dalgını sınıfın!
İsterken adam olmanızı
çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
palto, ayakkabı yüzünden.
Kiminiz limon satar Balıkpazarı’nda
kiminiz Tahtakale’de çaycılık eder;
biz inceleyeduralım aç tavuk hesabı,
tereyağındaki vitamini
ve kalorisini taze yumurtanın!
Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta,
çevresini ölçtük dünyanın,
hesapladık yıldızların uzaklığını,
Orta Asya’dan konuştuk
laf kıtlığında.
Neler düşünmedik beraberce
burnumuzun dibindekini görmeden
bulutlara mı karışmadık!
“Hazan rüzgârı”nda dökülmüş
“hasta yapraklar”a mı üzülmedik!
Serçelere mi acımadık, kış günlerinde
kendimizi unutarak!

keşke tüm çocuklar şubat tatilinde tatil yapabilse.bazıları tatilde tam zamanlı çalışıp eve ekmek götürecek,bazılarıysa dersanelere gidecek,ders çalışmaya devam edecek.en şanslıları ise galiba sokakta saklambaç,yakan top,köşe kapmaca oynayabilecek olanlar.tabi hala sokakta oynayan çocuk kaldıysa?tüm çocuklar için dileğim;çocukluklarını tüm güzelliğiyle yaşayabilmeleri ve ilerde iyi ki yaşamışım diyecekleri,kocaman bir gülümsemeyle hatırlayacakları anılar biriktirmeleri.

gittim,gördüm,kendime yuh dedim!


az önce diyetisyenden geldim.hoş bir bayan,enerji dolu,pozitif.bakalım bana ne kadar yardımcı olacak.hırsla ve azimle başladığım bir çok diyetin sonu verilen kiloların daha fazlasının alınmasıyla son buldu.ilk sonuçlar pek iç açıcı değil.84 kilo olmuşum :(( şu resimdeki ayıcık gibiyim yani,yumoş yumoş .hipotiroid ve inisülin direncim var,bu nedenle zor kilo veriyorum ve kilo veremeyince de demoralize olup herşeyden vazgeçiyorum dedim.o da bana hayatımdaki en önemli şeyin istikrar olması gerektiğini söyledi.krom almamı önerdi.zaten alıyorum.bu arada triod ilaçlarının kemik erimesini arttırdığını söyledi.iyi ki akşamları magnezyum,kalsiyum vitamin alıyormuşum.ona rağmen kemiklerimde bir miktar sorun oluşmaya başlamış.endokrnoli uzmanının söylediği cümlelerinin aynını o da kurdu.şeker,kalp,tansiyon hepsinin riskini taşıyormuşum.kalp yaşım 36 çıktı.oooo sen benim gibi sıkıntılı bir insan olsan kalp yaşın 60 olurdu diyecektim demedim :)). neyse çıktım uzun bir yola,yanımda mavi gözlü çıtıpıtı bir diyetisyen,yolculuğum hayırlı uğurlu olsun.bu uzun yolculuğun sancılı günlerinde karamsar ve çekilmez olabilirim.biliyorum disiplinli bir hayatla özgürlüğün kapılarını aralayacağım.diyet listem şöyle.herşey saatli.hafta sonları da erken kalkmam lazım.bakalım,böylece erken kalkmaya da alışırım.
7.30-1 su bardağı yarım yağlı süt
8.30-iki dilim ekmekle,peynir ve yeşillikli sandviç+yeşil çay
10.00-1 meyve
12.30-1 kepçe çorba+1 porsiyon ana yemek+salata veya maydonoz+2 dilim ekmek
15.00-Ayran
16.00-1 meyve
17.00-1/2 paket etiform+yeşilçay
19.30-6 kaşık sebze yemeği+salata
20.45-1 meyve
21.00-1/2 paket etiform+yeşilçay

müzik eklemeyi bilmiyorum,ama bu yazıyı zihnimde "eye of the tiger" varken yazdım.

çiçekler ne renk olur?

“Bir sabah, küçük çocuk okuldayken öğretmeni seslenmiş: ‘Bugün resim yapacağız.’ Küçük çocuk çok sevinmiş. Resim yapmayı çok severmiş. Her türlü resim yapabilirmiş: Aslanlar, kaplanlar, tavuklar, inekler, trenler ve tekneler. Mum boyalarını çıkarmış ve başlamış çizmeye. Ama öğretmeni: ’Bekleyin! Daha başlamayın’ diye bağırmış. Ve herkes hazırlanana kadar beklemişler. ‘Şimdi’ demiş öğretmeni, ‘Çiçek resmi yapacağız’. Küçük çocuk sevinmiş. Çiçek resmi yapmayı çok severmiş. Güzel güzel çiçekler yapmaya başlamış. Pembe, portakal rengi ve mavi rengârenk çiçekler. Ama Öğretmeni: ‘Bekleyin! Ben size nasıl yapacağınızı göstereceğim’ demiş. Tahtaya bir çiçek resmi çizmiş. Sapı yeşil, kendi kırmızıymış. ‘İşte böyle.Tamam şimdi başlayabilirsiniz’ demiş öğretmeni. Küçük çocuk öğretmeninin çizdiği çiçeğe bakmış. Sonra da kendi çiçeğine. Kendi çizdiği çiçeği daha fazla sevmiş. Ama bunu söylememiş. Kâğıdın öteki yüzünü çevirmiş. Ve öğretmenininkme benzer bir çiçek çizmiş. Yeşil saplı kırmızı renkli bir çiçek.”
Bir başka okulda aynı çocuk ve yeni öğretmeniyle bir başka perde ve çok güzel:
“Daha ilk gün, öğretmeni: ‘Bugün resim çizeceğiz.’ demiş. Küçük çocuk çok sevinmiş. Öğretmeninin komut vermesini beklemiş. Ama öğretmen hiçbir şey söylememiş. Sadece sınıfın içinde, öğrencilerin arasında gezinmiş. Küçük çocuğun yanına gelince: ‘Resim çizmek istemiyor musun?’ diye sormuş. ‘İstiyorum’ demiş küçük çocuk, ‘Ne çizeceğiz?’ . Öğretmeni: ‘Buna sen karar vereceksin’ demiş. ‘Nasıl çizeceğim?’ diye sormuş küçük çocuk. ‘Nasıl istersen öyle’ demiş öğretmeni. ‘Hangi renkle boyayacağız?’ diye sormuş küçük çocuk. ‘Hangi renkle istersen onla’ demiş öğretmeni. ‘Eğer herkes aynı resmi çizerse, aynı renkle boyarsa, kimin yaptığını nasıl anlayabilirim?’ diye eklemiş. ‘Bilmiyorum’ demiş küçük çocuk. Ve pembe, portakal rengi ve mavi çiçekler yapmaya başlamış.” (Helen E.Buckley, “Küçük Çocuk”)

oğlum 5 yaşında ve beni şimdiden okul sıkıntısı bastı.eşimle konuştuk,özel okula göndermek istemiyoruz.çünkü ikimiz de ilkokulda okulun değil öğretmenin önemli olduğuna inanıyoruz.korkuyorum hem de çok. ışıl ışıl parlayan çocuğumun birinci paragraftaki gibi bir öğretmene düşüp ışığının sönmesinden çok korkuyorum.bilgili,idealist,çocukları seven ve aynı zamanda da disiplinli bir öğretmeni olsun istiyorum.çünkü biliyorum ilk okul öğretmeni çok önemli.okula bakışını belirleyecek olan kişi.oğluşumun milli eğitimin kırık çarkları arasında ezilip yitmesinden korkuyorum.bursa'da devlet okulunda çalışan nitelikli bir öğretmen arıyorum.gazeteye ilan mı versem? :)))

not:oğlumun doğum günü yaklaşıyor.büyüyor,büyüdükçe benim zihnimdeki kugular da büyüyor.

bu sabah kar var bursa'da

bursa'ya kar yağıyor.çelimsiz,isteksiz,kararsız.o da tutkularını yitirmiş.sahi tutku nasıl birşey?

21 Ocak 2010 Perşembe

kocama


SEVGİLİM


Sevgilim,
başlar önde, gözler alabildiğine açık,
yanan şehirlerin kızıltısı,
çiğnenen ekinler
ve bitmez tükenmez ayak sesleri :
gidiliyor.
Ve insanlar katlediliyor :
ağaçlardan ve danalardan
daha rahat
daha kolay
daha çok.

Sevgilim,
bu ayak sesleri, bu katliâmda
hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman...

Nazım Hikmet Ran

dilek

kocam işinden ayrılmaya karar vermiş.ben de nasıl mutlu olacaksan öyle yap dedim.umarım sıkıntılı bir döneme girmiyoruzdur ve herşey daha iyi olur.

20 Ocak 2010 Çarşamba

tam isabet

"senin tüm varlığın bastırmak yüzünden zehirlenmiştir. Öfkeyle yiyorsun ve bir kimse öfke ile yediğinde bunun başka türlü bir niteliği olur; Bir kimse öfke olmadan yediğinde onu izlemek çok güzeldir, Çünkü o şiddetsiz bir şekilde yer. Et yiyor olabilir ama şiddet olmaksızın yer ; belki sen sadece meyve ve sebze yiyor olabilirsin. Fakat Öfke bastırılmışsa, vahşice yersin. Sırf yiyerek dişlerin , ağzın öfke açığa çıkarır. Sen yiyeceği sanki düşmanmış gibi çiğnersin . "( Osho, Duygular . ganj yayınları )

ağzın bal yesin osho,ne güzel de tarif etmişsin. :)))

başlangıç

dün akşam ve durgun akardı don'a başladım.yaklaşık 50 sayfa kadar okudum.kitap okurken genelde bende kitabın kahramanlarından biri olurum.kitapta anlatılan mekanı ve kahramanları zihnimde canlandırır ve kitabın tamamını o zihnimdeki hayal eşliğinde okurum.dün akşam bu konuda bayağı zorlandım.50.sayfaya geldiğimde kitap henüz zihnimde yeni canlandı.mekanları kavramakta ve kahramanları algılamakta biraz sorun yaşadım.uzun zamandır klasik okumadığım için olsa gerek romana biraz geç adapte oldum.neyse bana hayırlı olsun bakalım 1628 sayfalık kitabıma başlamış bulunuyorum,bakalım ne zaman dört cildide okumuş olurum.

dün akşam ben kitabı okurken eşimin de ilgisini çekti (hayret!) aaa sen ne okuyorsun öyle dedi.meğer o bu kitabı durgun don adıyla yıllar önce okumuş.kütüphanede olacak bu kitap dedi.hayır ben bunları yeni aldım dedim.o da iddia etti,benim bu kitaplarım vardı evlenirken getirmiştim diye.ama yanılıyor,evlenirken çeyiz olarak hiç kitap getirmedi kendisi.ama akşam ikna edemedim,bu yüzden haftasonu bütün kitaplığı boşaltacağım ve madem kendisinde böyle klasikler vardı şu anda nerdeler diye hesap soracağım.

stardust


masalları,fantastik romanları,filmleri,dizileri seviyorum.pazar günü de bir film ve dizi arasında seçim yapmam gerekti.saat sekizde hem merlin hem de yıldız tozu vardı.ben merlin'i daha sonra da izleyebilirim diyerekten filmi seçtim.iyi ki de öyle yapmışım, oldukça keyifli zaman geçirdim.gerçi benim film izlemelerim evde bir bölünmeye neden oluyor,ama benim de kendime zaman ayırmaya ihtiyacım var.bıdık babasıyla birlikte diğer odada çizgi film izledi,ben de salonda filmimi.bizim evde esaret söz konusu,tv açıldığı anda çizgi film izlemek zorundayız,başka hiçbirşey izleyemiyoruz.ben de bugünlerde bu duruma baş kaldırdım,belirli programları diğer odada tek başıma izliyorum.filmi gerçekten çok beğendim.gerçek aşk nedir ve insan aşkı için neleri göze alabilirin güzel bir yorumu.robert de niro'nun oyunculuğu çok iyi.kaptan shakespeare olarak yüreğimin bir köşeciğinde yer edindi kendisi.

yürümekle yollar aşınmaz

yıllardır kilo konusundan muzdarip biri olarak egzersize ilişkin keşfettiğim bir şeyi yazmak istedim.en güzel egzersiz; sabahları uyanır uyanmaz açık havada yapılan 1 saat yürüyüş.eğer varsa sizi motive edebilecek bir arkadaşınızla sabahları 1 saat yürüyün.hoş ben yapabiliyor muyum.tabi ki hayır.çünkü sabah 8'de işe gitmek için evden çıkmam gerekiyor.yürümek için altıda kalkmam lazım.o saatte her yer karanlık oluyor,bir de parktaki sürü halinde gezen kocaman başıboş köpekler.onlardan da korkuyorum.bir ara o köpekleri uzaklaştıran sinyaller yayan aletlerden bile almayı düşündüm.7'li 8'li gruplar halinde geziyorlar,çete gibiler.hiç bir şey yapmasalar da sadece havlamaları bile beni korkutmaya yeter.sonuçta hayvan,ne yapacağını bilemezsin, beş dakika önce başka bir insan kızdırır,köpüşe tekme falan atar zarar verir, sen de tam o esnada oradan geçiyor olursun,o da gelir seni ısırır.korkuyorum işte,kocamanlar.biri üzerime atlasa kendimi anında yerde bulurum.eskiden belediye bunları toplar bhayvan barınağında bakardı,şimdi aşılayıp kulaklarına küpe takıp salıyorlar sokağa.hayvancıklar aç mı susuz mu diyen yok.onlar da haliyle saldırgan olabiliyorlar.hadi köpekleri geçtim,yürüyüş arkadaşı bulamıyorum kendime.eğer imkanınız varsa mutlaka sabahları yürüyün.benim zor kilo veren bünyem bile sabah yürüyüşüyle ayda dört kilo verdi.sonra üç ay akşamları spor salonuna gittim,bir kilo bile vermedim.artık arkadaş aramaktan vazgeçtim de şu köpek korkusu sorununu çözersem tekrar yürüyüşe başlamalıyım.çok büyük ve kalabaklıklar.huyunu suyunu bilmem,neye sinirlenir anlamam,korkuyorum işte köpeklerden.eşime diyorum gel beraber yürüyelim,yok efendim sabah sabah sıcak yatağından kalkıp yürümeye falan gidemezmiş.bu arada onun kilolar da aldı başını gidiyor.yakında 100'e dalya diyecek.tansiyon desen 18'lere çıkıyor.ama beyefendi koca totosunu kaldıramaz.korkunun ecele faydası yok diyip yakında düşeceğim yollara.

19 Ocak 2010 Salı

farkındayım

seviyorum ben bu blog işini.okuyorum ve çok şey öğreniyorum.hayatta beni en çok mutlu eden şeyse öğrenmek.hep açım öğrenmeye.her zaman,her yerde,her yaşta...yaşamımın en mutlu zamanları neden öğrencilik yıllarımmış şimdi anladım.insanın kendiyle ilgili yeni farkındalıklar yaşaması çok güzel.

yine yeniden


cuma günü diyetisyene gidiyorum.hayırlı uğurlu olsun.bakalım bu seferki beni yeterince motive edebilecek mi?aslında ben ne yiyip ne yememem gerektiğini biliyorum bilmesine de uygulamada ufak bir problemim var.ufak,ufacık,yaklaşık 30 kilo kadar fazla olarak geri dönen bir problem.yeni bir kitaba başladım.yine bu konuyla alakalı."buda size yemeğe gelse" aslında illede roman grubuyla "ve durgun akardı don" u okuyacağım.kitaplarımı aldım.ama kilo verme psikolojimi desteklesin diye bu kitabı okuyayım dedim.bakalım neler olacak?yaşayıp göreceğim.

hepsi rüya

yine mahşer yeri gibi bir kalabalık vardı.her zaman böyle olurdu zaten.konu komşu,tüm akrabalar düğün yemeklerinde toplanır,kimi yemeğin hazırlanmasına,kimi servise kimi de bulaşığa yardım ederdi.hep ilginç gelmiştir bana düğün ve ölüm arasındaki benzerlik.düğün yemekleri ile yas yeri yemeklerinin aynı oluşu.koyunlar,tavuklar kesilir,şehriye çorbası,kurufasulye veya nohut,pilav,et yemeği ve olmazsa olmaz keşkek.bu yemekler hem cenaze hem de düğün yemeklerinde kocaman kazanlarda pişer ve gelip gidene ikram edilir.iki kişi evlendiği zaman o ana kadarki hayatlarını geride bırakıp yeni bir evde iki kişilik yeni bir hayata başlıyorlar,biri öldüğü zamansa bu dünyayı bırakıp öbür dünyada yeni ve gerçek hayatına başlamıyor mu zaten,belki de düğün ve ölüm arasında böyle de bir benzerlik kuruyorlardır.ben her zamanki gibi bir kenarda oturmuş koşuşturan ya da yemek yiyen insanları seyrediyorum.köydeki düzene ve ev işlerine pek yatkın olmadığım için genelde böyle durumlarda bana pek iş yaptırmazlar,beceriksizim onların gözünde.hoş bu durum benim de hoşuma gitmiyor değil.ben de böylece bir köşede durup olan biteni izleme fırsatı buluyorum.6-7 yaşlarında bir kız çocuğu geliyor yanıma (...) abi seni nar ağacının altına bekliyor diyor.(...) diye öylece duruyorum.ilk gençlik yıllarım geliyor aklıma.bana deli gibi aşık olan,ama uzun yıllar süren bir ilişkinin ardından sebebini bile söylemeden beni terkeden kişi.hiç düşünmeden gidiyorum nar ağacının altına.hava ayaza kesmiş,ama ağaç o çok sevdiğim nar çiçekleriyle dolu.ağacın altında beni bekliyor.beni görünce hemen ellerimi avuçlarının içine alıyor.elleri sıcacık,tıpkı hatırladığım gibi.birden bir şarkı çalmaya başlıyor zihnimde "menekşeler,laleler,baharı müjdeliyor.rengarenk güzellikler,tıpkı sana benziyor" .bana hep bu şarkıyı söylerdi.sonra yüzümü avuçlarının içine alıyor.seni çok özledim,lütfen tekrar birlikte olalım diyor.ben çok şaşırıyorum.ne diyeceğimi bilemeden öylece kalakalıyorum.sonra birden aklıma geliyor.10 yıldır nerelerdeydin?ben daha yeni nişanlandım diyorum.sorma diyor,sorma...sadece gel benimle...

sonra uyanıyorum.hepsi rüya diyorum.hepsi rüya.

18 Ocak 2010 Pazartesi

içimden geldi

JAPON BALIKÇISI

Denizde bir bulutun öldürdüğü
Japon balıkçısı genç bir adamdı.
Dostlarından dinledim bu türküyü
Pasifikte sapsarı bir akşamdı.
Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Balık tuttuk yiyen ölür,
birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Tuzla, güneşle yıkanan
bu vefalı, bu çalışkan
elimize değen ölür.
Birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Elimize değen ölür...
Badem gözlüm beni unut.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.

Badem gözlüm beni unut.
Boynuma sarılma, gülüm,
benden sana geçer ölüm.
Badem gözlüm beni unut.
Bu gemi bir kara tabut.
Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük,
benden yapacağın çocuk.
Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey, nerdesiniz?
Nerdesiniz?
(1956)
Nazım Hikmet

insanlar,nerdesiniz.herkes uykuda.ninni o kadar ağır ki,uyku devam ediyor.

karpuz da yatarak büyür.

koca bey bütün hafta seyahatteydi.cuma akşamı geldi.akşam saat onda uyudu.tamam yorgun dedik sesimizi çıkarmadık.oğluş babadan ilgi beklerken aldığı horultu oldu.zaten hasta çocuk.karda yatmış sanki köh köh öksürüyor.bir poşet dolusu şurup içiyor çocuğum.cumartesi günü sabah kalktım,bir güzel kahvaltı hazırladım.birlikte kahvaltı ettik.ondan sonra ben mutfağa yemek çalışmalarına geçtim.bir baktım beyefendi tv karşısında horulduyor.neyse vitamin deposu olarak tavuğu,patatesleri,havucu,bir bütün soğanı,iki-üç diş sarımsağı bir parça taze zencefil ve tane karabiber eşliğinde düdüklüde pişmeye bıraktıktan sonra tv başında tek başına çizgi film izleyen oğluma el attım.ikimiz tavla oynadık,araba sürdük,resim yaptık falan...sonra yemek saati geldi.koca beyi uyandırdım.birlikte yemek yedik.yemekten sonra ben sofrayı topladım,bulaşıkları yıkadım ve akşam için ıspanak böreği yapmaya giriştim.aldığım yufkalar taze değilmiş,gül böreği yapma çabam,yufkaların yırtılmasıyla hayal kırıklığı ile sonuçlandı ve benim ıspanaklı gül böreklerim tepsi böreğine döndü,tabi bu arada oğluş 10 dk arayla durmadan anne diyor.annecim babanla oyna diyecek oldum ki bir baktım bizim bey gene horluyor.hafta sonları hep böyle zaten.eğer evdeysek ya tv karşısında uyuyor ya da zapping yapıyor.çocukla ilgilenmekten algıladığı battaniye altında birlikte çizgi film izlemek.benim de tüm günüm pişirmek ve bulaşık yıkamakla geçiyor.ben de dün grev yaptım.bulaşıkları yıkamadım.peki ne oldu.lavabonun içi bulaşık yığılı,tezgah leş gibi.peki bugün o kurumuş bulaşıkları kim yıkacak tahmin et bakalım?öff ya öf!bütün istediğim birazcık ilgi hepsi bu.çok şey mi istiyorum.zaten hafta içi seyahatte oluyor,hafta sonu da varlığının evi dağıtmak,bulaşık ve çamaşır çıkarmak dışında bir etkisi yok.işyerinde çok sıkıntısı var.kimin yok ki.onun algılamadığı şey,işimiz özle hayatımızı sürdürmek içindir.oysa o ne yapıyor.işi yüzünden kendine de bize de hayatı zehir ediyor.sinir oldum haftasonu ve bol bol çikolata,çerez yedim.duygusal açlığımı yiyerek doyurmaya çalışan bir zavallı gibi hissediyorum kendimi.

kabus

iş yerinden kalabalık bir grup göl gibi bir yerde kaz olduğunu sandığım beyaz hayvanlar avlamışlar.onlar suyun içinden dönerken üzerlerine ilk çağdan kalma uçan dinozorlardan biri,ama yeşil değil krem rengi,saldırdı.sonra iki tanesini kafalarından tutup havaya kaldırdı.bu hengame içerisinde ise ben sadece seyirciydim.tıpkı kendi hayatımı uzaktan izlediğim gibi tüm olanları da uzaktan izledim.işyerinden dediğim insanların hiç birini tanımıyorum bu arada.rüyalarımı detaylı hatırlamıyorum,sadece uyandığım o son anı hatırlıyorum.kendi kendimi daha fazla korkmamak için uyandırdığım o korku dolu anları.güzel bir rüya görmek istiyorum.son günlerde hep kabus görüyorum.

cumartesi gecesi de rüyamda küçük bir çocuk bir oyuncak bebeğin göğsünü açıyor ve içindeki yay,pil gibi aksamları çıkarıyor.o bunları yaparken başka bir çocuk da bilinç dışı olarak başka iki çocuğun göğsünü kesip iç organlarını dışarı çıkarıp ayaklarından ters bir ağaca asıyor.bense yine rüyanın dışında bir seyirciyim.ayaklarından asılmış kanlar içindeki çocukları görünce de bu bir rüya diyerek kendimi uyandırdım.

hiç korku filmi falan da izlemem.hatta haberleri bile izlemiyorum.nerden böyle rüyalar görüyorum anlamıyorum.

15 Ocak 2010 Cuma

resim mi fotoğraf mı?


ABD'nin New York kentinde yaşayan ressam Alyssa Monk, gerçeğe çok yakın
resimleriyle ressamlığa değil de 'fotoğrafçı' lığa soyunuyor sanki.
Yağlı boyayla yaptığı çalışmalarında özellikle portrelerindeki detaylar, bir
fotoğrafçınını objektifinden çıkmışcasına gerçek.
Özellikle suyun içinde yüzen insanları resmeden sanatçı, detaylara çok özen gösteriyor,renklerde oynama yapmıyor.

çok güzel resimler.nasıl güzel,net,tertemiz çizimleri var.renkler ne kadar gerçekçi.güzel olan herşeyi seven ben, bu resimleri de çok sevdim.sürrealizmi de severim,ama gerçek resimler de çok güzel.bence çok yetenekli bir ressam.

iyi ki doğdun


1

yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

bir sincap gibi mesela,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

yani bütün işin gücün yaşamak olacak.


yaşamayı ciddiye alacaksın,

yani o derecede, öylesine ki,

mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut kocaman gözlüklerin,

beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

insanlar için ölebileceksin,

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

hem de en güzel en gerçek şeyin

yaşamak olduğunu bildiğin halde.


yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak yanı ağır bastığından.


1947


2

diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,

yani, beyaz masadan,bir daha kalkmamak ihtimali de var.

duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini

biz yine de güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına,

hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,

yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğizen son ajans haberlerini.

diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,

diyelim ki, cephedeyiz.

daha orda ilk hücumda, daha o gün

yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.

tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,

fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz

belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.


diyelim ki hapisteyiz,

yaşımız da elliye yakın,

daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.

yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,

insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla

yani, duvarın ardındaki dışarıyla.y

ani, nasıl ve nerede olursak olalım

hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...


1948


3

bu dünya soğuyacak,

yıldızların arasında bir yıldız,

hem de en ufacıklarından,

mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,

yani bu koskocaman dünyamız.

bu dünya soğuyacak günün birinde,

hatta bir buz yığını

yahut ölü bir bulut gibi de değil,

boş bir ceviz gibi yuvarlanacak

zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

şimdiden çekilecek acısı bunun,

duyulacak mahzunluğu şimdiden.

böylesine sevilecek bu dünya

"yaşadım" diyebilmen için...


Nazım Hikmet


doğdun insanların içine,ama herkes gibi sıradan olmadın,tutkuyla sevdin memleketini,karını,memedini.iyi ki doğdun,iyi ki doğdun da bizlere de böyle güzel şiirler bıraktın.yaşamın anlamını bu şiirle,sevdayı tahir'le zühre mesele'siyle öğrendik.mavi gözlü devlerin miniminnacık kadınları sevdiği,büyük yürekli kadınların küçücük dünyalara hapsedildiği bir dünyada gökyüzünün bu kadar güzel olduğunu da senin şiirlerinden öğrendik.

14 Ocak 2010 Perşembe

çiçek


telefonla konuşurken ya da düşünürken eğer elimin altında kağıt kalem varsa gerçek dünyaya döndüğümde bir de bakıyorum önümdeki kağıtta çiçek açmış.

iki elim


Mavi Oktav Defterinden;


"İki elim aralarında kavgaya giriştiler Okuduğum kitabı kapayıp araya girmesin diye bir yana ittiler Sonra beni selamlayıp kavgalarına hakem tayin ettiler Hiç zaman yitirmeksizin parmaklarını birbirlerine dolayıp masanın kenarında bir koşuşturmaca tutturdular, bir biri, bir diğeri öne geçerek masa boyunca birkaç kez gidip geldiler Gözlerimi onlardan ayıramadım Onlar benim ellerim olduğuna göre taraf tutmamalıydım, yanlış bir kararla başıma kim bilir ne belalar sarardım Yani, görevim hiç kolay değildi, avuçlarımın arasındaki karanlık bölgede gözlerimden kaçmaması gereken hilelere başvuruyorlardı Ben de çenemi masaya dayamış, gözümden tek bir şeyin kaçmaması için dikkat kesilmiştimO güne dek sol elime karşı kötü bir düşüncem olmamasına rağmen, hep sağ elimden yana olmuştum Sol elim durumu yüzüme vurarak itiraz etseydi, bu kötüye kullanılabilir duruma derhal son verirdim Fakat sol elimden en ufak bir sızıldanma dahi işitmedim Örneğin sağ elim sokakta selam vermek için şapkamı kaldırırken sol elim kalçamda ürkekçe geziniyordu Şu an sürmekte olan kavga için kötü bir hazırlık devresiydi bu Sol elim, nasıl edeceksin de, sağ elimin yıllar içinde güçlenen baskısına dayanabileceksin? Gördüğüm şey bir kavga değil artık, bu düpedüz sol elimin idam fermanı Şimdiden masanın sol köşesine sıkıştı sol elim Sağ elim sürekli olarak üzerine binip duruyor Eğer bu dehşet verici anda düşünme yeteneğimi yitirmiş olsam, o anda aklıma düşen fikri, bunların benim ellerim olduğunu, öyleyse onları bir çırpıda birbirlerinden uzaklaştırabileceğimi, acı dolu kavgalarına bir son verebileceğim fikrini uygulamaya koyulmazsam sol elim bileğimden kırılırdı, masadan aşağıya düşer kalırdı, yengisinden dolayı zafer sarhoşu olan sağ elim kendini tutamaz, beş başlı Kerbelos misali yüzüme saldırırdıAma şimdi birbirlerinin üzerinde , uysal yatıyorlar,sağ elim sol elimin sırtını sıvazlıyor;yansızlığını yitiren hakem, ben,bu davranışlarını başımı sallayarak onaylıyorum"


F.Kafka

dilber'in sekiz günü

dün oğluş bilgisayarda oyun oynarken ben de kanallar arasında zap yapıyordum.sonra birden durdum.doğu'da olduğu konuşmalar ve giyisilerden anlaşılan bir köyde topal bir adam çok güzel bir kızı kendine istiyordu.şaşırtıcı bir şekilde babası kıza fikrini soruyor ve kız da tamam diyordu.sözcüklerin çok az kullanıldığı ama gözler ve yüzlerin konuştuğu çok güzel bir film izledim.aslında ben öyle çok sessiz filmleri pek sevmem,sıkılırım.anayurt oteli'nden nefret etmiştim mesela.ama bu film çok güzeldi.dilber ve mehmet'in sekiz gün içinde yaşadıkları,dilber'in derin sessizliği,gözyaşları.bazen anlaşmak için kelimelere hiç ihtiyacımız olmadığını çok güzel anlatan,izlerken yüzünüzde tatlı bir tebessüm bırakan bir filmdi.ama maalesef sonunu izleyemedim.oğluşun yatma saati geldi ve kitap okumak üzere televizyonu kapattım.gerçi filmi sonunu merak ederek izlemedim.o yüzden sonu da çok önemli değil aslında.geçenlerde gene bir kanalda japon veya çinli tam bilmiyorum bir film izlemiştim.onda da yine bir kadın ve erkek filmin ana karakterleriydi.birbirini hiç tanımayan bu erkek ve kadın birbirlerinin rüyalarını yaşıyorlardı.yani gece olduğunda hangisi rüya görmeye başlarsa diğeri uyurgezer kıvamında rüyayı gerçek hayatta yaşıyordu.filmin ne adını,ne oyuncularını ne de sonunu biliyorum.izlerken çok keyif almıştım.tek bildiğim bu.o filmde de çok az konuşma,ama muhteşem bir oyunculuk vardı.dün akşam dilber'in sekiz günü'nü izlerken de aynı keyfi yaşadım.ne kadar bölük pörçük izlesem de güzel bir film.

13 Ocak 2010 Çarşamba

gel barışalım artık


İki gözüm seneler geçiyor

Gönül ektiğini biçiyor

Bir selam lütfet bu ne çok hasret

Gel barışalım artık


Canözüm bahar geldi

Dalları kiraz bastı

Yedikat eller yakınım oldu

Gel kavuşalım artık


babam kardeşimi aramış.ben de arayacağım.insan birini cezalandırmak istediğinde önce kendini cezalandırıyor.tartışmak istemiyorum.sadece arayıp hal hatır soracağım.belki yine bana bağıracak,bana ne ablalık ettin diye sitem edecek.bilmiyorum ki,ablalıktan anladığı ve beklediği nedir bilmiyorum.onu hiç de anlamıyorum.ikimiz aynı anne babanın birbirinden çok farklı çocuklarıyız.o da ben de farklılıkları kabul edemediğimiz için bir türlü yakın olamıyoruz.hoş ben kimseye yakın olamıyorum ya!kendime bile...

bin aynalı dağ


Uzun yıllar önce, uzaklardaki bir ülkede
´Bin aynalı dağ´ denilen bir dağ vardı. Bu Dağın zirvesine
gerçekten de bin tane irili ufaklı ayna yerleştirilmişti.
Herkes zaman zaman bin aynalı dağa çıkıp,
ilginç öykülere şahit olmayı ve daha sonra
gördükleri hakkında arkadaşlarıyla konuşmayı isterdi.
Bir gün, bu ülkede yasayan küçük mutlu bir köpek,
bu dağı duydu ve oraya gitmeye karar verdi. Dağın eteğine ulaştı
ve sora da neşeyle yukarı tırmandı. Yorulmuştu, ama yeni şeyler
göreceği için keyiflenmiş ve yorgunluğunu çoktan unutmuştu.
Aynaların bulunduğu zirveye geldiğinde kulaklarını dikmiş, kuyruğunu
hızlı hızlı sallıyordu. Kocaman bir gülümseme gönderdi onlara.
Karşılığında bin tane kocaman sıcak ve dostane gülümseme aldı.
Mutluluğu kat kat artmıştı. Oradan bir türlü ayrılmak istemiyordu.
Türlü türlü sevinç ve dostluk hareketleri yapıyor,
yaptıklarının bin kat fazlasıyla karşılığını görüyordu.
Nihayet gün karadı ve oradan ayrılması gerektiğini anladı.
dağdan inerken kendi kendisine; "Burası harika bir yer!
Buraya sık sık geleceğim" diye düşünüyordu. Bu arada,
aynalı Dağın çıkışındaki anlamlı levhayı da okudu
ve mutluluğu bin kat daha arttı...

Ayni ülkede yaşayan başka küçük bir köpek daha vardı.
Ama ilki kadar mutlu değildi. Huysuz ve mutsuzdu.
O da o dağa gitmeye karar verdi. Dağın eteklerine kadar
gelip de yukarıya baktığında, şikayete başlamıştı bile.
Sızlana sızlana dağın tepesine kadar çıktı.
Yorgunluk ve kızgınlığa şimdi bir de korku eklenmişti.
Doğru ya, bu dağın tepesinde kendisini kim bilir hangi hırsızlar,
haydutlar bekliyordu! Aynaların olduğu alana yaklaşırken,
her an bir düşmanla karsılaşacakmış gibi başını öne eğmişti.
Kafasını kaldırıp da aynalara baktığında gözlerinde inanamadı.
Soğuk soğuk bakan bin tane köpek gözlerini onun üzerine dikmişti.
Güya onlardan korkmadığını onlara göstermek için hırlamaya,
dişlerini göstermeye başladı. Aynı anda korkunç görünümlü
bin köpek kendisine hırlayınca, korkudan ne yapacağını
bilemedi ve dağdan kaç inerken kendi kendine; "Burası
korkunç bir yer! Buraya bir daha asla gelmeyeceğim." diyordu.
Huysuz köpek, o hızla ve korkuyla kaçarken,
aynalı dağ hakkında bilgi veren levhayı ve
üzerindeki yazıları görmemişti bile.

Levhada şöyle yazıyordu:
"Ey yolcular! Sakın aldanmayın, gördüğünüz görüntüler
sadece ve sadece sizin aynadaki yansımanızdır. Aynı şekilde;
hayatta başınıza gelen bütün olaylar size tutulmuş aynalardır.
Onlarda sadece kendinizi, kendi duygu ve düşüncelerinizi görürsünüz..."

12 Ocak 2010 Salı

before,after



ne diyim ben şimdi?tadı güzel mi?güzel...peki kilolar?ı ı...öf yaaa.neden ben?neden ben?

11 Ocak 2010 Pazartesi

kara bulut

canım sıkkın bugün.aslında cumartesiden beri parçalı bulutluyum.cumartesi günü bıdığın okuluna gittik.öğretmeni ve okul psikoloğu ile görüşmeye.oğluş bugünlerde okulda çok huysuzmuş.huysuz dediğim hırçın falan değil de faaliyetleri yaparken yapamıyorum olmuyor diye ağlıyormuş.evde de genelde aynı şeyi yapıyor.sayıları yazma çalışması yaparken ya da boyama yaparken yapamayınca hemen ağlıyor,kendini yerden yere vuruyor.bir de konuşurken kekelemesi var.yani her zaman değil ama hızlı konuştuğunda düşünceleri kelimelerin önünde gidiyor ve kekeliyor.asla yenilgiyi kabul etmiyor.evde oynadığımız oyunlarda hep o kazanmak zorunda.yoksa kıyametler kopuyor.bir de bana düşman.erkek çocuk anneye düşkün olur derler,ama bizde tam tersi.ama bana niye düşkün olsun ki kural koyan,hayır diyen evde sadece ben varım.babası sık sık seyehatte olduğu ve onunla az vakit geçirdiği için vicdanını rahatlatmak için evde olduğu zamanlarda her istediğini yapıyor,her istediğini alıyor.dede,babaanne desen onları parmağında oynatıyor.çoğu zaman bu konuda eşimle tartışıyoruz.o da beni çok katı olmakla suçluyor.katı olan ben değilim aslında, o çok serbest.çocuğun her dediğini yapmak sevgini göstermenin yolu değildir.çocuk hayatta istediklerini elde etmek için çaba göstermesi gerektiğini ve kendi sınırlarını bilmeli bence.ama eşime sorarsan o daha küçük.5 yaşına geldi.bence artık küçük değil.okul psikoloğumuz ünlü bir psikolog önerdi.isterseniz onunla bir görüşün dedi.çocuk bana düşmen oluyor.herşeyde bana karşı.okul psikoloğu da bir süre siz kural koymayın,yapma,hayır demeyin.size düşmanlığı biraz geçsin dedi.niye böyle ya.sevilen insan olmak için niye yalaka olmak gerekiyor.kendi doğurduğunuz bile "hayır" dediğiniz için sizi değil her zaman "evet" diyen babasını sizden daha çok seviyor.



ama bence asıl eşimin psikolojik desteğe ihtiyacı var.hafta sonu aynı zamanda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (dehab) konusuyla ilgili ufak bir konferansta vardı.evet tanımı koydum.oğluş değil ama kocamda "dehab" var.tedavi içinse artık çok geç.bir de sanıyor ki kendisi her zaman haklı,hep en doğruyu o yapıyor.oğluşun yaşadığı problemlerin tek sorumlusu benmişim gibi davranıyor.oysa bence sorun tamamen onun tavırları.sürekli evden uzakta olduğu için vicdanını rahatlatmak için verdiği tavizler.neyse dedim ya çok sıkkınım.öyle ki yazdıkça rahatlamıyorum tam tersi içim daha çok kararıyor.oğlum için endişeliyim.

bak anlaşalım.


sinir oldum sabahtan beri sinir.okuduğum bloglara yorum yazamıyorum.dr'ın internet sitesine üye olmaya çalışıyorum olamıyorum.internetten gazete okuyamıyorum.ne oldu bu bilgisayara ne oldu?tam da işlerimin hafiflediği bir dönemde internet kafayı yedi.oysa haftaya pozitif başlamak istiyorum.yo yoooo.beni sinirlendirmezsin bilgisayar.sabahtan beri yaptığın tüm gıcıklıklara rağmen yine de seni sevgiyle kucaklıyorum.

8 Ocak 2010 Cuma

:))

işyerinde patates diyeti yapan bir erkek arkadaş var.bir haftadır üç öğünde ve iki ara öğünde öğün başına sadece iki tane haşlanmış patates yiyor.bugün öğle tatilinde bilgisayarda renkli balon patlatmaca oyununu oynarken verdiği tepki:



"daha fazla oynayamayacağım.renkli çikolatalı drajelere benziyorlar.şimdi bilgisayarı ısıracağım."

anlamak







"Annelerin ninnilerinden



sipikerin okuduğu habere kadar,



yürekte, kitapta ve sokakta



yenebilmek yalanı,



anlamak, sevgilim,



o, bir müthiş bahtiyarlık,



anlamak gideni ve gelmekte olanı






NAZIM HİKMET "

bu ne şimdi?


dün gece rüyamda gazete okuyorum.gazetenin ilk sayfasında ufacık bir haber.fahir atakoğlu vefaat etmiş.ilk aklımdan geçen."tüh be ben canlı izleyemeden adam öldü." sonra da sinirleniyorum.koskoca sanatçı ölmüş gazetede ufacık bir haber yapmışlar.ne olacak bu ülkenin hali diye söylene söylene uyandım.bu ne şimdi?

7 Ocak 2010 Perşembe

sevgilerde





"
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen ,tutuk,saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.


Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz )
Bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.


Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.


Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.


Behçet NECATİGİL "



30 yıllık hayatımın en büyük hatasıdır ertelemek.hep en doğru zamanı beklemek.oysa tek bir zaman var, o da şu an.üzerine yapışmış katrandan nasıl zor kurtulursa insan üşenme,erteleme ,vazgeçme hastalığından da öyle zordur kurtulmak.yaşamak için hep yarını bekledim ben ya da çoğu zaman nefes almaya bile üşendim.beklediğimin ne olduğunu bilmeden,hayatımı benden başkasının yaşanır kılamayacağını düşünmeden.artık biliyorum ki o yarın hiç gelmeyecek.elimde olan sadece bugün ve kendim.






zihnim bana oyunlar oynamaya devam ediyor.hayatın uzun olduğunu,yarının nasılsa geleceğini söyleyip duruyor.o yüzden cümlelerim hep " keşke" yle başlıyor veya gelecek zaman kipiyle bitiyor.oysa şimdi geçmişte yaptıklarımdan değil yapmadıklarımdan pişmanlıklarım.

şimdi haberler

"Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünden mezun olan Adnan Yaramış, birçok yerli ve yabancı şirkette iş bulma olanağı varken memleketine dönerek başladığı çiftçilikte, örnek bir işletme kurdu. Antalya’nın Demre ilçesine 8 kilometre mesafede, denizden 400 metre yükseklikteki Gürses köyünde, 4 dekar kayalık ve taşlık arazisi bulunan Adnan Yaramış, tarlasının bitişiğindeki 11 dekar araziyi de kiralayarak, çiftçilik yapmaya karar verdi. Ziraat Bankasından aldığı işletme kredisiyle, önce taşlık, kayalık araziyi temizletip, düzenleyen Yaramış, arazinin tamamını yekpare serayla kapattı. Köydeki sulama suyu sıkıntısı nedeniyle seranın içerisine 5 bin ton su kapasiteli bir havuz açan Adnan Yaramış, kışın seranın üzerine yağan ve saçaklardan akan suyu havuzda biriktirerek, su sorununu da çözmüş. Yaramış, AA muhabirinin sorularını yanıtlarken, seranın bir bölümüne kurduğu havuzda biriken suyun hem sulamada kullanıldığını hem de rakım nedeniyle yeterince rutubet bulunmayan bölgede, yazın suyun buharlaşmasıyla rutubet elde ettiğini anlatan Yaramış, serayı kurarken, ODTÜ’de öğrendiklerini birebir uyguladığını, bu nedenle işletme eğitiminin boşa gitmediğini söyledi. Yaramış, serasıyla ilgili şu bilgileri verdi: “Seranın içindeki havuzdan çok yönlü faydalanıyorum. Havuzun üzerini sera ile kapatmamın da nedeni var. Bu bölgede rakım yüksek. Yazın erken dikimlerde bitkiler için önemli ihtiyaç olan nem sorununu havuz sayesinde çözmüş oldum. Ayrıca, havuz sera altında kaldığından sulama suyu ısısını bir kaç derece daha yükseltmiş oluyorum. Havuzdan çıkan nemi tüm seraya dağıtacak bir sistem kuruyorum. Çok ucuz ve doğal bir yöntemle su ve nem ihtiyacını karşılamak mümkün oldu.” Serada artık pek çok üreticinin ilgilenmediği, geçmişte bu bölgede üretilen iri tarla domatesini ürettiğini anlatan Adnan Yaramış, seraya dışarıdan getirdiği toprağın genç ve verimli olması nedeniyle çok kaliteli üretim yapabildiğini kaydetti. Serada yetişen domateslerin iri, etli, dolgun ve içinin çekirdekli olduğuna değinen Yaramış, “Piyasada sera domatesi 1 TL’ye satılırken, benim domatesim 1,4 TL’den alıcı buluyor. Seradaki döllenmeyi bambus arıları aracılığıyla sağlıyorum” dedi. Serasının bir bölümünü de biber ve salatalık üretimi için ayırdığını ifade eden Yaramış, Demre yöresinde serada yılda tek dönem üretim yapılırken kendisinin yılda iki kez ürün aldığını anlattı."

çok güzel haber.ülkemizin bilinçli çiftçilere ihtiyacı var.bu kadar verimli tarım arazilerimiz varken tarımın hala birçok yerde karadüzen yapılması ne acı verici bir durum.büyük şehirde bir firmada çalışıp patrona hizmet etmektense kendinin patronu olmayı ve doğayı seçmiş.tüketmektense üretmeye karar vermiş.kendisini kutluyorum.illahaki üniversite mezunu diye elinde çanta,laptop,boynunda kıravatla mı çalışması gerekiyor insanların.bence çok doğru bir seçim yapmış.ne demiş aşık veysel "benim sadık yarim kara topraktır" doğa anaya saygılar.lütfen artık kar yağsın.yoksa ekilen tüm tohumlar çürüyecek.

not:ben de antalya'da yaşamak istiyorum.hem de çooooook.

yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, herkese mutlu olsun


yok yeni yıldan bir dileğim,kendime ilişkin beklentilerim.bu yıl tek hedefim kendimi tanıma ya da hatırlama yolculuğuma devam etmek.geçen yıl yazmıştım koca bir liste,evde nereye koyduğumu bile bulamıyorum ki iç hesaplaşma yapayım.hoş çoğunu gerçekleştiremediğimi biliyorum ya, belki de ondan bulamıyorum listemi.özgüvenimi tekrar yerle yeksan etmemek için.bugünlerde bir apati hali var üzerimde.biri sinirlerimle birlikte diğer tüm duygularımı da almış sanki.gerçi bu uzun zamandır yaşadığım bir ruh hali.ama geçen gün film izlerken hüngür hüngür ağlayınca biraz çözüldüm sanki,ruhum yıkandı,yenilendi.kızmıyorum hiç bugünlerde kocama,yaşadığım tek düze ve rutin hayata kırılmıyorum,kendimi olduğum gibi kabul etmeye çalışıyorum.dökülen saçlarımla,beni terkmeyen fazla kilolarımla barış imzalama çabalarındayım.en zoru aslında benim için bu galiba,aynadaki benle barışmak.o kadar uzun zamandır küsüm ve kızgınım ki ona tekrar alışmak sancılı bir süreç.kocamdan da artık hiç birşey beklemiyorum.birlikte birşeyler yapmamız için plan yapsın diye beklemekten çok yoruldum.anladım ki o sevgili olmaktan çok baba olmayı seviyor.olsun ne yapalım,bana düşen de onu böyle kabul etmek.ben de yapmak istediklerimi tek başıma yaparım.mesela tek başıma sinemaya gitmekle başladım işe.bakalım devamı gelecek mi?




yeni yıla evde tek başıma girdim,demek ki bütün yıl yalnız olacağım :))) .oğlum ve kocam geceyarısına çeyrek kala koltukta uyuyakaldılar,ben de yeni yılın ilk çeyrek saatini geride bırakıp yatıp uyudum.yeni yılın ilk günü bursa’da lodosla birlikte sanki bir bahar havası vardı.kocadan yine bir plan gelmedi,mavi bıdık’a sorsan zihnindeki tek gezme korupark.kararı verdim.botanik parka bisiklet binmeye gidilecek.annemlerin geçen yıl oğluşa aldığı bisiklet bodrum bekliyor.yok ki çocuğun bisiklet bineceği yer.neyse,attık bisikleti bagaja tuttuk botanik parkın yolunu.nasıl mutlu oldu pıtırcık.bir hırsla biniyor bisiklete görme gitsin.biz de kiraladık bir bisiklet,yarım saat kadar ben de botanik parkın içinde fır döndüm.ben aslında pek binemem bisiklete,küçükken bisikletim olmadı,12 yaşındaydım ilk bisikletim alındığında,sokağa çıkma özürlü olduğumdan ona da saysan 3-5 kez ancak binmişimdir.ama bu sefer nasıl güzel geldi bisiklete binmek.bir de hızlı kullanıyorum.rüzgar yüzüme çarptıkça,özgürlüüüük diye bağırasım geldi daha bir asıldım pedallara.kocam haklı galiba ben araba sürsem arabayı da hızlı kullanırım.anladım ki ben açık hava sporlarını seviyorum.tenis,bisiklet,yürüyüş.bana göre değil spor salonları,daralıyorum oralarda(dilek:mesai saat onda başlasın ki sabah yürüyüşüne gidebileyim).bisiklet sefasından sonra karnımız acıkmaya başlayınca,bıdıkın da avm’si gelince as merkez’e gitmeye karar verdik.botanik parktan as merkeze giden köy yolları var biz genelde hep orayı kullanırız,mevsiminde çok güzel böğürtlenler olur yol üstünde.bu kez de çiftçi amcalar karnıbaharları hasat ediyordu.dur dedim eşime dur.satarlarsa iki karnıbahar alalım.durduk ve amca bizim için iki karnıbahar kesti,oğluşum ve ben soyduk karnıbaharın yapraklarını pamuk gibi çıktı meydana ,oğluş çok şaşırdı yeşil yapraklar arasından çıkan sulu karnıbahara.as merkezde yemek faslından sonra tam eve dönecekken dedim ki oldu olacak bir de kahve keyfi yapalım,aradık arkadaşları kahve içmeye gittik.bir kahve diye gittik saatlerce oturduk,akşam keyfi olarak da arkadaş bulgaristan’dan getirdiği bir votkayı ikram ettim.ilk kez votka içtim,acıymış be…sek içmemek lazım.arkadaşların ikinci sınıfa giden bir oğulları var benim mavi bıdık bayılıyor onunla oynamaya.tabi ayrılmaları zor oldu.kavga kıyamet geldik eve.



Yeni yılın ikinci günü akşam yemeğe misafir davet ettim.menüm bir balık menüsüydü.
-fırında deniz levreği ve çupra
-patates topları
-fırında baharatlı patates
-haşlanmış karnıbahar (tarladan tazecik alınan)
-kırmızıbiber salatası
-kuru börülce salatası
-roka,dereotu,yeşil soğan ve turptan oluşan yeşillik tabağı
ve tabi ki balık rakısız gitmez.balık rakısız mundar olur der babam.biz de mundar etmedik balıkları.güzel bir akşamdı,ama biraz yorulmuşum.ertesi gün bel ağrısından kalkamadım sabah.yeni yılın üçüncü gününde de hamam planı yaptım ve ailecek hamama gittik.oğluş yine çok mutlu oldu.çok seviyor hamamı.yeni yılın ilk iç gününü aktive ettim,bakalım devamında ne olacak.eylemlerim devam edecek...

neden ağlıyorsun?



"Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya… En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir.Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!
İşte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra.
Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte.Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli… Ve kadın ağlar; hem de çok!
Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü.
Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler.
İçlerindeki zehirdir onları öldüren! Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.
Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar.
Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı…
Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan…
İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar.Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar.
Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların. E.. o zaman niye sarılsınlar ki!
Niye sarılalım ki!
Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.
Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.
Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.
Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!
Aziz Nesin"

6 Ocak 2010 Çarşamba

lodos nedir?

bursa'da çok sık esen ve kendisi şahsen sıcakkanlı olmasına rağmen bende korkunç başağrısı,mide bulantısı ve sinir yapan güzide bir rüzgar çeşididir.şu an dışarda korkunç bir rüzgar var yani 80+3 kiloluk bu bünyenin bile ayaklarını yerden kesebilir.metro çalışmıyor,elektirikler kesik,uludağda karlar eridi.söyleyin şimdi bana ben bu lodosun nesini seveyim?

serzeniş


bugünlerde ne noktam var ne de virgülüm.sanki lal oldu dilim.lal diyince aklıma murathan mungan'ın lal masallar kitabı geldi.aşağıdaki masal ordan mıydı hatırlamıyorum,ama yazmışım bir köşelere.ben de prens gibi yanıbaşımdakileri değil de hep sahip olamadıklarımı,masal olanları seviyorum.belki de ondandır kaybolmuşluğum. nokta ve virgülü kaybettim,kendi sözlerim değil söylediklerim,bana ait olmayan ama bir o kadar da ben olan. tırnak içinde yazıyorum,aklımdan geçenleri.


"Yüzyıllar önce yüzyıl uyuyan bir prenses varmış ,bir büyücünün zulmünün esaretinde kimbilir belki olabilecek bir uyanışı beklemiş yüzyıl boyunca.


İşte o masal;Her masalın ,her söylencenin uzun uykusunda bir uyanma vakti vardır.Ve o gelmeden girişilen her eylem bir serüven yalnızlığı olarak kalır.Öyle anılır.Ve yüzyıl sonra vadesi erişip bir prens çıkmış ortaya.Masalın ve yüzyılın kendisine verdiği bu görevi seve seve üstlenmiş; zaten uyuyan güzel hakkında yüzyıldır söylenegelenlerin etkisinde daha onu görmeden deliler gibi tutulmuş ona.Kendisine verilmiş misyona mı,uyuyan güzele mi aşık olduğunu ayıredemeyecek kadar toymuş o zamanlar.Böylelikle hayranlığın ,sevginin,sevdanın,aşkın,cinselliğin ve beraberliğin bir kulak dolgunluğu olduğunu birkez daha görüyoruz "Bizim"sandığımız birçok duygunun,düşüncenin,değerin ve doğrunun içimize usul usul işlenmiş bir kulak dolgunluğu olduğunu...Ve prens dudaklarında yüzyıldır beklettiği öpücüğüyle birlikte saraya doğruyollandı.Masalına kahraman olma zamanı gelmişti.Prensesin odasına geldi.Prenses uykusunun içersinde batık bir gemi gibi gizemliydi.Uykusuyla bütünlenmiş güzelliğine,efsanesinin güzelleştirdiği yüzüne uzun uzun baktı Prens.Çok uzaktan ,çok uzaklardan,tam yüzyıl sonrasından baktı.Sonra kararını verdi:Aradan yüzyıl geçse de uyandırmayacaktı onu.O gün gelse de. Uyandırdığında bu sevdanın,bu büyünün,bu tılsımın bozulacağını biliyordu çünkü; bir bakış,birkaç söz,bir dokunuş herşeyi bozacaktı.Sevmek suskunluktu, sevmek kesin sessizlikti,sevmek uzaklıktı,sevmek dokunamamak,erişememek, sevişememekti.Ya da yüzyıldır böyle öğretilmişti sevmek.Gözlerini açar açmaz ,yüzyıldır gördüğü düşlerin anımsayamadıklarından ve o düşlerin tümünden,sızıya benzer bir duygu olacaktı kalakalmış olan. Biliyordu bu sızı hep olacaktı.Kaldı ki,o düşlerin tümüne egemen olan ortak motifler,zaman zaman,yani yaşadıkça;yaşamını,ilişkilerini yoklayacaktı elbet. O düşlerin tümü anımsanmak içindi.Sonsuz bir anımsayıştı herşey;anımsayış ve unutuş.Ömrünün bundan sonrası düşlerinde gördüklerini yaşamakla geçecekti.İnsan uzun uykulardan sonra yalvaç bir yalnızlığa uyanıyor.Aradan yüzyıl geçtikten sonra hiçbir uyanış mutlu olamaz.Benim için artık çok geç kalmış bir sevgi bu,ben seversem yüzyıl öncesinin sevgisiyle seveceğim,o severse, beni üzerinden yüzyıl geçmiş bir sevgiyle sevecek.Aramızda kaç takvimin uzaklığı duruyor.Bir öpücük,yalnızca bir öpücük bu uzaklığı kapatmaya yeter mi?Sevgi,Zehirli bir düşün,büyülü sözcüğü...Öte yandan sevmek göze almaktı,sonuna dek gitmekti,gidebilmek yürekliliğiydi. Biliyordu prenses uykusundan uyandığında,ya da uyanır uyanmaz onu eskisi kadar sevmeyecekti.Çünkü sevmek sessiz ve tek başına birşeydi.Sevmek yalnızlıktır.Onu eskisi kadar sevemeyeceğinden korkuyordu.Onu uyandırmaktan korkuyordu.Eskisi kadar sevemeyecekti,belki de hiç sevemeyecekti.Çünkü arada o orman, o karanlık,o geçit vermez,o giz olmayacaktı artık.İşte odasında duruyordu.Duman inceliğinde bir boşluk dolanıyordu yüreğini.Arada ne ormanın, ne de yüzyılın karanlığı olmadan onu nasıl sevebilirdi?Bu kadar büyük sorumluluğu yüklenebilirmiydi?Sevmenin zahmetini,birlikte omuzlanacak olan zahmeti yüklenebilirmiydi?Paylaşmaya,tartışmaya,özveriye,anlayışa gereksinen iki kişilik ilişkiyi göğüsleyebilir,götürebilirmiydi?Sevmek imkansızlıktı.Kendimizde beslediğimiz,kendimizde büyüttüğümüz,kendimizde saklı duran bir şeydir sevmek.O hep bizdedir,bizledir,usul usul biriktiririz onu,içimizde yığılı durur.Ve günün birinde ansızın karşımıza biri çıktığında sanırız ki içimizden boşalıveren bütün bu duyguları o taşımıştır bize.Sevmek,kendi kendimizi büyülemektir; kendi kendimize yaptığımız büyü.Oysa yeniden başlayacaktır arayışlar,pişmanlıklar,yanılgılar.Herşey "tamamlanmak" içindir.Çoğu kez ölümün tamamlayıcı ellerine dek aynı umut, aynı arayış,aynı çırpınış ve aynı perişanlıkla sürükleniriz.Gözümüz arkada kalmıştır.Ansızın anladı ki uyuyan güzelin kendisini değil,masalını seviyordu Prens.


Masalın bittiği yerde hayat başlar.


Murathan Mungan"


son söz : birdik ve koptuk, tanrının laneti üstümüze yağdı ve cezamız aslında cennetten kovulmak değil eşimizden ayrılmaktı.. ve onu aramak ömür boyu. eksik yarımız kimdir peki.mevlana tanrı'nın sevgili kuludur şems'i bulmuş.peki bizler?tamamlanmak için şansımız olacak mı bu dünyada?yoksa yarım mı yaşayacağız hayatı?


"Dost hayatın hediyesidir. Aramakla bulunmaz, şans işidir ama kıymetini bilmeden de olmaz. Dostların yaşlanır. Sen yaşlanırsın. Beraber değişirsin. Dostluklarla aynı kalan yoktur. Bu yollarda, kâh hızlı kâh yavaş ama sonunda pişmeyen yoktur. Dost insanı alır ellerine bir hamur parçası gibi yoğurur. Bir bakmışsın değişmişsin. Bir bakmışsın aynı konuşmuyor, aynı düşünmüyor, dünyaya eski gözlerle bakmıyorsun. Şaşırırsın. Ne vakit, nasıl oldu da değiştin böyle anlayamazsın. Dost en fakir ruhu bile zenginleştirir.Dost aynadır. Senin aynandır. Ruhunun en saklı köşelerini sana yansıtandır.

Elif Şafak"


yarımım hep,dostum olmadığı için...

5 Ocak 2010 Salı

boğa insanı

BOĞA (22 Nisan-23 Mayıs)GENEL ÖZELLİKLERİ
TOPRAK GRUBU
Pratik, sabırlı, sebatlı, verimli
Yöneticisi
Venüs
Renkleri
ateş pembe açık mavi,
Meslek
Banker mimar, çiftçi,muhasebeci, güzellik uzmanı
Kariyer
Kova
Aşk
Mars, Plüton
Para
Merkür
Sağlık ve İş
Venüs
İhtiyaç Duyduğu Özellik
Esneklik
En İyi Özellikleri
Sabırlı, Sadık, Dayanıklı, İstikrarlı, Düzenli, uyumlu ve iyi huylu
Önde Gelen İhtiyacı
Maddi-Manevi rahatlık
Kötü Huyları
Sert, İnatçı, Aşırı sahiplenme, Maddiyatçı
En İyi Anlaştığı Burç
Başak-Oğlak
Hiç Anlaşamadığı Burç
Aslan-Akrep-Kova
Maddi
İkizler
Evlilik
Akrep
Manevi
Koç-Oğlak
Uğurlu Günü
Cuma
Genel Durum
Sevgili Boğalar zor bir yıla hazırlanmadan önce, kendinizi güçlendirmenin yollarını bulmalısınız. Boğa'lar için ilginç bir yıl başlıyor. Hayal kurmayı bırakarak, girişimlerinizi gerçekleştirebileceksiniz. Birlikte çalışcağınız kişilerin düşüncesizce hareketleri yüzünden dolaylı olarak, zarara uğrayabilirsiniz. Meslek ve kariyerinizle ilgili bir çok değişim sizi bekliyor. Bu yüzden, kararlı olduğunuz konularda değişimin neden olduğu gerilimli anlar yaşayabilirsiniz. Düşündüğünüz bir çok şeyi gerçekleştirme çabası içinde yoğunlaşırken, eski alışkanlıklarınızı gözden geçirecek, gelişen şartlara göre rotanızı ayarlayacak, yeni bir şeyler yaratma konusunda gayretli olacaksınız. Kariyer beklentilerinizde olabilecek gecikmeler, işinize karşı konsantrasyonunuzu bozmamalı. Motivasyonunuzun eksilmesi, anlamsız takıntılar içeren inatçı davranışlarınızın ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu tür duygusal zorlanmalar karşısında alacağınız tavır çok önemli olacak. Beklentilerinizin gerçekleşmesi sizin sabır ve gayretlerinize bağlı olarak gelişecektir. Bu arada; bazılarınız, uzun süredir görüşmediği eski patronlarından veya dostlarından iş teklifleri alacaktır. Uzun süredir sizi uyumlu açılarıyla destekleyen Satürn Gezegeni bu yıl sizi zorlayacaktır. Günlük işlerinizde olağanüstü sorunları çözmek için strajedinizi iyi belirlemelisiniz. Satürn ve Jüpiter Gezegenleri hiçbir şeyi geçici olarak sunmadıkları için, tüm bu yaşananlar geçici başarılar olmayacak sizi dahada güçlendirecektir.
Aşk Hayatınız
Yılın ilk aylarında yolculuklarda bir çok güzellikler sizi bekliyor. Yönetici Gezegeniniz Venüs?ün ; yaratıcılığınızı arttırırken, uzak yolculukları gündeme getirecektir. Birlikte çalıştığınız kişilerle hemfikir olarak, uyumlu çalışmalar sarf edeceksiniz. Amaçlarınız doğrultusunda motivasyonunuzu iyileştirecek yolculuklar gündeme gelebilir. Paylaşımlarınız, karşılıklı idealist düşüncelerle daha bir ivme kazanarak, sizi güçlü ve iyi pozisyonlara taşıyabilir. Şubat ayı içinde, sosyal yaşamınızın ilginç olaylara sahne olduğunu görecek ve bu hareket içinde önemli ve enteresan kişilerle bir arada olacaksınız. Bu grup aktiviteleri çerçevesinde, ayni görüşlere sahip olduğunuz kişilerle, ayni hedefler ekseninde kenetleneceksiniz. Geleceğe yönelik dostlukların temelini atabilirsinizMart ayında; Yalnız yaşayanlar, bulundukları sosyal çevrelerde tanışacakları kişilerle (sizden yaşça çok büyük veya küçük olabilir) bir ilişki başlatabilirler. Fakat, bu tür ilişkilerde iyi analizler yaparak kararlar verin. Çünkü, doğru olduğunu sandığınız konularda hatalı kararlar almış olabilirsiniz. Gizli aşk ilişkileri olanlar; yeniden durum değerlendirmesi yapmalı ve eksilen özgüven nedeniyle, kendilerini geriye çekerek olayları zamana bırakmalıdırlar. Nisan ayında; Dış görünüşünüz ve özel çabalarınız önem kazanacak. Fakat, olaylar karşısındaki duygusal tepkilerinizin derecesini iyi ayarlayarak, günlük yaşantınızdaki dengeleri bozmayacaksınız. Sizi ilgilendiren konularda karizmatik çekim gücünüzü yoğun bir şekilde kullanacaksınız. Bu dönemde ani başlayan geçici aşk ilişkilerine karşı tedbirli olmalısınız. Sadece keyifli günler geçirirken, bu beraberliklerinizden çok şey beklememelisiniz. Dış görünümünüzle ilgili cesaret isteyen değişimlerde gönüllü davranacak ve cesur tavırlarınızla dikkat çekmeyi başaracaksınız.Haziran Ayında . maddi olanaksızlıklar nedeniyle şimdiye kadar sonuç alamadığınız işler, bu dönemde olması gereken yerine ulaşacak.Temmuz ayında aile ve aşk ilşkilerini birlikte yaşayacaksınız. Bazı Boğalar, ailelerinin istediği kişilerle ciddi birliktelik düşünmedikleri için sorunlar yaşayabilirler.Ağustos ayında, Aşk ve sosyal yaşantısına her zaman dikkat eden ve disiplinli olmasına özen gösteren siz, bu günlerde sıra dışı davranışlarınızla dikkat çekeceksiniz. Eylül ve Ekim ayları duygusal açıdan yoğun günler sizi bekliyor. 8 Ekim- 17 Kasım arasında, eski aşklar ve dostluklar gündeme gelebilir. Yine bu dönemde iş yeri dostlukları ve arkadaşlıkları pekişirken, şirket içi aşklar filizlenebilir.Yılın son aylarında, bazı boğalar evlilik kararı alacak.
İş Hayatınız
2010 yılında Satürn'ün gücünden faydalanabilirsiniz. . Bu sene başarılarınızı pekiştirerek, istediğiniz noktaya gelecek ve yaşantınızda değişiklikler yapabileceksiniz. Çalışma hayatınızda iş arkadaşlarınızla birlikte yaptığınız ortak işlerden iyi kazançlar sağlayacaksınız. Kendinizi kontrol altında tutmalı, ihtiyaçlarınıza göre harcamalarınızı yapmalısınız Hedeflerinize kavuşuyorsunuz. Satürn; arkadaş çevrenizde ilişkilerinize yeni bir boyut kazandırırken, olaylar karşısında kendi inisiyatiflerinizi kullanacaksınız. . Finans açısından kolay kredi kaynakları, çevre desteklerinizin artışı gibi değişik konular ortaya çıkacak.2009 18 ekim?de Aile ve yuva evinizde 8 Haziaran 2010 yılına kadar kalacak. Mars; etkinliğini hala sürdürürken, uğraşılarınızla ilgili kişisel çatışmalar yaşamanıza neden olacak. Bazılarınız aile sorumluluğunu yüklenirken, büyüklerinize daha fazla ilgi göstereceksiniz. Alım-satım işlerinde başarılı olacaksınız. Arzu ettiğiniz hayalleriniz ile içinde bulunduğunuz sizi zorlayan koşullar arasında cesur ve isabetli kararlar alacaksınız.Jüpiter yıl boyunca size yeni başlangıçlar sunulurken, eski alışkanlıkları da gözden geçirmelisiniz. Başlatacağınız işin gözünüzü kamaştırmasına izin vermeyerek, sezgilerinizin sizi yanıltacağını düşünmelisiniz. 3Nisan- 17 Nisan arasında Finans gezegeniniz Merkür, enerjinizi yükseltecek.18 Nisan- 10 Mayıs arasında Merkür geri gideceği için, yazılı ve sözlü anlaşmalarınızda dikkatli olmalısınız. Bu arada; tamamen maddi konulara konsantre olmanız nedeniyle, çevrenizle çıkar temelli kişisel çelişkiler yaşayabilirsiniz. Hiç istemediğiniz halde kırıcı olabilir, istenmeyen dargınlıklara neden olabilirsiniz. Bu dönemde; maddi konularla ilgili bilançolarını gözden geçirerek beklemede kalabilir, parasal konularda daha da detaylara inerek stratejiler geliştirebilirsiniz.20Ağustos- 11 Eylül arasında Merkür tekrar geri hareketine başlıyor.Bu dönem, düşüncelerinizi paylaşma konusunda isteksiz davranırken, bazı hesaplarınızı ve planlarınızı gizleyeceksiniz. Özellikle finans konularında durgun bir döneme gireceksiniz. Bu arada, yeni iş projelerini çevrenizden saklarken, bulunduğunuz ortamlarda melankolik bir hava estireceksiniz. Karşınızdaki kişileri incitmekten çekindiğiniz için fikirlerinizi açıklamakta zorlanabilirsiniz.Ekim ayı içinde; Günlük yaşam sürecinde iletişim konusunda çıkan aksilikler, canınızı sıkacaktır. Fakat siz yine motivasyonunuzu koruyarak, pes etmeyeceksiniz tartışmaların da olabileceğini göz önünde bulundurarak, olaylara göreceli bakmaya çalışın.Kasım ayı içinde; Beklemeye alınmış dosyaları tekrar gündeme alacak ve onay bekleyen konuları sonuçlandıracaksınız. Hukuksal sorunlarınızın çözüldüğünü göreceksiniz. Yeni bir işe başvurmuşsanız, istediğiniz şartlarda kabul görüleceksiniz. 19 Aralık?tan sonra, Enerji kapasitenizin sınırlarını zorlayacaksınız. Güçlü sezgileriniz işinizle ilgili konularda belirgin etkiler verecek ve kariyerinizde iyi yerlere gelmeniz konusunda adımlar atacaksınız. Girişimci ruhunuzun uzun vadelere yayılacağı başlangıçların temelini kuracaksınız.
Sağlık
Mart'ta kadar fazla çalışmanı getirdiği yorgunluk ve stress söz konusu. Sizi çok yüklemeyecek sportif faaliyetler, yürüyüşler ve dinlendirici kısa yolculuklar doğal ilaçlarınızdır. Öfkelerinize hakim olduğunuz sürece, sağlığınız bir sorun yaratmayacak. Ayaklarınızı ve bileklerinizi korumalı ve bacaklarınızı hareket ettirmelisiniz. Varisler ve damar sorunlarına dikkat etmelisiniz. Soğuk ve tuzlu su kompresleri size iyi gelecektir. Uzun süre ayakta kalmamalı ve hafif sizi dinlendiren sporları tercih etmelisiniz. Katılacağınız davetlerde farklı kişilerle konuşmak, motivasyon açısından sizi olumlu etkileyecektir. Ortak hobiler geliştirerek, ufkunuzu genişleteceksiniz.23.Kasım 29 Aralık . Asabi davranışlarınız yüzünden tansiyon sorunlarınız olabilir. Tepkili bir ruh hali içinde olmamaya çalışın. Sportif faaliyetlere katılırken, yapacağınız uygun diyetler size iyi gelecektir. ruhsal gelişiminiz önem kazanıyor. Yeteneklerinizi fark ederek kendinizi geliştirecek meditasyon, ruhsal faaliyetler ve yaşam ötesi konulara ilgi duymaya başlayabilir, bu konularda çeşitli kaynak kitaplar araştırarak içsel dinginliğinizi sağlayacak çalışmalar içinde olabilirsiniz. Bazılarınız mistik seyahatlere çıkacak, bu konuda neşriyatlarda bulunacak. Dişler, dizler, kol ve bacaklara özen göstererek, karaciğeri yoracak beslenme şekillerinden uzakta kalmalısınız.
Önemli Günler
8 Mart- 19 Mayıs çevresel çatışmalar olacaktır. 17 Mart- 18 Nisan aşkta keyifli bir dönem. 2 Nisan-5 Nisan aile ve yuvada aksilikler 28 Nisan- 21 Mayıs aşk açısından şanslı bir dönem 21 Kasım- 28 Aralık olumlu ilişkiler dönemi

ocak ayının cümlesi

Mücevherden sarraflar anlar ancak,başkası bilmez.
Ne fark eder ki kör insan için elmas da bir cam da
Sana bakan bir kör ise,sakın kendini camdan sanma...
Mevlana

sıradışı kahramanlar


"Oyuncularının birinci sınıf performansıyla öne çıkan, içinde mizahın da yoğun bir şekilde yer aldığı, duygusal bir senfoni. Spor yazarı Franz Lidz’in otobiyografik kitabından hareketle çekilen Unstrung Heroes’un senaryosu The Fisher King filmiyle ünlenen Richard LaGravenese’ye ait. 70’li yıllarda Woody Allen’la çevirdiği filmlerle adını duyuran ve The Godfather, Interiors, Baby Boom, Manhattan ve kendisine Oscar kazandıran Annie Hall gibi yapımlarda rol alan Diane Keaton’ın sinemadaki ilk konulu film denemesi olan Unstrung Heroes’un en önemli kozuysa, en başta da söylediğimiz gibi, oyuncuları. Anne Selma Lidz rolünde son derece sıcak bir portre çizen Andie McDowell belki de filmin en zor işlerinden birini üstleniyor. Baba Sidney Lidz rolünde her zamanki gibi dört dörtlük bir performans çizen John Turturro’ya, kardeşleri Danny ve Arthur’u canlandıran Michael Richards ( Seinfeld’in Kramer’ı) ve Maury Chaykin eşlik ediyor. Tüm filmi gözlerinden izlediğimiz Steven ya da yeni adı Franz Lidz rolündeyse Nathan Watt var.

Orijinal Adı: UNSTRUNG HEROES
Yönetmen: DIANE KEATON
Oyuncular: ANDIE MACDOWELL, JOHN TURTURRO, MICHAEL RICHARDS, MAURY CHAYKIN"

işte dün akşam cnbc-e'de bu filmi izledim.tam anlamıyla höyküre höyküre ağladım ve anladım ki beni artık sadece anne-çocuk filmlerinde anneye ya da çocuğa birşey olması ağlatabiliyor.insan bir saat hiç susmadan ağlar mı?ben akşam ağladım.hele çocuğun annesinin ellerini okşadığı sahnede ağlarken kendimden geçmişim.çok ağladım,çok.sevdiklerimize ait onları bize hatırlatacaak birşeyler toplama fikrine ben de katılıyorum.ama bir taraftan da biriktirme işlemi için evinizin dolu ve dağınık olmasını göze almanız lazım.hala filmin etkisindeyim.açıkçası bu kadar duygusal bir film olduğunu bilseydim izlemezdim.kalbim böyle şeylere hiç dayanmıyor.sonra günlerce etkisinden kurtulamıyorum.şöyle bir düşününce beni en çok etkileyen filmlerde hep bir çocuk var.hayat güzeldir, yapay zeka,lorenzo'nun yağı...şimdi aklıma ilk gelenler.hele ki anne olduktan sonra haberleri bile izleyemez oldum.korkuyorum.oğlumu annesiz bırakmaktan ya da oğlumsuz kalmaktan.allah'ım hiç bir anneye evlat acısı,hiç bir çocuğa da annesinin kaybını yaşatmasın.